Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. BÖLÜM

@raxiraxi

Depremden 900 yıl sonrası,

Panjurun tıkırtısı, yağmur damlalarının inatçı bir melodisi gibi kesilmiyordu. Özgür, uykusundan kalkarak yatağının ucunda oturdu. Kendisine gelmeliydi. Belki güneşi göremiyordu ama, bulutların arasından az da olsa yayılan güneşin parıltısı yeni günün habercisiydi.

Karşısında duran aynaya yansıyan yüzüne baktı. Uykusundan yeni kalkmasına rağmen gözlerinin altı morarmış, saçları ise her zamankinden daha dağınıktı

Panjuru kaldırdı, cama doğru bir adım attı ama vazgeçti. Bunun yerine avucunu cama dayadı ve cama yapışmış olan su damlacıklarını hareket ettirdi. Minik bir baloncuk oluşturup havada dondurdu, sonra bahçeye doğru savurdu.

 

Bugünkü mülakatı düşününce içi sıkıştı. Başaramazsa tüm çabaları boşa gidecekti. Ama şans, belki de ona bir kez olsun yardım ederdi. Burada biraz daha başarısız olma ihtimalini düşünmeye devam ederse geç kalabilirdi, hazırlanmalıydı.

Çocukluğundan beri kurduğu orduya girme hayalini başaracaktı, bunun başka çaresi yoktu.

Önce bir banyo yapmalı, ardından dışarıya çıkmak için hazırlık yapmalı ve çantasına her şeyini koyup koymadığını kontrol etmeliydi.

Önce banyo,

Küvetin içini soğuk suyla doldurdu, içine girerken neredeyse nefes nefese kalmıştı ama yine de girmeyi başardı, ne kadar süre orada kaldığını bilmiyordu.

Kurulandıktan sonra, banyodan tam çıktığı sırada arkasından bir ses duydu. Ses tonu çok sıcaktı,

‘’Banyoda yine çok kaldın.’’

Yine yapmıştı, yine; ama bu sefer sebebi farklıydı. Küvetin içinde o buz gibi suyu önce büyüsüyle ısıtmış ardından kendisine geri sekeceğini bile düşünmeden ellerinin arasından yıldırım enerjisini yaratmaya çalışmıştı.

Başaramamıştı.

Eğer başarsaydı elektrik tüm vücuduna nüfuz ederdi. Yapamayacağından o kadar emindi ki bunu düşünmemişti bile.

‘’Suyu kullanmadım,’’ dedi odasının kapısını kapatırken. İçeriye girince derin bir nefes verdi ve kıyafetlerini değiştirmeye koyulmuştu ki kapının ucundan inatçı ev arkadaşı, Derin konuşmaya devam ediyordu.

‘’Tamam, madem suyu kullanmıyordun, o zaman ne derdin vardı da banyoda o kadar durdun?’’

Özgür bu soruya cevap vermedi, hala daha ellerinin arasından bir enerjiyi çıkaramadığını ona dahi söylememişti.

Halbuki diğer elementler ne kadar da kolaydı, ateş mesela. Ellerinin arasından çıkan en kolay büyüydü, Özellikle parmağının uçlarında oluşan o gıdıklama hissi çok hoşuna giderdi.

Buz, soğuk bir duvar gibiydi, hissizdi. sadece ellerinin arasından akıp gidiyor ve etrafını donduruyordu. Gerçi buzu bir süre kullanınca eli belli bir süre uyuşuyordu.

Veya su, yapış yapış bir his verirdi. Ellerinizi ve parmaklarınızı yapışkanlığıyla sarar ardından yönlendirdiğiniz yöne akıp giderdi, yine de su büyüsünü yapmak eskisi gibi kolay değildi. Sadece temel büyüleri yapabiliyor, aksi taktirde uzun yıllar hapis cezasına çarptırılabiliyordunuz.

Ama elektrik öyle değildi, parmaklarının arasında yaydığı o enerjiye dokunma hissi onu çok korkutuyordu, o yüzden onu hiç kontrol edememişti.

‘’Özgür! Bana cevap ver!’’ Derin’in sabrı tükenmiş ve kapıya vurmaya başlamıştı, onu bu çıplak haliyle basmaması için gömleğinin birkaç düğmesini ve pantolonunun düğmesini hızlı bir şekilde düğmeledi.

Kapı nihayet açıldığında Özgür, yeterince hızlı davranabildiği için tanrıya şükretmişti.

"Derin, odama dalmayı bırak artık!"

‘’O zaman sende sorularıma cevap ver! Benim bu konularda ne kadar takıntılı biri olduğumu biliyorsun!’’

Evet, hemde fazlasıyla. Ama bunu sesli söylemedi.

Derin, omuzunun üzerinden odasına bakmaya çalıştı. “Ne saklıyorsun?” diye sordu, bu kez sesi biraz daha alaycı bir tona bürünmüştü.

Özgür, bir adım atarak kapıyı biraz daha kapattı. “Hiçbir şey,” dedi hızlıca. “Odama girmeni istemiyorum, hepsi bu.” Aslında odasında bir şey yoktu ama böyle bakmaya çalışması onu biraz rahatsız etmişti.

Derin kaşlarını kaldırdı. “Tabii ki istemiyorsun. Çünkü bir şeyler var!” Eliyle onu itmeye çalışsa da bunu başaramamıştı.

‘’Öf tamam! Odama bakmayı kes! Banyoda o aptal elektrik büyüsünü yapmayı denedim ama yine başaramadım, ta-‘’

Yüzüne aniden gelen tokatla cümlesi yarıda kesilmişti.

‘’Gerizekalı canına mı susadın sen, ya çarpılsaydın?’’

Sol eliyle az önce tokadı yediği kızarık yanağını kaşımaya başladı, ‘’Gördüğün gibi yapamıyorum.’’

Derin alnının ortasına avucuyla sert bir şekilde vurdu. ‘’Aptal! Bu şimdi mi söylenir? Birazdan orduya katılmak için seçmelere gideceksin, eğer bunu bana başta söyleseydin çoktan sana öğretirdim.’’ Bu uzun cümleyi tek nefeste söylemiş, yüzü aynı saçları gibi kıpkırmızı kesilmişti.

Aslında güzel kızdı, eğer belki eşcinsel olmasaydı... Onun güzelliğine hayran kalıp aşık olabilirdi.

‘’Utandım...’’ bunu söylerken Derinle göz teması kurmaktan kaçındı.

‘’Salaksın da ondan, eğer seçmelerden kalırsan sakın eve gelip ağlama!’’ Dedi, sinirle kapıyı kapatırken.

‘’Ağlamayacağım...’’ ama bunu sessiz söyledi, muhtemelen Derin bunu duymamıştı. Ardından kanepenin üzerinde duran telefonundan melankolik müzik eşliğinde, bir eliyle saçını kuruturken diğer eliyle saçına şekil verdi.

Tokat izi hala daha duruyordu.

Özgür, odasındaki son hazırlıklarını tamamladıktan sonra derin bir nefes aldı. Çantasını sırtına geçirirken, odanın dört bir yanına göz gezdirdi. Bu dört duvar, yıllarca onun hem sığınağı hem de hapishanesi olmuştu. Çıkmadan önce durakladı, bir an için odanın köşesindeki eski bir çerçeveye baktı. İçinde annesiyle çekilmiş bir fotoğraf vardı. Çerçeveye doğru bir adım attı, ama dokunmadan geri çekildi.

Kapıya yöneldiğinde, evin sessizliği üzerine çökmüş gibiydi. Her adımında tahta zeminin hafifçe gıcırdadığını hissetti. Koridorda yürürken, yan odadaki Derin’in kapısının hafifçe aralık olduğunu fark etti. İçeriden gelen hafif bir müzik sesi duyuldu. Kapısının diğer tarafında birkaç saniye sessizce bekledi.

Yıllardır arkadaşlardı, sokakta geceleri sırt sırta kaldıkları günler olmuştu. Şimdi bir şeyi söylemedi diye birbirlerine kırgın olamazlardı.

Ama Özgür, ona haber vermektense evden sessizce çıkmayı tercih etti. Sonuçta haklıydı, en başından ona haber verseydi, ya da yıldırım büyüsünden korkan bir salak olduğunu söyleseydi bunu beraberce halledebilirlerdi.

Dış kapıyı açtığı sırada arkasındaki kapı hafifçe gıcırdadı. Ev arkadaşı kapının arasından başını uzattı. "Gidiyor musun?" diye sordu. Sesi, önceki sertliğinden uzak, yumuşak ve biraz da üzgündü. Özgür cevap vermeden döndü, ama tam konuşacakken Derin ona doğru koştu ve sıkıca sarıldı. "Lütfen dikkatli ol," diye fısıldadı.

"Olacağım," dedi Özgür, kısa bir cevapla.

Derin, kollarını bırakmadan ekledi. "Eğer geri gelirsen..." Cümlesinin devamını getiremedi.

"Başaracağım ve geri gelmeyeceğim," diye araya girdi Özgür.

Derin, biraz daha sıkı sarıldı, sırtına dokanan elleri hafiften titremeye başlamıştı. Geri çekildi ve sessizce "Peki," diyerek odasına döndü. Onun da işe gitmesi gerekiyordu; fazla zamanı yoktu.

Özgür, kapının dışına adım attığında yaşadığı sendelemeden dolayı neredeyse dengesini kaybetmişti. Göz ucuyla gördüğü bir yere tutunarak dengesini güç bela sağladı. Evin yerden birkaç santim yukarıda olması alışılmadık bir şey değildi; depremlerden sonra büyüyle yapılan bu yükseltilmiş yapılar artık standarttı. Ancak bu sefer alışılmışın dışında yükselmişti. Yaklaşık on santimlik bu yükseklik, beklenmedik bir şekilde dengesini neredeyse bozmuştu.

Üzerindeki hava akımını aynı bir şemsiye gibi kullandı, bu sayede hiçbir yağmur damlası ona gelmeyecek onu ıslatamayacaktı.

Çantasını motorunun kaputuna koyuldu ve yola hazırlandı.

Kaskını taktığında önce görüşü bulanıklaştı. Gözleri alıştıkça dünyayı eskisinden daha geniş, daha net bir şekilde görmeye başladı. Bu his, ona ilk kez kask taktığı anı hatırlattı; baş dönmesi, mide bulantısı… Artık hiçbirini hissetmiyordu.
Düşüncelerinden sıyrılarak motorun DNA okuma sensörüne parmağını uzattı. Bir anlık bekleyişin ardından motor canlandı.

‘’Yüz tanımlanıyor... Başarılı!’’
‘’Emniyet kemeri takılıyor...’’
Vücudunun etrafında hissedilen hava baskısı hafifçe sıktığında, derin bir nefes aldı. Bu sistemin sıkılaşması, içinde taşıdığı baskının bir yansıması gibiydi; ama birkaç saniye içinde gevşedi. Aynı sınav heyecanının azalacağı gibi... belki de sadece birkaç dakika sonra bu baskı da yok olacaktı.
‘’Emniyet kemeri başarıyla takıldı, sınav yerine hazır mısın?’’
Tereddütsüz bir şekilde ‘’Evet!’’ dedi. Kendi sesinin kararlılığına şaşırdı.


‘’Rota hesaplanıyor... Rota hazır! Yola çıkıyoruz!’’ Motor, kendi kendine gidebildiği otomatik pilot sistemine geçti. Özgür ise bu konfordan faydalanıp arkasına yaslanmaya başladı, ama önce anın tadını çıkarabilmek için yağmurla beraber iyi giden hafif melankolik bir müzik açıp, kulaklığını taktı. Dün gece yaptıkları veda partisinden dolayı çok geç yatmıştı, uykusunu hiç alamamıştı. Gözleri bir anlığına kapanır gibi oldu, ama bir anlığına.

‘’Uyan, Uyan!’’ Dedi, tanımadığı bir ses, orada olmaması gereken bir ses.

Özgür gözlerini aniden açtı. Uyuyakalmıştı, bunun için kendisini her ne kadar aptal hissetse de teknoloji onun hayatını kurtarmıştı. Neyse ki motosikletin yapay zekası otomatik pilot modundaydı, ama yine de yolculuk sırasında uyumak çok riskliydi. Yapay zeka hata yapmasa da yolda başına bir şey gelebilirdi ve şu anda da tam olarak bu durum yaşanıyordu. Rota, denizin olduğu bir alanda sanki fizi ksel bir yol varmış gibi belirlenmişti, ancak ortada gidilebilecek hiçbir kara parçası yoktu. Eğer Özgür birkaç saniye daha uykuda kalıp motosikleti kapatarak durdurmamış olsaydı, kendini ve aracıyla birlikte denizin soğuk ve derin sularında bulacaktı.

Tuhaf...

Yapay zekanın daha önce hata yaptığı ne görülmüş, ne de duyulmuş birşeydi. Ya da motorunda bilmediği bir uçma özelliği vardı, ki bu seçenek daha mantıklıydı. Nerede olduğunu anlamak için etrafına baktı.

Durdukları yer, deniz kumsalının birkaç metre üstünde, insanlar dengesini kaybetmesin diye yeşil korkuluklarla kapanmış dar bir yoldu. Gerçi insanların yürüyeceği parkeli alan en az üç kişinin yan yana yürüyebileceği kadar genişti. Burayı biliyordu,Olimpos sahilindeydiler, yani en az 40-45 dakika uyumuştu.

Arka tarafta iki kızın birbiriyle konuştuğunu duydu,

‘’Bize yanlış kordinat vermişler...’’

‘’Belki bu da sınavın bir parçasıdır? Orduya girerken onlarca sınav yaptıklarını duydum...’’

Gökyüzünün ortasında bir hologram belirince tüm sesler kesildi. Bir radyo kanalının hologramı gibi, sadece o kanalı kullananlar veya erişim sağlayabilenler görürdü.

İşte o an, içinde birden heyecan duygusu filizlendi.

Siyah saçlı, esmer tenli, kırk beş yaşlarında gibi görünen bir kadın, kızarmış gözleriyle bize bakıyordu.

‘’Dikkat! Eğer şuan navigasyon kullanıyorsanız onları derhal kapatın, araçlarında olanlar veya evden henüz çıkmamış olanlar; Sizi on dakika içinde sınav yerlerinize ışınlayacağım, hazırlanın! Üzgünüm, ama ordunun güvenliği için hiçbirinize gerçek kordinatları veremezdik!’’

İşte şimdi, heyecanın yerini gerilim almış gibiydi.

Bu sözlerin ardından, gökyüzünde artık o kadının yerinde geriye doğru akan rakamlar vardı.

Kaskını çıkardı, biraz rahatlamaya ihtiyacı vardı. Dirseklerini motorun sağlam elciklerine yaslamış, hafifçe öne eğilmişti. Sağ ayağını yere koyarak dengede duruyor, sol ayağının ucu ise dikkatlice motorun sıcak egzoz borusuna dayanıyordu. Yağmur hala daha yağıyordu, ama eskisi gibi şiddetli değildi.

“Şimdi ya da asla. Yıllardır bu anı bekledim. Başaramazsam... düşünmek bile istemiyorum.” Dedi sessizce, gerildiğinden dolayı sesinin çıktığını bile fark etmemişti.

Başka şeyler de düşündü, aklına direkt annesi geldi. Onu kaybedeli kaç gün, kaç yıl olduğunu saymayı bırakmıştı. Önceden günü gününe hatta saatine kadar sayardı, artık saymıyordu. Hep o çiçekleri sularken veya yemek yaparken mırıldandığı ses aklına gelirdi, şimdi de ister istemez o mırıltıyı ağzında çıkarmaya başlamıştı.

Birinin seslenişi müziğin arasından sıyrılıp kulağına çarptı. Kulaklığını çıkarıp arkasına döndü. Bağıranın kim olduğunu çıkaramadı, ama yüzü bir yerlerden tanıdık geliyordu. Siyah saçını üç numaraya vurdurmuş, uzun boylu ve zayıf bir adam ona doğru koşarak yaklaşıyordu.

"Hatırladın mı beni?" diye sordu adam, aralarındaki mesafe kapandığında. Özgür, ne diyeceğini bilemedi. Yine de ayıp olmasın diye başını onaylarcasına salladı.

"Lisede hep beraberdik. Sınavlarda bana kopya verirdin, hatırlıyor musun? Üniversiteye geçince bir daha hiç görüşemedik," dedi adam, cebinden bir sigara çıkarırken. Çakmağı çakıp ilk nefesi çekti ve dumanı üflerken ekledi: "Gerçi, şimdi düşününce, beni pek sevmiyor gibiydin.".

İşte şimdi onu hatırlamıştı. Adı Kuzeydi, o yıllarda sürekli peşinden koşup dururdu. Özgür’ün nereye gitse hemen arkasında biten, yapışkan bir tipti. Ama şimdi onu kırmak istemiyordu, onu o zaman hiç sevmediğini söylemedi. Konuyu değiştirmek için bahane ararken denizin ötesinde devasa bir şey dikkatini çekti.

"Kraken!"

"Hı?"

"Bak, orada!" İşaret parmağını devasa bir kolun olduğu yöne çevirdi. Denizin dalgaları arasından yükselen, korkutucu ve gerçeküstü bir şeydi bu. Devasa tentaküller, aralarındaki mesafeye rağmen açıkça seçiliyordu.

Adam, onun gösterdiği yere dönüp şöyle bir baktı, ama yüzünde en ufak bir şaşkınlık belirtisi yoktu. Sigarasından bir nefes daha çekti, ardından izmariti yere fırlatıp ayağıyla ezdi.

"Babam kaptandı," dedi omuz silkerken. "Böyle şeylere alışıyorsun."

Özgür, ne diyeceğini bilemedi. Kuzey ise bu sözün ardından arkasını dönüp gitti. Onun gidişine aldırmadan denizin üstünde dans eden devasa kollara bakmayı sürdürdü. Gökyüzü kasvetli bir renge bürünmüş, krakenin silüeti dalgalar arasında tehditkâr bir şekilde belirginleşiyordu.

Özgür kontrol amaçlı sınava kaç dakika kaldığına bakmak için kafasını kaldırdığında, orada tek haneli sayıları görünce; hızlı bir şekilde çantasına tutundu. Eşyalarını arkasında bırakmak istemiyordu.

3... 2... 1... Ardından hologram kapandı.

Her şey karardı. Simsiyah bir oda. Ne bir kapı ne bir pencere vardı; yalnızca boğucu bir karanlık. Odanın ortasında, mor tonlarında parlayan büyük bir deri koltuk duruyordu. Üzerinde genç bir kadın oturmuştu. Bedeni koltuğa gömülmüş, gözlerini sıkıca kapatmıştı. Yüzünde huzursuz bir ifade vardı; uyanmamak için direniyordu.

Koltuğun etrafında küçük bulutlar dönüyordu. Sis, ışık saçan ince çizgiler gibi hareket ediyor, bazen şekil değiştirerek yüzler ve eller oluşturuyordu. İçinden yankılı bir ses yükseliyordu,

"Uyan! Uyan!" Motorun üstünde uyuyakaldığında onu uyandıran sesler gibiydi.

Ama kadın, adeta uyumak için kendisini zorluyordu. Göz kapağı hareket etse de sımsıkı kapalı bir şekilde duruyordu.

Koltuk ve sis, kadınla birlikte bu sessiz mücadelede adeta bir bütün olmuştu. Oda, derin bir gerilimle doluydu. Tüm bu yaşananları uzaktan izlerken sanki bir şey ruhunu çekiyor gibi hissetmişti.

 

Burası kesinlikle sınav yeri değildi.

Loading...
0%