Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. Bölüm "GEÇMİŞİ GÖRMEK"

@rcesma

5. Bölüm "GEÇMİŞİ GÖRMEK"

 

Alçin|

Ağzım aralık anlatığını dinlemiştim. İlk başta şoktan tepki vermemiştim. İbrahim elini gözümün önünde salladığımda bağırdım. "Ne demek ben senin eşinim! Ben uyurken bana nikah mı kıydınız şerefsizler!" Diye bağırdım. Ne dediğini tam kavrayamıyor saçmalıyordum.

Bana sen benim lunamsın eşimsin diyordu. Bunları açıklasa da eşim demesini anlamamıştım. "Alçin hakaret etmeden önce dinle! Sen benim ruh eşimsin." Dedi Dağhan.

He iyi o zaman. Nikah kıymamış bana. Bana mührün ve lunanın tam olarak ne demek olduğunu anlatmıştı. Ve öğreniyordum ki Dağhan'ın mühürlüsü bendim. Birbirimize mühürlüydük. Böyle bir şey olacağı tahmin etsemde tahminimin doğru olmaması için dinlemek istemiştim.

Mühür sembolü diye de bir şey varmış. Mühürlüler kavuştuktan sonra bedeninde oluşuyormuş. Ama benim bedenimde yoktu. Yalan mı söylüyorlardı? Düşüncelerim beni soru sormaya itti.

"Mühürlülerin bedeninde sembol oluştuğunu söyledin ama benim bedenimde sembol falan yok." Dedim sakin bir şekilde. Cevap almak istiyorsam ters davranmamalıydım. Gülümseyip bana cevap vermedi bunun yerine sol kolunun bilek kısmını kıvarak tel örgü şeklinde bileğini saran mührün sembolünü gösterdi. Kalın ama içi boştu bileğinde ki tel örgünün.

Sol kolunda olması gözümden kaçmamıştı. Ben dün bileğinde nasıl görmemiştim bunu. Bileğinde ki dövme yavaş yavaş yok olunca şokla Dağhan'a baktım. Açıkladı."istediğim zaman görünmez yapabiliyorum." Dedi.

Anladım şeklinde başımı salladım. Sol bileğimi sıyırıp Dağhan'a uzattım. "Bak bende mührün sembolü yok." Dedim.

Bende niye yoktu ki? Uzattığım elimi alarak parmaklarını parmaklarıma geçirken, "sende parmaklarını geçir." Dedi Dağhan. Ani temasıyla bedenim alev alırken dediğini yaptım. Gerçekten alev alıyormuşum gibi parmak uçlarımdan başlayan sıcaklık her yerime yayılmıştı. Bunu herkesin içinde yapması yanaklarımın ısınmasını sağladı.

 

Elim elinin içinde küçücük kalmıştı. Hoşuma gitmişti bu görüntü. Ellerimiz birine sarılıyken ikimizinde gözleri ellerimizdeydi. Böyle durmaktan utandığım için elimi çekecekken daha da sıkı sardı. Gözlerini gözlerime dikerek "bekle yavrum." Dedi. Yavrum mu? Bu adam herkesin içinde bana ne yapmaya çalışıyordu?

Sıcak basıyordu şuan bana öyle böyle değil yanıyordum. Siyah gözlerinin arasınından geçen sarı parıltılarla bakakaldım. Bu sırada, "bak." Diyerek dikkatimi ellerimize çekti. O sırada bileğimi saran tel örgü şeklini gördüm. Aynı Dağhan'ın bileğinde ki gibiydi.

Şaşırmama fırsat vermeden açıkladı. "Mührün sembolü seninle temas ettiğimiz ilk andan beri var sadece kendini gizliyordu." Dedi Dağhan. "Peki bu sembolün bir anlamı var mı?" Dedim.

Kaşlarını çattı. "Sembollerin bir anlamı yok. Amacı var. Bu sembollerin amacı yalnız kurtların mühürlü olduğunu görüp yaklaşmaması için. Eğer şerefli ve ölmek istemeyen bir kurtsa tabi!" Dedi Dağhan.

Dağhan bana mühür yüzünden aşıktı. Mühürlüsü olduğum için, zorunlu olduğu için. Dağhan sanki düşüncelerimi okumuş gibi konuştu. "Mühür zorunluluk değildir Alçin. Mührün katkısı bizi birbirmize çekmesi. Mühürlünü ilk gördüğünde aşı olmazsın büyülenmiş gibi olursun. Seni ilk gördüğümde vuruldum kalbimden... Ben seni ilk gördüğümde aşık oldum... Benim seni sevmem için mühüre gerek yok. Sen benim kaderimsin. " dedi Dağhan.

Ben kadınım dese tamam canım derdim şuan. Ne yapıyorsun sen bana Dağhan? "Mühür iki taraflı mı? Yani ben insanım ya, ya mühür bana işlemiyorsa?" Dedim. Salak Alçin bana işlemiyorsa bu hissettiklerim nedir? Adamın ağzının içine bakıyorum konuşurken. Dağhan sırıttı ve hâla birleşik olan ellerimize bakıp daha sıkı sardı elimi.

Sandalyemin altından sağ eliyle beni kendine çekti. Yüz yüzeydik şimdi ve çok daha yakın. Elimin tersine kondurduğu narin öpücükle daha fazlası için titredi göz bebeklerim. Dağhan hiç bir hareketimi kaçırmadığı gibi bunu da kaçırmamıştı.

"Onu sen söyleyeceksin lunam. Mühür karşılıklı mı? Benim hissettiklerimin birazını dahi olsa hissediyor musun?" Dedi Dağhan. Mührün bana da işlediğinden emindi ifadesi ama benim ağzımdan duymak istiyordu. Derince yutkundum. "K-karşılıklı. Hissediyorum." Dedim. Bunu söylediğime pişman olsamda o an içimde tutamamıştım.

O an öyle olması gerekiyordu. Evet tam olarak bunu hissetmiştim. Bu söylediğime gülümseyip gözlerini kapattı. Elimin üstüne yumuşacık bir öpücük daha bıraktı ama dudağını çekmedi. Hala oradaydı dudakları gözlerini açıp alttan bana baktı. Gözleri siyah değil sarıydı ve çentikleşmişti. Bu nasıl oluyordu?

Kurtların böyle özellikleri mi vardı? "Gözlerin?" Dedim tereddüt ile. Gözlerini tekrar kapatıp açtığında siyah olmuştu. "Kurdum dönüşmeden beni ele geçirdiğinde değişiyor." Dedi Dağhan. İbrahim'in imalı bakışları üzerimizdeyken utanarak geri çekildim. Öksürdüm geri çekilmesi için.

Geriye yaslandı Dağhan, bende sandalyemi biraz uzaklaştırdım. Kolay kolay utanan biri değildim ama sabahtan beri İbrahim, Kaya ve Semih'in önünde cilveleşiyorduk resmen.

Aklıma getirdikçe daha çok kızarıyordum. Dağhan bunu biliyormuş gibi alttan alttan sırıtıyordu. İbrahim bakışlarının Dağhan'a etki etmeyeceğini bildiği için bendeydi. İmalı imalı sırıtmasını yüzünden eksiltmeden bakınca rahatsız oldum. "Çek lan o gözlerini eşimden!" Dedi.

Rahatsız olduğumu anlamıştı sanırım. "Bu büyücü abike teyzen ne zaman gelecek? Haber var mı?" Dedim. Kafamda ki soruları ertelemek istesemde her saat yeni bir soru çıkıyordu aklımı kurcalayan. "Yarın gelecek işleri erken bitmiş." Dedi Dağhan kısaca.

Başımın dönmesiyle gözlerimi kapadım. Açtığımda bana bakan gözlere sorun yok dercesine gülümsedim. "Evet, bilmem gereken bir şey var mı?" Dedim. Nedense sormam gerektiğini hissettim. "Abike teyzeyi bekle Alçin. O anlatacak ne bilmen gerekiyorsa ve ne sormak istiyorsan cevabını ondan alacaksın. Yarın gelecek zaten bekleyebilirsen bekle

" Dedi hiç konuşmayan Semih.

Tanışma dışında ilk defa benimle birebir konuşuyordu. "Neden?" Dedim tek kaşımı kaldırarak. Kötü enerji alıyordum ondan, sanırım benden hoşlanmıyordu. Kaya ve İbrahim daha sıcakkanlıydı bana saygılarını hissettiriyorlardı.

Bu her ne kadar Dağhan yüzünden olsada. Kraliçeleriydim dimi sonuçta ben. Dağhan alfa kralsa ve ben onun mühürlüsüysem Kraliçe luna mı oluyordum? Kulağa ne kadar asil ve hoş geliyordu. Kraliçe luna. Kraliçe olmam için evlenmem gerekiyor muydu acaba?

Şuan bu konuda çok daha emin oldum. Mühür beni etkiliyordu. İstemsizce düşündüklerim ve hislerimin başka açıklaması olamazdı. Söylediğine göre ben Dağhan'a mecbur değildim o olmasada yaşarmışım ama bu insansam geçerliymiş.

Ben basbaya Dağhan'a hoşlanmaktan daha fazlasını hissediyordum. Mührü açıklayınca daha da belirgindi her şey. Bu sıkıcı odada durup Semih'i dinlemek istemiyordum. "Beni biraz dışarı çıkartabilir misiniz? Bunaldım biraz temiz nefes almak istiyorum." Dedim ortaya. Semih'in gel gezelim demeyeceğinden emindim.

Dağhan'ın işleri vardır diye direkt ondan istememiştim. Eğer işi yoksa kabul ederdi zaten varsa İbrahim yada Kaya gezdirecekti mecbur. Dağhan olursa daha rahat olacağım gerçeği vardı tabi. Güvenliydi onun yanı. Dağhan kimsenin konuşmasına izin vermeden, "ben gezdiririm seni ve ayrıca sana tüm günüm dolu olsa bile zaman bulurum bunu unutma." Dedi.

Şaşkınlıkla Dağhan'a baktım. "Benim düşüncelerimi okuyabiliyor musun sen?!" Diye sordum hiddetle. Hızla konuştu. "Hayır yüz ifaden her şeyi açıklıyor. Yan yan bana bakıp sordun soruyu." Dedi Dağhan. Gerçekten öyle mi yapmıştım. Farkında bile değildim yaptığımın. Yada yalan atıyordu Dağhan.

Bana bakmadan Semih'e bakıyordu. "Sen git üzerine kalın bir şeyler giy yavrum. Benimde küçük bir işim var." Dedi. Sorgulamadan odadan çıktım. Geldiğimiz yolu biliyordum. Odama çıkıp üzerime içi yünlü tayt giydim. Bu inanılmaz sıcak tutuyordu. Üstümde ki badi kalındı zaten onu çıkarmadan hırka giydim.

Kar vardı dışarıda, gözüme kestirdiğim siyah botları giydim. Montların yanına gittim. Bunların boyu çok uzundu dizlerimin biraz üstüne gelirdi tahminen. Kenarda kısa içi yünlü bir tane vardı. Onu alıp üzerime geçirdim. Başka ne lazım üşümemem için diye bakarken gördüğüm siyah bereyi kafama geçirdim. Peki atkı var mıydı? Siyah atkıyı çekmecede bulduğumda boynuma sardım.

Üşümem imkansızdı dışarıya çıkınca. Şuan çok sıcaktı. Çünkü saray anlamsız bir şekilde zaten çok sıcaktı. Şimdi de yanıyordum. Dışarı çıkacağım için sorun etmedim. Odamdan çıktım. Bu sırada Dağhan merdivenden çıkıyordu. Ona doğru ilerledim o da durup beni süzdü.

"Niye bu kadar güzelsinki yüzünün yarısı bile gözükmüyor." Kısıkca konuştu. Bu sefer duyayım diye söylemişti. Gözlerimi üstünde gezdirdiğimde aynıydı. Zaten daha yeni aşağıdan geliyordu ne ara üstünü değiştirecekti ki?

"Sen git giyin ben bekliyorum." Dedim. Mont falan giymeyecekmiydi? "Alçin kurdumun sıcaklığı içimi yakıyor zaten. Kurduğumuzun sıcaklığı sayesinde çıplak bile gezebiliriz dışarda ve üşümeyiz." Diye açıkladı. "Bu yüzden mi bu kadar sıcak krallığınız?" Dedim.

"Evet. Sıcaklığımızı etrafa yayıyoruz bu yüzden." Dedi Dağhan. Madem zaten hiç üşümüyorsunuz niye etranıza yayıyorsunuz ki sıcaklığınızı? Bunu soracakken Dağhan'nın merdivenden inmeye başlamasıyla peşinden indim.

"Krallık 9 katlı, görünürde beş olabilir 4 4'ü yerin altında. Burası 8. kat yaklaşık bu katta 100'e yakın oda var aynı şekilde 3. ve 2. Katta da 100'e yakın oda var. Açıkcası en alt katlara gitmiyorum çünkü halkımın yatak odalarıyla dolu. Biz en üst katta kalıyoruz 9. Katta." Dedi Dağhan. Sormadan açıklaması beni mutlu ediyordu. Dağhan konuşmaya devam etti.

"Krallığım bir şehir büyüklüğünde olduğu için bir sürü ev daha var." Dedi. Bu sırada çıkışa gelmiştik. Çıkış kapısı kocamandı. "Evin zaten 9 katlı neden ev yapma ihtiyacı duydun ki?" Dedim. "Şuan krallığımda yüz binlerce kurt var Alçin, benden ayrı yaşayan sürüleri saymıyorum bile. Eğer buraya gelmek isterlerse yer olsun diye fazladan ev yaptırdım. Burayı küçük bir şehir gibi düşün. " Dedi Dağhan.

Dediğine göre dışarısı bir şehir büyüklüğündeydi en azından evime gidene kadar burda bir evin içinde hapis olmayacaktım. Dağhan benden önce kapıyı açıp geçmemi bekledi. Kapı açıldığında dışarıya çıktım. Dağhan'ın yanından geçerken bedenim ona sürtünmüştü istemeden.

Evin bahçesi karlarla doluydu. Beraber biraz ilerledikten sonra evleri gördüm. E burası normal bir şehir, il gibiydi? Ne bekliyordum ki? Küçük iki katlı yüzlerce evlerle doluydu. Aralarında tabi ki mesafe vardı dip dibe değildi evler. Çok büyüktü ben krallık deyince bu kadar büyük bir her hayal etmemiştim.

Nereye gideceğimizi bilmediğim için Dağhan'a döndüm. "Meydana gitmek ister misin?" Dedi Dağhan. "Olur." Dedim. Nereye götürmek isterse gidecektim yol mu biliyordum sanki? Yan yana yürümeye başladık.

"Uzaktan görünmüyor ama krallığın etrafı duvarla çevrili her ihtimale karşı." Dedi. Bunu yapmak istemesemde kaçmak aklımın bir köşesindeydi. Kaçarsam beni bekleyen tehlike buradakinden çok daha büyüktü bunu hissediyor, biliyordum.

Hafiften sesler duymaya başladığımda başımı sese doğru çevirdim. İki kurt karşı karşıya durmuş birbirine atakta bulunmak için fırsat kolluyordu. Birsürü insan etraflarında toplanmış bu iki kurdu izliyordu. Bizim yaklaşmamızla herkes durmuştu.

Gözlerin hepsi üstüme toplanmıştı. Bundan rahatsız olup Dağhan'a yaklaştım hafiften. Dağhan sertçe gözlerini halkında gezdirdiğinde gözlerini kaçırmışlardı. Dağhan sahiplenircesine elimi avucunun içine aldı. Elimi acıtmadı sadece tutuşu sıkıydı.

Elimi tuttuğu gibi beni masaya ilerletti. Yan yana sandalyeye oturduk. "Eee oturmak için mi geldik?" Dedim. Bana etrafı gezdirecekti hani. "Kurtları merak etmiyor musun?" Dedi Dağhan. "Evet ediyorum." Dedim. Kendi sorduğu soruya sinir olmuş gibiydi. Niye sinir oldu ki?

Zoraki bir şekilde gülümsedi. "O zaman izle." Dedi. Baktığı yere baktığımda o iki kurdu gördüm. Biri kahveringi biri siyahtı. Siyah olan kahverengini kurdun üstüne çıkmıştı. "Antrenman mı yapıyorlar yoksa gerçekten kavga mı ediyorlar?" Dedim. Birbirini parçalayacak gibilerdi. Bu kurtların normal kurtlar gibi değildi ortalama bir insandan daha uzundu.

Dünyamda ki kurtlar bunların yanında sevimli kalıyordu. "Sence kavga etseler ben böyle durur muyum?" Dedi. Bende cevap vermeye gerek duymadım. Yüksek sesli hırlamayla kurtlara döndüm. Kahverengi olan siyah kurdu üstünden atmıştı. Ama siyah kurt daha büyük hırlamayla kahverengi kurdu tekrar yere sermişti. Kahverengi kurdun boğazına dişlerini geçirmişti. Kan görmüyordu.

Kahverengi kurt yenilgiyle kendini bıraktı siyah kurt ise zaferle kalkmıştı. Antrenmanın sonuna gelmiştik anlaşılan. Dağhan yanımda kükrer gibi konuşunca korkudan irkildim. "Sakın burda dönüşmeyin!" Dedi. Benim irkilmemi görünce yavaşça elimi okşadı. Ne? Elimi mi?

Elimi hâla tuttuğunu yeni fark ediyordum. Elimi hızla geri çektim. Tamam az önce tutmuştu ama şimdi gerek yoktu. Gece çok düşünmüştüm evime nasıl gidebilirim diye. Şimdi Dağhan'a ümit verirsem gittiğimde yıkılırdı. Arkamda birini bırakmak en son tercihim olurdu yapazmazdım, arkamda birini bırakıp gidemezdim.

Buraya bir şekilde gelmiştim ama arkamda kalanların beni umursadığını düşünmüyordum zaten. Bu yüzden burdayken arkamda kalanları düşünmüyordum. Bende onları sevmiyordum Mahir hariç.

Ben şuan ne yaparsam yaparsam yapayım ben gittiğimde yine üzülecekti ama en az üzüleceği bir şekilde gitmek istiyordum burdan. Arkamda bana aşık bir adam bırakamazdım. Kimseyle bağ kurmamalıydım.

Şuan elimi çekmemin sebebi ümit vermemek olsada o ümidi ona verdiğimi biliyordum. Ona bu mühürü istemiyorum seni istemiyorum dememem bile onun için ümit vermekti. Söylersem üzülecekti ama gittiğimde daha çok üzülecekti. Ne olduğunu bilmediğim binlerce canlıların içinde yaşayamazdım.

Dağhan'dan inanılmaz bir şekilde etkileniyor, hoşlanıyordum. Belki de yavaş yavaş aşık oluyordum hemde bu kadar kısa sürede. Mühür Dağhan'a olduğu kadar olmasa da banada çok etki ediyordu.

Hissettiklerim söyledikleriyle uyuşuyordu. Abike gelmesini beklemek canımı çok sıkıyordu, gelsede beni evime gönderse. Çünkü ben gün geçtikçe Dağhan'a bağlanıyordum. Lanet olsun ki aşık olursam gidebilir miyim bilmiyorum!

İki kurdun rekabeti bitmişti ama neden dönüşmüyorlardı? "Neden ki?" Dedim. Dağhan bana döndü sinirle konuştu. "Eğer anadan üryan görmek istiyorsan dönüşşünler! Hayır göstermem, göremezsin benden başkasını göremezsin!" Dedi o bunları söylerken göz bebeği çentikleşmişti ve gözleri sarı olmuştu. Gözlerindeki çentikler siyah rengindeydi.

O gün ki gibi. Böyle patlak bir sarı değil göz bebeklerine doğru koyulaşan bir sarıydı ama parlıyordu. Yakından tüm detaylarını görmüştüm. Sanırım kurdunu tutamamıştı. Tahminimi doğrulamak ister gibi söyledi. "Kusura bakma. Sana bundan bahsetmemiştim, nerden bilebilirsin ki!" Diyerek kendine kızmıştı. Bu arada çentikli sarı gözlerinin yerini siyah gozleri aldı.

"Biz kurda dönüşünürken kıyafetlerimiz yırtılır, yani çırılçıplak oluyoruz insan formumuza da çıplak bir şekilde dönüşürüz." Dedi sakinlikle. Anladım şeklinde kafamı salladım. Az önce elini bırakmama sinir olmuş ihtimalide vardı ama sinir olma sebebine inanmıştım.

İnsan formuna çıplak bir şekilde dönüşüyorlardı! Dağhan'da çıplak oluyordu dönüştüğünde! Hiç kimse görmüşmüydü onu dönüşürken. Bu düşünceler beni sanki boğazıma bişey takılmış gibi öksürmeme sebeb olmuştu. Yüzüm sinirden yanıyordu. Umarım soğuktan kızardığımı düşünürdü.

Anlamsız kıskançlıklarım başlamıştı. Bunu durduramıyor başka bişey de düşünemiyordum. Nasıl soracaktım ki ona seni dönüşürken birisi gördü mü diye? O keyifle suratıma bakarken aklıma gelenle zaferle sırıttım içimden.

"Anladım. Sürüdeki mühürlüsü olan kurtlar rahatsız olduğu için dönüşmüyorlar dimi? Böyle bir kuralınız yokmu? Yoksa bile olmalı bence. Yani mantıklı olan bu kim mühürlüsünün karşı cinsini çıplaklığını görmesini isterki?!" Dedim. Sonda garip bir ima ile söylemiştim.

Sanki görmek ister misin diye sormuşum gibi gözlerini kısmıştı. Öyle bir cümle ağzımdan çıkmamıştı ama tabi ne anlamak istiyorsa anlasındı, sıkıntı yok. "Evet, kimsenin görmek istediğini düşünmüyorum şahsen ben olsam. Benim mühürlüm kimi çıplak gördüyse yaşayacağını hiç sanmıyorum." Bunu sakin, baskılı ses tonuyla söylemişti. Tamam hem etkilenmiş hemde ürkmüştüm. Beni ürküttüğünü gördüğünde önüne dönmüştü.

Bu sırada iki kurt 3 metre uzaklığında ki eve doğru koştular kapıyı kırar gibi içeriye girdiler. Burda ki bütün evlerin kapılarının çok uzun ve büyük olduğunu fark etmiştim. Çünkü bu kurtlar bir insanın boy ortalamasından daha uzun ve irilerdi. "Neyi bekliyoruz? Kurtları tanımak istediğimi söyledim dönüşürken ya da eğitim alırken görmek isteğimi söylemedim ki." Dedim.

"Tanışma yemeğine ön hazırlık olsun ne dersin?" Dedi. Bunu söylerken bana dönmemişti. Lunaları yani luna kraliçeleriyle tanışacaklardı. Ben daha luna olduğumu kabullenemezken birde luna kraliçesisi olduğumu söyleyerek beni zor durumda bırakmışlardı. Bunun sorumluluğu çok ağırdı. Şimdiden anlamıştım.

İlk geldiğimde yüzüme beklentiyle bakmaları bile beni hemen kabullendiklerini gösteriyordu. Ve bu çok değişik ayrıca gurur, tatmin hissiyatı veriyordu. Ben burdan gitmek isterken tanışma yemeği vereceklerdi? Mallık bende net bir şekilde gitmek istediğimi söylememiştim ki!

"Ne zaman olacak tanışma yemeği çünkü öncesinde seninle konuşmak istediğim şeyler var." Dedim. Yüzünü aniden bana çevirerek yutkunarak baktı. Öylece baktı... "Ne konuşacaksın ki?" Dedi sonra masum bulduğum ses tonuyla sordu. Ben şimdi nasıl söyleyecektim ki gitmek için veya mühürü bozmak için konuşacağımı.

Ağzımı açmıştım ama geri kapadım. Her ne kadar kararlı olsamda yüzüne seninle olan mühürümüzü bozmamız için ne yapmam lazım veya buna benzer bir şey demeye cesaretim yoktu. Niye yoktu demeyin, yoktu işte...

"Şimdi konuşacak olsam seninle sonra konuşmam gereken bir şey var demezdim dimi?" Diye konuşarak gıcığına gitmiştim. Yani öyle sanıyordum. Bir şey söyleyecekti etrafına göz attığında vazgeçmişti sanki. "Aynen, sonra konuşuruz. Şuan herkesin içinde olmaz zaten." Dedi Dağhan. Alakası neydi ki sanki herkes bizi dinliyordu.

Az önce eve giren kurtlar giyinik bir şekilde çıkmıştı. Siyah kürklü olan Kaya'ydı öbürünü ise ilk defa görüyordum diğer kurtlara göre vücudu daha çelimsizdi. Çok genç bir kurt olmalıydı.

"Kaya Sinan'a eğitim veriyordu. Çünkü Sinan kurdunu kontrol edemiyor. Daha 15 beş yaşında." Dedi verdiği bu bilgiyle çelimsiz dediğim vücudu yaşıtı olan Mahir'in 2 katıydı. 15 yaşında böyleyse gelişimini tamamladığında Kaya ve Dağhan kadar olurdu.

Gerçi Dağhan kadar olacağını düşünmüyordum çünkü Dağhan sürüsünde ki şuana kadar gördüğüm en iri yarı ve uzun kurt adamdı. Alfa kral olmasının eminim ki etkisi vardı. Dağhan'ın başını sürüsüne kaldırıldığında hepsi yavaş yavaş oturduğumuz masanın karşısına doğru adımlıyorlardı. Dağhan sandalyeden kalkınca bende kaltım.

Dağhan elimden tutup masanın önüne çekti bizi. Kurt adam ve kadınlar diz çökerek, "Evinize hoşgeldiniz lunam!" Dediler hep bir ağızdan. Dağhan'ın tek bir bakışıyla planlanmış gibi yapılmıştı.

Dağhan'ın elimi sıkıp bastırmasıyla başımı dik tuttum. Kraliçeydim sonuçta. Hoş bulmamıştım ama neyse. Ne diyecektim, halkım diye mi seslenecektim. "Hoşbuldum." Dedim. Böylesi daha iyiydi.

Dağhan kulağıma eğildi. "Bu görüntüye iyi bak. 2 gün sonra bin katını göreceksin." Dedi. Nasıl? Bana fırsat vermeden geri çekildi. "İşinize dönün. Konuştuklarımızı da sakın unutmayın!" Derken gözlerini her birinde gezdiriyordu. Dağhan bir şeyler daha söylemişti ama duyamamıştım. Gözlerimi kısıp görmeye çalıştım çünkü etraf bulanıklaşmıştı.

Düşmemek için Dağhan'ı tuttum. Sanki yüzüme su tutuyorlarmış gibi gözlerimi açık tuturken yanıyordu. Aynı anda başıma giren sancıyla inledim. Omuzlarıma sarılmış bana seslenmeye çalışan Dağhan'ı duymuyordum. Bu acıya dayanamayarak ağrılara direnmeyi bıraktım...

...

Kapkaranlık etrafım birşey göremiyordum. Etrafımda dönerek ışık ararıyordum. "Kızım." Diyen sesle tekrar arkama döndüm. Arkamı dönmemle kendimi bambaşka bir yerde buldum. Birbirine çarpan kılıç sesleri ve acıyla bağıran sesleri duyuyordum. En son bayılmıştım buraya nasıl gelebilmiştim.

Burası savaş meydanı gibiydi. Bağıran ersleri duyabiliyor ama göremiyordum. Yıkılan evleri görebiliyordum. Savaş meydanına gittiğinde sanki o an ki sesleri duyuyor gibi olursunuz ya aynen öyleydi şuan. Etrafımda kimse yoktu ama savaş seslerini duyabiliyordum. Kalbim ağrıyor çok kötü hissediyordum.

Arkamdan gelen adım sesleriyle döndüm. Bana doğru kucağında çocukla koşan adam vardı. Uzun saçları olan çocuğun başını göğsüne bastırıyordu. Tam önümde durup çocuğu kucağından indirdi ve çocuğun önünde diz çöktü. Adamın koyu kahve saçları ve yeşil gözleri vardı. Yüz yapısı biraz uzundu ama bu onu karizmatik gösteriyordu.

Adamın çocuğu indirmesiyle görebildim. Bu... Bendim. Bu çocuk benim küçüklüğümdü... Nasıl olur? Yeşil büyük gözleri koyu kahve uzun saçlarıyla benim küçüklüğümdü. Beni evlatlık aldıkları gün çekilen bi fotoğraf vardı. Ondan başka da küçüklük fotografım yoktu ve kız çocuğu benim kopyamdı resmen.

"Baba annem nerde? " dedi kız çocuğu. Dolu gözleriyle babasına bakıyordu. Gözlerimin içinin yandığını hissettim. Neden gözlerim doluyordu? Hissettiğim acı ikiye katlanarak canımı yakmaya devam ediyordu. Babası kızın yüzünü avucuna alarak yanaklarını sevdi.

"Alçin'im. Bir tanem. Şimdi seni almaya bir adam gelecek ve sen onunla gideceksin. Ona bana güvendiğin kadar güvenebilirsin. Seni alıp güvenli bölgeye götürecek. Ben anneni bulana kadar beni orda bekleyeceksiniz." Dedi ve güzel bir haber veriyormuş gibi devam etti. "Ve ben anneni bulduğumda annenle seni almaya geleceğiz. Tamam mı benim güzel kızım." Dedi.

O Alçin mi demişti? Gözleriyle saçlarının tonu benimkiyle birebir aynıydı. Olabilir miydi? Hiç hatırlamadığım geçmişimi görüyor olabilir miydim? Hıçkırarak ağlıyordum. Küçük Alçin'in üzerinde yeşil bir elbise ve başında çiçekten taç vardı. O da hıçkırarak ağlıyordu.

"Baba beni bırakma! Annemi beraber bulalım. Lütfen!" Diye ağlıyordu.

Gözlerimden akan yaşları durduramıyordum. "Olmaz kızım. Ben gidip anneni nereye götürdülerse bulacağım sende beni bekleyeceksin. Söz veriyorum sana anneni sağ salim yanımda getireceğim." Dedi. Kızını göğsüne bastırarak sıkıca sarıldı. "Tamam ama çabuk gelin tamam mı? Ben sen olmadan geceleri çok korkarım hemencecik gelin tamam mı?" Dedi. "Tamam kızım. Ben hiç kızımın korkmasına izin verir miyim?" Dedi.

Kız hıçkırıklarının arasından kıkırdayarak cevap verdi. "Vermezsin." Dedi. Ama verdin...

Sağ taraftan gelen sesle hepimiz oraya döndük. "Hadi ver kızı. Gelirler birazdan!" Dedi adam. Ben bunu sanki bir terden tanıyordum. Siması çok tanıdıktı. Adam gözlerinde ki tereddütle kucağında ki kızını karşısında ki adama uzattı. "Kızıma bir şey olmasına sakın izin verme!" Dedi.

"Sence izin verir miyim? Dostum git karını kurtar kızın bana emanet. Bizi nerde bulacağını biliyorsun zaten." Dedi. Kızının her iki yanağını öptüğünde sanki beni öpüyormuş gibi baskısını yanaklarımda hissetmiştim. "Baba çabuk gelin tamam mı?" Dedi. "Tamam babacığım." Dedi. Kızını adamın kucağına verdi. Kız her ne kadar babasına tamam desene hıçkırarak ağlamaya devam ediyordu. Bende öyle.

"Baba seni seviyorum." Dedi kız. Ama babasından cevap alamayarak bir anda toz bulutuyla kaybolmuşlardı kucağında olduğu adamla. Nasıl olmuştu? Işınlanma diye bir şey var mıydı? Adam az önce kızının olduğu yere baktı. "Babanda seni çok seviyor kızım. Umarım sağ salim yanına dönebiliriz." Dedi adam dolan gözleriyle.

Ağlayarak izliyordum bu onları. "Ba-ba." Dedim titriyen sesiyle. Babamdı benim. Gerçek babamdı. Adam beni duymamıştı bile. Arkasını dönerek yürümeye başladı. "Baba! Burdayım görmüyor musun beni?" Diye bağırmaya başladım. Peşinden koşarak gitmeye başladığımda önümde giden babam az önce ki gibi bir toz bulutuyla kayboldu.

Ağlayarak etrafımda döndüm. "Nereye gittiniz ? Baba! Anne!." Dedim. "Baba!" Diye bağırmaya başladım belki duyarlardı.

...

Dağhan|

Kucağıma bayılan Alçin'i odama getirmiştim. 2 saattir uyanmasını bekliyordum. Şifacılar gelip muayenesi yapmıştı ve hiçbir sonuç yoktu. Gayet sağlıklıydı birden bire bayılmasının sebebi neydi? Yüzüne terden yapışan saçlarını elimle kulağının arkasına ittim. Bayıldığından beri terliyordu. Bu bir şey gördüğünün habercisiydi. Artık ne görüyorsa bu onu terletiyor arada bir yüzünü acıyla buruşturmasına sebeb oluyordu.

Alçin üzüntüsünü acısını hissediyordum. Elimden hiç bir şey gelmiyordu. Uyandırmayı denemiştim uyanmıyordu. Kurdum Alçin'in bu halde olmasına dayanamıyordu. Çaresizce bir kenarda izliyordu. Kurdum eşinin acısının 2 katını hissederek kendine verilen bir cezaymış gibi sessizce kabul edip inliyordu. Eşini bu durumdan kurtaramadığı için çektiği acıyı kendine ceza görüyordu...

Aklımdan binlerce fikir geçiyordu. Ama fikirlerimin hangisinin doğru olduğunu uyanınca anlayacaktım. Durmaksızın terliyen yüzünü yanımda ki bezle sildim. Ben yüzünü silerken Alçin birden hareket ederek elimi tuttu ve sıktı. "Baba!" Diye bağırdı. "Anne!" Diye inledi. Kapalı göz kapaklarından yaşlar akıyordu. Hıçkırarak "Baba!" Dedi tekrar.

"Alçin! Güzelim." Dedim. Yanağına hafifçe vurup uyandırmaya çalıştım. "Alçin uyan! Kabus görüyorsun." Dedim. Susmuştu ama hıçkırarak ağlamaya devam ediyordu. Acı folu yüzünü görmeye dayanamayarak kafasını göğsüme bastırdım. Saçlarını okşayarak sakinleştirmeye çalıştım. "Dağhan." Dedi sayıklar gibi. "Söyle güzelim." Dedim.

"Dağhan." Dedi tekrar. Saçlarını okşamaya devam ederken burnumu saçlarına dayadım. Alçin ağlamayı bırakmıştı ama ayılmamıştı hâla. Göğüsümde yatan kadını rahatsız etmemek için yatağa iyice yerleşerek yatak başlığına yaslandım. Alçin'in aldığı nefesler normale dönmüştü. Kalp atışları da düzenliydi.

Kurt kitabında yazılana göre kurtlar eşinin bilincine girebilirdi. Ama o kadar çok güç istiyen birşeymiş ki bu zamana kadar başarabilen iki üç kişi olmuş. Halkımın dediğine göre babam annemin rüyasına girmişti9. Bende gücümü onlardan aldığıma göre bunu yapabilirdim.

Gözlerimi kapatarak kurdumu saldım. Kurdum sayesinde mühürlümün rüyasına girebilirdim. Ve bu daha yeni aklıma gelmişti. Bunu sıradan kurtlar yapamazdı. Benim gücüm kimsede yoktu. Benim yapabildiklerimi kimse yapamazdı. Bilincine girmeye çalışmam gücümün çocuğunu harcamama sebeb oluyordu. Karanlığın yerini siluetler almaya başlayınca başardığımı anlamıştım.

...

Alçin|

"Baba." Dedim bağırmaktan ve ağlamaktan kısılan. Artık mecalim kalmamıştı. Ağlamam durmuş güçsüzce yere yığılmıştım. Her nerdeysem burdan gidemiyordum. Uyanmak istiyordum. Gitmek istediğim Wadiya'ya geri dönmek istiyordum. Babam beni arkadaşına emanet edip gitmişti peki sonrasında beni nasıl evlatlık edinmişlerdi.

Babamın arkadaşı beni yetimhaneye mi bırakmıştı? Babam da mı kurt adamdı? Bu soruların cevabı bende yoktu. Sadece insan olmadıklarından emindim. Hangi insan ışınlabiliyordu? Burdan çıktıktan sonra yapacağım ilk şey bunları Dağhan'a anlatmak olacaktı. Rüyanı yönetemezdin ama hareketlerimi ve düşündüklerimi yönetebiliyordum.

Gözlerimi derin nefes alarak açtığımda aynı yerde değildim. Etrafımı kontrol ettim. Krem rengi koltuklar, şömine ve eski tarz süslerle dolu geniş bir salondaydım. Kapı zili çaldığında adım sesleri duydum. Kapıyı doğru ilerleyerek olacakları itaatkar bir şekilde izliyordum. Merdivenden inen kadınla şoka uğradım. Çünkü bu Meliha'ydı. Arkasındanda kocası Şeref indi.

Olacakları merakla ve şokla izlerken kapıyı açtı Meliha. Kapıyı açtığında kucağında küçük Alçin'le babamın arkadaşı girdi. Ne? Meliha ve Şeref ne alakaydı bu adamla? Onlarda mı insan değildi? "Burası neresi? Nereye getirdin beni!" Diye kızdı küçük Alçin. Çünkü bu evden hiç iyi enerji almıyordu. Babası böyle bir şey hissettiği zaman hemen olduğu bölgeden ayrılması gerektiğini söylemişti.

Kucağında kızla yanımdan geçerek salona girdi. Meliha ve Şeref'te heyecanla peşinden gitti. "Ömer bu kadar çabuk olacağını söylememiştin." Dedi Şeref. "Erken olması daha iyi." Dedi Ömer. Kucağında kız sanki her an kaçabilirmiş gibi sıkıca tutuyordu. "Bırak beni!" Dedi küçük Alçin.

"Bu kızla daha sen baş edemiyorsun biz nasıl edeceğiz." Dedi Meliha. "Merak etmeyin. Yapacağım büyü ile yeniden doğmuş gibi olacak." Dedi Ömer. Küçük Alçin her şeyi daha yeni anlamış gibi nefretle Ömer'e baktı. Gözleri parlıyordu. "Hain! Babam sana güvenmişti. Le tue mani toccano il fuoco, non io!" Dedi. Son cümlesini söylediğinde Ömer sanki elleri yanmış gibi kızı itip ellerine üflemeye çalışıyordu. Avuç içleri kıpkırmızı olmuştu. Sinirle yere düşürdüğü Kıza baktı.

Alçin tekrar bir şeyler söyleyecekken konuştu. "Sonno!" Dedi. Küçük Alçin emir almış gibi gözlerini kapatmıştı. Ömer Meliha'ya dönerek konuştu. "Yaptığı ateş büyüsünün etkisi 2 saat sürer sakın dokunmayın tenine." Dedi. Ben yaki küçük Alçin büyü mü yapmıştım? Nasıl?

Meliha söylediklerini umursamayarak konuyu değiştirdi. "Sen bu kıza bakmamız karşılığında söz verdiğini yapacak mısın?" Dedi. "Yapacağım. Benden şüphe etmeyin!" Dedi Ömer. Ne Meliha'nın nede Şeref'in karşı çıkmaya cesareti yoktu. Ömer'in gözü yerde yatan kıza takıldığında küfür etti. "Sikeyim senin yapacağın büyüyü! 2 saat bekleyeceğiz bu piç yüzünden!" Dedi.

"Büyüyü bozamıyor musun?" Dedi Şeref. "Hayır o bu yaşında bile benden daha güçlü. Melez olmanın faydaları işte." Dedi. "Ama bunu yapması iyi oldu. Yapmamız gereken başka bir büyü daha var." Dedi Ömer.

İşte herşeyin temelini atan geçmişi görmüştüm. Sorularım ve sorunlarım azalmak yerine çoğalıyordu.

Arkamda bütün olanları benimle izleyen Dağhan'dan habersizdim.

Bölüm sonu...

Alçin'in hangi türden sizce? Tahmin etmek zor olmamalı.

Alçin'in annesi nereye kayboldu?

Bir dahaki bölümü ne zaman yazıp atarım bilmiyorum ama bulduğum her fırsatta yazacağım.

 

 

Loading...
0%