@recaizdemammudekre
|
Bihruz Bey hem ağır ağır yürür, hem de Periveş Hanım’ın evsaf-ı cemal ve mehasin-i halini birer birer yad ve tekrarla: –Böyle yüzü melek, huyu melek, esprisi fevkalade, edükasyonu mükemmel ve bu haysiyetlerle gayet nobl bir familyaya mensubiyeti şüphesiz olan bir hanımefendinin Keşfi gibi bir bayağı, bir mal elöve adama iltifata tenezzül etmesi mümkün olmayacağını– düşünür ve biraz evvel bu hanım hakkındaki suizannından dolayı hasıl olan teessüratını şu aşağıki mülahazatıyla tadile çalışırdı: “Bu nasıl bote?.. Uzaktan güneş gibi görünüyor, gözleri kamaştırıyordu. Yakından ay gibi parlıyor da insanın baktıkça bakacağı geliyor! Ne kadar poetik bir bote! Ya o konversasyonun güzelliği! Miruvar terestr, o glas parter. Tre bel komparezon pur ön pöti lâk.. Se trejoli!.. İşte Bihruz Bey bu yolda düşünür, düşündüğü kadar da mesut ve müftehir olurdu. Çünkü önü sıra kemal-i gunc u delalle yürümekte ve hüsn ü cemaline, zarafet ve kıyafetine yalnız erkekleri değil kendi derecesinde süslü hanımları bile hayran etmekte olan Periveş Hanım’a beğenilmek bahtiyarlığı o kadar şık beyler içinde yalnız kendisine nasip olmuştu. Filhakika nazenin her adımda beş on kişiyi kendisine yol açtırmak için yollarında tevkif ettiği halde bunların hiçbirisine imale-i nigâha bile tenezzül etmeyerek ve yalnız güzellikte, parlaklıkta kendisine rakip addedebildiği taze çiçekleri meşmul-i kemterin-i nazar-ı iltifat eyleyerek ilerlerdi. Bihruz Bey muvaffakiyetinden emindi. Yalnız bir hatıracık ara sıra kendisini bi-huzur ediyordu ki o da –Keşfi Bey bahçedeyse elbette görüleceğinden– sarışın hanımın ona karşı ne muamelede bulunacağı endişesiydi. Çalgı mevkisine kadar Keşfi Bey görülmedi. Bihruz Bey’in de sema-yı mesudiyeti ufkundaki o muzlim sehab-ı hatıra yavaş yavaş dağılmaya başladı. Biraz daha ilerlediler. Burası kalabalıktan azadeydi. Bihruz Bey adımlarını sıklaştırdı, hanımlara yetişti. Bu süratten maksadı sarışın hanımı bir daha nerede ve ne vakit görmek mümkün olacağını sormaktı. Sarışın hanım buna meydan vermeksizin Çengi Hanım’a hitaben: “Burası pek güzel... Pek hoşuma gitti... Gelecek cuma da gelelim, hem doğruca buraya girelim.” dedi. Bunun üzerine Bihruz Bey: “Akel ör? Pardon efendim, saat kaçta?” der demez geriden doğru bir “Haset!.. Haset!..” avazesi geldi. Hepsi birden döndüler baktılar. Bunu söyleyen oracıkta ağaçlarla muhat bir tarhın içinde yalnızca oturmakta olan Keşfi Bey’di. Hanımlar sahib-i avazeyi teşhisle birbirlerine bir şey söylediler gülüşmeye başladılar. Bu sırada aşağıki kapıya da vasıl olmuşlardı. Bihruz Bey’in “Saat kaçta?” suali cevapsız kaldı. Hanımlar kapıdan çıktılar. “Lando” evvelce aldığı emir üzerine oraya gelmişti. Arabacı mevkisinden indi, arabanın kapısını açtı, hanımlar içeriye girer girmez kapı “tak!” diye kapandı. Arabacı mevkisine çıktı, müteakiben bir kırbaç şakırtısı işitildi, lando süratle aşağı doğru yürümeye başladı. |
0% |