Yeni Üyelik
5.
Bölüm

1. Kısım - 4. Bölüm

@recaizdemammudekre

Muhteşem Bihruz Bey kudema-yı vüzeradan müteveffa (...) Paşa’nın mahdumudur.

Vilayetten vilayete intikalle on beş sene kadar alettevali İstanbul’a ayak basmamış olan pederiyle sigar-ı sinninde memleket memleket dolaştığından dolayı Bihruz Bey bir çocuk için derece-i ulada vacibü’t-tahsil olan malumatı on altı yaşına kadar ele getirememişti. Nihayet pederinin bir infisali üzerine İstanbul’a vürudunda mahdum beyin bir rüştiyeye konulmasına nasılsa himmet olundu. Aradan altı ay mürur etmeden (....) Paşa yine bir vilayet valiliğine memur ve İstanbul’dan tekrar müfarakate mecbur olduysa da artık bu defa Bihruz Bey tahsilinden geri kalmamak için validesiyle beraber İstanbul’da bırakıldı.

İki sene sonra Paşa yine mazulen İstanbul’a geldiği zaman mahdum beyi fer-i cümleden, imladan, kıraatten
bizzat bilimtihan malumatını derece-i kâfiyede görmekle tahsiline ikmal edip de bir şehadetname alıncaya kadar mektebe devam ettirmeye lüzum görmeyerek çocuğu kendi arzusu üzerine Babıâli aklamından birisine çırak ettirmiş ve beyefendi için tahsili artık bittabi vacip görünen Fransızcayla beraber ikinci derecede lüzumu teslim olunan Arabi ve Farisiyi öğrenmek üzere Bihruz Bey’e başka başka maaşlı hocalar tayin etmişti.

Bihruz Bey ilk hevesle beş altı ay kadar kaleme devam ederek daha Fransızca bir ibare okumaya iktidar hasıl etmeden ağızdan bellediği bir hayli elfaz ve terakible en alafranga genç beylerin tavır ve kıyafet ve hal ve hareketini taklitte hakka ki bir büyük eser-i istidat gösterdi.

Bihruz Bey valideyninin tek evladı olduğu için zaten pek şımarık büyümüştü. Pederin servet ve sâmanı mahdumun her arzu ettiği şeyi kolaycacık istihsal edebilmesine müsait olduğu gibi gençlik icabatından olan temayülatına da hiçbir taraftan bir gûna mümanaat görmediği cihetle Bihruz Bey sonraları kaleme gidip gelmeyi pek seyrekleştirmişti.

Kaleme gitmediği günlerse saçlarını kestirmek, terziye esvap ısmarlamak, kunduracıya ölçü vermek gibi hiç eksik olmayan vesilelerle Beyoğlu’nda, ötede beride vakit geçirir, cumaları pazarları da sabahleyin hocalarıyla yarımşar saat ders müzakeresinden sonra hanesinden çıkar, akşamlara kadar seyir yerlerinde dolaşırdı.

Vilayetlerde bulunduğu zaman en büyük zevki sırmalı esvap içinde, midilli veya at üzerinde, arkasında çifte çifte uşaklarla sokak sokak gezip dolaşmaktan ibaret olan bu beyin İstanbul’a geldikten sonra merakı üç şeye masruf oldu ki birincisi araba kullanmak; ikincisi alafranga beylerin hepsinden daha süslü gezmek; üçüncüsü de berberler, kunduracılar, terziler ve gazinolardaki “garson”larla Fransızca konuşmaktı.

Bey, kışları Süleymaniye’deki konaklarında, yazları da Küçük Çamlıca’daki köşklerinde ikamet ederdi. Kendisi gibi kibarzadegânın rağbet göstereceği hiçbir seyir yeri bulunmazdı ki bu beyefendi en son modaya muvafık surette giyinmiş olduğu halde bazen yağız ve bazen kır bir çift beygir koşulu dört tekerlek üzerinde üstü ve yanları açık süslü bir peykeden ibaret olan ve seyis oturmaya mahsus yeri arka tarafında bulunan arabasıyla orada hazır bulunmasın.

Kışın mesela zemherir içinde bir açık hava görünce arkasında mücerret süse halel vermemek için dar ve incerek jaket, dizlerinin üzerindeyse mücerret süslü görünmek için bir kadife örtü bulunduğu halde Beyoğlu caddesinde, Kâğıthane yollarında araba kullanmak hevesiyle en şedit poyrazın karşısında tiril tiril titreyen Bihruz Bey yazın da otuz-otuz beş derece sıcak günlerde Çamlıca, Haydarpaşa, Fenerbahçesi yollarında yine o hevesle en kızgın güneşin altında haşım haşım haşlanır ve fakat bu azabı kendisine en büyük zevk addederdi. Bihruz Bey her nereye gitse, her nerede bulunsa maksadı görünmekle beraber görmek değil, yalnız görünmekti.

Nihayet “...” Paşa’nın vuku-ı irtihali üzerine mahdum bey defaten yirmi sekiz bin liralık bir mirasa nail olarak efalince de serbest kalınca o servet-i cesimeyi az zaman içinde ifna edecek bir sefahate koyuldu. Çünkü valide hanımefendinin mahdum bey hakkında eskiden beri hiçbir hükmü, hiçbir tehdidi nafiz ve müessir olamazdı. Pederinin irtihalinde oğluna intikal eden servetin hüsn-i idaresi yolunda akrabadan bazı zevatı işe karıştırmak gibi tedabire teşebbüs etmişse de semeresiz kalacağını anladığı gibi çocuğu bütün bütün kendi havasına bırakmak zaafını göstermiş ve fazla olarak genç beye o cihetle de bir sıkıntı çektirmemek üzere konağın matbah masarifini ve hizmetlerinde ibka ettikleri bazı (emektar) etbaın maaşlarını kendi iradından tesviye etmeye razı olmuştu.

Mirasyedi beyefendinin kendi sefahatinden başka hiçbir masrafı olmadığı halde her ay eline geçen yüz elli lira kadar bir para o sefahate kifayet etmezdi.

Bu aradaydı ki beyin Arabi ve Farisi hocaları birer birer duçar-ı istiskal olarak konağa gelmemeye başladılar. Yalnız Mösyö “Piyer” namındaki Fransızca hocası beyin mizacına göre şerbet verir kurnaz bir ihtiyar olmakla onun kemakân devamına müsaade ve hatta dört liradan ibaret maaşı altı liraya iblağ olundu.

Alelumum mirasyedilerin düşündüğü gibi Bihruz Bey de servetini yemekle bitmez tükenmez zannederdi. Binaenaleyh ulu orta giriştiği istihlakata nakitten başlandı. Onlar bitince İstanbul tarafındaki en az irat getiren dükkânlar birer birer defolundu. Badehu Beyoğlu’ndaki ehemmiyetli mağazalara sıra geldi. Bunlar da elden çıkarıldı. İrat namına Galata’da bir han kalmıştı. Nihayet o da satıldı. Mülk olarak elde Süleymaniye’deki konakla Küçük Çamlıca’daki köşkten başka bir şey kalmadı. Mamafih Bihruz Bey dalmış olduğu mezlaka-i sefahatte arabasıyla, etbaıyla, debdebesiyle puyan olmakta devam ediyordu. Çünkü valide hanımın renk renk kadife mahfazalar içinde çekmecelere ziynet veren mücevherat ve hulliyatına henüz el sürülmemiş ve hanımın kendi uhdesinde bulunan diğer beş on parça akarataysa hiç taarruz edilmemişti.

Loading...
0%