Yeni Üyelik
9.
Bölüm

1. Kısım - 8. Bölüm

@recaizdemammudekre

Sarışın hanım kısadan uzunca, uzundan kısaca, tamam ortaboylu, narin yapılı, yürürken defaten durur, dururken birdenbire hareket eder, döner döner arkasına bakar, hani şu:

 

Ahû zî tu âmûht be-hengâm-ı devîden

Rem gerden u üstâden u vâpes nigerîden!

 

kavl-i meşhurunda tarif olunan eda-yı dil-firibe malik bir nazenindi. Saçları şimdiki boyaların verdiği kızıl renkte değil gayet açık tabii sarı, gözleriyse nakkaş-ı tabiatın bir sehv-i savab-nüma-yı latifi olmak üzere mavi değil de tahrirli koyu sarı, kaşları kumral, siması vücudunun narinliğine nispeten dolgunca, burnuysa çehrenin dolgunluğuna nispeten incecik “çekme” tabir olunan biçimde, ağzı şairlerin tasavvur ettikleri nokta-yı mevhume derecesinden beş on bin defa büyük, fakat yine alelade küçüktü.

Şu evsafıyla epeyce güzel denilen sarışın hanımın en büyük, en müessir güzelliği bakışıyla dudaklarındaydı. O bakışta bilmem ne hiddet vardı ki dikilip durduğu vakit taalluk ettiği gözlerden bir barika-i seyyale gibi nüfuz ederek ta cangâha vasıl olur ve suz u tab-ı harikuladesi karşısında yürekleri tir tir titretirdi! O dudaklarda bilmem ne kuvvet vardı ki nazikâne tekellüm veya zarifane tebessümle hareket etmeye başladığı zaman enzar-ı hasrete türlü türlü manalar arz eder ve bu manalar havsala-suz-ı aram ve tahammül olurdu!

Nazenin ne kadar da güzel giyinmişti: O zamanın modasına pek de muvafık olmayarak biraz darca kesilmiş süt mavisi rengindeki atlas feracesi endamındaki tenasübü gizlemekten aciz olduğu halde araba içinde saatlerce üzerine oturulmaktan dolayı birçok kırımlar bükümler peyda etmiş olması cihetiyle güneşe karşı gelince bir musavvir-i mahir için örnek ittihazına layık surette gayet latif, gayet dil-pezir ışıklar gölgeler içinde nazar-rüba bir manzara-i temevvüc-nüma arz etmekteydi. En ince nev’inden yaşmağı tozpembesi rengindeki yanakları üzerinde yeni açmış bir güle piraye-bahş olan buhar-ı latif hükmünü verir ve yaşmağın iki yanından haylazcasına dışarıya sarkmış olan ve edna tahrik-i nesimle hemen oynamaya başlayan sırma tellerse beyaz bir bulut parçasına in’itaf eden eşia-i afitabı andırırdı. Başındaki hotoz da havaî maviydi. (Teşbihatımızın ibtizale düşmeyeceğinden emin olsak bunu da o sarı saçlarla beraber güneşli bir gökyüzüne benzetirdik.) Eflatunun açığı eldivenler içinde mahfuz ellerin ve tahminen otuz dört numarada iskarpin içinde ipek çorapla mestur ayakların derece-i tenasüp ve nezaketleri bilinemezse de nazar-ı iştiyakta bunlar da pek sevimli, pek nazikti.

Sarışın hanımın şemsiyesine gelince öyle dantelli, saçaklı nev’inden parlak renkli değil de tabiatındaki –hani ya şu Bihruz Bey’i iptida-yı nazarda “Kel gu ekselan!” sözüyle kendisine sitayiş-han eden– zarafetin en büyük nişanı olmak üzere sade, güzel ve yalnız sapına feracesinin renginde bir kurdele merbut siyah ağır atlastandı. (Erbab-ı mütalaa isterlerse bu şemsiyeyi de o güneşli gökyüzünün bir tarafında bir kara buluta benzetebilirler. Şu kadar ki o zaman teşbihin arz edeceği hayal makus zuhur eder. Çünkü bulut göğün içinde olmak lazım gelirken gökyüzü bulutun içine girmiş olur.)

Sarışın hanımın yaşından bahsetmedik, çünkü bilmiyoruz. Dişlerini vasfetmedik, çünkü göremedik. Fakat tahminimizce nazenin olsa olsa yirmi yaşını henüz bitirmiş olmalı. Dişler de elbette iki dizi incidir!

Buna refakat eden hanıma gelince, bu ötekinden boylu, ötekinden enli, ötekinden yaşlı, hem de çok yaşlı... Mavi gözlü, esmer yüzlü, fakat canlı canlı yürüyüşüne nazaran pek dinç, lakırdıyı çok etmesine, latifeyi çok sevmesine, muttasıl gülmesine nazaran pek neşeli, yanlarından gelen geçenlere hemen bir şey söyleyecek gibi dikkatli dikkatli bakmasına nazaran serbestçe alışmış, sanki Kalpakçılarbaşı’ndaki dükkânlardan çokça alışveriş etmiş olmasını hatıra getirir bir hanımdı.

Siyaha mail koyu yeşil canfesten feracesine söz yoksa da bunun arka eteğini daima sağ eliyle tutup kaldırmasında pek de zarafet yoktu. “Karamandola”dan potinleri eski değilse de yürürken feracenin etekleri ziyade kalktığından o potinlerin üst tarafından beyaz tire çorapların görünüşü pek güzel gelmiyordu. Sol elindeki beyaz şemsiye ipekli gibi parlıyorsa da büküm yerlerinin bir parçacık sararmış olması o kadar hoş görünmüyordu. Kalınca yaşmağı o yaşta bir hanım için pek münasipse de bu yaşmağın ara sıra çenesinden aşağıya doğru düşmesi hiç de sevilir şey değildi. Mamafih bu iki hanımın yekdiğerine refakati ifrat ve tefriti hüsn-i tadil ederek bir güzel manzara husule getiriyordu. Sarışın hanım mesela bir sarı gül, diğeriyse o güle bendolmuş bir mazı dalıydı. Yahut sarışın hanım çiçek açmış bir nazik fidan, yanındakiyse o fidanın gayrimuntazam bir gölgesiydi. Veyahut sarışın hanım parlak bir güneş, öbürüyse o güneşin yanından ayrılmaz, o güneşi daha şaşaadar göstermekle beraber kendisi de hoş görünür bir kara buluttu.

Loading...
0%