@recaizdemammudekre
|
Mösyö Piyer bir aralık bahsin kendince tamam can alacak bir noktası üzerinde hararetli hararetli natıka-perdaz olup dururken bu gevezelikler, bu gürültüler ister istemez kulağına aksle beynini tahdiş, fikrini bütün bütün teşviş eden Bihruz Bey’in: “Pardon mon şer!. Parlon damur ön pö, sil vu ple” diye hocasını aşk ve alaka mebahisine davet etmesi Mösyö Piyer’i azîm bir hayretin sükût ve sükûnuna defaten düşürdü. Zavallı ihtiyar çatalı bıçağı bırakarak iki eliyle gözlüğünü iyice yerleştirdikten ve Bihruz Bey’in yüzüne –sofraya oturduğundan beri henüz birinci defa olmak üzere– dikkatlice bir hayli baktıktan sonra Fransızca: “Peki buyurunuz, ondan bahsedelim” dedi ve çatalı bıçağı tekrar derdestle sözüne devam eyledi: “Dö kel amur vulevu kö jö parl? Vu save biyen kil ya lamur dö la patri, lamur filyal, lamur maternel, lamur dö proşen, lamur propr, lamur dö suva...Sö son dezamur dö diferant natür. Dükel vule vukö nu parliyon?” “Dö lamur dö fam, biyen sür!.” Bihruz Bey tarafından girişilmek istenilen bu bahsin Mösyö Piyer’ce mevkisizliği zamansızlığı ihtiyarın epeyce canını sıkmıştı. Beyin birdenbire tefevvüh ettiği: “Dö lamur dö fam!” tabirindeki münasebetsizlik üzerine herifin o yorgun sinirleri şiddetle oynamaya, o soğuk kanı süratle kızışmaya başladı. Çehresi kızardı. Gözleri açıldı. Bi-edep şakirdini iyice haşlamak istedi. Fakat istediğini yapamadı, çünkü Küçük Çamlıca’nın havadar bir köşkünde haftanın iki gecesini safa-yı hatırla geçirmek için vapur ve araba ücretlerinden maada peşin olarak her ay eline geçirdiği altı adet yirmi iki frank yetmiş beş santim Mösyö Piyer’e hatırlıca bir dosttu. Bihruz Bey hiffet-i mizacıyla, tembelliğiyle, garip garip efal ve akvaliyle ne zaman Mösyö Piyer’i hiddetlendirse o hatırlıca dost meydana çıkar. Mösyö Piyer’in kulağına: “Canım, o daha pek gençtir. Gençliğin bu türlü ahvali mazur görülmek lazımdır. Şu zavallı çocuğa hiddetlenmenin ne lüzumu var? Sen hakîm bir adamsın, öyle kusurlara bakmamalısın!” yollu söz söyler. Muallim efendi de bu hatırlı, bu yumuşak yüzlü, bu sevimli dostunun o pend-i dilpesendini tasvip ederek Bihruz Bey’in her fenalığını hoş görürdü. Bu defa da yine o dostun ihtar-ı icbar-gûne-i hayır-hahanesi üzerine kendini tuttu. Yalnız Bihruz Bey’in sellemehüs-selam ortaya sürmek istediği hevesat-ı zen-perestane bahsini beyin hoşlanamayacağı bir surete dökerek manevi bir intikam almak arzusundan geçemediği için tekrar şu suretle söze başladı: “La Bruyer mi? Yoksa La Roşfokol mu? Bilmem hangisidir. Der ki: ‘İptilanın her türlüsü erbabına türlü maskaralıklar ettirir. Hususuyla aşk ve sevda insanı hepsinden ziyade maskara eder.’... Manasını iyi anladınız ya?...” “Hayır, fikrinizi anlayamadım.” “Pardon! Bu benim fikrim değil. Kendi fikrimi söylesem, o hiç hoşunuza gitmez. Bazı hükemaya göre aşk ve alaka sahibini gülünç eder. Bencesi gülünç değil, adeta.... Çünkü aşk ve alaka zevzeklikten başka bir şey değildir!...” “Siz ihtiyarsınız, muhabbete tabii düşman olursunuz.” “Kadın muhabbetine öyle mi?” “Şüphe yok.” “Ha! Ahlak cihetiyle ekseriya pek çirkin olan o taife-yi cemilenin, o akıl ve zarafetleri makulattan ziyade delilikleri takviye eden kadınların muhabbetine, öyle mi? Korkarım, şakirdim bir kadına alaka etmiş olmalı!” “Hayır, pek de öyle değil...” “Kendini gözet evladım! Kendini gözet!. Kadınlar çok muzırdırlar. Onlar melaike-i azabın yeryüzünde peyda olmuş nazirleridir. Bizi cennet kapısından cehenneme ilka ederler... Bir âmâya demişler ki: ‘Zevceniz bir güldür.’ O da: ‘Dikenlerinden öyle anlıyorum.’ cevabını vermiş. “Pardon! Mösyö Piyer...” “Dinleyiniz, dinleyiniz! Daha bitmedi. Sokrat ne diyor bilir misiniz? Diyor ki: ‘Kadın her türlü fenalığın menbasıdır.’ Aristofan da: ‘Dünyada kadınlar kadar idaresi müşkül mahluk yoktur. Ne deliler, ne de canavarlar onlar kadar şayan-ı istiaze olamaz!’ demiş.” “Me mon şer profesör!..” “Dinleyin, dinle genç bey!...” “Mon profesör! Bu akşam her vakitki Mösyö Piyer değilsiniz. Ahlakınız değişmiş. Pek nervö olmuşsunuz. Bilmem niçin?” “İhtimal. Lakin siz her vakitki Bihruz Beysiniz!..” |
0% |