@recaizdemammudekre
|
Zavallı Bihruz Bey bu dakikada gerçekten pek ziyade mustaripti. Gündüzün saat dokuzundan beri dimağının bir faaliyet-i müfrita halinde bulunmasından, kalbinin nevbet-be-nevbet şiddetli helecanlara tutulmasından biçare gencin asabında külli bir tezelzül vukua gelmişti. Odasında tek ü tenha bir hayli düşünmekle yapacağı şeyi kararlaştırdıktan sonra bir dereceye kadar teskine muvaffak olduğu tezelzül-i asabiyi Mösyö Piyer’den alacağı öğütler sayesinde bütün bütün yatıştırabileceğini ümit ederek bu ümitle sofraya oturmuşken muallim efendiden nagehanî uğradığı şiddet-i muamele sinirlerini yeniden altüst ettiğinden biçarenin ser-i sevda eserine şiddetli bir ağrı yapışmış ve bu ağrı kendisini istirahata muhtaç etmişti. Binaenaleyh Bey sofradan kalktığı gibi salona dahi uğramaksızın harem dairesine geçti. Doğruca yatak odasına gitti. Kendisini soymak için gelen dadı kalfayı: “Biraz başım ağrıyor, yatacağım. Bugün çok dolaştım, yoruldum da. Valide beni soracak olursa yarın erken gidecekmiş, yattı.. deyiver” diye savdıktan, oda kapısını da sürmeledikten sonra hemen yatağına düştü. Dört beş saat yatağın içinde bir taraftan bir tarafa döne döne nihayet gözlerini kapayabildi. Bihruz Bey yemek odasından çıkar çıkmaz Mösyö Piyer yüz otuz altı frank elli santimle ruberu bulundular. Bu yumuşak yüzlü, bu tatlı dilli dost-ı hayırhah Mösyö Piyer’e bu defa kim bilir ne acı sözler söyledi ki zavallı ihtiyar sakin sakin biraz düşündükten sonra henüz ısırdığı bir akça armudunu ezmeye uğraşan dişsiz ağzından: “Lakin bazen ben de münasebetsizlik ediyorum! Zavallı çocuğu fena sıktım. Şuna gelecek salı muhabbet-i zenana dair güzel bir eser getireyim.” sözleri bila-ihtiyar dökülüverdi. Koca profesör! Gelecek Salı akşamı şakirdine cildi müzehhep bir Kont dö Bokas hediye etmeyi tasmim etmişti. Bu niyet-i şefkatkârane üzerine Bihruz Bey’e dair artık hiçbir endişesi kalmadı. Önündeki “Bordo” şişesine uzandı, kadehini doldurdu, kendi sıhhatine olarak içti, sofradan kalktı. Bihruz Bey’in evvelce büfenin kenarına bıraktığı “sigar” parçasını kendinin zannıyla yakaladı, lambadan yaktıktan sonra gazetelerini aldı, bir tarafa çekildi, yine müsterihane mütalaaya koyuldu. Öte tarafta Bihruz Bey uykuya dalar dalmaz gündüzki vukuat o kapalı gözlerin önünde karmakarışık bir surette cereyan etmeye, sofra başındaki muhaveratsa o kaynar beynin içinde gayr-i merbut bir halde çın çın ötmeye başladı: (Periveş Hanım’ın landosu İstavroz’un üzerinden Beylerbeyi’ne doğru yokuş aşağı bir derecede süratle gidiyor ki tekerlekler yere değmiyor! Landoyu çekenler beygire asla benzemez bir çift mahluk-ı acip! Bunları kullananlar mahut parlak düğmeli “koşe” değil... Keşfi Bey’in kendisi! Bihruz Bey yağız bir ata binmiş landoyu takip ediyorsa da bir türlü yetişemiyor! Atı kırbaçlıyor, sürüyor, koşturuyor, tamam landoya yetişeceği vakit hayvan geri geri gitmeye başlıyor! Bihruz Bey bu halden fevkalade müteezzi olduğu halde arkasına dönüp görüyor ki “Madam Piyer” olması lazım gelen bir ihtiyar madam hayvanın kuyruğuna yapışmış geri geri çekip duruyor! Bu aralık Mösyö Piyer etekleri yerlere sürünür derecede uzun bir rob dö şambr giymiş, başında renk-amiz tüylerle müzeyyen bir kadın şapkası, iki koltuğunda da birer bordo şişesi olduğu halde birdenbire meydana çıkıyor: “Kes köse kö lamur? Set ön tambur, setön tambur!.. Me mon şer kavalye! Javu anfen kö lö bo seks vo miyö kön lapen!...” diye haykırıp sıçradıkça landoyu çeken acibü’ş-şekl mahluklar şaha kalkıp landoyu deviriyorlar! Landonun içinden bir çift kaplumbağayla bir de fino köpeği zuhur ediyor! Derken Bihruz Bey’in yağız atı beyin altından sıyrılıp ve büyük bir atmaca gibi havalanıp uçmaya, kaplumbağalar dans etmeye, fino köpeği de Bel Elen operasından bir parçayı terennüm ederek havlamaya başlıyor!... Bunlara benzer daha birçok garaib-i eşkâl ve evza ve ahval!..) Zavallı Bihruz Bey bunları görmekten, bunları işitmekten ziyadesiyle bi-huzur oluyorsa da gözlerini o müziç uykudan bir türlü açamıyordu. Hele sabaha karşı dadı kalfanın oda kapısına vurarak: “Beyim nasılsın?.. Başağrısı geçti mi?” diye haykırması genç beyi uyandırdı. Bey hemen yatağından fırladı. İptida bir pencere açtı. Sonra kapıya doğruldu. Dadı kalfayla birkaç lakırdı teati ettikten ve lavaboda ariz ve amik yüzünü gözünü yıkayıp kuruladıktan sonra tekrar geldi, açık pencerenin önüne bahçeye karşı oturdu, yine düşünmeye başladı. Düşündüğü şeyler âlem-i menamında gördüğü şeyler kadar biçimsiz, garip, münasebetsiz değilse de hemen onlar kadar karışık, onlar kadar na-merbuttu. Alessabah Büyük Çamlıca Dağı’ndan kopup kendisine kadar gelen taze ve saf havayı teneffüs sayesinde yorgun vücuduna bir zindelik, ağrılı başına bir hafiflik geldi. Asabındaki gerginlik geçti. Bu aralık iki rafadan yumurta, bir parça taze tereyağıyla büyücek bir fincan içinde sütlü kahveden, iki ufak dilim de francaladan ibaret olmak üzere dadı kalfanın getirdiği kahvaltıyı epeyce bir iştihayla yiyip içtikten ve bir sigara da tellendirip beş altı nefes çektikten sonra hemen giyindi selamlığa çıktı. Mösyö Piyer alessabah çıkıp gitmişti. Bunu haber alınca sevinerek doğruca odasına girdi. Kitaphanesinin önünde durdu. Raflardaki irili ufaklı, ciltli ciltsiz, yaldızlı yaldızsız kitapları camın arkasından muayeneden sonra kitaphanenin kapısını açtı. İki cilt kitap aldı. Orta yerdeki yeşil çuha örtülü masanın üzerine koydu. Kendi de bir iskemleyle masanın yanına geçti oturdu. |
0% |