@recaizdemammudekre
|
Ne çare ki kapı içine baid olmayan Küçük Çamlıca’nın deskripsiyonlarını koca şair Çince yazdığından Bihruz Bey bunları anlayamıyordu. Tevarih takımını da geçmek lazım geldi, geçildi. Gazeliyata da biraz göz gezdirildi. Gazeliyatın birincisindeki:
Bus-i la’linle çıkar evce neva-yı âşıkân Ey büt-i hanende macun-ı sada-efza bu ya
beytinin mısra-ı sanisini Bihruz Bey okumaya uğraşırken yüzünü pek fena buruşturuyordu. “Ey büt!..” “Ne demek olacak sanki, böyle çirkin lakırdıları niçin poeziye sokmalı?... Safi Bey’in hakkı var: ‘Türkçede poezi yoktur. Türklerde şair olamaz,’ demiyor muydu? İl a rezon!” deyip dururken ikinci gazeldeki:
Ben kesen-kes veremem sana cevap ol şuhun Geldi mi hatt-ı ruhu berbere sor sorma bana
beytinde “berber”i de görünce bütün bütün şevki kaçarak: “Kel betiz?... Kel skandal kö tu sa!” diye Divan’ın gazeliyat kısmını da çabuk çabuk geçip şarkıyata gelmeden evvel nazarının uğradığı terkib-i bend içindeki:
Nazar et hal-i perişanıma bir kerre benim Yanıyor nâr-ı firakınla serâpâ bedenim
beytini pasablöman şayan-ı kabul gördü. Ancak bunda da santimandan eser yoktu. Yine o terkib-i bendin ikinci bendinde elfazını menus bulduğu için hoşlanarak okuduğu:
Âh u feryad u niyazım eser etmez mi sana Guşuna girmedi hiç eylediğim ah ü büka
beytinin mısra-ı sanisindeki “ah”tan sonra gelen “büka”nın manasını Redhavz’dan sorup öğrendikten sonra şairin vaktiyle öyle ağlayıp sızlaması Küçük Çamlıca’nın hangi köşkü için vaki olduğunu merak etti. Çünkü yukarıda geçen “Çamlıca-i sagir”den dolayı bu şiirde bahsolunan köşkün yine Küçük Çamlıca’da olacağına zahip olmuştu. Mamafih şiiri esasen beğenmedi. Bundaysa hakkı vardı. Bir adam maşukasının köşkü etrafında dolaşırken bittabi mütehassirane supirler edebilirse de ta köşkün içindekilere işittirinceye kadar ağlamanın ne münasebeti var?.. Elhasıl “terkib-i bend”den çokluk bir şey anlaşılamadı. Onu takip eden Sokak Süpürgesi’yse zaten malum. Bu sahifeler çevrildi, şarkıyata gelindi. Vâsıf’ın şarkıcılıktaki maharetine dair Bihruz Bey’ce eskiden beri kulak dolgunluğu vardı. Bu kısımda güzel şansonlar bulacağını ümit ederek sahifeleri süzmeye başladı. Daha baş taraflarında gördüğü:
Sana kim derler sual aybolmasın namın nedir? Sana sık sık bakıp zur ile gönlüm mübtela ettim. Sirişk-i çeşmimin bak farkı var mı çağlayanlardan. Mumlarla arar yanmaya pervane bu nârı Benim sensin gülüm ey gonce-fem söyle senin kimdir? Gülsün sana gülmek yaraşır sen gül efendim Yaz geldi bahar oldu açıl gül gibi sen de
nakaratlarını havi şarkılarını mümkün mertebe okuyabilip manalarına da yarı buçuk aşina çıkınca “İşte Türklerin Beranje’si! İşte şöhretine layık tek şair! Tek bir şarkıcı! Lö söl poet!...” diyerek şairin ruh-ı asudesine heyecanlar verecek surette iltifatlar bezletmeye başladı. Aşağılara doğru indikçe kısa vezinli, sade ibareli, güllü müllü Nihayet Divan’ın içinde en çok beğendiği sekiz şarkının üzerlerine Frenk kalemiyle “Ön, dö, truva, katr...” diye numaralar attı. Bu numaraları birer kâğıt parçasına yazdı. Kâğıtları parmakları arasında yuvarladı. Masanın üzerine koydu. Gözlerini kapadı. Kâğıt parçaları içinden bir tanesini aldı açtı. Kura çıka çıka 7 numaraya çıktı. Bu numarayı havi şarkı da:
Bir siyeh-çerde civandır Hüsnü mümtaz-ı cihandır Aşkı gönlümde nihandır Bunca dem bunca zamandır
şarkısıydı. Halbuki bu şarkıyı Bihruz Bey beğenmek şöyle dursun hatta görmemiş, okumamıştı bile. Binaenaleyh bunda bir sehiv olacağını düşündü. Sehvin menşeini de meydana çıkardı: Meğer beyefendi Divan’ın o sahifesinde münderiç iki şarkıdan birincisini rakamlayacakken aceleyle ikincisini rakamlamışmış. Fakat kura ikincisine çıktığı için bunu birdenbire geri çevirmek istemedi. O zaman şarkıyı dikkatli okudu, manasını anlamaya çalıştı. Evvela “bir siyeh” kelimelerini “mersiye” vezninde ve bir kelimeden ibaret olmak üzere okumuştu. Bu vezinde okuyuşa göre kelime Fransızcaya benziyorsa da şair Vâsıf’ın Fransızca bildiğini işitmemiş olduğundan yine Türkçe olmalıdır diye Lügat-i Osmaniye’de aradıysa da bulamayınca pur sür Fransızca olacağına hükmederek “Mişel!..” “Mösyö!..” “Arabam!” “Hazır efendim!” Evet! beyefendinin promenad an vuvatürden hiçbir gün geri kalmadığını ve bir kere “Ma vuvatür!” deyip de “Ele pret” cevabını almazsa canı sıkıldığını Mişel bittecrübe bildiğinden arabayı hazırlamasını saat ondan beri koşeye söylemiş, koşe de kır beygirleri koşup arabayı köşkün kapısının önüne getirerek beyefendinin vüruduna muntazıran esnemekte bulunmuştu. Bihruz Bey hemen fesini giydi. Bir Frenk sigarası yakarak dudaklarına kıstırdı. Bastonunu aldı. Aşağıya indi. Arabasına çıktı. Terbiyeleri derdest etti. Koşe de yerine geçti oturdu. Gırrrr!..
|
0% |