Yeni Üyelik
31.
Bölüm

3. Kısım - 4. Bölüm

@recaizdemammudekre

Ertesi sabah Bihruz Bey kaleme gittiği günler giydiği siyah redingotu, siyah jilesi, siyah boyun bağısıyla selamlığa çıktı. Dejöneyi erken edeceğini, arabanın da hemen hazır bulunmasını ihtar ve tembih ettikten sonra klas odasına girdi, biraz gramere baktı. Biraz istuvar naturel okudu. Beş on satır kadar da Volter’in Siyekl dö Lui Katorz’undan kopya etti. Bu sabah Bihruz Bey pek sajdı, Fransızca olarak kendi kendine: “Birkaç haftadır vazifelerimi ihmal ettim, bari biraz çalışayım,” diyordu. Dejönenin hazır olduğunu haber verdiler. Yemek odasına gitti. Muhtasarca taamını etti. Bir sigara yaktı. Kahvesini içti. Eldivenlerini giydi. Bastonunu aldı. Aşağıya indi. Arabasına kuruldu, Kadıköyü’ne doğru lüzumu kadar süratle giderek yirmi dakikada iskeleye vasıl oldu. Arabadan inerken akşamüzeri saat dokuzda orada bulunmasını koşeye badet-tembih kendisi vapura girdi, güvertede münasip bir yer buldu oturdu.

 

La Türki, Kuriye Doryan, Ceride-i Havadis, Vakit, Manzume-i Efkâr!”

“Gazeteci!. Gazeteci!. Done muva ön Kuriye Doryan!”

Horisti!..

Kombiyen?..

Ena guros..

Ön piyastr?..

Malista...

Vapurda bulunan bazı genç beyler Bihruz Bey’in tuvaletine, etvarına, kıyafetine başka başka dikkat edip dururlarken bir de beyefendinin Fransızca gazete alması karinesiyle sahte alafrangalardan olmadığını anladıkları gibi gıptakârane bir nazarla beyi baştan ayağa kadar süzmeye başladılar. Bihruz Bey de o bakışlardan memnun oldu.

Vapur iskeleden ayrılır ayrılmaz beyefendi gazeteyi açtı, baş tarafından kemal-i dikkatle mütalaaya ibtidar ettiyse de artikl dö fon’dan bir şey anlıyamıyor, fakat anlar gibi davranıyordu. Ondan sonra kronik havadise geçti, bunları neyse anlayabildi. Bu sırada vapur Sarayburnu’ndan içeriye giriyordu. Bey ilan sahifesine de şöylece bir nazar atfından sonra gazeteyi gayr-i muntazam, güya gelişigüzel bir surette katladı. Kemal-i zarafetle yanına bırakıverdi.

Bihruz Bey vapurdan çıkıp Köprü’yü geçince o zamanlar Tramvay Şirketi namına işlettirilmekte olan fiyakr arabalarından bir tanesine girdi. Doğruca Babıâli’ye gitti. Sakosunu, bastonunu odacıya bitteslim kalemden içeriye girdi. Sandalyesine oturdu. Vakit erken olduğundan hulefanın ekserisi, serhalife, mümeyyiz henüz gelmemiş ve kalemde bulunanlar beş altı efendiden, beyden ibaret olup resmen işe başlanmamıştı. Bihruz Bey’in o gün vaktinden evvel kaleme gitmekten meramı ziyadece merak etmeye başladığı “bersiye” lügatinin tahkiki işiydi. Onun için Keşfi Bey’in o gün kalemde bulunmasını hiç arzu etmiyordu. Zira vahimesi Bihruz Bey’e diyordu ki: “Keşfi’nin sarışın hanımla bir münasebeti olması ve o münasebetle senin muhabbetnamenin onun eline geçmiş bulunması pek probabldır. O halde sen “bersiye”yi Keşfi Bey hazırken ortaya sürecek olursan Keşfi’nin, o meşan çocuğun trahizonuyla iş meydana çıkar, kalemde bir alaydır başlar. Onun için o hazırken sakın “bersiye”den kimseye bahis açma!..”

Bereket versin ki mevcut beylerin, efendilerin içinde Keşfi Bey görülmedi. Bihruz Bey refikleriyle aşinalık icrasından sonra yanında bulunan Âtıf Bey’den Keşfi Bey’in ne âlemde bulunduğunu ve kaleme devam edip etmediğini güzelce sordu. Keşfi Bey na-mizaç olduğundan hemen bir haftadır kalemde görünmüyordu. Bu haberi alınca sevindi. Zira “bersiye”yi refiklerinden sorup öğrenmekte vahimesince hiçbir mâni kalmadı. Bihruz Bey yanındaki refikiyle öteden beriden biraz konuştuktan sonra:

Mon şer ami!.. Kes kö se lö bersiye?” sualini irat etti.

Âtıf Bey “bersiye”yi bilemediği için üst tarafında oturan Salih Bey’e sordu. Halbuki “bersiye” Salih Beyce de meçhuldü. Sual üçüncü mertebede İrfan Efendi’ye teveccüh etti. İrfan Efendi bir hayli düşündü. Hemyançe-i malumatını karıştırdı. İçinde öyle bir şey bulamayınca diğer beylerin, efendilerin bilgiçlerine müracaat iktiza etti. O zaman kalemde hazır olan yedi nefer beyin, efendinin arasında şu muhavere cereyan etmeye başladı:

“Bu ne biçim lügat Allah'ı seversen?”

Nom propr olmalı, bir şahıs veya bir hayvan veyahut bir memleket veyahut... Veyahut hiçbir şey değil!”

“Ben de öyle dedim ama bilmem ki diksiyoner biyografikte var mıdır?

Diksiyoner biyografikte hayvanın işi ne?”

“O öyle bulunmaz, nerede istimal olunduğunu bilmeli ki...”

“Bir poezi içindeymiş, öyle değil mi Bihruz Bey?..”

“Öyleyse Fransızca olacak...”

“Türkçe şiirmiş. Bir şansonet, bir şarkı...”

“Dur bakalım şu bizim savana soralım ama o da bu sabah pek meşgul... Naim Efendi!.. Naim Efendi!..”

“Yine ne var?”

“Bersiye’yi merak ettik de... Acaba ne kelime olacak bu?..”

“Bersiye!.. Daha ilk defa işitiyorum bu lügati... Hele Türkçe değil, burasını temin edebilirim..”

“Bana kalsa bu yine Fransızcadır.”

“Odacı kütüphanedeki Fransızca lügatleri getirse de baksak!”

“Gerçek bana da merak verdi.”

“Ah! Keşfi Bey, famö mantör! Burada olsaydı şu lügatin manası için de güzel bir yalan uydururdu!..”

“O hasta değil mi?..”

“Adam inanıyor musunuz? Hastalığı da yalancıdır!..”

“Yılancık çıkarmış diye işittim.”

“Ben demedim mi? Yılancık fethayla okununca yalancık olur!..”

“Bihruz Bey ‘bersiye’yi hocasından, Mösyö Piyer’den sormamış mı?..”

“Hayır!. Soracak vakit olmadı..”

“Canım bu kelime elbette bir yerde görülmüş olacak..”

“Söyledik ya: Bir şiirin içindeymiş..”

“Agâh Bey! Sen bir şey demiyorsun?.”

“Bana da Fransızca gibi geliyor, hem galiba persiye olacak, persiyden.”

Persiy maydanoz demek değil mi?”

“Öyle ya, persiye de içinde yeşil lekeleri olan şeye denir.”

“Öyleyse rokfor peyniri... Yahut kirlihanım peyniri, onun da lekeleri dışındadır!”

“Daha neler! ‘Bersiye’ bir şiir içindeymiş deniyor, şiirde rokfor peynirinin münasebeti ne?..”

“Belki bir lokantanın mönüsünde görülmüştür!”

“Değil mon şer!.. Değil, bir şansonetin içinde yazılı, hem de Türkçe şansonet..”

“İşte lügatler geldi..”

“İptida ‘bersiye’yi ara bakalım..”

“Zannetmem ki bulunsun..”

“Sabret bakalım, na işte berse beşik sallamak..”

“Daha münasebetlisi berso değil mi?”

“Bana kalsa bersöz hepsinden muvafık, ekseriya alafranga bestelere bersöz namı verirler.”

“Lügatte ‘bersiye’ yok mu?”

“O yok..”

“Madem ki bir poezi içindeymiş berje olmalı, yakışan bu!..”

Berje demiyor ‘bersiye’ diyor, öyle değil mi Bihruz Bey?”

“Evet!.. Lügate ben de çok baktım, bulamadım.”

“Şuna bir de “s” harfiyle baksanıza...”

“Baktım, ona da baktım öyle şey yok... Bert var: Bir nevi dar pelerin diyor!”

“Yine Agâh Bey’in dediğidir, persiye’dir.”

“Ne olur? Persiyeye de bakınız da meraktan kurtulalım, belki şiire yakışır diğer bir manası daha vardır.”

Persiye, persiye, persiye.. Na işte: ‘Persiye: Adjektif, ki e söme a lentariör pötit taş verdatr, kom lö fromaj dö rokfor!

Bravo Agâh Bey bravo!”

“Lakin ne çıktı bundan?..”

“Bihruz Bey’e sormalı, ne çıktığını o bilir..”

Rokfordan ne çıktığını kim bilmez? Beyaz beyaz ufacık mahluklar çıkar...”

Rokfor peyniri yakışacak şey değil, sa set emposibl!

“Canım şu poeziyi görsek de kelimeyi öyle arasak bulsak...Ne mevkide ne surette istimal olunmuş bilmiyoruz ki!..”

 

Loading...
0%