Yeni Üyelik
33.
Bölüm

3. Kısım - 6. Bölüm

@recaizdemammudekre

Bihruz Bey bir kabahat işlemiş, kabahati yüzüne vurulmuş gibi kızarıp bozararak alık alık rüfekasının yüzlerine bakmaya, rüfekası da –bu antika şarkıyı nereden bulup ne için yazdığını ve neden dolayı manasını bu kadar merak ettiğini başka başka sorup– beyefendiyi maskaraya almaya başladılar. Bereket versin bu sırada mümeyyiz efendi ve onu müteakip serhalife bey kalemden içeriye girmeleriyle herkes tavr-ı resmisini takınıp muhavereye nihayet verilmiş ve o suretle Bihruz Bey refiklerinin istihza-amiz istizahlarından kurtulmuştu.

Serhalife ve mümeyyiz taraflarından efendilere birtakım işler verilmeye ibtidar olunduğu sırada Bihruz Bey hemen sandalyesinden fırladı, dışarıya çıktı, pardesüsünü bastonunu almak için teneffüs odasına girerken Keşfi Bey’le “hapahap” geldiler. Keşfi Bey’in mübaşeretiyle aralarında şu sözler teati olundu.

“O mon şer! Bir siekl oldu ki bir yerde görülmüyorsunuz, nasılsınız bakalım?

“Epeyce iyiyim, ey siz?.”

“Elhamdülillah!..”

“Hastaymışsınız diye haber aldım!.”

“Hayır! Büyük bir şey değil, söyleyiniz bakalım sizin amuret blondla nasıl gidiyorsunuz?..”

Keşfi Bey bunu söylerken Âtıf Bey de oraya gelivermiş, amuret blondu işitmiş olduğundan söze karışarak:

“O şimdi karayağız oldu, blondluktan çıktı. İki saattir onun bahsini ediyorduk...” dedi.

Bunun üzerine Bihruz Bey sırr-ı serbeste-i muhabbetin bütün bütün meydana çıktığını tevehhümle şiddet-i infialinden kıpkırmızı olduysa da halinden renk vermemeye çalışarak refiklerine birer “Bonjur!” dedi, hemen kapıdan fırladı. Rast getirdiği bir kira arabasına bindi. Köprüyü de arabayla geçerek Beyoğlu’na çıktı. Şekerlemeci Valöri’nin dükkânı önünde arabayı bıraktı. Dükkâna girdi alafranga bir kahve ısmarladı. Oturduğu yerde derin derin düşünmeye başladı.

“Karayağız... Hem de sadece kara yahut sadece yağız değil de ikisi birlikte, kel malör kö sa!... Şimdi ne halt etmeli?.. Nasıl özür bulmalı?.. Bak şu benim hayvanlığıma!. Şüphesiz faşe olmuştur, el a rezon! ‘Bir siyeh-çerde’, hay Allah cezasını versin!. O mübarek poet de başka lakırdı bulamamış da bunu mu bulmuş? Ah! Ah! Şimdi ben ne yapayım? Kom jö süi bet!. Mutlak bir eksküz bulmalı, kabahat benim mi? Ben ne bileyim? ‘Çerde’ zannettim. Gelmemesinin sebebi buymuş... Şimdi anlaşıldı, ‘Karayağız!.. Ben at mıyım? Beyefendi beni at yapmış, hem yağız at! ‘Nezaketin alafrangası’ demez mi?... O çapkınlar da amma eğlendiler! Başka türlü de bunu anlamak mümkün değildi. Redhavz’dan bu kadar münasebetsizlik memul olunur mu? Beni ‘çerde’ diye aldattı! Poezi! Vay gidi poezi vay!.. Türkçe şiirler işte böyle olur. O güzel tercümeyi vermedim de... Bir gül gibi! Ne kadar jantiy! Hah! Buldum, şimdi güzel bir özür buldum... Oh! Hele iyi hatırıma geldi. Hemen köşke gittiğim gibi bir mektup.. işte bu iyi hatırıma geldi...”

Garson!... Garson!..

Mösyö!

Anlöve sa!. Jö nö prandra pa dü kafe.. Kel glas vuz ave?

Krem ala vanil, sitron, peş..”

Aporte muva ün peş!

Mösyö vötil manje de früvi?

Kel früvi?

Vu dömande?

Jö dömand dö glas a la peş!..

Dö glas a la peş?... Şeftali dondurması...”

Vuy!.

“Peki!.. Şimdi...”

Beyefendi garsonun lakırdı anlamazlığına da biraz kızdı. Garsonsa vaktiyle Arnavutköyü Burnu’nda kefal balığı avlamak için kışın zemheri zamanı saçma omzunda saatlerce beklemekten defaatle eli ayağı donmuş ve muahharen bu güç sanatı terkle Beyoğlu’nun gazinolarında, lokantalarında hizmetçilik, uşaklık ederek Fransızca aldığı emirleri anlayıp vaki olan suallere de cevap verecek kadar o lisanı öğrenmiş bir tatlısu frengi olduğu halde glas ala peşten bi-haber bulunuyordu!

Bihruz Bey güç bela garsona anlatabildiği şeftali dondurmasına nail olduysa da öyle lakırdı anlamaz garsonu istihdam eden Valöri şekerlemecisini tahkir maksadıyla dondurmaya el bile sürmeksizin borcunu ifadan sonra sokağa çıktı. Kunduracı Heral’e, Terzi Mir’e uğradı bir çift potin, bir çift iskarpin, iki takım kostüm, beş pantalon, iki redingot ısmarladı. Alber Kun’un önünden acele geçerken dükkâncı bunu gördü, arkasından seğirtti. Birçok nuvoteler getirttiğinden bahisle dükkâna aldı. Yeni mallardan bazı şeyler arz ve iraesiyle beraber alelhesap biraz para istediyse de beyin yanında o kadar para olmadığından on beş güne kadar yetmiş seksen liralık bir akont vereceğini beyanla beyefendi bir düzine gömlek, iki düzine çorap ve mendil, sekiz on tane kravat, yarım düzine eldiven, bir baston, iki şemsiye beğenip bunların köşke gönderilmesini emirle oradan da çıktı. Sonra Berber İzidor’a gitti. Tıraş oldu. Saçlarını kestirdi. Bu meşguliyetlerle saat dokuzu bulduğundan haberi olmamıştı. Hemen bir araba buldu. Köprüye indi, vapura girdi. Kadıköyü’ne vardı. Ekipajı zaten iki saatten beri orada kendisine muntazırdı, arabasına kurulduğu gibi –artık Fenerbahçesi’ne veya sair bir mesireye rağbet göstermeyerek– doğruca köşke gitti. Kabine dö travay’ına çıktı. Kâğıt çıkardı. Frenk kalemiyle birçok yazdı çizdi, aşağıdaki müsveddeyi meydana getirdi:

 

Mil pardon efendim!.. Yanlışlık olmuş, nasıl olmuş çakeriniz dahi bilmem. Ariza-yı çakeraneme leffen takdim ettiğim kupleler gayet tuhaf bir maskaralıktı, kolleglerimden birisinde gördüğüm şeydir. Kopyasını aldığımdan trapezin üstünde bulunduğundan zat-ı ismetaneleri için gayet güzel ve beğeneceğiniz gibi bir şansonet yazmıştım o dahi trapezin üstündeydi. Par megard ötekini bunun yerine göndermiş olduğumdan zat-ı ismetanelerine darılmak için çok hak verdim. İşte şimdi o güzel poezi ki çakeriniz tercüme ettimdi; takdime cesaret ederek kendimi bahtiyar sayarım. Mil pardon! Yine kusur çakerinizde ki öyle bir maskaralığı trapezin üstüne koydum. Kulda kusur çok olur affeder efendisi fehvasınca artık af dilerim.

Çamlıca’da teşrifinizi çok bekledim. O günden beri ne derecelerde mahzun olduğumu tarif edemem. Hem de ne kadar ağladım, bunun üzerinde zat-ı ismetanelerini temin edebilirim. ‘Bir siyeh-çerde civandır’ Vâsıf Efendi nam şairinmiş. Sanki bir şansonmuş. Bizim şairlerin işi böyle olur. Bu şansonun melodisini işittim beğenmedim. Beğenilecek şey değil ki..

Arizamın cevabını almak bahtiyarlığına bu çakerinizi nail etmenizi istirham ederim. Bu arizamı gözüm yaşıyla yazdım. Bir çaker-i senseriniz olduğum babında merhametinize iltica ederim. Hâk-i pay-ı ismetanelerine yüzüm gözüm sürmek için Çamlıca’ya, Fenerbahçesi’ne, her nereye irade ederseniz emrinizi icraya hazırım. Tasdiden korktuğumdan bu kadarca yazabildim. Ah! Küçük hanımefendi halimi tarif edemem. Her şeyden evvel ettiğim betizden dolayı affınızı istirham edip sözü keserim. Ol bapta merhamet, yine siz bilirsiniz efendim.”

Tekmil sizin çakeriniz.

* * *

Bihruz Bey bu müsveddeyi bir güzel kâğıda temiz olarak nakletti. Sökreter dez aman’dan tercüme etmiş olduğu mahut:

Gül tesmiye ederim

O müennese ki benim aklımı bulandırır

Eğer kelime şeyi resmetmeye borçluysa

O müennesin bu dilber ismi almaya hakkı vardır

Bir gül gibi..

şiir-i perişan-edasını da diğer bir kâğıda güzelce yazdı. Öbürüne leffettikten sonra mektubu kapadı. Mühürledi. Yazıhanenin gözüne koydu. Beyin o günü de böylece geçmiş oldu.

 

 

Loading...
0%