Yeni Üyelik
34.
Bölüm

3. Kısım - 7. Bölüm

@recaizdemammudekre

Bihruz Bey bu mektubunu takdim edebilmek için tamam iki ay dolaştı. Bu müddet içinde beyin haftada iki güç defa uğramadığı mesire bulunmazdı. Bir günde dört beş mesirede birden ispat-ı vücut edebilmek için yağız ve kır beygirleri –cuma ve pazar günleri mutlaka kırlar rast gelmek üzere– münavebeye koştuğu gibi günleri de şöyle tertip etmişti: Cuma ve pazar saat yedide köşkten çıkılarak Fenerbahçesi, Haydarpaşa, Duvardibi mevkilerinin her birinde yarımşar saat bulunulduktan sonra saat dokuz buçukta Bahçe-i Umumi’ye gelinip akşama kadar orada eğlenilecek. Cumartesi ve salı yine o saatte köşkten çıkılarak doğruca Göksu’ya bilazime yarım saat eğlenildikten sonra Küçüksu’ya gelinip dokuza kadar orada beklenilecek ve avdette Havuzbaşı’na dahi uğranılıp akşamüzeri Bahçe-i Umumi’ye yetişilecek. Pazartesi ve perşembe günleri yine mutat olan saatte köşkten çıkılıp Çamlıca’ya ve badehu Bahçe-i Umumi’ye azimet ve saat dokuza kadar orada âram edilecek ve akşamüzeri Duvardibi’ne ve oradan Haydarpaşa’ya ve ezana karib bir zamanda Fenerbahçesi’ne gidilecek.

Bihruz Bey’in haftanın her gününde sai gibi böyle mesire-be-mesire dolaşmaktan meramı görmeyi şiddetle arzu ettiği sarışın hanıma tesadüf etmek ve bu tesadüften maksadıysa hazırladığı mazeretnameyi takdim eylemekti. Hayfa ki, “siyeh-çerde” hiçbir yerde görülemiyor ve o görülmedikçe beyin onu görmek arzusu şiddetini artırıyordu.

Zavallı mektuba gelince haftalarca cepte taşınmaktan zarfı yıpradıkça tecdit olunarak her gün sabahtan akşamlara kadar beyin jaketinin yan cebinde mahpus ve meyus kalıyordu.

İyi ya, sarışın hanım Bihruz Bey’e gücenmekle âleme de küsmek lazım gelmez ya! Bahçe seyrinden nefret etmekle sair mesirelerden de rağbetini kesmek icap etmez ya! Demek ki hiçbir yere çıkmamasına başka bir sebep var. Bu sebep nedir acaba?.. Hasta mıdır?.. Yoksa ezkaza teehhül mü etti? Veyahut başka bir diyara mı gitti?

Bihruz Bey merakından beş dakika rahat olamıyordu. Bu iki ayın ilk haftalarında beyefendi kırlarda hem araba sürer, hem de “nüzhetgâh-ı hayali”ye tenhaca dalarak elmas arabanın gümüş tekerleği önünde kendisini yerlere atıp ağlar, sızlar, Periveş Hanım’dan aflar dilerdi. Birinci ay yeisle geçip ikinci ayın ilk haftası içinde dahi “siyeh-çerde”ye tesadüf olunamayınca “nüzhetgâh-ı hayali” giriftar-ı dest-bürd-i hazan ve bir iki gün zarfında bir mugaylanzar-ı vahşetten nişan olmakla zib-i çemenistan-ı letafeti bulunan nenfler perişan, yeşil
havuzlarda şinaverlik eden kuğuların, perilerin de her biri bir tarafa girizan ve gözden nihan oldular. Binaenaleyh miyan ve kenar-ı hıyabanında nazan nazan gerdan olan elmas arabanın da oraya rağbeti birdenbire kesiliverdi.

Bu esnada bir sabah Bihruz Bey kabine dö travayında esfar-ı yevmiyesinin cetvelini tadille uğraşıyordu. Mişel Ağa bade’l-istizan odaya girerek gümüş tepsi içinde beyefendiye bir mektup arz etti. Mektubun zarfı tirşe rengindeydi. Bey zarfı görünce yüreği hop etti. Sandı ki bu mektup “siyeh-çerde”den hayırlı haberler getirici bir berid-i sebz-camedir.

“Neymiş o?..”

“Bir mektup ekselans!”

“Kimden?...”

“Mösyö Kondoraki’den ekselans!”

“Hay Allah belasını versin! Bırak şuraya...”

“Cevabını ister, ister ki cenabını görsün...”

Zavallı beyin kendi derd-i âram-rübası kendine yetişiyordu. Başına bir de Mösyö “Kondoraki” çıktı. Bey çaresiz elindeki itinereri bir tarafa bıraktı. Mektubu açtı, okumaya başladı.

Mektup hem Fransızca hem de fena bir yazıyla yazılmıştı. Bey mektubu beş altı defa baştan ayağa süzerek uğraşa uğraşa şu meali istihraca muvaffak olabildi:

“Paraya şiddet-i ihtiyacımız olduğundan, borcunuzdan birinci taksitin bize bir müsaade olmak üzere tesviyesini bundan bir buçuk ay evvel rica etmiştik. Ricamızı nezaketinize yakışmayacak bir surette reddettiniz. O ihtiyacımız hâlâ bakidir. Şimdiyse taksit zamanı hulul ettiğinden meblağ-ı muayyenin hemen bugün tesviyesi rica olunur. Şayet bu para bugün verilmeyecek olursa üç gün sonra icrasına mecbur olacağımız muameleden dolayı mesuliyet size racidir. Zira adam gönderip arabayı da hayvanları da sekestre ettirmeye karar vermişizdir.”

Bu meal, Bihruz Bey’in başını döndürmeye başladı. Düşündükçe beyi hiddet bürüyordu.

“Ne halt eder bu teres? Arabayı hayvanları zapt edecekmiş. Ne hakkı var?... Bu nasıl muamele? Üç gün sonra
adamlar gelecek, nasıl adamlar acaba? Belaya bak ki bende de para yok, keşke evvelki müracaatında biraz para vermiş olaydım, ben o zaman bugünü düşünemedim. Ah! Valide ah! Gideyim yalvarayım ama ne yüzle? Kadıncağızın on beş gündür semtine bile uğradığım yok, yarın öbür gün Alber Kun da hesap gönderecek, hayır! Öyle şey olamaz. Ben o pis arabayı, hayvanları o kadar fahiş fiyatla niçin aldım? İki üç hafta daha beklerse ne olur? Amma insafsız teresmiş ha! Ne haddine, bir şey yapamaz. Ben adama araba, hayvan mı veririm?... Gelsin de alsın bakayım, lakin ne rezalet!. Hay alçak herif hay!.. Çare yok gidip görmeli, para bulacağımı söylemeli de beş on gün daha avutmalı... Tellalı da buldurmalı... Ah şu konağın hiç lüzumu yok, beyhude harap olup gidiyor. Tellalın dediği gibi bir gün yanıverse ne olacak?... Valide benim malıma ne karışıyor? Mutlak satmalı kurtulmalı... Ondan sonra da masrafımı yoluna koymalıyım. Anlıyorum ki böyle sürmeyecek, borçları vermeli, en evvelki iş o...”

“Mişel”

“Mösyö...”

“Mektubu getiren herife söyle birkaç güne kadar gidip Mösyö Kondoraki’yi göreceğim...”

“Başüstüne ekselans!..”

Bihruz Bey bu cevapla Mösyö Kondoraki’nin adamını savdırdıktan sonra tekrar cetvel-i esfarı derdest etti. Bir yarım saat uğraştı, matlup olan tadilatı bade’l-icra taama rağbet gösterdi. Fakat iştihasını lüzumu kadar bulamadı. Kahve fincanına el bile sürmedi. Sigarasını yaktı, iki nefes çekmeden onu da bıraktı. Yine arabasına bindiği gibi çıktı gitti.

Loading...
0%