Yeni Üyelik
35.
Bölüm

3. Kısım - 8. Bölüm

@recaizdemammudekre

O gün, günlerden pazardı. “Cetvel-i esfar” mucibince en evvel uğranılacak yer Fenerbahçesi olduğundan Bihruz Bey doğruca oraya giderek Marmara’ya nazır büyük ağaçların altında arabasını durdurdu ve Kalamış cihetinden bir landonun zuhur edebileceği noktaya nasb-ı nazar-ı intizar ederek düşünmeye başladı.

Sarışın hanım Bihruz Bey için iki aydan beridir ide fiks olmuştu. Uyanıkken saat-ı hayatının hiçbir dakikası yoktu ki maşuka-i “siyeh-çerde”yi düşünmeksizin geçsin. Hatta geceleri geç vakit yatağına girdikten sonra bin zahmetle bitap ü tüvan olarak ruhunu ilka edebildiği âlem-i menam içinde bile muttasıl sarışın hanımla uğraşırdı. Bu tefekkürler, bu gaileler iptida-yı emirde çocukça bir heves veya bülhevesçe bir emel icabı olan ehemmiyetsiz düşüncelerden kuruntulardan olmakla beraber yine biçarenin asabını yormaktan hali değildi. Biçare genç uğraşa uğraşa kendisini hayaline mağlup ettiği sarışın hanımı hiçbir yerde rast getiremedikçe onu mücerret görmek noktasında toplanan efkâr ve amali bir başka tavr-ı ciddi alarak ve yevmiye araba kullanmak suretiyle icra ettiği esfar-ı baidenin metaib ve meşakkı da başkaca yardım ederek beyin asabı gereği gibi hastalanıp hassasiyeti artmış ve diğer taraftan iştihasızlık, uykusuzluk ve paraca ara sıra hisseder olduğu darlık gibi ahvalse ahlakına icra-yı tesirat ederek zavallı genci daimi surette infialat-ı nefsaniye ve teessürat-ı kalbiye içine düşürmüş olduğundan o hafifül-mizaç, o lakayt, o tenperver Bihruz Bey iki ayın içinde bütün bütün değişip meyyal-i hamuşi, mütefekkir, mütehassis, mahzun, seriül-infial, şikeste-hal bir Bihruz Bey olmuştu. Hatta beyin ahlak ve etvar ve muamelatında, yiyip içmesinde, yatıp kalkmasında vukua gelen bu tahavvül-i külli dadı kalfanın bile nazar-ı dikkatini celbederek endişesini mucib oldu. Çünkü yirmi senedir hizmetinde ve gece gündüz bir arada bulunmakla dadı kalfa Bihruz Bey’i maderane bir hiss-i şefkatle sever ve beyin hastalığında canla başla kendisine bakıp kederli vakitlerinde de hatırını ele almaya, kederini unutturmaya sa’y ederdi.

Bihruz Bey Fenerbahçesi’ne saat sekizde geldiği zaman orada seyirci namına kimseler yoktu. Bey arabasından inmeyerek ve yukarıda beyan olunduğu vechle Kalamış cihetine nasb-ı enzar ederek mahzun mahzun düşünüyordu.

Latif poyrazın ianesiyle denizde birbiri ardınca yuvarlanan ufak ufak dalgaların sahile karib ve müteferrik kayalara gelip çarpmasından husule gelen hafif ve samia-nüvaz çağıltı, cesim meşe ve dişbudak ağaçlarının ihtizaz-ı ağsan ve evrakından peyda olan vahşet-engiz uğultu ve hışıltıyla birleşince bir ahenk-i garip vücuda getiriyor, bu ahenk-i garipse hab-alude hisleri uyandırmak, gizli dertleri aşikâr etmek, mahrum-ı didar kalmış gözleri ağlatmak, mağlub-ı sevda olmuş yürekleri inletmek için talip ve heveskâr arıyordu.

Bihruz Bey bu ahengi bir çeyrek saat kadar dinlemekle mahzuniyeti derinleşerek yüreği kabarmaya, gözleri yaşarmaya istidat gösterdi. Bey bu dakikalarda sarışın hanım için: “Jö lem! Jö lem!...” diye bir itirafta bulunmak istemediği halde onun sevda-yı mülakatı, onun iştiyak-ı şedid-i iltifatı biçare gencin ruhunu bir pençe-i ateşin-i bidad u istibdat altında eziyordu.

Gölgede kalan yerleri gayet donuk nefti, güneşe maruz parçaları gayet parlak yeşil rengindeki çayırın üzerinde fırsat-ı tenhayi-i mevkiden bilistifade avare-seyrane dane-çin olan bazı tuyur-ı ehliyenin birbirini kovalayarak öteye beriye dağılıp koşuşmaları azade bir nazarı mutayyeb edecek, asude bir fikri oyalayıp eğlendirecek temaşalardan, asar-dide ve pirane-ser ulu ağaçların sükûnet-i asayiş-nüma içinde yekdiğeriyle musafaha-yı dostaneye meyil göstermeleriyse inbisat-aver-i fikr ü hatır olacak ruhani manzaralardandı. Halbuki Bihruz Bey’in ruh ve fikir ve nazarı için bu temaşaların, bu manzaraların hiçbir lütfu olamadı. Çünkü o ruh-ı elem-nak istiğraka meyyal, o fikr ü nazar-ı avare dûradûr ufukların öte taraflarına süzülüp gitmeye talipti.

Bihruz Bey sarışın hanımın vüruduna intizar mevkisinde bulunduğundan zühul ederek arabasını çevirdi. Marmara Denizi’ni temaşaya müsait bir vaziyete koyduktan sonra terbiyeleri yanına bıraktı. Sağ dirseğini dizine, çenesini eline dayadı durdu. Nazargâh-ı tahassüründe uzanıp giden unsur-ı mainin keskin güneşe maruz safha-i tab-naki azametli bir derya-yı nur gösteriyor ve sahile doğru yuvarlanıp gelen köpüklü ufak dalgalarsa o derya-yı nur içinde dalıp çıkarak ve oynaşa oynaşa yekdiğerini kovalayarak şinaverlik eden beyaz güvercinleri andırıyordu. Bihruz Bey’in nazarı bu manzara-yı dilrübayı da pamal-i lakaydi ederek ufka doğru süzüldü gitti. Ruh-ı meyusunu, fikr-i müteellimini de beraber çekti götürdü!..

Biçare genç kendisine hiç de yakışmayan bu vaz’-ı melal içinde mebhut ve müstağrak bulunmaktan ne kadar mütelezziz oluyordu! Müddet-i ömründe ilk defaydı ki bu âlem-i huzur-ı masiva-ber-endazı görüyordu. Mevcudiyet-i elimesi bir mahviyet-i mesudeye münkalip olmuş ve o mahviyet içinde maşuka-i hayaliyesini cismaniyetten mücerret mahz-ı nur, ayn-ı ruh olmak üzere der-aguş-ı iştiyak etmişti. Bu esnada beyin dimağı bir neşve-i hazin-i ruh-güdazla serşar, gözleri bir girye-i ateşîn-i dimağ-suzla katre-bardı. Hatta o sıcak katrelerden üç dört tanesi parlak potinlerinin üzerine düştüğü hal biçarenin haberi bile olmadı. Bey bu suretle âlem-i istiğrakın en mahrem bir meclis-i ünsa ünsinde piyale-nuş-ı ahzan ve ezvakken hayvanların önünde dikilip durmakta olan arabacı Andon’un –bulunduğu noktadan soluna doğru nim hatve meylederek– efendisine hitaben:

“Keşfi Bey geliyor...” demesi Bihruz Bey’i gunûdesi bulunduğu o can-perver hab-ı safa-medardan bidar ve biçareyi defaten dûr-efkende-i hacle-i dilara-yı dildar eyledi.

 

Loading...
0%