@recaizdemammudekre
|
Bihruz Beyefendi konağa vasıl olduğu zaman saat yarıma gelmişti. Bey merdivenden çıkarken karşısına gelen Mişel Ağa’ya kitapların gelip gelmediğini sorarak “Geldi ekselans!. Salondadır... Mösyö Piyer de orada” cevabını almakla hemen salona girdi. “Bon suvar! Mon şer profesör!...” “Bonsuvar Bihruz Bey! Nasılsınız?...” “Pek iyiyim, siz?” “Ben de iyiceyim, lakin sizden şikâyetim var...” “Ne gibi?...” “Buraya göç edeceğinizi bana haber vermeliydiniz...” “Geçen defa, salı akşamı söylemiştim zannederim.” “Hayır!.. Öyle bir söz geçmedi...” “Unutmuş olmalısınız...” “Ben unutmam. Öyle bir lakırdı olmadı ki unutayım!” “Neyse affedersiniz...” “Affetmek bir şey değil, fakat başıma gelenleri bilseniz...” “Ne oldu?... Başınıza ne geldi?” “Cuma akşamı, evet! Cuma akşamı ve gecesi çok rahatsız oldum.” “Vah! Vah!...” “Evet! Alaturka saat on ikide köşke gittim...” “Ey!...” “Kapılar kapalı, kimseler yok; vurdum, vurdum, vurdum...” “Sonra?...” “Bağcı geldi; onlar göç ettiler, burada kimse yok, her yer kapalı, demesin mi?...” “Vah! Vah!..” “Vah! Vah!.. Ama sa ma kute tre şer!...” “Sonra ne yaptınız?...” “Sonra: Arabayı savmıştım; bağcıya yalvardım, gitti bana bir araba buldu getirdi.” “Ey!...” “Beni Kadıköyü’ne kadar götürmek için arabacı iki mecidiyeden aşağıya razı olmaz, zaruri kabul ettim...” “Ey Kadıköyü’ne gittiniz öyle mi?” “Öyle ya.. Orada bir dost var, onun evine gittim, onlar da an famiy Adalar’a gitmişler.” “Ey?.. Se tün avantür sa...” “Viy! Me sa ma kute şer vu save!...” “Sonra ne yaptınız?...” “Onları da bulamayınca arabacı beni bir otele götürmek istedi, şehirden uzak, Fenaraki tarafında bir otel, cesaret edemedim.. İstanbul’a geçmekten başka çarem yoktu, iskeleye indim, o zaman sizin dostunuz Mösyö Keşfi’ye rast geldim, selam verdim, beni tanımadı mı ne oldu selamımı almadan geçti gitti...” “Keşfi Bey mi?...” “Evet!...” “Hiç olamaz!.. Emposibl!...” “Purkuva?..” “O burada değil, o İzmir’e gitti...” “Demek ki benzetmişim, gece karanlığında besbelli tanıyamamışım...” “İyi gördünüz mü?” “İyi gördüm zannediyordum... Fakat mademki...” “Nerede ve nasıl gördünüz?...” “Bir tütüncü dükkânı önünde, bir şey alıyordu gördüm...” “Kendisine bir şey dediniz mi?” “Bon suvar Mösyö Keşfi! dedim, hiç cevap vermedi, oradan savuştu gitti...” “Ne kıyafetteydi?...” “Orasına dikkat etmedim...” “Yanlış olmalı...” “Mademki İzmir’deymiş, benzetmişim demek olur... Neyse iskeleye geldim iki çifte kayık aradım, kayık yoktu... Bir sandal bulabildim, bereket versin o da iki çifteydi.. Karaköy’e yarım liradan aşağı gitmediler...” “Neyse o sandalı olsun bulmuşsunuz ya!...” “Evet! Amma yarım lira!.. Oradan bir saatte Karaköy’e vardık.. Beyoğlu’na çıkmak için araba yok, hayvan yok. Yayan çıkmaya mecbur oldum, çok zahmet çektim; karnım aç, lokantaya girdim, dine ettim, oradan Ünyon Fransez Oteli’ne girdim yattım...” “Çok rahatsız olmuşsunuz, teessüf ederim.” “Ya masraf?... Tamam otuz iki frank sarf ettim...” “O bir şey değil, onu tediye ederim...” “Mersi!...” “Bugün yeni kitaplar aldım, dö Lamartin’in külliyat-ı âsarı...” “O!... Güzel, pek iyi ettiniz.. Görelim bakalım... (Paketi açıp kitapları arz ederek) “Yedi cilt, her birinde üçer dörder parça gayet güzel gravür de var...” “Çok nefis, çok âlâ!... Kaça aldınız bu yedi cildi?” “Altmış dokuz franga aldım...” “Bedava!.. Tab’ı enfes, kâğıdı enfes, gravürleri enfes!.. Hele münderecatı, koca poet!... Se lün de gluvar döla Frans!...” “Beranje ile Dö Lamartin’den hangisi daha büyük şairdir?...” “Beranje başka janr, dö Lamartin başka, aralarında münasebet yok.. Öteki buna nazaran güneşin yanında ay gibi kalır!.. Güneş varken de ay görünmez a.. Nespa beyefendi?...” “Demek: Beranje hiçbir şey, ben öyle bilmezdim...” “Dedim ya o ay, beriki de güneş!. (Ciltlerden birisini karıştırarak) La şüt dön anj.. bunu okumalı.. Oh! Kom se bo!... Kom se süblim!...” “La şüt dön anj... Bir meleğin düşüşü... Ne güzel!.. Aman biraz okur musunuz?...” “Okuruz ya...” “Dineden sonra okuyalım... Fakat ikinci, üçüncü rögreleri de okumak istiyorum...” “Onlar nedir?” “Prömiye rögreyi bitirdim, belki elli defa okudum, Türkçeye de hemen kâmilen tercüme ettim; öbürlerini de göreyim, bakayım nasıl şeyler?...” “Prömiye rögreyi bilmiyorum...” “Canım Graziyella’nın sonundaki poezi.. Çamlıca’da bir gece siz okumadınız mı?”
“Ha! Evet, bildim, o poezi güzeldir. Şair ona prömiye rögre namını vermiş; fakat döziyem rögre truvaziyem rögre diye başka bir şiir yazmamış, öyle eseri yoktur...” “ !.. Ben vardır sanıyordum, öyleyse La şüt dön anj’ı okuruz...” Bu aralık Mişel yemek hazır olduğunu haber verdi. Muallim efendiyle şakirdi sal a manjeye gittiler. Sofraya oturdular. Şuradan buradan konuşarak bir saatte yemeği bitirdiler. Tekrar salona geldiler. Kahveler, ilk sigaralar içildikten sonra Bihruz Bey’in teklif ve ricasıyla mösyö La şüt dön anjı aldı, cehren okumaya başladı. Fransız şair-i meşhurunun bu eseri ruhaniyet-i insaniyenin agaz ve encamındaki tecelliyatı nâzımının tasavvuruna göre tasvir eder ağır mevzulu, güç anlaşılır kasaid-i müteselsileden müteşekkil kocaman bir kitap olduğu halde unvanı olan “Bir Meleğin Sükutu” tabirinden istinbat ettiği manaya göre bu eseri de Graziyella’daki manzume gibi – fevt olmuş genç ve güzel bir kıza dair mersiyeden ibaret bir şey zanneden Bihruz Bey Mösyö Piyer’in kıraatine vakf-ı guş-ı huş etmiş ve bazı mısraları tekrar ettirmişken yine hiçbir şey anlamaya muvaffak olamayınca hocasına karşı: “Artık bırakınız!” demeye cesaret edemediğinden Mösyö Piyer yorulup da kendi kendine kitabı elinden bırakıncaya kadar dinlemeye karar verdi. Mösyö Piyer’se çoktandır öyle âlî şiirler okumaya vakit bulamadığından şu fırsattan istifade ederek aşk ve şevkle okumakta devam ediyordu. Bu suretle eserden bir on sahife okuyarak biraz teneffüs etmek, bir de sigara yakmak üzere kitabı muvakkaten elinden bıraktığı zaman Bihruz Bey’i mışıl mışıl uyur görünce aziz muallim efendi genç beyi o tatlı uykusundan uyandırmaya kıyamadığından kitabı kapadı. Yavaşçacık yerinden kalktı. Potinlerinin burnunu basa basa yürüyerek salondan çıktı. Hemen yatak odasına gitti. O da şakirdi gibi tatlı bir uyku âlemine dalmak niyetiyle yatağına girdi. Yorganı başına çekti, üç dakika geçmeden horul horul uyumaya başladı. Halbuki aziz muallim efendi daha salonun kapısını bulmadan ayağının sesinden Bihruz Bey uyanmış ve o dışarıya çıkar çıkmaz –şayet tekrar geliverir diye– beriki hareme savuşarak yatak odasına çekilmişti!... |
0% |