@recaizdemammudekre
|
Çaker Bey, Talip Bey, Sahban Bey, Malik Efendi Bihruz Bey’in konak komşularından ve teklifsiz görüştüğü gençlerdendir. Bunlar kışları ekser akşam Bihruz Bey’in konağında toplanırlar, konuşurlar, kâğıt oynarlar, beşlere altılara kadar bir hoşça vakit geçirirler, fakat yaz gelince Bihruz Bey Küçük Çamlıca’ya naklettiği gibi diğerlerinden yalnız Malik Efendi kalarak Çaker Bey Beykoz’a, Talip Bey Emirgân’a, Sahban Bey de Sarıyer’e sayfiyelere giderler, o cihetle beş altı ay kadar birbirlerini ya hiç görmezler veyahut nadiren sokakta, vapurda filanda görebilirlerdi. Bu sene eylülle beraber ramazan-ı şerifin hululü sayfiyecilere sonbaharın mürurundan evvelce şitaiyelerine avdete teşvik ettiğinden Bihruz Bey Küçük Çamlıca’yı terkle konağına geldiği gibi isimlerini söylediğimiz beyler de sayfiyelerinden şitaiyelerine gelmişler ve birbirlerinin vücudundan çarçabuk haber almışlardı. Binaenaleyh konağa naklinin üçüncü akşamı komşu beylerden ikisi, ertesi akşam diğer ikisi Bihruz Bey’i ziyarete gelmiş, üç gün sonra bir akşam bu beylerin dördü birden konakta birleşmişti. O akşam saat dört buçuğa kadar oturuldu. Komşu beylerin hepsi de kemal-i şevk ve şetaretle söyler, yalnız Bihruz Bey çokluk söze karışmayarak söyleyenleri dinlemekle iktifa ederdi. Yaz âlemine, kayık sandal eğlencelerine, kır safasına vesaireye dair olan musahabetin germiyetine noksan gelince genç beyler otuz bir oynamak istediler. Oyun masası ortaya geldi, beyler masanın başına üştüler, kâğıtlar hazırlandı, fakat Bihruz Bey Malik Efendi’yle dışarıdan dışarıya ortak olmak yani onun sermayesine müsavi miktarda bir meblağ da kendisi ilave etmek üzere oyundan hariç kalmasını –baş ağrısı bahanesiyle– beylerden rica ettiğinden bunlar oyunla meşgul oldukları kadar Bihruz Bey de kâh bir köşede sigara içerek sakince oturur ve kâh Dö Lamartin’in La şüt dön anjını karıştırırdı. Bir aralık beyefendi salondan gaybubet edince oyuncuların muhaveratı aşağıdaki şekli iktisap etti: “Bihruz Bey’e dikkat ediyor musunuz? Hiç eski neşesi kalmamış, siz kâğıt çektiniz miydi?...” “Evet! Evet!... Geçen akşam benim nazar-ı dikkatime çarptı, bilmem ne var: Pek çok düşünüyor...” “Yalnız düşünüyor değil, mükedder de görünüyor. Siz dav mı dediniz, kaç kuruş?...” “Ben öyle mükedderlik filan anlamadım...” “Dedi ya: Rahatsızmış, başı ağrıyormuş, bu da yattı...” “Öyleyse biz de bir taraftan rahatsız etmesek... Bir an evvel gitsek...” “Şu parti bitsin de sonra düşünürüz, siz yandınız, siz yatıyorsunuz öyle mi?...” “Bana kalsa Bihruz Bey’in hiçbir şeyi yok, oyunda bulunmak istemedi, baş ağrısını bahane etti... “Oyun mu oynayacağız yoksa... Geliyor, geliyor, susunuz.” “Bihruz Bey! Sizin şans Malik Efendi’ye fena yaradı, hepimizin paralarını çekiyor...” “Gerçek mi Malik Efendi?” “İşte bakınız dört liralık sermayeden şu dört buçuk mecidiyeyle şurada birkaç kuruş da bakır para kaldı...” “Zarar yok devam ediniz, lazım gelirse ikişer lira daha koyarız...” “O benim işim değil... Ey! Beyefendi! Talip Bey size söylüyorum: Biz hiç otuz bir yapamayacak mıyız?...” “Siz de yapın, kâğıtlar meydanda, benim gibi on beşe iptida bir dokuzlu sonra da bir altılı çekerseniz, paraları alırsınız...” “Bende o talih nerede?... Elime on dört, filiz filiko geliyor da yine bir şey yapamıyorum, her defa kaybediyorum, Mösyö Piyer olmalı ki size galebe etsin...” * * * Evet! Komşu beylerin nazar-ı dikkatlerinden hafi kalmadığı vechle Bihruz Bey’in halinde bir değişiklik vardı. Eski neşesi, eski şakraklığı kalmamıştı. Beş altı ay evvele kadar koşup gezmekten, konuşmaktan, kumardan, kendi tabirince sosyeteden pek hazzeden Bihruz Bey şimdi sakin sakin düşünmekten, tenhalıktan memnun oluyordu. Bihruz Bey bir akşam yine yalnızca taam ettikten sonra klas odasına gitti. Mişel’i çağırdı. Biraz meşguliyeti olduğundan kimse gelecek olursa kendisi için “Rahatsızdır, haremdedir” denilmesini tembih etti. Bey kendi kendine kâh düşünmek, kâh Prömiye Rögre tercümesini biraz daha ıslah ve tenvir etmek, kâh Lamartin’in külliyat-ı âsarını –içinde kendi haline muvafık bir şiire, bir hikâyeye tesadüf etmek emeliyle– karıştırmak ve kâh La şüt dön anj’dan birkaç mısra okuyup anlamaya çalışmak suretiyle meşgul olup duruyordu. Kulağına uzaktan uzağa davul sesleri gelmeye başladı. Filhakika o akşam rüyet-i hilalle vuku-ı ramazan sabit olmuş olduğundan mahalle bekçileri şehr-i mübarekin hululünü âdet-i beldeye tevfikan davullarla ilana çıkmıştı. Bihruz Bey ramazanın vukuuna intikal edince bu şehr içinde hususuyla on beşinden sonra Kalpakçılarbaşı’nda, Beyazıt Meydanı’nda, Divanyolu’nda, Şehzadebaşı mevkisindeki kalabalık ve gezinti âlemlerini tahatturla şadkâm olacak yerde bir mahzunluğa düşüverdi. Çünkü kendisi için o âlemleri temaşadan artık bir haz ve neşe hasıl olamayacağını düşündü. Evet! Sarışın hanım sağ olaydı elbette o da oralarda ekseriya görülürdü. Halbuki o zavallı kız gençliğine doyamadan fevt oldu gitti. Kim bilir hangi bir tenha kabristanın hangi bir köşesinde o biçare genç garibane yatarken beyefendinin bu kalabalık âlemlerinde dolaşıp gönül eğlendirmesi ne büyük vefasızlık olacağını derpiş-i tefekkür etti. İşte Bihruz Bey böyle düşündüğünden dolayı mahzun ve mükedder olmuştu. Bu mahzuniyet gittikçe derinleşti, beyi Fener’deki gibi tatlı bir istiğraka sevk etti. Bir buçuk iki saat kadar öylece dalıp nihayet aklı başına geldiği zaman kendi kendine diyordu ki: “İnşallah otuz ramazan oruç tutayım, camilere gideyim, ibadet edeyim, Kalpakçılarbaşı’na gitmeyim, Beyazıt Meydanı’ndan geçmeyim, Şehzadebaşı’na çıkmayım, buralara gidersem de kimselere bakmayım!..” * * * Bihruz Bey o gece sahur vaktine kadar bekledi, davul tekrar çıkınca yemek ısmarladı. Badet-taam imsak zamanına kadar oturdu. Sonra hareme gitti. Bey’in o vechle sahur yemeği ısmarlamasından oruç tutmak niyetinde bulunduğunu anlayan dadı kalfa, bey hareme girince hemen koştu geldi, sevine sevine lakırdıya başladı: “İnşallah yarın oruç var beyim! Öyle mi?...” “Neden bildin?” “A!.. Sahur yemişsin, ben haber almaz mıyım?.. Pek hazzettim.. Hanımefendi de pek sevindi.” “Niyetim hiç bozmayacağım, tekmil otuz gün tutacağım...” “Aferin beyim, Allah kabul etsin. Gördün mü?.. Ben demez miydim, benim beyim elbette bir gün uslanır diye, lakin namaz da kılmalı, namazsız oruç olmaz.. Hanımefendiyi görür müsün?” “Valide daha oturuyor mu?...” “Namaz kılıyor, şimdi biter, istersen azıcık gör, akşamdan beri sana çok dua etti...” “Artık yarın sabah görürüm. Şimdi pek uykum var yatacağım...” Bihruz Bey sözünde sebat etti. Ramazanın birinci, ikinci, üçüncü günü hal-i sıyam kendisine epeyce meşakkat vermişti. Bir hafta sonra buna alışıverdi ve halinden memnun olmaya başladı. Geceleri ekseriya sahura kadar oturur, dersleriyle meşgul olur. Sahur yemeğini yer. Hareme girer yatar. Gündüz saat beşe kadar uyur. Uyanınca –dadı kalfanın teşvikatı da yardım ederek– abdest alır. Giyinir. Saat sekize doğru konaktan çıkar. Bazen Beyazıt Camisi’ne, bazen Ayasofya’ya ve bazı defa da Şehzade Camisi’ne gider. Güzel sesli hafızların müessir tilavetlerini, doğru sözlü vaizlerin intibah-aver mevizelerini dinler. İkindi vakti cemaat-i kübrayla namazını ifadan sonra camiden çıkar. Sergileri dolaşır. Yine bir aralık da Beyazıt, Şehzadebaşı kalabalıklarını, gezintilerini şöyle uzaktan temaşa ettikten sonra konağa döner. Konudan komşudan davetli davetsiz olarak ekser akşam hazır olan misafirleriyle iftarını eder ve misafirler içinde bir refik-i muvafık bulduğu geceler civardaki Süleymaniye Camisi’ne teravihe dahi giderdi.
|
0% |