Yeni Üyelik
41.
Bölüm

4. Kısım - 5. Bölüm

@recaizdemammudekre

Bihruz Bey gözleri yorulup yüreği takatten kalıncaya kadar ağladı. Ezana karib bir zamanda salondan çıktı. Bastonunu aldı. Bir haftadan beri kendisine en sevgili gezinti mahalli olan bağlar aralarından geçerek Bulgurlu üzerine doğru çıktı.

Akşam karanlığı ortalığa gereği gibi çökmüş, gökyüzünde ahterler parlamaya, yol üzerinde meskûn köşklerin, kulübelerin içinde iş’al olunan lambaların ziyaları pencerelerden harice vurmaya başlamıştı. Bihruz Bey hâlâ teferrücünde devam ediyordu. Çünkü öyle bir yaz akşamının sükûn ve sükût içindeki garipliği biçare sevda-zede-i hayalinin kalbindeki derin mahzuniyete ve zihnini ser-ta-ser bürüyen kara kara hülyalara pek muvafık geliyordu.

Darüs-safa-yı heves ve ümidini defaten zirüzeber, mamure-i ayş ü hayatını bağteten hercümerç eden kara haberi on üç gün evvel alarak birçok ıstıraplar, heyecanlar, telehhüfler, tahassürlerle dehşet-i mâvakaa telif-i fikir eyleyerek mehmaemken istimale-i nefse tahsil-i muvaffakiyet ettikten sonra maşuka-i faniyenin karargâh-ı ahirini tahkik noktasında toplanan bakiye-i amalini takip ederken rast geldiği bir hayale aldanmakla o acı hakikati evvelki merareti derecesinde ve belki ondan eşed bir meraretle tekrar tatmak ve kendisince emel-i münferit olan tahkikin icrasına da o sebeple zafer-yab olamamak Bihruz Bey’in hatır ve fikrini yeniden perişan eylemişti.

Bu perişani-i efkârın daire-i ittisası büyür büyür ve sonra yine küçüle küçüle bir nokta-yı mevhume derecesini bulurdu. Bu noktaysa maşuka-i faniyenin –her neye mütevakkıf olursa olsun– mezarını öğrenmek maksadından ibaretti.

Bihruz Bey gece iki sularında köşke girdi. Beyin gündüz gittiği yerden bir kira arabasıyla avdet etmesi, ezan vakti yalnızca çıkıp hilaf-ı âde saat ikilere kadar kalması, kendi arabasının da nerede kalıp ne olduğunun bilinmemesi köşk halkınca merakı davet ettiğinden uşaklar aralarında fısıldaşmaya başlamış ve bunlardan bir şey anlamak için dadı kalfa baş örtüsüyle dışarıya uğradığı gibi valide hanımefendi de ta mabeyn kapısına kadar gelmişti.

Beyin salimen köşke geldiği görülünce dadı kalfa içeriye girdi, valide hanımefendi de müsterih olarak odasına çekildi.

O akşam Mösyö Piyer’in gecesi olduğundan Mösyö ezandan sonra gelmiş, salonda gazetelerini mütalaaya dalmıştı. Bihruz Bey salona girince Mösyö Piyer okumakta olduğu gazeteyi bir tarafa bıraktı ve yerinden kıyamla bir iki adım Bihruz Bey’e doğru geldi. Muallimle şakirt yekdiğerine el vererek istifsar-ı hal ve hatıra kalkıştılar:

Bon suvar Bihruz Bey!”

Bon suvar şer Profesör!...

“Uzunca bir promenaddan geliyorsunuz zannederim.”

“Hayır! Şuralarda geziniyordum...”

“İnşallah artık bütün bütün iade-i afiyet ettiniz ya?...”

“Ah! Aziz muallim! Daima rahatsızım, yüreğim rahatsız...”

“Ne var rahatsız olacak? Sizin gibi genç, yakışıklı, zeki, zengin bir zatın kalben rahatsızlığını anlayamam!...”

“Sizden bir şey rica edeceğim!”

“Emrediniz, elden gelen bir şeyse icrasına hazırım!”

“Bana bir poezi yazar mısınız?...”

“Nasıl bir poezi?...

Blond bir kız ki yirmi yaşındaydı. Hastalandı, bir hafta içinde öldü. İşte buna dair bir poezi isterim ki okuyum da ağlayım.”

“Ne diyorsunuz?... Sizden birisini mi kaybettiniz?.. Akrabadan?...”

“Hayır! Bizden değil, akrabadan da değil!...”

“Bir dostunuzun kızı?...”

“Hayır!”

“Öyleyse?...”

“Şey... Ah!...”

“Bir nişanlı?... Bir maşuka?...”

“Öyle bir şey...”

“Hım!... Malörözman ben şair değilim. Lakin istediğiniz yolda şiirler zati var: Dö Lamartin’in Graziyela’sını okumadınız mı?...”

“Hayır! Kitabı siz getirdinizdi ama okumadımdı.. O şiir midir? Ben hikâye zannediyordum...”

“Taamdan sonra getiriniz de hikâyenin sonundaki şiiri okuyalım, ne kadar beğenirsiniz, fakat ağlamamak şartıyla...”

“Ha gerçek taamı da unuttuk...”

Halbuki bu akşam taamı unutan yalnız Bihruz Bey’di. Mösyö Piyer, araba ücreti yanına kalmak için Kadıköyü’nden köşke kadar maşiyen geldiği cihetle acıkmış olduğundan yemekten evvel kitap okumaya girişmek istemiyordu.

Sal a manjeye gidildi. Büfenin bir kenarına mevzu supiyerin etrafından kıvrıla kıvrıla tavana doğru çıkmakta olan duman kapıdan girer girmez nazar-ı iştihasına çarpmakla Mösyö Piyer: “Oh!.. Kom sa san bon!” diyerek ve beşuşane ellerini ovuşturarak hemen sofraya ikbal gösterdi. Bihruz Bey de ona imtisal etti. Karşı karşıya geçtiler oturdular. Taama başladılar.

Mösyö Piyer nefis sebzevat çorbasını sekiz saatten beri gıdadan hâlî bulunan midesine yollarken her iki kaşıkta bir: “Kom se bon! Setekselan, seteksgi, se süperb!...” diyordu. Çorbadan sonra bir dolu kadeh Bordo şarabını da nuş edince zavallı ihtiyar tıkanıverdi. Halbuki bu akşam yemekler pek müntahap, pek nefisti. Ezcümle nemse böreği, yerli kalkan balığı tavası, mayonezli tavuk söğüşü, piliç etiyle güveçte pişmiş taze bamya, bezelyeli kuzu külbastısı, kremalı çikolata geri çevrilir şeylerden değildi. Mösyö Piyer ister istemez bu yemeklerden tabağına alır, hepsinden birer parça yemeye mecbur olurdu. Fakat çorbadan sonra Mösyö’nün dudakları çenesinden ziyade oynamaya başladı. O gün mütalaa ettiği gazetelerin münderecatından olmak üzere Fransa’nın tensikat-ı askeriyesine dair harbiye nazırının yeni projesinden uzun bir bahis tutturdu. Bila-fasıla söylüyordu.

Bihruz Bey, artık bu akşam aziz mualliminin bu gevezeliklerini hiç de dinleyecek halde değildi. Ne çare ki yine bir alabandaya uğramak korkusuyla profesör cenaplarına: “Parlon dumur sil vu ple!” diyemiyordu. Mösyö Piyer lakırdı ederken ara sıra durup beyin yüzüne baktıkça Bihruz Bey de mukteza gözetmeyerek gelişigüzel bir yolda kâh “vuy!” ve kâh “non!” bazen “sert!” ve bazı vakit: “Sandut... Se vire... biyen sür!” gibi sözlerle mukabelede bulunuyordu.

Hengâm-ı taam hitama erdi. Meyve zamanı yetişti. Mösyö Piyer hâlâ takririnde berdevamdı. Bu hal ile aziz muallim efendinin deserde bir yarım saat üç çeyrek zaman daha geçireceğini Bihruz Bey anladığından Mösyö’ye hitaben: “Pardon mon şer profesör! Ben gideyim de Graziyella’yı arayım, lütfen klas odasına teşrifinizde okuruz, diyerek ve Mösyö’den: “Pek âlâ olur..” cevabını alarak sofradan kalktı. Kabine dö travayına girdi.

Kütüphanesinden Graziyella’yı çıkardı. Kitap elinde olarak klas odasına gitti. Hemen kitabı açtı, Mösyö Piyer’in bahsettiği poeziyi aradı buldu. Gelinceye kadar kendi kendine biraz okuyup anlamak istedi.

Loading...
0%