Yeni Üyelik
44.
Bölüm

4. Kısım - 8. Bölüm

@recaizdemammudekre

Bihruz Bey bu mektubu dört beş defa okudu. Her okuyuşta hayreti artıyordu. Zira beyin beklediği şey, Andon’un bir adam çiğnemiş ve o cihetle kendisi hapse ilka olunup arabayla hayvanların da bir tarafta kalmış olmasıydı. Arabanın Üsküdar’dayken Mösyö Kondoraki’nin Feriköyü’ndeki fabrikasına gitmesine bir sebep tahattur edemeyip bir yol dahi düşünemediğinden vuku-i halin bu suretle olmasına inanmak istemiyordu. Binaenaleyh arabacı Andon’u huzuruna celple isticvap ve istintaka mecbur oldu.

“Andon!”

“Efendim!...”

“Arabayı ne yaptın?”

“Aman paşam affedersi.. benim kabahat değil.”

“Söyle ne yaptın? Nereye götürdün?”

“Cenabını ki bıraktım dün sabah iskelede... Üsküdar’da...”

“Ey sonra?..”

“Arabayı geri alırdım, öteden gelirdi bir araba, çarşı araba... Acemi herif, manevra bilmez...”

“Ey?”

“Çarptı bizim araba, dingil na böyle çarpılmış bir tarafta...

“Ey sonra?...”

“Korktum cenabını.. Evvelki sefer ki Kızıltoprak gitti, marka bozuldu, nasın ki cenabını bilir...”

“Ey çabuk söyle.. Kondoraki’yi nerede buldun?..”

“Na orada iskelede feribot var, söylediler bana ki Kabataş gider, hem sonra iki saat yine Üsküdar gelir, gittim fabrika gittim ki yapsınlar tamir çabuk...”

“Ey sonra?..”

“Mösyö Kondoraki orada, araba fabrika girdi, atlar ahırda götürdü. Haydi zanım! Haydi kuzum! Çabuk ben gidecek feribot, yapmaz, yapmaz...”

“Ne yapmaz?..”

“Tamir yapmaz, be zanım ben gider, tamir istemez, yok olmaz, olmaz, aman zanım, aman kuzum! Bırakınız. Der ben alacak var, yüz elli lira var olmaz...”

“Ey sonra?..”

“Ağladım, ağladım ah!.. Olmaz. Araba vermez, atlar bırakmaz, aksam olur, ben sasırdı.”

“Ey sonra?..”

“Gitti komisyon, komisyon dedi biz karışmaz, mahkeme git...”

“Acayip! Sonra?..”

“Mahkeme gitti, dedi arzuhal getir, arzuhal yok bakmaz...”

“Ey peki bu mektubu nereden aldın? Ki ta done sa?

“Kondoraki... Ben gitti fabrika bir keret daha... Aman zanım! Aman kuzum!.. Ben köşke nasın gider? Pasafendi ben nasın görür? Ver canım bana bir mektup, al bu mektup götür... Ben bilirdi ki alacak var?.. Affedersi.. Beni kabahat değil..”

“Ey! Dün gece neye gelmedin?...”

“Geç kaldı, aksam oldu, gece oldu, hem korktu cenabını...”

“Peki! Peki! Haydi git!”

Arabacı Andon’un ifadatı doğru ve ziyade ve noksandan müberraydı. Bildiğimiz gibi bir gün evvel sabahleyin beyefendiyi Üsküdar İskelesi’ne bıraktıktan sonra arabayı geriye alırken öteden bir koşu gelmekte olan bir çarşı arabasına şiddetle çarptırdığından arabanın dingilini çarpıttığı gibi bir yanının da boyasını sıyırtmıştı. Beyden korktuğu için bozuğu derhal yaptırmayı düşündü. Fakat Andon iyi bilirdi ki o işi Üsküdar’da yapacak ne boyacı ne de bir demirci vardı. Meyusane tefekkür ederken araba vapurunun düdüğü kendisini ikaz etti. Zira geçen sene bir gün yine beyin arabasını tamir ettirmek için araba vapuruyla Kabataş’a geçerek bir iki saatte işini bitirdikten sonra yine o vapurla Kabataş’tan Üsküdar’a geçmişti. Bu tecrübeden istifade etmek istedi. Vapuru tahkik etti. Vapur Kabataş’a geçmek üzere olup üç saat sonra da Kabataş’tan Üsküdar’a gelecekti. Hemen arabayı vapura soktu. Kabataş’a çıkar çıkmaz kemal-i süratle Feriköyü’ne vardı. Mösyö Kondoraki’nin fabrikasına gitti. İşbaşıyı buldu. Yapılacak şeyleri söyledi ve fakat beyefendiden izin almaksızın kendiliğinden geldiği cihetle işin gizli tutulmasını ve tamir parasını kendi kesesinden vereceğini de işbaşıya anlattı. Her ne olursa olsun kendisine danışmaksızın fabrikada bir iş yapılmamak üzere Mösyö Kondoraki işbaşıya müekked emirler vermiş olduğundan ona danışmaya lüzum görüldü. Gidildi söylendi. Mösyö Kondoraki Bihruz Bey’den dört yüz bu kadar liraya mahsuben evvelce aldığı liralarla hakkını tamamen istifa ettikten sonra bir otuz lira da temettü etmişken buna kanaat etmeyerek yedindeki bir senet mucibince mütebaki matlubu olan yüz elli liraya mukabil dahi beyin arabasını, hayvanlarını ele geçirmek için zihninde çare taharri edip dururdu. Bunların kendi ayağına kadar geldiğini haber alınca aşırı memnun oldu. Arabanın fabrikaya, hayvanların ahıra çekilmesini ve arabacı Andon’un da savulmasını işbaşıya emretti. İşbaşı da aldığı emri derhal icraya kalkıştı. Zavallı Andon pek çok yalvardı yakardıysa da kâr etmedi. Batakçı Bihruz Bey’in çelebiye yüz elli altın borcu olduğundan bu para gelmedikçe arabanın ve hayvanların gidemeyeceğini söylediler. Herif oradan çıktı. Beyoğlu’na geldi. Altıncı Daire’ye girdi. Çavuşlara hali anlattı. Kondoraki’den şikâyetler etti. Halbuki bu iş dairenin vazifesinden hariçti. Mahkemeye müracaat etmesini söylediler. Andon mahkeme-i hukuku da tahkik etti buldu. Mahkeme dairesinden içeriye girerken ne istediğini, kimi aradığını sordular. Oraya da derdini anlattı. Bir arzuhal lazım olduğunu söylediler. Akşam olmuştu. Tekrar gitti. Kondoraki’yi buldu. Beyefendiden korktuğunu söyledi ve kabahat kendisinde olmadığına dair bari bir mektup verilmesini rica etti. Bu ricası nasılsa kabul olundu. İstediği mektubu verdiler. Mektup yazılıncaya kadar akşam saat bire gelmişti. Andon o geceyi bir hemşehrisinin yanında geçirdi ve ertesi sabah Çamlıca’ya köşke geldi.

Bihruz Bey’e gelince Andon’dan aldığı izahat ve tafsilat üzerine hayreti memnuniyete döndü. O memnuniyetinin alaimi çehresinde nümayan olmaya başladı.

“Yüz elli lira bir eski araba için!.. Hayvanlar da iyice bozulmadılar mı ya? Şimdi satacak olsan kim alır?.. Bahusus şimden sonra arabanın ne lüzumu var? Gezmeye kim gidecek?.. Araba kullanmaya kimin hevesi kaldı?... Asıl düşündüren şey Kondoraki’nin bunları bir rezaletle köşkten kaldırıp götürmesiydi. Böylesi hiç de hatıra gelmemişti. Ne kadar isabet!.. Aferin Andon! İşin içinden böyle de çıkılacağını bileydim ben kendim gönderirdim. Lakin memnuniyetimi kimseye anlatmamalıyım... Bakalım araba ve hayvanlar yüz elli lira edecek mi? Hiç zannetmem... Fakat artık ondan ben mesul olamam.. Yağızları da valide istemişti.. Bir yüz elli lira da bunlar için koparırsam zati yüz elli lira vadetmedi mi? İki yüz elli lira bana kalır.. Oh!”

* * *

Evet! Bihruz Bey arabayla hayvanların başından bu suretle mündefi olduğundan dolayı memnundu. Fakat memnuniyetini Mişel’e ve bahusus arabacı Andon’a karşı ketmetmek ve belki hiddetli görünmek lüzumunu hissediyordu. Ve artık araba yok olunca Andon’un da bir işi kalmadığından, yağız hayvanlara valide hanımın seyisi Abdullah Ağa da bakabileceğinden Andon’a izin verilmek lazım geliyordu. Binaenaleyh beyefendi bir kâğıt parçası üzerine frenkçe birçok rakamlar yazıp çizdikten sonra kitaphanesine giderek armuvarını açtı. Bir ufak çekmece çıkardı. Onu da açtı. Bu çekmecede beyin liraları duruyordu. O liralardan yirmi tanesini saydı aldı. Çekmeceyi kapadı. Armuvara koydu armuvarı da kilitledi.

Tekrar salona geldi. Mişel’i çağırdı:

“Mişel!”

Ekselans!”

“Al bu on altı lirayı Andon’a ver. Dört ay tekmil olmadı ama dört aylığını tamam veriyorum. Mademki arabayı Kondoraki’ye teslim etmiş artık kendisinin de burada bir işi kalmadı... Anlıyor musun?...”

Tre biyen ekselans!

Bihruz Bey arabacı Andon’u defettikten sonra üzerinden ağır bir yük atmış gibi meditçe bir “Oh!...” çekti. Vücudunda, fikrinde bir hiffet hissetmeye başladı. Maşuka-i faniyenin tahkik-i peygule-i sükûnu gailesi ara sıra zihninin bir köşesinden arz-ı çehre-i şum etmeseydi bugünkü hal ve mevkisinden pek aşırı hoşnut kalıp kendi kendisini bahtiyar sayacaktı.

Filhakika sarı arabanın rengi bazı mertebe solarak eski parlaklığı kalmamış, ötesi berisi lekelenmiş ve fazla olarak beyin isim ve mahlasını arz eden kuronlu markası da çizilmiş olduğundan sahib-i sevda-menakibinin gözünden düşmüştü. Hayvanlara gelince biçareler o sevda yükünü haftanın üç gününde Fenerbahçe’siyle Göksu arasında durup dinlenmeksizin bir düziye çekip dolaştırdıklarından dolayı hayli lagarlaşmış ve artık bu işten istifaya hazırlanmıştılar. O cihetlerle beyefendi Mösyö Kondoraki’ye ba-senet medyun olduğu yüz elli liranın o araba, o hayvanlar için verileceğini düşündükçe canı sıkılıyordu. Ekipajın kendi nazarında yüz elli liralık değeri kalmadıktan başka lüzumu da kalmamıştı. Kendisine yegâne medar-ı seyir ve cevelan olan vücud-ı latif fevt olduktan sonra artık mesirelerde kim için dolaşıp kime gösteriş edecekti? Hususuyla yaz mevsimi de geçip güz faslına giriliyor ve bu fasla mahsus yağmurların avan gardları bulunan siyah bulutlar sabahları kenar-ı ufukta dolaşıyordu. Kış gelmeden İstanbul’a, Süleymaniye’ye naklolunacak. Fena havalar, yağmurlar başladı mı artık bir tarafa çıkılamayacak değil mi? Binaenaleyh arabanın hiç lüzumu yoktu. Ne isabet oldu da bunu Mösyö Kondoraki yüz elli lira alacağına mukabil zapt etti!..

Lakin ah! Meleğin... O yâr-ı canın, o vakitsiz solup harap olan sarı gülün mezarı bilinse de başı ucuna gidilip “İlk Teessüf” okunsa, ağlansa, “siyeh-çerde” münasebetsizliğinden dolayı istifa-yı kusur olunsa!.. Artık Bihruz Bey’in dünyaya müteallik emeli bundan ibaret! Bu da na-kabil-i husul bir emel değil. Ancak Keşfi Bey İzmir’e gidiyor... Kim bilir ne zaman dönecek.. O zamana kadar nasıl sabır ve tahammül olunacak?... Sabahleyin bağına gidildi. Kendisi bulunmadıktan başka uşağından tahkire uğranıldı.

“Saat kaç acaba?.. Beş buçuk... Vapura gitmeye daha vakit var. Elbette vapur dokuzdan evvel hareket etmez. Evet! Artık ne olursa olsun direktöman sorar öğrenirim. O yalancı... O farsör de acaba doğru haber verir mi? Povr fiy! On altı yaş, on sekiz yirmi yaş.. Ölmek için pek çabuktur!... Lamartin! Koca Lamartin!... Sanki benim başıma geleceği bilmiş de bu şiiri, bu prömiye regreyi yazmış. “Bir siyeh-çerde”ye benziyor mu hiç?... Ah! Nasıl pardone ettireceğim kendimi? Vakit geçiyor... Şimdi bir araba... Yarım saatte Üsküdar... Oradan iki çifte bir kayık... Doğru İzmir vapuru... Durmayalım...”

Bihruz Bey Mişel’i çağırmak üzere çana dokunacakken kapıya “Tık! Tık!” diye vuruldu:

Antre!

Ekselans! Dejöne!..”

“Geliyorum.. Bahçıvana yahut bağcıya söyle de gitsin bir temiz araba getirsin!”

Tre biyen ekselans!”

 

Loading...
0%