Yeni Üyelik
45.
Bölüm

4. Kısım - 9. Bölüm

@recaizdemammudekre

Beyefendi sal a manjeye gitti. Sabahleyin köşkten Kadıköyü’ne.. Kadıköyü’nden köşke kadar icra ettiği sefer ve müteakiben sarı arabadan ve yüz elli liralık borçtan kurtulduğuna dair memnuniyet-aver haberle beyin gussası azalıp iştihası açılmıştı. Sofraya oturdu. Ara sıra içinden gelen gizli ahları midesinin feryadına mağlup ederek ariz ve amik yemeğini yedi. Meyveden de sarfınazar edemedi. Bu aralık arabanın hazır olduğunu söylediler. O zaman artık deseri muhtasar geçerek hemen sofradan kalktı. Bir frenk sigarası yaktı. Dudaklarına kıstırdı. Bastonunu aldığı gibi merdivenden indi. Bahçeyi geçti. Arabaya bindi. Üsküdar’a müteveccihen gitti. Yirmi dakika sürmedi Üsküdar İskelesi’ne vardı. Arabadan inip kayık iskelesine doğruldu. Bir otuz kadar kayıkçı beyin etrafını kuşatarak malum olan lisan ve hareketleriyle tergibat ve izacata başladılar. Beyefendiyi bir gün evvel vapurla beraber İstanbul’a yetiştirmek için iki çifte kayığına almış olan hamlacı da diğer kayıkçıların içinde idiyse de bu sairleri gibi beyefendiyi kolundan tutup çekmek, yanına sokulup kulağına mırıldanmak yollu muamelelerden uzak bulunarak yalnız beyefendiye: “Sen yine benim kayığıma geleceksin ya.. Hele dur bakalım” manasını ima eder bir nigâh-ı tebessüm-amizle bakıyordu. Filhakika Bihruz Bey otuz kadar kayıkçıdan onu intihapla işaret etti. Hamlacı mağrurane hemen kayığına doğru yürüdü. Arkadaşı da arkasından gitti. Bunlar kayığa girdiler. Sonra beyefendiyi de aldılar iskeleden açıldılar.

“İzmir vapuruna gideceğim...”

“Pek güzel... Götürelim...”

“Vapurun nerede olduğunu bilir misin?...”

“Biz o vapurlara her saat müşteri götürürüz... Hiç bilmeyiz olur mu?...”

“Bugün İzmir’e gidecek vapur var ya?...”

“Olmaz mı ya?.. Her hafta İzmir’e vapur var.. Daha sabahleyin Kadıköyü’nden birisini götürdük...”

“Kadıköyü’nden mi?”

“Evet!”

“Nasıl adamdı götürdüğünüz?”

“Basbayağı adam, bir efendi, bir..”

“Bıyıklı mı sakallı mı?... Genç mi ihtiyar mı?...”

“Bıyıklı bir efendi, sakalı da var mı yok mu dikkat etmedim...”

“Adı nedir? Adını biliyor musun?...”

“Adını işitmedim... Hoşça bir ad ama... Hatırda kalır mı ya?...”

“Keşfi mi? Keşfi Bey mi adı?...”

“Öyle bir şey...”

“Aman biraz gayret edin!...”

“Korkma daha vapur kalkmaz. O akşama doğru, saat dokuzda gider, şimdi saat daha altıya geldi mi ola?”

“Altı buçuğu geçiyor...”

“Sen merak etme vaktiyle erişiriz. Yolculuk mu var?...”

“Yoksa birisine mi bakacaksın?...”

“Birisini göreceğim...”

“Kısmet olursa akşama yine döneceksin öyle mi?”

“Evet döneceğim...”

“Kısmet olursa yine Üsküdar’a mı?...”

“Üsküdar’a döneceğim...”

“Demek ki seni bekleyeceğiz...”

“Evet! Bekleyeceksiniz...”

“İşte İzmir vapuru.. Salıpazarı’nın önünde yatıyor...”

“Hangisi?...”

“Nemse vapuru, dumanı çıkıyor daha! Görüyor musun?...”

“Ha gördüm, İzmir vapuru mu o?”

“Öyle ya...”

“Neden biliyorsun?”

“Sabahleyin müşteri götürdük dedim ya... Bizim işimiz zati o... Biz vapurları hep biliriz...”

“Aman gayret!...”

* * *

Salıpazarı önünde yatan, dumanı çıkmakta olan vapur Loyd Kumpanyası’nın “Galate” namındaki vapuruydu ki filhakika o gün İstanbul limanından hareketi mukarrer olan vapurlardan olduğu için etrafını denk denk eşya-yı ticariyeyle dolu müteaddit mavnalar, yolcu nakleden teşyici getirip götüren birçok sandallar, kayıklar ihata etmişti.

Bihruz Bey’in iki çiftesi o kadar kalabalığın içinden güçle yol bularak vapurun dış taraftaki asma merdivene takarrüp edebildi. Bihruz Bey merdivenin önünü zapt etmiş olan bir Karaköy sandalına atlayarak merdivene çıktı. Merdivenden birtakımı inip diğer birtakımı çıkmakta olan on on beş kişiyi aralayarak bir hayli zahmetle vapura girebildi.

Vapurun içindeki izdiham dehşetli bir suretteydi: Bir tarafta ağzı açık duran derin karanlık ambara vinçle yük indirmekte olan gemicilerin gürültüsü patırtısı; bir tarafta ambarın yanındaki en münasip yerleri tutmak için birbirini kakıştırıp birbirinin eşyasını, kilimini, serilmiş hasırını, şiltesini ileri geri çekiştiren güverte yolcularının mücadelat ve muarazatı, bir yandan yeniden yeniye vapura muvasalat eden kamara ve güverte yolcularının muhacemesi, bir yandan da yolcuların yanlarına alacakları sandık sepet gibi eşyayı taşıyanların müzahamesi, yine bir taraftan teşyi için vapura gelip yolcularını arayanların aşağı yukarı gezip koşması, yine bir yandan ücretlerini alamamış kayıkçı ve sandalcıların müşterilerini aramak için mütelaşiyane oradan oraya seğirtmesi vapurda bir kargaşalık, bir uğultu, bir gürültü hasıl ediyordu ki vapur yolculuğunca tecrübesi olmayanların bu hali görüp de şaşırmaması kabil değildi.

Bihruz Bey merhum paşa pederiyle mükerreren seyahat-ı bahriyede bulunmak hasebiyle bu yolun, bu âlemin bigânesi olmadığından vapurun içinde tesadüf ettiği izdihamdan dolayı hareketini asla şaşırmayarak doğruca birinci sınıf yolcularına mahsus salona girdi. Metr doteli buldu. Yolculardan Keşfi Bey namındaki gencin henüz vapura gelip gelmediğini sordu. Metr dotel bu bapta beyan-ı cehl edince beyefendi vapurun yazıcısını gördü. Sualini ona da irat ettiyse de ondan da bir haber alamayınca birinci kaptanı görmek istedi. Birinci kaptanın kamarasında uyumakta olduğunu söylediler. Bunun üzerine aşağı kamaraya indi. Bakındı, hizmet eden garsonlardan sordu. Keşfi Bey’e dair bir eser ve habere yine zafer-yab olamayınca ta yukarıya çıktı. Hem denizi hem de asma merdivenden çıkıp inenleri görür bir kenarda kaimen durdu. Bu saatlerde Bihruz Bey’in bulunduğu hal, intizar halinin en şiddetlisiydi:

“Nerede kaldı bu zevzek? Niçin gelmiyor acaba? Dün ‘İşlerimi bugünden bitireyim de yarın libr kalırım’ demişti. Halbuki nasıl olsa şimdiye kadar gelmeliydi, of!... Saat sekiz buçuk, vapur yarım saate kadar kalkacak!... Şu madamlar nereye gidiyorlar acaba?.. Şu ihtiyar Mösyö Piyer’e ne kadar benziyor!... On dire kö se lö frer! Of niçin gelmiyor?... Şu gelen kayıktaki fesli Keşfi’ye benziyor.. Evet! Evet!... O!.. El ave sezan, se biyen to pur murir!... Of!. Sür la plaj sonor u lamer dö Sorrant... Anlaşılan gelmeyecek.. Öyleyse muhakkak dün gitmiştir. Eyvah!... Ben
kimden öğreneyim?... Ün piyer pötit, etruvat, endiferant... Yazık! Bir sandal daha geliyor... O da değil... Nafile... Saat kaç? Ona çeyrek var... Vapur gidecek galiba. Sakın içerde kalmayım...

Pardon mösyö! Eskö vuzave zabor ön pasaje nome Keşfi Bey?”

Nayn!

Eskö lö bato par deja?

Ya, ya...

“Demek dün gitmiş...”

Zavallı Bihruz Bey’in hatırına bile uğramıyordu ki İzmir yolculuğu esasen yalan olan Keşfi Bey’in vüruduna Bihruz Bey sabırsızlıklarla vapurda muntazır olduğu saatlerde Keşfi Bey bağının bir tarafında –bir köşk ve bir kahve ocağıyla bir de kameriyeden ibaret olmak üzere– inşa ettireceği daire-i mahsusenin hafriyat-ı esasiyesine nezaret etmekle beraber ebniye kalfasının arz ettiği resmin tadilatıyla uğraşıyordu!

Biçare Bihruz Bey’in hayalinden bile geçmiyordu ki içerisinde İzmir’e gidecek bir adamın vüruduna saatlerce muntazır kaldığı vapur İzmir’e değil Trabzon’a, Karadeniz’e gidecek bir vapurdu!

Bihruz Bey beyhude yere saat on buçuğa kadar muntazır olduktan sonra vapurun hemen hareket etmek üzere olduğu bir zamanda –ileriden emir ve işaretine muntazıran
kürek üzerinde bulunan– iki çifteye el salladı. Kendisi merdivenden indi. O vakit kalabalık çekilmişti. Kayığa atladı. Kayıkçılar da kayığı Üsküdar’a doğru süratle yürütmeye başladılar.

“Yolcunu gördün mü?”

“Hayır! Görmedim...Purkuva il mö tütuva set embesil?...

“Dün gitmiş olmasın?”

“Dün İzmir’e vapur var mıydı?”

“Vardı ya. Dün Fransız’ın postasıydı, bugün Nemse’nin, yarın da Moskof’un var...”

“Aman geç kaldım! Biraz gayret etseniz...”

“İşte gidiyoruz... Bundan çabuk gidilmez ki... Gelirken gibi değil şimdi akıntı yukarı gidiyoruz.”

* * *

“Kim bilir ne zaman gelir?... İki ay sonra mı, üç ay sonra mı... Of! Hava da bir sakil ki! Povr adore!. Ah! Ben ne kadar bedbahtmışım!.. Sür la plaj sonor u lamer dö Sorrant derul se flo blö opiye dö loranje...

* * *

“Aman hamlacı ağa! Arkanızdaki mavnayı görüyor musunuz?”

“Korkma, o bizi geçer...”

“Şu gelen yolcu vapurunu da gözet!”

“O daha uzakta, o buraya gelinceye kadar biz iskeleye varırız...”

“O nereye gidiyor acaba?”

“O Karadeniz’e gidiyor...”

“Bizim gittiğimiz vapur değil mi o?...”

“O şimdiye dek durur mu o gitti bile, onun yolu Marmara...”

“Öyle ya...”

* * *

Yirmi dakika sonra kayık iskeleye yanaştı. Bihruz Bey çıkarken kayığın ambarına bir lira fırlattı. Hamlacı Ağa: “Bereket versin! Safa geldin” dedi. Beyefendi biraz uzayınca iki hamlacı konuşmaya başladılar:

“Bu yalabık efendinin parası çok ama telaşı da çoğa benziyor...”

“Kimi görecekti?”

“İzmir’e yolcusu varmış da...”

“O vardığımız vapurda mı?...”

“Evet!”

“O vapur İzmir’in değil Trabzon’undu be!...”

“Adam nene gerek.. Biz paraları aldık a sen şuna bak!... Zati onun da bir işi gücü yok a eğlenceye gidiyor.. Gündeliği doğrulttuk.. Haydi artık kayığı limana çekelim...”

 

 

Loading...
0%