Yeni Üyelik
2.
Bölüm

KADERİN BAŞLANGICI

@redelf

🗝️

“Kaçma gel buraya!” Daha hızlı koşmaya başladım. Kesik kesik nefesler alıyordum ama bu koşmama engel olamıyordu. Ciğerlerimi yakan hava beni zayıflatmak yerine daha çok güç veriyordu sanki.

 

“Kaçabileceğini mi sanıyorsun?” Koşmaya devam ederken sırtımda bir baskı hissettim ve geriye doğru çekildim. “Yakaladım seni.”

 

Sırtımı kendi gövdesine yaslayan Rüzgar’a gülümsedim. “Ama haksızlık bu, özel korumaya karşı şansım olamaz ki senin o kadar eğitimin var.”

 

Saçlarımı öptü. “Ne olursa olsun, seni asla bırakmam. Yakalayana kadar da durmam.”

 

Gülümsedim ve ona dönüp gözlerinin içine baktım. Çok güzel bakıyordu. Ona deli gibi aşıktım. Her şeyimle ait olduğum bu adama nasıl veda edecektim?

 

“Senden nasıl ayrı kalacağım bilmiyorum,” diye fısıldadım gözlerim dolarken. Ağlamak istemiyordum ama çok canım yanıyordu. Tam şu anda zaman donsun ve hep onun kollarının arasında kalmak istiyordum.

 

“Bitecek merak etme güzelim. Biraz dişimizi sıkıp sabredeceğiz ve sonrasında hep beraber olacağız. Sonsuza kadar benim olacaksın.” Gülümseyerek ona sarıldım. Sonsuza kadar onun olmak için her şeyimi verebilirdim.

 

☀️

 

Avuç içlerimden sızan sarı ışık ellerimi kaplıyordu. Verdiği sıcaklık benden sızan ışıltıdan daha soğuk kalıyordu. Güneş ışığı ellerimi uzatmama rağmen bana da ulaşıyordu ama bu yüzümde küçük bir gülümsemeye neden olmuştu. Benim ışıltımla birleşiyordu ve bütün olmanın verdiği sıcaklık beni iyileştiriyordu. Ona karşı susamış gibiydim. Güneş’ten güç alıyordum, biz, birdik.

 

Son fotoğraflarımı çekip saate baktım. Uçağın iniş yapmasına az kalmış gibi görünüyordu. Hemen yarın dönem derslerinin başlayacak olması her ne kadar beni korkutsa da yeni bir şehirdeki, yeni hayatım için çok heyecanlıydım. Ama kalbimde bir sızı vardı. Rüzgar’dan ayrı kalmak beni mahvediyordu.

 

İlişkimizin üçüncü senesinin dolmasına çok az kalmıştı ve okuldan sonra evlenecektik. Okul hayatımın bitmesini ve ona kavuşmayı çok istiyordum. Ve henüz yirmi bir yaşımdayken gerçek aşkı bulduğum için çok şanslıydım. Çünkü en güzel yaşlarımı ilk aşkımla geçirecektim.

 

İnişin ardından hemen annemi aradım. “Vardın mı yavrum?”

 

“Evet valizimi alıp trene geçeceğim,” dedim buruk sesimi kamufle etmeye çalışarak. Ama o, üzüntüsünü gizleyemiyordu.

 

“Arkadaşımın ayarladığı yerin tüm bilgilerini gönderiyorum ev arkadaşının numarasını da tekrar atıyorum kontrol edersin aşkım.” Derin bir nefes aldım.

 

“Tamam, ev arkadaşım ılımlı birisi mi yani bir sorun çıkarmaz değil mi?” Yabancı birinin yanına taşınacak olmak beni korkutuyordu ama kalacak yerim olmadığı için buna mecburdum.“Burcu tanıyormuş çok iyi birisi olduğunu ve çok sevdiğini söyledi bana. O kefil olmasa hayatta göndermem, biliyorsun.”

 

“Tamam geçince haber veririm,” diyerek telefonu kapattım ve valizimi alıp, havalimanından çıktım. Hava çok güzeldi. Hayatım, yeni baharı yaşıyordu. Artık çok mutlu olacağımı biliyordum. Hayat, bana güzel bir hikaye vermişti. Ömrümün şansla dolu olması bir mucizeydi. Umarım bu mucizeler ve şans hep kendini katlayarak gelirdi.

 

Eve geldiğimde beklediğimden çok farklı birisi kapıyı açmıştı. Ev arkadaşım olacak kadın, fotoğraflarda çok daha masum duruyordu. Gerçekte çok daha uzundu ve yüzünde bir sürü piercing vardı. Ürkütücü bir tipti.

 

“Güneşim ne kadar güzelsin sen öyle, hoş geldin, demek bundan sonra beraberiz,” dediğinde gülümsedim. Binnaz görüntüsüne zıt olarak çok sıcakkanlı ve sevecen bir kadındı. Yaklaşımı üstümdeki tüm gerginliği almıştı.

“İstediğin gibi rahatına bak. Artık burası senin evin,” dediğinde mahcup bir gülümseme ile içeriye girdim. “Sen geç, ben kahveleri kapıp geliyorum.”

 

“Tamam,” diye mırıldanıp evi incelemeye başladım. 1+1 evlerin bu kadar küçük olduğunu bilmiyordum. Ve evin içerisinde çok fazla eşya olduğu için ev küçücük kalmıştı. En azından temizlik yapmak kolay olur diye düşünerek kendimi teselli ettim.

 

Binnaz, kahvelerimizi getirip karşıma oturdu. “Arkadaşım Burcu ev aradığınızı söylemişti. Ben de ev arkadaşı arıyordum, çok güzel denk geldi gerçekten. Gördüğün gibi sadece bir tane oda var. Ben çalışıyorum ve çok erken uyanıyorum o yüzden istersen odada sen kalabilirsin, ben salonda kalırım. Eve kız arkadaşların gelebilir ama erkek girmesine karşıyım. Onun dışında eski eşimle dava sürecindeyiz, çocuklarımızın velayeti için. Benim ikiz bebeklerim var ve velayet geçici olarak eşimde, çocuklarımı göstermiyor bana,” dedi sonlara doğru çatallaşan sesiyle. Üzüntüyle ona bakmayı sürdürdüm. O da derin bir nefes alıp devam etti konuşmasına. “Bana şiddet uyguladığı için ondan boşandım ve çocukları görmek için her yazdığımda beni tehdit ediyor ama korkma burada bize hiçbir şey olmaz tam yanımızda karakol var.”

 

“Şiddet uyguladığı halde velayeti nasıl eşine verdiler?” Dediğimde dolan gözlerini sildi. “Eşimin maddi durumu daha iyi olduğu için. Ben yeni yeni çalışmaya ve kendi ayaklarımın üzerinde durmaya başladım.”

 

“Gerçekten güçlü bir kadınsın,” diye fısıldadığımda gülümsedi. “Hayata inat. Neyse senin eklemek istediğin bir şey var mı?”

 

“Eve erkek girmesine ben de karşıyım, benim sevgilim de pek hoşnut olmaz böyle şeylerden. Zaten evden okula, okuldan eve gelmeyi düşünüyorum, çok ders çalışmam gerek,” dediğimde gülümsedi. “Umarım okulunda başarılı olursun. Kahveni içip yerleşmeye başla istersen.”

 

Kahveden son bir yudum alıp ayağa kalktım ve eşyalarımı odaya taşımaya başladım. Telefonumu açıp Rüzgar’ı aramaya başladım.

 

“Bebeğim?”

 

“Aşkım eve geldim ben, eşyalarımı yerleştiriyorum.” Valizimi açtım ve dolaba kıyafetlerimi yerleştirmeye başladım. “Tamam güzelim, bir sorun yok değil mi? Ev arkadaşın nasıl?”

 

“Çok tatlı birisi hiç kuşku kalmadı içimde. Gayet iyi anlaştık,” dediğimde Rüzgar birkaç saniye sessiz kaldı. “Yine de çok güvenme ve dikkatli ol olur mu? Sonuçta tanımıyorsun.”

 

“Tamam aşkım merak etme, burada çok dikkatli olacağım. Şimdi yerleşeyim öyle haber veririm.” Veda edip telefonu kapattıktan sonra işime geri döndüm.

 

Her ne kadar konfor alanından çıkmaya korkan birisi olsam da ve üstümde tedirginlik olsa da yeni bir hayata atılmak çok tuhaftı. İçimde garip kıpırtılar vardı. Bu şehrin kulağıma bir şeyler fısıldadığını hissediyordum. Arka planda bir müzik işitiyordum. Kaderin değişme melodisiydi bu. Ama benim kaderim nasıl değişebilirdi ki? Hayatımın geri kalan yılları, her şey planlıydı ve hazırdı. Neden bu şehir bana bu kadar farklı hissettiriyordu? Ensemde sıcak bir nefes hissediyordum. Anlayamadığım şeyler fısıldıyordu ve garip bir tedirginlik bedenimi ele geçiriyordu.

 

Derin bir nefes aldım. Yeni adımlar herkesi ürkütebilirdi değil mi? Ben her şeyin mükemmel olacağına emindim. Hayata güveniyordum.

 

Açılan sınıf gruplarının mesajlarına baktığımda, daha okula açılmadan herkesin kaynaşmaya başladığını görmüştüm. Hatta buluşanlar ve yanlarına çağıranlar bile vardı. Attıkları konuma baktığımda yürüyerek yedi dakika mesafede olduğunu görmemle gülümseyerek ayağa kalktım. Boşalan valizimi bazanın altına yerleştirdim ve deri ceketimle çantamı alıp evden çıktım. Biraz buraları keşfedip sınıf arkadaşlarımla tanışabilirdim.

Dışarı çıktığım anda, ışığı yanan kuleler odak noktam oldu. Kararan havayla beraber bambaşka bir atmosfere sahip olmuşlardı. Ama çıkan büyük duman beni tedirgin etmişti. Buna nasıl müsaade edebiliyorlardı?

Telefonum titremeye başlayınca Rüzgar’ın aradığını gördüm ve cevapladım. “Ne yapıyorsun aşkım?”

“Okul grubuna konum atmışlar, oraya gidiyorum. Tanışacağız, sohbet edeceğiz ve biraz da dolaşırım,” dediğimde bir sessizlik oldu ve R’nin sert sesini duydum. “Ne gerek var buna bu saatte Güneş?”

“Canım biraz dolaşmak istedi Rüzgar,” dedim ben de sesimi sertleştirerek. “Tamam, gez Güneş. O kadar işimin arasından sana vakit ayırmaya çalışıyorum, seni arıyorum ama sen bana vakit ayıramıyorsun.”

Yüzüme kapanan telefonla neye uğradığımı şaşırdım. İki buçuk yıllık ilişkimiz olmasa ve beni ne kadar sevdiğini, korumaya çalıştığını bilmesem beni oyuncağı gibi gören şımarık bir çocuk olduğunu düşünecektim. “Benim canım ne zaman hangi oyuncakla oynamak istersem onunla oynarım, benim dediğim olacak,” diye direten hasta bir çocuk...

Dolan gözlerimi silerek yürümeye başladım. Hassas bir insandım ve birinin, özellikle de sevdiğim birinin üzerime gelmesi kalbimi kırıyordu. Basit bir ses yükseltilmesine bile ağlayabilirdim. Ama R’nin isteyerek böyle yapmadığını biliyordum. Çok sinir, stres, baskı altında ve benden de uzakta. Uzakta olmamız da onu çok hırpalıyordu. Ve onsuz dışarı çıkmamı pek istemiyordu çünkü bana bir şey olmasından korkuyordu. Beni çok seviyordu.

Derin bir nefes aldım ve gülümsedim. İçimdeki hisse çok güveniyordum. Tam da olmam gereken yerde olduğumu ve bu şehirde çok büyük bir hikayem olduğunu söylüyordu bana. Kulaklığımı taktım ve Vosai- Young and wild and free şarkısını açtım. Her zaman bu şarkının içinde yaşayacağımı biliyordum.

Hayatımı çok seviyordum. Çok şanslıydım, etrafımda beni seven insanlar vardı. Hayallerim gerçekleşiyordu, aşkı bulmuştum. Sahiden de çok mutluydum. Lisedeyken, hep bir gezgin olmayı hayal ederdim. Tüm varlığım, bir sırt çantasında olacaktı ve ben hep yollarda olacaktım, bir yere bağlı olmayacaktım. Ve yeni bir şehre taşınarak ilk yolculuğuma başladım. Biliyordum ki ileride bir gezgin olacaktım.

Konuma geldiğimde gördüğüm şirin kafe tebessüm etmeme neden oldu. İçeriye girdiğimde bakışların bana döndüğünü hissettim. Tüm okul burada mıydı?

Gruba yazan kızı fark ettiğimde gülümseyerek onlara doğru yürüdüm. “Aa selam grupta fotoğrafını görmüştüm. Ben Cansu. “

“Güneş,” dedim ve boş sandalyeye oturdum. Diğerleriyle de tanışırken gülümsedim. Cansu, Sude, İrem ve Melisa çok iyi kızlara benziyorlardı.

“Adın çok güzelmiş,” dedi Sude. “Babam güneşi çok seviyor ve gençliğinde, grubunda onun için ‘Güneş’in Oğlu’ derlermiş.”

Dördünün de bana attığı aşağılayıcı bakışı garipsesem de masaya gelen çalışanın sorduğu soruyla kafamı ona çevirdim. “Nerelisin sen?”

“Rizeli’yim. Neden?” dediğimde kafasını salladı. “Çok benziyorsun çünkü.”

Bu tepki beni mutlu etmişti. Rize’yi çok seviyordum çünkü. Hatta Rize benim en büyük aşkım diyebilirdim.

“Bunu duymak çok güzel,” dediğimde abi gülümsedi ve boşları alıp gitti.

“Kesinlikle Kale’ye gitmeliyiz, orayı çok merak ediyorum. Buradaki herkes o mekanda takılıyormuş,” dedi Sude. Cansu hemen atıldı. “Şehrin sahiplerinin de hep orada olduğunu ve herkesin onlardan korktuklarını duydum.”

“Şehrin sahibi mi?” dedim şaşkınlıkla. İstemsizce kaşlarım çatılmıştı. Melisa kıkırdadı. “Gerçekten bilmiyor musun? Burası çok büyük firmaların yeri. Çok pahalı bir yer firmayla alakası olan kişiler kalıyor burada ve burayı aslında onlar yönetiyor.”

Buranın sadece çok varlıklı insanlara hitap ettiğinin farkındaydım bu yüzden kalacak yer bulma konusunda sıkıntı yaşamıştım ve zar zor Binnaz’ın evini bulmuştum. Histerik bir şekilde güldüm. “Şehir yönetmek o kadar kolay mı?”

“Savaş’tan habersiz kuş bile uçmaz burada,” dedi İrem büyük bir ciddiyetle. Söyledikleri ürpermeme neden olmuştu. “O da kim?”

“Bu şehrin sahibi. Firmaları, düzeni, her şeyi o yönetiyor. Korkutucu bir tip,” diye devam etti İrem. Cansu kahkaha attı. “Ben olsam öyle demezdim. Kolundaki ateş dövmesi bence çok seksi.”

“Adam çekici ama dövmeleri onu daha korkunç gösteriyor,” dedi Melisa. Sohbetten kopunca etrafla ilgilenmeye başladım. Yine tuhaflıklar hissediyordum ama anlam veremiyordum. Buranın, beni etkisi altına alan bir gizemi vardı. Kötü bir döngünün içerisinde kalmış gibiydim ama kader kulağıma bunun olması gerektiğini fısıldıyordu.

“O zaman Kale’ye gidiyoruz hemen,” diye çığıran Cansu’nun sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım.

“Evet, buradakilerin bu üç çıtırı görme zamanı geldi,” dedi Sude. Göz göze geldiğimizde dudaklarını birbirine bastırdı. “Yani dört demek istemiştim.”

Önemsemeyerek çantamı koluma taktım ve ayağa kalktım. Onları takip ederken havanın biraz daha soğuduğunu fark ettim. Gündüz yanıyorken akşam nasıl bu kadar soğuk olabilirdi? Burada kalmak ve alışmak konusunda şüphelerim vardı. Ait olmadığımı görüyordum.

Mekan görüş açıma girdiğinde adımlarımı durdurdum. Oldukça lüks ve karanlık bir görüntüsü vardı. Liselilerin takıldığı gotik mekanların aksine karanlığı görkemli değil, ürkütücüydü.

Kızları takip ettim ve kimliklerimizi gösterip içeriye girdik. Pitbull’un şarkısını işitmemle dans ederek ilerlemeye başladım. Onun şarkılarını çok seviyordum ve konserine gitmek için can atıyordum. Kesinlikle onun konserinde kimse beni tanıyamazdı.

Yerlerimize geçtiğimizde ceketimi çıkarıp öyle dans etmeye devam ettim. Cansu da bana uyum sağlamıştı. Sırtımızı birbirimize yasladık ve dans ederken Sude de videomuzu çekti.

Garson siparişlerimizi almaya gelince durduk. Diğerleri bira söylerken ben soda istedim. İrem kulağıma yaklaştı. “Sen neden içmiyorsun?”

“Ailem ve sevgilimin yanında içiyorum sadece,” dedim sesimi duyurmaya çalışarak.

Sodamı yudumlayarak dans ederken kızlar bir yere kitlendiler ve kendi aralarında konuşmaya başladılar. Cansu bana yaklaştı. “Savaş burada ve bize bakıyor!”

Bu benim umurumda değildi ki. Onların bu kadar heyecanlanmasına da anlam veremiyordum. Asıl o adamın heyecanlanması lazımdı çünkü üçü de çok güzel kızlardı.

“Ben de görmek istiyorum, yer değiştirelim mi?” diyen Melisa’ya karşılık kafamı salladım ve sodamı alıp onun yerine geçtim. Dans etsem de pek eğlenemiyordum, aklım Rüzgar’daydı. Kavga edince onun da benim de günüm, mahvoluyordu.

“Güneş, sana bakıyor resmen.” İrem’in dediği şeyle kaşlarımı çattım. Bu hoş değildi. Sevgilimden başka erkeklerle hiçbir şekilde alakam olmazdı. “Gözlerini oymamı istiyor galiba.”

“Tam pick me kızsın Güneş ya,” dedi İrem. Bununla onun ne gibi bir alakası vardı? “Değilim.”

“Aa işte gidiyor,” dedi Melisa. Cansu bana yaklaştı. “Yalnız gözünü senden bir saniye olsun ayırmadı.”

“Bu, çok rahatsız edici,” dedim öfkeyle. İrem alaycıl bir şekilde gülümsedi. “Hoşuna gitmiş gibiydi.”

“Saçmalama, benim sevgilim var ve ben ona çok aşığım,” dedim sesimi yükselterek.

Tadımın kaçtığını diğerleri de fark etmişlerdi. Cansu çantasını aldı. “Hadi benim evimde devam edelim .”

“Ben gelemem, yarın ders var. Sizi bırakayım oradan eve geçerim,” dediğimde onayladılar. “Bırakmana gerek yok aslında.”

“Yanımda biber gazı ve şok cihazı var. Sizi bırakayım, aklım sizde kalmasın,” dedim ve toparlanmaya başladım. İlk günden yediğim goller canımı sıkmıştı ve gün boyunca hissettiğim pozitif hisler bir bıçak gibi bana saplanmıştı. Hep çıkışlarla dolu bu hayatımda inişlere alışık değildim. Ama bir umut olmalıydı, değil mi? Ölüm yoksa her zaman bir umut vardır.

Yolda yürürken telefonumu kontrol ettim. Rüzgar hiç yazmamıştı. Aradığım zaman elbet yumuşayacaktı, biliyordum. Aşk, her şeyin üstesinden gelirdi.

Cansu’nun evine geldiğimizde kapıda durdum ve içeriye girmelerini bekledim. Girdiklerini görünce kendi evime doğru yürümeye başladım. Firmaların bölgesini görebiliyordum. Upuzun, ışıklı kuleler vardı ama bir tanesinden hala dumanlar çıkıyordu. Süresiz duman çıkmasına neden kimse tepki göstermiyordu? Şehrin sahibi olan adamın bundan haberi var mıydı? Yoksa bunu o mu yapıyordu? Neden insanlar tepki gösteremiyordu? Neden ondan bu kadar korkuyorlardı?

Binaya girdim ve merdivenleri tırmanmaya başladım. Anahtarımı cebimden çıkardığımda yere düşmesiyle bir küfür savurdum. Yerden alıp kilide geçirdim ve kapıyı açtım. Evin içi karanlıktı ama kulelerden yansıyan ışık, loş bir şekilde, biraz da olsa görebilmemi sağlıyordu.

İçeriye adım atıp kapıyı kapattığım anda birisi arkamdan gelip ağzımı kapattı ve beni iterek duvara yasladı. Ağzımdaki el, inip çenemi sıkarken gördüğüm tek şey kapkaranlık bakan bir çift mavi göz ve kolundaki ateş dövmesi oldu.

 

 

 

Loading...
0%