@redelf
|
“Ne korumasından bahsediyorsun?” Histerik bir kahkaha attım. “Kadın ağlıyor, panik atak geçiriyor, senden yardım istiyor sen ise olayı kapatmaya çalışıyorsun. Belli ki birilerini koruyorsun.” “Güneş, kanıtlarsam ne yapacaksın?” Sessizce ona baktım. Kendinden çok emindi. Birçok ihtimal kafamdan geçti. “Savaş biliyor musun?” “Neyi?” Diye fısıldadı. Gözlerimi kıstım. “Bu olayla çok ilgilisin. Bence senin bir parmağın var.” Kahkaha attı. Yapmacık bir kahkaha değildi, çünkü gülerken kendinden geçmişti. Kahkahalarının arasından konuştu. “Ee sonra?” “Belki de sen yaptın,” dedim büyük bir kararlılıkla. Bu sefer alaycıl bir şekilde güldü. “Güneş bu zekanı özel hayatın için de kullan.” Bir an duraksadı. “Ya da kullanma. Saçmalıyorsun.” “Ben niye hala seni dinliyorsam,” diye tıslayıp tam yürüyeceğim sırada beni durdurdu. “Neden böyle bir şey yapayım peki?” “Bilmiyorum,” diye mırıldandım. Ciddiyetle gözlerimin içine baktı. “Binnaz’ın bana ulaştığı andan beridir bu olayla ilgileniyorum Güneş. Burada böyle şeylerin olmasına, hiçbir kadının korkarak yaşamasına izin vermem. Onları bulmaya çalıştım gelsinler aynısını bize yapsınlar diye, tekrar tekrar kayıtları izledim, dinledim. Ama hiç hareketlilik yok. Kadın kafasında kurmuş.” Binnaz kafasında kurabilir miydi bunları? İlaçlar kullanıyordu ama gayet normal bir insan gibi yaşıyordu. Bazen ise manyaklaşıyordu. Bir an sosyal medya hesabında, sürekli alkol masaları paylaştığını hatırladım. Belki de uyuşturucu kullanmıştı. Halüsinasyon görmüştü çünkü evde hiç de normal değildi. “Uyuşturucu almış olabilir. Evde bazen manyaklaşıyor,” dediğimde Savaş kaşlarını çattı. “Siz nasıl ev arkadaşı oldunuz?” “Annemin arkadaşı tanıyor onu ve kefil oldu. Çok iyi bir insan, kalabilirsin dedi,” dedim. Savaş bir süre sessiz kaldı. “Dediğin gibiyse burada uyuşturucu olaylarının dönmesine de izin veremem. Öğrenciler ve çalışanlar yaşıyor burada. Ben Binnaz’ı takibe alacağım. Senden sadece dikkatli olmanı istiyorum.” “Teşekkürler,” diye fısıldadım. Bir şey demeden yürümeye başladığında kafama takılan şeyi sordum. “Neden Kale’de sürekli bana bakıyordun?” Bana dönmeden yürümeye devam ederek sorumu cevapladı. “Hap almış gibi dans ediyordun.” Şaşkınlıkla dudaklarımı araladım ve arkasından bakakaldım. O ise biraz ötesindeki motorun yanına gitti ve siyah kaskını kafasına geçirdi. Bindiği motorun sahildeki motor olduğunu görünce kaşlarımı çattım ve öfkeli, hızlı adımlarla evime doğru yürümeye başladım. Arkamdan son sürat bana doğru gelmesiyle korkuyla kenara çekildim. Ama vizörü açık olduğu için attığı kahkahayı duymuştum. O, gözden kaybolunca, sinirle yürümeye devam ettim. Türkler neden tanıdığının üzerine araç sürme şakasına bayılıyordu? İşin kötü tarafı ben bu konuşmaları R’ye nasıl anlatacaktım? Yine sinirlenecekti. Oflayarak siteden içeriye girdim ve eve çıktım. Aklım Cansu’da kalmıştı. Hemen ona yazdım. İyi misin? Anında cevap vermişti. Ev sahibimi ikna edemedim. Çok sinirli. Cengiz’e yazdım, sokakta kaldım diye o da param yok diyor. Öfkeyle derin bir nefes aldım. Cengiz dalga mı geçiyordu? O, orada bağırmadı mı kalacak yer ben ayarlarım diye? Hemen yazdı. İşin şovundaydı arkadaş işte. Cansu’yu aradım. Sinirden yazamıyordum. Açtığı anda konuştum. “Ne olacak şimdi?” “Benim aklımda şöyle bir fikir var Güneş. Sen Binnaz’ın yanında epey sıkıntılısın. Benim ev sahibim de parayı seven bir adam. Biz, beraber kalsak, kira katlanacağı için kabul etme ihtimali var.” Bu çok güzel bir plandı. Binnaz’dan kurtulabilirdim. Cansu da sokakta kalmazdı. Beraber ders çalışır okula da beraber gidebilirdik. “Harika düşünmüşsün. Evinden olmazsın, ben manyak ev arkadaşımdan kurtulurum. Hem birimiz uyanamazsak diğeri kaldırır,” dediğimde kıkırdadı. “O halde yarın sabah benden haber bekle. Ev sahibimle konuşayım. Sonra taşınırsın. Binnaz’ı ne yapacaksın?” “O işe gider gitmez toparlanmaya başlayacağım. O gelmeden evden gitmiş olursam harika olur çünkü vereceği tepkiyi kestiremiyorum,” dedim. Gerçekten de beni korkutuyordu. Cansu ile vedalaşıp telefonu kapattıktan sonra annemi aradım ve olanları anlattım. Benim için çok endişelense de sınıf arkadaşımın yanına taşınma fikrim onun da kafasına yatmıştı. “Yarın mutlaka telefonun açık olsun, sakın merakta bırakma beni Güneş.” Ona söz verip vedalaştıktan sonra telefonu kapattım. O sırada R’den gelen mesajı fark etmiştim. Bebeğim sen beni arama, ben müsait olunca arayacağım. Saçma gelse de çok üzerinde durmadım. Muhtemelen işleri vardır. Bilgisayarımı açınca blog sayfamı silmem gerektiğini hatırlamıştım. Sayfayı çok seviyordum, silmek istemiyordum ama sevdiğim adam için buna değerdi. Derin bir nefes alıp paylaştığım her şeyi bilgisayarıma kopyaladım. Kopyalama işi bitince de zor da olsa hesabı sildim. Bu sayfada epey emek ve yaşanmışlık vardı. Sonuçta benim dünyamı anlatıyordu. Ama olsun, her zaman güzel bir anı olarak saklayacaktım. Blog sayfamı dergi olarak çıkarmayı hayal ederdim hep. Şimdi ise hayalime veda etmek zorundaydım. Belki başka dergilerde yazarlık yapar veya bir kitap yazardım, kim bilir? Makyajımı çıkarıp giyindim ve kendimi yatağıma attım. Binnaz gelmeden rahat rahat uyumak istiyordum. ☀️ Sabah telefonumun, arama sesiyle uyanınca hemen cevapladım ve odamdan çıkıp, Binnaz’ın evde olup olmadığını kontrol ettim. Gelmemişti. Yine otel şişeleriyle gelirdi muhtemelen. “Efendim Cansu.” “Ev sahibim, seninle görüşmeyi istiyor. Gözaltı kafede buluşacağız üçümüz.” Onu onaylayıp veda ettikten sonra çok hızlı bir şekilde hazırlanmaya başladım. On dakika sonra evden çıkıp kafeye doğru koşar adımlarla yürümeye başladım. Kafeye geldiğimde, yanlarına geçtim. Adam tokalaşmak için elini uzattığında mahcup bir şekilde gülümsedim. “Erkeklerle tokalaşmıyorum ben.” Dindar bir insan olduğum için böyle olduğumu düşünüyorlardı insanlar ve aslında ateisttim ve Rüzgar yüzünden tokalaşmıyordum. Toplu taşımada birinin kolu bile bana çarpsa deliye dönüyordu. “Pekala, beraber mi kalmak istiyorsunuz?” Cansu onayladı. “Ve geçen seferki olayı açıklayabiliriz.” “Yavrum bana açıklama yapmayın. Gecenin bir saati, elinizde biralar mahalleye giriyorsunuz. Her şey ortada,” dediğinde dudağımı dişledim. “Sınıf arkadaşlarımla sahilde oturmuştuk. Dönerken de bıraktılar, bu kadar,” dedi Cansu. Onaylayarak kafamı salladım. Sessiz kalmayı tercih ediyordum ve bir an önce bu görüşmenin bitmesini istiyordum. “Bir daha böyle şeyler istemiyorum. Kalabilirsiniz,” dediğinde mutlu olmuştum. Kirayı, faturaları vs de konuştuktan sonra kafeden çıkmıştık. Cansu’ya döndüm. “Neden bu kadar üzerine düşüyor senin?” “Akrabam çünkü,” dediğinde şaşkınlıkla ona baktım. Kendi akrabası mı sokağa atmıştı? “Binnaz gelmeden çabucak eşyaları taşımamız lazım,” dediğimde beni onayladı ve bizim eve koşmaya başladık. Yorganımı, çarşafımı valize koydum ve kıyafetlerimi de bir poşete doldurdum. “Cansu, galiba bir şey yapacağım,” diye mırıldandığımda bana anlamazca baktı. Gidip onun deterjanlarını boşalttım ve içerisine su doldurdum. Ciddi ciddi altı, yedi tane deterjanı vardı. Manyak gibi aldıkça almış ona rağmen benimkileri kullanacak kadar pinti miydi sahiden? Cansu poşetlerimi alıp, eve giderken kalan kıyafetlerimi de poşetlere doldurmaya başladım. Tekrar gelen Cansu’ya elimdeki çantaları uzattım. “Geri kalanları ben alırım, daha gelmene gerek yok.” O çıktıktan sonra son olarak banyodaki eşyalarımı poşete doldururken telefonumun çalmasıyla duraksadım. Annem yazısını görünce hemen cevapladım. “Alo?” “Güneş! Güneş çabuk evden çık, derhal!” Kaşlarımı çattım. “Neler oluyor?”
“O kadın gerçekten de hastaymış. Şizofren o Güneş, tımarhanede kalmış!” Duyduklarım karşısında donakaldım. “Burada bilgilerine baktırdım. O evde tek bir saniye daha durma.”
Derin bir nefes alıp onaylayan mırıltılar çıkardım ve hızlıca eşyaları doldurmaya devam ettim. Son olarak rimelimi de poşete koyup hızlıca yerden kalktığımda duyduğum anahtar sesiyle olduğum yere mimlendim. Kalbim korkudan hızla çarpıyordu ve nefes alamıyordum. Kapı açıldığında ne yapacağımı bilemez halde aynaya bakıyordum. Bana zarar verebilir miydi?
Bir şey yapmalıydım. Yumruklarımı sıktım ve derin bir nefes aldım. Sonunda hava alabilen ciğerlerim rahatlamıştı. Aynaya doğru eğildim ve kaşlarımı düzeltmeye başladım. O kadının adım seslerini işitebiliyordum. Kalp atışlarım kadar hızlıydı ve gittikçe bana yaklaşıyordu. Hiç istifimi bozmadan yüzüme doğal bir ifade yerleştirdim. Kapı açılınca gülümseyerek ona döndüm. Sert ve ciddi bir yüz ifadesi vardı. “Hayırlı olsun taşınıyor musun?”
Sertçe yutkundum ve hüzünlü bir şekilde gülümsedim. “Bölümü bırakmaya karar verdim, ailemin yanına dönüyorum.” Banyodan çıkıp koridorda ilerlemeye başladım ve tam kapının önüne koyduğum poşetleri almak için eğilmemle kulağımın dibinde onun nefesini hissettim. “Hiç inanmadım.” Sesini duymamla duraksadım ve yavaşça ona döndüm. “İstediğine inanmakta özgürsün.” Az önce klişe bir erkek yalanı mı söylemiştim ben? Neye inanmak istiyorsan ona inan. Gözleri dolmuştu Binnaz’ın. Birden yere çöktü ve hıçkırarak ağlamaya başladı. “Sen de mi gidiyorsun Güneş?” Onun yanında eğildim ve elimi omzuna koydum. Böyle bir tepki beklemiyordum. “Gitmek zorundayım Binnaz.” “Annem de babam da ayrıldıktan sonra beni istemedi. Beni yapayalnız bıraktılar. Bir tek sen vardın Güneş. Yanımda olan sadece sen vardın.” Ne yapacağımı bilemez halde etrafa bakındım. Onu böyle bırakmak istemiyordum ama gitmek de istiyordum. Sakinleştirici bir ses tonuyla konuştum. “Ben hep yanında olacağım. Gitmem hiçbir şeyi değiştirmez.” “Yanımda olmak istiyorsan gitme Güneş. Sen de beni bırakma. Hani beni seviyordun?” Ona acıyla baktım. Çok çaresiz kalmıştım. Ona acıyordum fakat gitmek istiyordum. Onunla yaşamak istemiyordum. Mutsuzdum. “Ben de gitmek istemezdim ama gitmek zorundayım bölümü bırakıp ailemin yanına dönmeliyim.” Önüme dönüp tekrar bir adım attığımda arkamdan gelip saçımı kavramasını ve beni geriye doğru çekmesini beklemiyordum. Duygu karmaşası yaşıyordum; heyecan, öfke, korku... O beni salona sürüklerken hiçbir şey yapamıyordum. Benden çok uzun ve kiloluydu. Kas gücü de benden fazlaydı. Ona karşı hiçbir şansım yoktu. “Sen dalga mı geçiyorsun benimle? Beni yarıyolda mı bırakıyorsun Güneş?” Binnaz, dişlerinin arasından konuşuyordu. Çok sinirliydi. Ben ise “Bitse de gitsek,” der gibi bir ifadeyle yapacaklarını bekliyordum. Karşılık veremezdim ki, gücüm yoktu. Beni balkona çıkarıp sırtımı direğe yasladı ve kafamı aşağıya doğru sarkıttı. Bir çığlık attım ama sesim çıkmıyordu bile. Sitede kimse yoktu. Kimse bizi göremiyordu. Cansu da tekrar gelmeyecekti. Siteye bir motorun girdiğini görmüştüm ama o da bizi görmemişti. Binnaz beni aşağıya atmaya çalışırken dolabın koluna tutundum ve bırakmadım. Güçsüz olabilirdim ama uzun parmaklarımın bana verdiği bir avantaj vardı; tutunduğum, tuttuğum bir şeye öyle kenetlenebiliyordum ki kimse alamazdı. Buna erkekler de dahildi. Lisede, derste telefonumu yakalayan hocalar olmuştu ama onlar elimden almaya çalıştığında hiçbiri alamamıştı. Binnaz elimi çekip beni aşağıya itmeye çalışıyordu ama hiçbir işe yaramıyordu. Ah bir de onu etkisiz hale getirecek gücü kendimde bulabilseydim... Belki de yapabilirdim. Bir tekme atıp onu itmeye çalıştım. Bu, çok yanlış bir fikirdi. Daha çok sinirlenmesine neden olmuştu. Bana bir yumruk geçirecekken kafamı eğdim ve balkondaki meyveleri ona fırlattım. Hindistan cevizinin onun kafasına gelmesiyle büyük bir çığlık attı. “Geberteceğim seni!” Kafasını tutmasını fırsat bilerek, içeriye doğru koşmaya başladım ama anında beni yakaladı ve tekrardan direğe yasladı. Balkondan sarkarken ters gördüğüm manzaranın başımı döndürdüğünü hissettim. Bir şeye tutunmak için de geç kalmıştım. Binnaz beni büyük bir kuvvetle iterken birden geriye çekildi ve bir el beni kendisine çekti. Şok içerisinde yere bakıyordum sadece. Kafamı kaldıramıyordum. Bir el ensemi tutuyordu. Kolundaki ateş dövmesini görebiliyordum ama bakamıyordum. Adrenalinden dolayıydı sanırım. “Güneş! İyi misin bak bana!” Zorlukla gözlerimi onun gözlerine diktim. Ve kafamı salladım. Konuşamıyordum. Beni koltuğa oturttu ve ona korkuyla bakan Binnaz’a doğru ilerledi. “Seni o geldiğin tımarhaneye geri döndürmeyecek miyim şimdi Binnaz,” dedi eğlenerek. O da mı biliyordu? Ve bana söylememişti. Sinirden yanaklarımın kızardığını hissettim ve ona döndüm. “Biliyordun ve bana söylemedin mi sen?” “Bugün öğrendim, sana söylemeye gelmiştim. Sen nasıl öğrendin?” dediğinde sinirim az da olsa yatışmıştı. “Annemin hakim arkadaşı onun bilgilerine baktı.” Binnaz bana nefretle bakıyordu. Ona baktım ben de. “Öğrenilmez mi sanıyordun ruh hastası?”
Bir taraftan ona üzüldüğümü hissettim. Çünkü hastaydı. Böyle olmayı belki o da istemezdi ama daha demin beni balkondan atmaya çalışmıştı. Ona olan öfkem öyle fazlaydı ki. Savaş yanıma oturdu ve koltuğa yayıldı. O, Binnaz’a ben de ona bakıyordum. Bana bakmadan fısıldadı. “Sen ne yapacaksın Güneş?” “Evden gidiyorum,” dediğimde onun bu normal tavrını garipsemiştim. “Hımm,” diye bir ses çıkardığı sırada Binnaz ayağa kalktı ve dış kapıya doğru koşmaya başladı. Savaş, gülerek arkasından seslendi. “Olmuyor ama böyle Binnaz’cığım.” Şaşkınlıkla ona baktım. “Savaş, o kaçıyor!” Umursamaz bir şekilde gülümsedi ve bana yaklaşıp fısıldadı. “Belki ben kaçmasına izin veriyorumdur.” “Neden?” diye fısıldadım istemsizce. Karanlık gözlerini gözlerime dikti. “Ona yapacağım şeyleri görmemen için.” Korkuyla geri çekildim. Gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. Kekeleyerek konuştum. “L-lütfen ona zarar verme. O h-hasta.” “Ona elimi bile sürmeyeceğim. Sadece geri göndereceğim,” dediğinde rahatlamıştım. Ayağa kalktım ve evin içine son kez bakındım. Artık benim de gitme zamanım gelmişti. Son eşyalarımı da toparlamaya başladım. Savaş da bana yardım ediyordu. Onun, iyi bir insan olduğunu düşünüyordum. Doğru olduğuna inandığı şey için çaba göstermesi ve buranın güvenliğini bu kadar umursaması kesinlikle şehrin sahibi olması gerektiğini gösteriyordu. Ayıcıklı pijamalarımı koyarken Savaş benimle dalga geçince tüm düşüncelerimden vazgeçtim. Onu dövmek istiyordum. O, poşetleri indirirken ben de çantamı aldım. Bu evden gittiğim için gerçekten de mutluydum. Artık her şeyin yoluna girmesini umuyordum. Aşağıya indiğimde Savaş’ın beni beklediğini gördüm. “Atla hadi.” “Nereye gideceğimi bilmiyorsun ki,” dediğimde garip bir bakış attı. “Tarif edersin, bırakırım.” Çok şaşırmıştım. Rüzgar genelde kısa mesafe olmadığı sürece beni bir yere bırakmazdı. Araba çok yaktığı için tabi. Direkt neresi olduğunu soruyordu ve ya toplu taşımayla git ya da oraya gitme diyordu. Eve varmamız bir dakikayı bulmamıştı. Savaş poşetleri içeriye taşıdı. Cansu bize şaşkınlıkla bakıyordu. Savaş dışarı çıkarken ben de onunla gittim. “Her şey için teşekkür ederim. Bana çok yardımın oldu,” dediğimde ifadesizce bana baktı. “Binnaz’ı merak etme bundan sonra o bende. Artık ben olmayacağım o yüzden başına bela alma.” Dediğine karşılık güldüm. “Bundan sonrasının çok güzel olacağına inanıyorum.” “Kendine iyi bak,” dedi ve gitti. Onu görmemek güzel olacaktı çünkü onu her gördüğümde başımıza bir bela geliyordu. Eve döndüğümde Cansu bana sorarcasına bakıyordu. “Binnaz tımarhanede kalıyormuş. Savaş bana söylemek için gelmiş ama Binnaz evden çıktığımı görüp kriz geçirdi. Savaş yetişmese beni balkondan atıyordu,” dediğimde gözleri kocaman açıldı. “Dalga mı geçiyorsun?” “Başıma gelenler şaka gibi biliyorum,” dediğimde bir şey demeden mutfağa gitti. “Bir kahve içelim en iyisi.” Cansu kahveleri getirdiğinde gülümseyerek yatağa oturdum ve kahvemi yudumlamaya başladım. Ev, Binnaz’ın evinden bile küçüktü. Bodrum katındaydı ve sadece bir oda vardı. Odada iki yatak olduğu için hiç alan yoktu. Ama dürüst olmak gerekirse, evi sadece uyumak için kullanmayı düşünüyordum. “Kumru yüzünden Mehmet ağabey ile aram açıldı. Nefret ediyorum o kızdan,” dediğinde dudaklarımı büzdüm. “Kız bilemezdi ki sadece yürümek istemedi.” Cansu, gözlerini devirdi. “Ben hissetmiştim böyle olacağını. Arka mahallede inmeliydik.” Kafamı sallayarak onu onayladım. “Asıl suçlu olan Cengiz. Bir mahalleye serseri gibi son ses müzikle gelinmez,” dediğimde Cansu da onaylayan mırıltılar çıkardı. Sonra elinde minik bir sepetle yanıma geldi. “Manikürümü yapmama yardım eder misin?” Gülümsedim. Çıkardığı takma tırnakları boyamaya başladık beraber, ojelerle. Kız kardeş gibi görünmemiz beni daha çok gülümsetti. Takma tırnakları tırnağına yapıştırırken bir taraftan da onu bırakan eski sevgilisini anlatıyordu. Kızı cepte gördüğü için bırakmıştı en sonunda. Erkekler bende çok fazla öfke uyandırıyordu çünkü, bebek gibi kızları üzüyorlardı. “Daha iyilerini bulursun, sana çok fazla değer verecek erkekler karşına çıkacak,” dediğimde kafasını salladı. “Seninkiyle nasıl gidiyor?” “Uzakta olduğumuz için çok mutsuzuz ama geçecek biliyorum. Ben onu çok seviyorum,” dediğimde anlamlandıramadığım kötü bir bakış attı. “İyi, güzel.” “Yemek işini nasıl yapacağız?” dediğimde Cansu garipsedi. “Bir sen bir ben, ayarlarız.” “Ben yemek yapmayı bilmiyorum ki,” dediğimde Cansu gözlerini büyüttü. “Nasıl bilmiyorsun ya evdekiler öğretmedi mi?” Kafamı olumsuz anlamda salladım. Derslerim yoğun olduğu için bizimkiler pek bana ev işi yaptırmamıştı. “Hiç öğrenme fırsatım olmadı, hayatım yoğundu.” Bana ters bakışlar atmaya devam etmişti. “Bulaşıkları yıkarsın o zaman.” “Bulaşık yıkamayı da bilmiyorum. Bana öğretirsen olur,” dediğimde uzaylıymışım gibi baktı. Bu kadar garip olan neydi? Anlamıyordum. Duş almam gerektiğini söyleyerek ayağa kalktığımda beni durdurdu. “Kettle var kenarda su kaynatıp kovada su hazırlayabilirsin,” dediğinde bu sefer ben ona uzaylı görmüş gibi baktım. “Nasıl yani?” “Doğalgaz çalışmadığı için kovaya sıcak su yapacaksın işte hiç leğenle, kovayla yıkanmadın mı?” dediğinde kafamı olumsuz anlamda salladım. Bana ters ters baktı. “Ne güzel el bebek gül bebek büyütmüşler.” Zar zor kovayla duş aldıktan sonra titreye titreye odaya gittim. Kendi evimin banyosu duş sonrasında çok sıcak oluyordu. Kışın bile üşümüyordum çünkü öyle bir sistem kurmuşlardı. Hızlıca giyinip, saçlarımı kuruladım ve güzel bir makyaj yaptım. 2016 stilini hala yaşatıyordum. Allıksız, bol kontürlü, keskin eyelinerlı, mat rujlu ve bol highlighterlı bir makyaj yapmıştım. Tumblr kızları halen benim güzellik algıma uyuyordu. Kapı çalınca Cansu’ya döndüm. “Birini mi bekliyordun?” Kafasını olumlu anlamda salladığında gidip kapıyı açtım. Melisa beni umursamadan direkt içeriye daldı. “Cansu harika bir yer keşfettim. Çok güzel protez tırnak yapıyorlar. Burnumuzu da deldiririz.” Cansu gülümseyerek Melisa’nın bahsettiği yeri internette arattı. Onlara döndüm. “Protez tırnak, tırnak mantarı ve kansere neden oluyor. Bence yaptırmayın.” “Hayır bir şey olmuyor,” dedi Melisa burun kıvırarak. “Hatta sen de yaptırsana.” Tırnaklarıma baktıktan sonra ona gösterdim. “Nasıl yaptırayım? Baksana.” Hayatım boyunca hiç maniküre gitmemiştim. Tırnaklarımı her zaman kendim yapıyordum. Çok da güzellerdi. Melisa ters ters baktı. “Hımm güzelmiş.” “Aç mısınız? Ben kahvaltı yapmadım da çok açım,” dediğimde diğerleri de kafasını onaylar anlamda salladı. Yemek yapmayı bilmiyor olabilirdim ama atıştırma tabağı da hazırlayamayacak değildim. Lavaşlara biraz labne sürüp üzerine salamlar yerleştirdim ve dürüm haline getirip sushi gibi kestim. Domates, salatalık, zeytinler koyarken haşlanmış yumurtaları püre haline getirip ince ince kestiğim peynirlerle karıştırdım. Kuru yemiş de ekledikten sonra tabaklar hazırdı. Tabakları çok güzel süslediğimi görünce kendimi, sunum delisi yeni gelinler gibi hissetmiştim. Olanlar çok trajikomikti bence. “Bu akşamki partiye geliyorsunuz, değil mi?” diyen Melisa’ya baktım. “Ben kesinlikle geliyorum.” “Seninki buna da laf yapmasın,” diyen Cansu’ya döndüm. “Kendi eğlencemden ödün verecek değilim.” “Bu arada ben ameliyat olmaya gideceğim.” Şaşkınlıkla Melisa’ya döndüm. “Neden?” “Kanserim çünkü.” Donakalmış şekilde ona bakakaldım. Kız kanserdi ve ne kadar mutluydu. Ben sessiz kalırken Cansu sorular sormaya başlamıştı. Susup onları dinlemeyi tercih ettim. “Ya bugün, üçümüz aynı dövmeyi mi yaptırsak? Best friend dövmesi.” “Ben yapmam,” diye mırıldandığımda bana ters ters baktı. Melisa’nın benden hiç haz etmediğinin farkındaydım ama ben hayatta dövme yaptırmazdım. Belki bir gün Güneş dövmesi yaptırırdım ama asla birisine bağlı olarak bir dövme yaptırmazdım. “Cansu o zaman ikimiz yaptırabiliriz,” dediğinde Cansu kafasını salladı ve gülümsedi. “Ben bir de koluma beteri yok uslanmaktan yazdırmak istiyorum.” Bence gayet hoş bir fikirdi. Telefonum çalınca ayağa kalktım. “Anneciğim bir saniye bekler misin? Odama geçiyorum şimdi.” “Odamız.” Cansu’nun bastırarak söylediği kelimeyi garipseyerek “odamıza” geçtim. Bunda rahatsız olacak ne vardı ki? O da birisine odama geçiyorum dese ben takılmazdım. Bu saçma ve çocuksu değil miydi? Anneme olayları anlattım. Tabi ki Binnaz’ın beni balkondan atmaya çalışmasını es geçtim. Sadece saldırmaya yeltendiğini ve Savaş’ın engel olduğunu söyledim. Biraz sohbet edip kapattıktan sonra kıyafetlerimi karıştırmaya başladım. Akşam için bir kombin yapmalıydım. Rüzgar, elbise ve şort gibi kısa kıyafetler giymeme izin vermiyordu. O yüzden siyah kot ve omuzları açık siyah bir kazak seçtim. Adıma zıt olarak her zaman siyahlar içindeydim ama en sevdiğim renk sarıydı. Ben de sarıydım ama sınırlı kişiler bunu görebilirdi. Karanlık ve sarı bu kadar zıtken nasıl ikisini de içimde barındırabilirdim ki? Belki de ne olduğumu bilmiyorumdur. En çok da kim olduğumu... Ensemde bir nefes hissettim ve ürperdim. Buraya geldiğimden beridir beni yalnız bırakmayan o melodi, şimdi de kulaklarımdaydı. Burası, bana sarı hissettiriyordu. Ama karanlığı hissettikçe o nefes etrafımda dönüyordu. Bilmediğim şeyler oluyordu. Peki ya ben neden korkmuyordum? Giyinip makyajımı tazelerken kızlar da yanıma geldi. Beni huzursuz bakışlarla süzüyorlardı. Abartmıştım sanırsam. “Sahilde üçlü bisikletler var bir tur atıp Gözaltı’ya geçelim mi?” dedi Cansu. Onaylayarak kafamı salladım. Kesinlikle bu küçücük evden bir an önce çıkmak ve artık normal bir aktivite yapmak istiyordum. Bugün neredeyse balkondan atılıyordum! “Biz de hazırlanalım çıkarız,” dedi Cansu. Melisa heyecanla ellerini çırptı. “Şu anki flörtüm Ertan da akşamki partiye geliyor.” Gözlerim, o, ellerini çırparken tırnaklarına takılmıştı. Protez tırnaklarından biri düşmüştü. “Melisa tırnağın düşmüş.” “Bir şey olmaz ya yaptıracağım zaten sonra,” dediğinde gözlerimi devirdim. “Saçmalama istersen Cansu’nun takma tırnaklarından takalım ve benim bej latte ojemi sürelim. Seninki de geliyor akşam kusursuz olman lazım.” O beni onaylarken hemen ojemi çıkardım, Cansu da takma tırnağı Melisa’nın tırnağına yapıştırdı. Melisa’nın çantasını pek beğenmediğim için kendi çantalarımdan, onun kombinine uyanı seçtim. Bu akşam ona göre bir date sayılabilirdi ve onun için heyecanlanmıştım. Onlar hazırlanmaya devam ederken telefonumu kontrol ettiğimde R’nin hala yazmadığını görmüştüm. Çok garipti, hiç böyle yapmazdı. Daha önce sadece o eğitime gittiğinde kırk gün iletişimsiz kalmıştık ama şimdi ne olduğunu da bilmiyordum. Derin bir nefes alıp telefonumu çantama attım ve kızlara baktım. Harika görünüyorlardı. Makyaj malzemelerimin arasından koyu kırmızı ve açık kırmızı rujlarımı aldım ve Melisa’ya uzattım. “Kesinlikle bunları sürmelisin.” “Zor sürülüyor siz bir el atsanız,” dediğinde Cansu, Melisa’nın dudaklarının kenarına koyu kırmızı ruju sürüp ortalara da kırmızı ruju sürmüştü. Cansu’ya döndüm. “Çok güzel oldu, sen de sürsene.” O da makyajını tamamladıktan sonra dışarıya çıktık. Kadın olmak en büyük güçtü bana göre. Kadın olmayı çok seviyordum. Erkek denilince kafamda karanlık, kadın diyince de ışıltı canlanıyordu. Erkekler bir resmin ana hattı ve çizgileriyse kadınlar da o resmin renkleriydi. Bu uyum da inanılmazdı. Rüzgar ve ben de öyleydik bence. Ben sarı bir ışıktım, o da... Karanlık demek istiyordum ama Rüzgar’ı kafamda canlandırınca aklıma gri bir duman geliyordu. Gri bir odadaki sarı ışıktım diyebilirdim. Sahile indiğimizde içimde garip bir kıpırtı oluşmuştu. Bisiklete binmeyi çok seviyordum. Bu sevgiyi bana dedem aşılamıştı. Favori torunu olduğum için ne istersem yapıyordu. İlk bisikletimi o almıştı. Telefon da almıştı, sürekli harçlık da veriyordu fazlasıyla, yaşlıların takıldığı kahvede bana oralet ısmarlıyordu. “Diğer kuzenlerine sakın söyleme,” diyordu. Bana bu kadar jest yaparken babama karşı sinsi sinsi gülüyordu. “Bu çocuğu öyle bir şımartacağım ki başına bela olacak,” diyordu. Ah, onu çok seviyordum. “Öne sen geç Güneş.” Cansu’nun sesiyle düşüncelerimden ayrıldım. Gösterdiği yere baktığımda korkuyla gözlerim irileşti. Arkası iki kişilikti ve önde sadece bir koltuk vardı. Kemer veya tutunmak için bir demir de yoktu. Düşecektim. İtiraz etmek için dudaklarımı araladığımda onların çoktan arkaya yerleştiğini görmüştüm. Bir şey demeden öne oturdum ve düşmemek için dua etmeye başladım. Evet ateistin, ateistliği bu ana kadardı. Melisa gülerek seslendi. “Seni düşürelim de gör.” İlerlemeye başladığımızda, telefonumu çıkarıp video çekmeye başladım ben de. Kendimi güneşin altındayken çok beğeniyordum. Gözlerim sıcak bir kahverengiye bürünüyordu ve soğuk saç ve cildimin yanında sıcak renkteki gözlerim patlıyordu. Zıt renklerin patlaması, onları çok göz alıcı yapıyordu. “Anladık kız, güzelsin,” diyen Cansu’ya karşılık güldüm. Melisa ise hemen atladı. “Hayır iğrençsin, ıyy.” Onu umursamadan telefona bir öpücük gönderdim. Sosyal medya hesabı kullanmadığım için paylaşamayacaktım. Rüzgar, sosyal medya kullandırtmıyordu. Birden kaşlarım çatıldı. Rüzgar neden bana bu kadar engel oluyordu? Kıskançlığı zamanla geçer diye düşünüyordum, en azından umuyordum yoksa hiç mutlu olamayacaktım. Rüzgar ile mutlu değilsin. Ya o değişecek ya da ilişkin... Rüzgar yerine başkasını koyamazdım, o kadar emek vermiştim. Bitiremezdim. Bitirebilirsin, sadece cesaretin yok. Belki korkak bir insandım. Hep ağladığım bu ilişkiden, kendim için vazgeçecek, kendim için bir şeyler yapacak cesaretim yoktu belki de. Ama bildiğim tek şey o cesarete asla kavuşamayacağımdı. Ben sonsuza kadar Rüzgar’a ait olacaktım. “Bu daha hızlı gitmiyor mu ya Güneş yere yapışsın!” Cansu’nun sesiyle onlara dönüp güldüm. “Sakın!” “Bize mi güldün sen? Senin saçını tekerleğe dolarım.” Melisa’nın şaka adı altındaki nefret söylemlerine karşılık göz devirmemek için kendimi tuttum. Sadece kendisine komik geldiğinin farkında mıydı acaba? Ya da onu umursamadığımın? Korkarak binsem de bisiklet çok hızlanmadığı için düşme riskim olmamıştı. Yani onların planı suya düşmüştü hatta onlar pedalı zar zor çevirip yorulurken ben oturduğum yerde, geziyordum. Karşımızdan gelen üçlü bisiklete baktığımda, pedalı çeviren kadın bana gülümsedi. “En güzel yere oturmuşsun.” Söylediğine karşılık güldüğümde kızların bana ters bakışlar attığını fark etmemle gülümsemem soldu. Yeni bir arkadaşlık için güvenmemelerini anlayabilirdim ama bu düşmanca tavırlar artık bende soru işareti oluşturuyordu. “Hadi in, park edelim,” diyen Cansu’ya tepki vermeyip bisikletten indim ve onları beklemeye başladım. Bisiklet gezintisi iyi gelmişti. Kızların boş şakalarını saymazsak tabi. İçimde, onlara karşı bir huzursuzluk vardı. Ya bana karşı kötü niyetleri vardı ya da sevgi göstermeyi bilmiyorlardı. Gözaltı kafeye doğru yürümeye başladığımızda yol boyunca Melisa’nın flörtü Ertan’dan bahsetmesine katlanmıştım. Bu, itici bulduğum bir şeydi. Ben sürekli Rüzgar’dan bahsetmiyordum nasılsa. Çünkü onları boğacağını biliyordum. Kim oturup, umurunda olmayan bir erkeği dinlemek isterdi ki? Üstelik İzmir’deki erkeklere pek güvenilmezdi ama bunu kızlara anlatamıyordum. Kafeye geçtiğimizde tüm çalışanların değişmiş olduğunu görünce şaşırmıştım. Bunu diğerleri de fark etmişti. Cansu oradaki masalarla ilgilenen genç adamın yanına gitti. “Volkan abi yok mu?” “Haberiniz yok mu? Babası vefat etti. Hani hep şu köşedeki koltukta oturan yaşlı bir amca vardı ya o,” dediğinde hepimiz şaşırmıştık. O yaşlı adamı görmüştük ve adam çok iyiydi, hiçbir şeyi yoktu. Bir anda nasıl gidebilirdi böyle? “Başınız sağ olsun,” diye mırıldanıp bir masaya geçtim. O kadar ani gelen ve beklenmedik bir ölümdü ki. Sahiden üzülmüştüm. Kızlar da yanıma oturunca aramızda bir süre sessizlik oldu. “Ben de ölmekten korkuyorum. Bu ameliyattan sonra ne olacak bilmiyorum.” Melisa’nın söyledikleriyle, Cansu da ben de ona döndük hızlıca. Sertçe yutkundum. “Saçmalama Melisa. Kötüyü düşünüp kötüyü çekme sakın.” “Hiçbir şey olmayacak. İyi bir şekilde döneceksin,” dedi Cansu. Melisa’nın gerçekten bu kadar güçlü ve yaşamayı seven bir kız olduğunu tahmin edemezdim. O, kanser olduğunu söylemeseydi aklımın ucundan bile geçmezdi onun kanser olduğu. “Bugün o kadar çok eğlenelim ki bir daha böyle bir günümün olmama ihtimalini unutmayalım lütfen. İki erkek arkadaşım da gelecek bana veda etmek için. Sizin için bir sorun olur mu?” Kafamı olumsuz anlamda salladım. “Senin için gidiyoruz tabi ki de arkadaşların gelebilir sadece benimle muhattap olmasınlar çünkü Rüzgar çok kıskanç biliyorsun.” Gerçi Rüzgar’ın artık aradığı sorduğu yoktu. Ayrıldık da benim mi haberim yoktu acaba?Melisa, söylediklerime karşılık kafasını sallamıştı. Ben de saati kontrol ettim. Gitmek için hala erken bir zamandı ve biraz daha oyalanmamız gerekecekti. Girişte bize vefat haberini veren ağabey yanımıza geldi. “Kızlar acil eleman aranıyor da çevrenizde çalışmak isteyen, iş arayan var mı?” Kızlar kafalarını olumsuz anlamda sallarken ben öne atıldım. “Aslında ben çalışmak istiyorum.” Bana anlamazca bakıyorlardı. Burayı çok sevmiştim ve çalışmayı da istiyordum. Kendi ayaklarımın üzerinde durabilirdim. Hayatta bunu herkesin öğrenmesi gerekiyordu. Adam bana kuşkuyla baktı. “Çalışabilir misin?” “Tabi ki ne zaman isterseniz başlayabilirim,” dediğimde kafasını sallayarak telefonunu çıkardı ve birisini aradı. Çok geçmeden telefonu cevaplanmıştı. “Volkan ağabey, eleman buldum ben. Buraya gelen öğrencilerden.” Kısa bir süre karşı tarafı dinleyip bana döndü. “Rizeli olan mı diye soruyor.” Kafamı olumlu anlamda salladım. “Evet ağabey, tamam mıdır senin için?” Veda edip telefonu kapattıktan sonra ona baktım. “Ne dedi?” “Yarın sabah 07.00’da başlıyorsun.” Gülümseyerek kafamı salladım. Bu kafenin bambaşka bir atmosferi vardı. Burada mutlu bir şekilde çalışacağıma emindim. Okuldan sonra eve gitmek istemiyordum. Kızlarla takılmak da bana çok iyi gelmiyordu. Buluşmalarımız, keyiften çok zamanımın boşa gittiğini hissettiriyordu. Ders-okul-iş yapmak benim için güzel bir düzen olacaktı. Kafeden ayrılıp Kale’ye geldiğimizde girişte arama yaptıklarını görmemle kızları durdurdum. “Bendeki emanetleri saklamamız lazım.” Seri bir şekilde, şok cihazını göğüslerimin arasına sıkıştırdım. Melisa da biber gazını, Cansu da çakımı göğüslerinin arasına sıkıştırdı ve içeriye girdik. Arama sırasında fark ederler diye tedirgin olsam da neyse ki hiçbir şey olmamıştı. İçeriye geçtiğimizde mekanda müthiş bir rock parçanın yankılandığını işitmiştim. Sahnede çalan gruba gülümseyerek baktım. Biraz imrenmiş olabilirdim, birazcık. Güzel sanatlar okusam da sesime güvensem de sahne korkum vardı ve bunu aşamıyordum. Sahneye ait olduğumu, sahnenin evim olduğunu söyleyebilirdim ama hiç çıkmamıştım. Çıkmayı da istemiyordum. Bu, bir travmanın eseriydi. İlkokulda olduğumu hatırlıyordum. Lavabodan zilin sesi duyulmuyordu ve tenefüste çok fazla sıra oluyordu. Çok beklemiştim, işimi halletmek için sonrasında da derse geçmiştim ama geç kalmıştım. Benim gibi geç kalan başka öğrenciler de vardı. Haberimiz bile yoktu dersin başladığından. Ne telefon vardı ne de saat... Zil ise duyulmuyordu. Biz derse geç girince hoca çok sinirlenmişti ve geç kalanları tahtaya kaldırmıştı. Beni fark etmemişti. İçimden buna şükrederken sınıf arkadaşlarım bağırmışlardı. “Hocam Güneş de geç gelenlerden!” “Geç tahtaya!” Hocanın bana bağırmasıyla boynum büküp şekilde tahtaya geçtim. Kafamı utanç ve korkudan kaldıramıyordum. Sırayla hepimizi tahtada dövdüğünde hayatımda ilk defa gözler önünde bir his tatmıştım. Utanç... Kalabalık gözlerin önüne çıkmanın bende uyandırdığı his utanç, değersizlik ve yetersizlikti. Bu yüzden bir daha hiç gözler önüne çıkmaya cesaret edememiştim. Rüzgar, benim utangaç ve çekingen olmamı çok tatlı buluyordu ve seviyordu ama ben bundan nefret ediyordum. İlkokul hocamdan da öyle. Ailemin ona karşılık vermemesinden de öyle. Bu olay yüzünden değersiz ve sıradan biri olduğumu öğrenmiştim. Oysa küçükken, önemli biri olduğuma çok inanmıştım ve aksini öğrenmem, özellikle de bu şekilde öğrenmem beni mahvetmişti. “İşte buradalar!” Melisa’nın sesiyle kendime geldim. Düşüncelere dalmışken yumruğumu sıktığımı fark etmemiştim. Masamıza bizim yaşlarımızda iki genç adam gelmişti. Berkan ve Ümit kendini tanıtırken yapmacık bir tebessüm ettim. Tokalaşmak istediklerinde ben geri çekilirken Melisa öne atıldı. “Onun çok kıskanç bir sevgilisi var da o erkeklerle tokalaşmıyor.” Onlar aralarında sohbet ederken ben de kendi halimde dans ediyordum. Sahne çok büyüleyici görünüyordu. Ve evime uzaktan bakmak, beni hüzünlendiriyordu. Orada olmayı ve tam benim tarzım olan rock parçaları söylemeyi istiyordum. Konservatuvarı kazanacak yeteneğim vardı. Hatta elektro gitar da çalabiliyordum, dokuz yaşımdan beridir. Kendi şarkılarımı sarı bir elektro gitar alıp söylemek istiyordum. Gitar kursuna gittiğim zamanlarda kendi şarkılarımı da yazıyordum ve söylerken hep şarkılarımı farklı seslere bölmeyi hayal ediyordum. Erkek seslerini çok beğeniyordum. Benim şarkılarıma bas erkek sesinin, bariton erkek sesinin ve tenor erkek sesinin eşlik etmesini çok istiyordum. Benim sesim mezosoprano olduğu için ek kadın sesine ihtiyaç yoktu benim şarkılarım için. Ve DÖRT isimli, benden ve üç erkekten oluşan bir müzik grubu kurmayı hayal ediyordum hep küçükken. Bu küçüklük hayalimi bir kız arkadaşıma anlatmıştım eskinden. Bu üç kişiyi bulup hayalimin grubunu kurmak istediğimi söylemiştim. “Küçükken hayalini kurduğun bu üç kişiyi bulacağını mı düşündün Güneş?” Kıza karşılık heyecanla başımı aşağı yukarı salladım. “Peki Güneş hiç şizofren olabileceğini düşündün mü?” Bu tepki, kalbimi fazlasıyla kırmıştı ve gidip Rüzgar’a anlatmıştım. “Güzelim benim insanlar böyledir, saçmalık bu hayatta olmaz derler, konuşurlar. Ve sen yapınca da işte yapacağını hep biliyordum derler,” gibi bir tepki beklerken onun bana söylediği şey kanımı dondurmuştu. “Peki Güneş hiç o kızın haklı olabileceğini düşündün mü?” Hayalimi istediğim için beni şizofren yapmıştı. Bir şizofren... İçine daldığım düşünceler yüzünden tadım iyice kaçarken kendimi toparlamaya çalıştım. Buraya bugün kazandığım bir zaferi kutlamaya ve kanser arkadaşıma veda etmeye gelmiştim. Bir şizofren beni balkondan atmaya çalışmıştı ve ben kurtulmuştum. Bugün en çok benim mutlu olmam gerekirken ben gereksiz kuruntular yapıyordum. Derin bir nefes aldım ve gülümsedim. Her zaman gülümseyecektim ve gülümsemem her zaman bana zaferler getirecekti. “Ay inanmıyorum! Bunların burada ne işi var? Mert!” Melisa yanımda ciyaklarken yüzümü buruşturdum ve seslendiği yöne baktım. Üç erkek de bize doğru geliyordu. Melisa’nın masamıza beş erkek getirmesi beni çok rahatsız etmişti ama sesimi çıkaramıyordum. Çünkü belki son günleri olabilirdi. Mert, Furkan ve Eren’i bizimle tanıştırırken mesafeli davranmaya özen gösterdim. Melisa lütfen artık kimseyi getirme masaya. Beş erkek, üç kızdık ve ben kendimi çok rahatsız hissediyordum. Rüzgar kıyameti koparacaktı. Onlar alkol sipariş ederken ben tekrardan soda istedim. “Sen neden alkol içmiyorsun?” Eren beni incelerken soğuk bir şekilde sorusunu cevapladım. “Dışarıda alkol almıyorum.” Hareketli şarkıların açılmaya başlanmasıyla Cansu ve ben dans etmeye başladık. Melisa da bize katılmıştı. Cansu kulağıma eğildi. “Furkan’ı aşırı beğendim. Terasa sigara içmeye çıkalım mı belki o da bizimle gelir?” Kafamı sallayarak onu onayladım ve montumu giydim. O da Furkan’a eğilip bir şeyler söylediğinde Furkan da kafasını salladı. Üçümüz terasa giderken Cansu ve Furkan’ı düşünüp gülümsedim. Bir bahane bulup onları yalnız bırakacaktım. Onlar sigara yakarken ben de bir tane yaktım. Çok nadiren içerdim. Güzel bir ortam, atmosfer ve müzik varken tek tük yakmayı seviyordum. O ikisi sohbet ederlerken olabildiğince muhabbetin dışında kalmaya çalıştım. Cansu bana göre Furkan için fazla güzeldi ama onu beğendiyse desteklerdim. Tabi ki Furkan’ın onu üzmesine izin vermezdim. Biz, Furkan’ın tıp okumasına, Furkan da bizim konservatuvar okumamıza şaşırmıştı. “Benim alanım elektro gitar, Cansu’nun da akustik gitar bu arada,” dedim ve elimdeki sigarayı söndürdüm. Topu atmıştım, Furkan zeki bir çocuksa buradan yürüyebilirdi. “Çok üşüdüm de içeriye geçiyorum izninizle.” Onları baş başa bırakıp bizimkilerin yanına döndüm ve etrafı incelemeye başladım. Buraya ilk geldiğimizde kızlar şehrin sahiplerinin hep buraya geldiğini söylemişti. Hatta Savaş’ı da burada görmüşlerdi. Burası onlar için ne ifade ediyordu merak ediyordum. Ve neden burada parti düzenlediklerini... Eğer firmaların bir etkinliğiyse kesinlikle bunun bir parçası olmak istemiyordum. Hiç durmaksızın zehirli gaz salıyorlardı bu şehre. İnsan canının hiç önemi yok muydu? İnsanları zehirleyip bir de bunu kutluyor olamazlardı herhalde. Cansu ve Furkan yanımıza gelirken bu sefer diğerleri çıkmıştı terasa. İkisinin bir tık daha samimi olması yüzümde şerefsizce bir gülümseme oluşmasını sağlamıştı. Cansu ile göz göze gelince ona “Yolundasın.” bakışı attım. O da şeytani bir gülümsemeyle karşılık vermişti. Onlar sohbet edip dans etmeye devam ederken telefonumu kontrol ettim. Evet, Rüzgar’dan hala ses seda yoktu. Telefonumu cebime koyarken Savaş ve birkaç adamın gülüşerek bir şeyler konuştuklarını görmüştüm. Kale’nin onlar için önemini daha fazla merak etmeye başlamıştım. Başlarda şehrin sahibi olma olayını ergence bulup ciddiye almasam da Savaş’ı tanıyınca gerçekten bu işi ciddiye aldığını ve bu işe en uygun kişi olduğuna şahit olmuştum. Ama yanındaki adamların olayını merak ediyordum. İçimden bir ses her şeyin göründüğü kadar kusursuz olmadığını söylüyordu. Ve ben bunu kurcalamayacaktım, başıma bela almayacaktım. Dakikalar sonra Melisa yanımıza geldi ve Furkan’ın kulağına eğilip bir şeyler söyledi. Yüz ifadesi oldukça telaşlıydı. O ikisi masadan ayrılırken Cansu’ya sorarcasına baktım. O da “Bilmem,” dercesine omuz silkti. O ikisi uzaklaşınca Cansu bana yaklaştı. “Numaralaştık biliyor musun?” dediğinde heyecanla ciyakladım. “Ne? Ciddi misin?” O da sevinçle kafasını sallarken gülerek ona sarıldım. “E süper bu! Gerçi senden güzelini mi bulacak?” Sevinçle kıkırdarken Savaş ile göz göze gelince gülümsemem soldu. Beni fark etmesini beklemiyordum. İfadesiz bir şekilde bakışlarını benden çekti ve elini yanındaki kızın beline attı. O ikisi terasa doğru ilerlerken Cansu da onlara baktı ve bana döndü. “Ay ben kafamda kurmuşum resmen. Savaş’ın sevgilisi varmış.” Bir şey demeden gülümsedim. Bugün herkes yolundaydı. Savaş da öyle. Hala Melisalar’ın gelmediğini fark edince kaşlarımı çatarak Cansu’ya döndüm. “Neredeler bunlar?” “Ben bir bakıp geleyim,” dedi ve terasa doğru yürümeye başladı. İçimde kötü bir his vardı. Kesinlikle bir şeyler yolunda değildi. Biliyordum. Üstelik Savaş’ı da görmüştüm. Savaş’ı görmek kesinlikle belanın habercisiydi. Cansu telaşla yanıma geldi. “Bulamadım onları Güneş.” Derin bir nefes aldım ve montumu giydim. “Sen bekle. Ben onları bulup geleceğim.” Önce terasa baktım ama onları göremedim. Bu durumda kesin kötü bir şey olmuştu ve dışarıdalardı. Kale’in çıkışına yöneldiğimde etrafta ürpertici bir sessizliğin olduğunu fark etmiştim. Kapının önündeki korumalara yöneldim. “Buradan çıkan kıvırcık saçlı bir çocuk ve kilolu bir kız gördünüz mü?” “Aşağıya gittiler,” dedi koruma sertçe. Ona şaşkınlıkla birkaç saniye baktıktan sonra aşağıya doğru yürümeye başladım. Yolun sağında ve solunda bekleyen kalabalığı görünce adımlarımı hızlandırdım. Ben bekleyen insanların arasından geçip Melisalar’ı görmeye çalışırken tüm kalabalığın bana baktığını fark etmiştim. Melisa görüş açıma girdiğinde şaşkınlıkla dudaklarımı araladım. Berkan, Ümit, Mert, Furkan ve Eren kalabalık bir grupla kavga ediyordu ve Melisa durmaları için onlara bağırıyordu. Ben ilerlerken Melisa beni fark etti. “Güneş uzak dur, çekil!” Onu dinlemeyerek cebimden biber gazımı çıkardım. Mecburen hepsine sıkacaktım, etkisiz hale gelmeleri için ama çok hızlı hareket ediyorlardı. Ben ise elimde biber gazıyla ne yapacağımı bilemez halde onlara bakıyordum. Arkamda bekleyen kalabalığa döndüğümde kimsenin ayırmaması beni sinirlendirmişti. Ama onlar da bir şey yapamazdı birbirlerini öldüresiye dövüyorlardı. Berkan bir çocuğun kafasına vurduğunda Melisa çığlık attı. “Yapmayın, lütfen,” diyebildim sadece. Tabi ki duymadılar bile. Arkamdaki kalabalığa tekrardan baktığımda Kale’nin terasında bir gölgenin bizi izlediğini görmüştüm. Savaş... Onu gölgesinden bile tanımama şaşırıyordum. İçimde bir güven hissiyatı oluşmuştu. Savaş birazdan gelip çözecekti biliyordum. Melisa hala çığlıklar atıyordu. Kalabalık ise sadece izliyordu. Ben de öyle. Karşı grup Melisa’nın arkadaşlarını adeta pert etmişti. Gözlerim Savaş’ı arıyordu ama o, yoktu. Mert bayılınca onu döven çocuk ıslık çaldı ve hızlı adımlarla uzaklaşmaya başladılar. Hemen Mert’in yanına koştum. Melisa ve Furkan da gelmişlerdi. “Mert! İyi misin Mert? Ses ver!” Mert’in tepki vermediğini görünce ikisi de ağlamaya başladı. Ben ise soğukkanlı bir şekilde izliyordum sadece. “Ne oluyor burada?” Kafamızı sesin sahibine çevirdiğimizde, kırmızı ve mavi ışıklar gözlerimi alıyordu. Polisler gelmişti. Bize seslenen polisin yanındaki polis ambulans çağırdı. Onlar polise olayı anlatırken cebimden bir sigara çıkardım ve kenarda bekleyen polislere doğru ilerledim. “Çakmağınız var mı acaba?” “Bende var, al senin olsun.” Kalabalıktan seslenen kişiye baktım ve teşekkür ederek çakmağı aldım. Polislerle Melisalar’ın konuşmalarını az kenarlarında sigara tüttürerek dinlediğim için kenarda bekleyen polisler bana ters ters bakmışlardı. Aklıma Cansu gelince hemen Melisa’ya seslendim. “Ben Cansu’yu alıp geliyorum.” Koşarak Kale’nin girişine ilerlediğimde korumalar beni durdurdu. “Giremezsin.” “Arkadaşım içeride ve eşyalarımız var,” dediğimde koruma bana doğru bir adım attı ve şaşkınlıkla donakalmamı sağlayan cümleyi söyledi. “Savaş Bey’in kesin talimatı var. İçeriye giremezsin.” |
0% |