3. Bölüm

0.3

Tutku Devran
redndyellow

 

 

 

🌟 ve yorum bırakın lütfen. Keyifli okumalar :)

 

 

Telefonun ucundan gelen kelimeleri duyar duymaz bir an hareketsiz kalmış gerçek olduğuna emin olamadığım için etrafa bakınmıştım. İçimde yükselen heyecan dalgası, tüm bedenimi saran sıcaklıkla birlikte patlamıştı. Aynanın karşısında zıplarken telefonu ne kadar sıkı tuttuğumu fark etmemiştim bile.

 

Kalbim yerinden çıkacakmış gibi çarparken, bir çığlık attım ve ellerimi havaya kaldırıp etrafımda döndüm. Halıya basan ayaklarım neredeyse yerden kesilmiş gibiydi; bir kuş kadar hafif, bir fırtına kadar coşkuluydum.

 

Alınması imkansız görünen bir işi vermesi imkansız bir adamdan almıştım!

 

-Kızım n'oldu iyi misin?!" Odaya giren kayınvalideme hızla sarıldım. Mutluluktan onu biraz sarsmış olacağım ki inlemesini duyar duymaz geri çekildim.

 

-Toplantıya girdiğim işi almışım Züleyha anne!" Sevincime en azından gülümsemesini beklerken başparmağıyla damağını ittirdi.

 

-Ay ödümü kopardın ben de önemli bir şey oldu sandım kızım." Cümlesinde özellikle tek kelimeye vurgu yapması hevesimi anında kırarken, çaktırmamak için gülümsemeye devam ettim.

 

-Bu benim için önemliydi ama... İmkansız diye görüyorduk çünkü." Cümlemi daha bitirmeden dudağının ucunu kıvırıp alayla güldü. Elimi tutup yatağa yanında benimle oturunca konuşmanın gidişatının iyi olmadığını anlamıştım.

 

-Sen onu bunu boşver de... Lavin, kızım, sormiyim sormiyim diyorum biliyorum bana da kızıyorsun belki ama..." iç çekip tombul parmaklarıyla elimi okşadı. "Ben ne zaman babaanne olacağım?" Ağzımı açtığım anda devam etmesine sevindim, çünkü buna ne diyebileceğimi ben bile bilmiyordum. "Halide'nin bile torunu oldu. Siz de tutturmuşsunuz bir iş de iş diye... Evleneli bir sene olacak çocuğum."

 

Gözlerimdeki o sevinç dolu ışığın bu sözlerle bir anda sönüverdiğine emindim. O ana kadar içimi dolduran heyecan, ağır bir taş gibi göğsüme çökmüştü. Sanki bir buz kütlesi odanın ortasına düşmüş, her şeyi dondurmuştu. Söylediklerine ne diyeceğimi bilmiyordum. Hiç düşünmeden sarf ettiği sözlerin bende yarattığı his içten içe kırılan bir camın incecik, zar zor duyulan sesini andırıyordu.

 

Dudaklarımın kenarı istemsizce titredi. Boştaki elimi bir an için yanıma düşürmüştüm az önce coşkuyla savrulan kollarım şimdi bomboş, ağırlıkla yere çekiliyordu. Boğazımda bir düğüm belirdi, nefesim daraldı. Onun gözlerindeki cesur parlaklık bende gri ve donuk bir gölgeye dönüşmüştü, sanki o an dünya etrafımda küçülmüş ve tekrar eski halini almıştı.

 

Anlaşılan iyi bir haber kötü birkaç sözün etkisiyle hemen değer kaybedebiliyordu.

 

-Züleyha anne bunu sizinle daha önce de konuştuk. Bu benimle Can arasında bir konu aslında. Kaldı ki biz çocuk hakkında hiç konuşmadık bile, onun da böyle bir isteği olduğunu düşünmüyorum." Ağzını açtığı anda elimi kaldırdım hafifçe. "Lütfen bölmeyin. Sizi hiç kırmak istemem ama şuan ne ben ne de Can bebek düşünmüyoruz."

 

-Sen nerden bileceksin kızım? Can oldum olası hep baba olmak istemiştir." Aynı kişiden mi bahsediyorduk acaba? Çünkü benim tanıdığım Can'ın büyük bir bebek arzusu olsa bunu bilirdim. "Eğer çocuğunuz olamıyorsa tanıdık bir dokto..."

 

-Bunu sonra konuşalım mı? Lütfen." Cümlemin kaba anlaşılmaması için sonunda gülümsesem de hızla ayağa kalkıp odanın kapısını çarparak çıkınca onu takip etmek zorunda kaldım. Kendimi açıklayacak halim yoktu ama bir annenin kalbini kırmaktan hep kaçınırdım. "Züleyha anne..."

 

-Anneciğim." Can açılan kapıdan anahtarı çıkarmadan annesinin hızla çantasını aldığını görünce gözleri bana dönmüştü. "Lavin? Ne oluyor? Anne?" Sıkıntıyla iç çekerken açıklamaya çalışırsam saygısızlık olacağını düşüneceğini biliyordum. Suçluluk hissiyle kollarımı göğsümde kavuştururken göz ucuyla bana baktı.

 

-Hiç oğlum hiç. Eve dönüyorum. Hafta sonu bir ara uğrarım." Kalması için bir şeyler söylemeyi düşünürken Can bunu benim yerime yapmıştı.

 

-Yemeğe kalsaydın ne acele bu böyle?" Homurdanarak kapıdan çıktığında annesinin arkasından dudaklarını büzerek stresli nefes veren eşime baktım. Anahtarı çıkarıp vestiyere atarken, yüzümden ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.

 

-Bebek konusu." Kısaca özetleyip mutfağa yürürken arkamdan geldiğini biliyordum. Kısık ocağın altını söndürüp, tabakları çıkarırken belime sarılan ellerin sahibine baktım omzumun üzerinden.

 

-Geçiştirseydin Lavin yaşlı kadın sonuçta söylenir söylenir durur." Cümlesinin devamında boynuma öpücükler kondururken, ben onun kadar neşeli olamıyordum. Annesinin söylediğinin doğruluğunu tartmak için bakışlarımı ona çevirip konuşmaya devam ettim.

 

-Senin baba olmayı istediğini ima etti." Gözlerinden ne hissettiğini anlamaya çalışıyordum ama elalarının hedefi ben değil vücudumdu.

 

-Benim tek istediğim sensin." Cümlesini bitirir bitirmez boynuma eğildiğinde kolumla göğsünden hafifçe itekledim. Beni dinliyor muydu acaba?

 

-Ben ciddiyim." Dedim tek kaşımı kaldırarak. "Böyle bir şey varsa bilmek istiyorum." Ciddi olduğumu görünce belimi saran ellerini gevşetti.

 

-Yok tabii ki olsa sana söylerdim. Dediğim gibi yaşlı kadın söyler öyle şeyler. Hamile kalsan sorun etmem tabii ama bebek aşkıyla yanıp tutuşuyor da değilim." Söylediği hakkında ne hissetmem gerektiğini bilmiyordum. Hamile kalırsan sorun etmem mi? "Şimdi kaldığım yere dönebilir miyim?" Elleri yavaşça karnımdan yukarı çıkıp göğüslerimi kavrarken dilini kulağımda hissettiğimde tabakları yan yana tezgaha koyup burnumdan sesli bir nefes verdim.

 

-O modda değilim şuan Can, özür dilerim." Söylediğime karşılık geri çekilip göz devirdi, ben tabaklara yemek koyarken mutfağın kapısına doğru yürüdüğünde seslendim. "Salata ister misin?"

 

-Ben yemeyeceğim." Koridorun ortasında bana dönerek imalı bir şekilde ellerini kaldırdı. "O modda değilim. Afiyet olsun."

 

Söylediğine cevap vermeden onun tabağını tencereye boşaltıp, masaya geçtim. Anlaşılan yine yalnız yiyecektim.

 

 

*** 

 

Ustalar kalan son eşyaları da kamyona yerleştirirken salonda gezinmeye başladım. Topuklu ayakkabılarımın sesi hariç yalının içi sessiz ve genişti; boşluğu bile adeta yankılanan bir zarafetle dolu doluydu. Tavanlar alabildiğine yüksek, geniş ve bembeyazdı. Duvarların yüzeyi pürüzsüz ve ince bir mermer dokusuna sahipti, soğuk ama davetkar; dokunduğunuzda ellerinizi kayıp gitmesine neden olacak kadar da kusursuz. Göz alıcı büyüklükteki salon, duvarların derinliğiyle büyürken, her adımda uzak bir geçmişin yankısını taşıyordu.

 

Girişteki ana kolonlar, denizden süzülüp gelen tuzlu ve nemli havaya yıllarca maruz kalmış, yer yer doğal bir eskitme kazanmıştı; bu da gösterişli yalının tarihini her dokunuşta hissettiriyordu insana. Altın sarısı ince çıtalar, tavan kenarlarında ince bir çerçeve çiziyor, her köşeyi daha belirgin kılıyordu. Döşeme ise koyu ceviz renginde, cilalanmış ama üzerinde yılların izini taşıyan ince zarif çatlaklarla doluydu. Yüksek pencerelerden içeri süzülen ışık, bu geniş boşluğun her santimetresine ince bir örtü gibi yayılıyor, duvarların ve zeminlerin üzerinde dans eden gölgeler bırakıyordu. Her şey sakin, bir bekleyişin içinde, ama bir o kadar da görkemli ve zamansız bir ihtişamın izlerine sahipti.

 

Gülümsediğimin farkında bile değildim. Yavaşça salondan bahçeye açılan çoklu penceresi olan cam kapıyı aralarken yüzüme vuran havayı içime çekip gözlerimi kapattım. İnsana kendini kuş gibi hissettiren o anların birindeydim. Dalgaların sesine, uzaklaşan kamyonetin kaybolan teker seslerine, şehrin uzakta kalan gürültüsüne kulak verirken uğultulu bir rüzgarın kulağımı okşamasının keyfini çıkarırken benliğimi kaplayan tuhaf bir hisle gözlerimi açtım.

 

Ortamın havası değişmişti. Gözlerimi önce bahçede ve kapıda gezdirirken başımı sağa çevirmemle birlikte yerimde sıçradım.

 

-Merhaba, Lavin." İsmimi doğru söyleyip söylemediğini kontrol edercesine kaşını kaldıran kişi Evran Aslan'dan başkası değildi. Kafamı sallayıp uzattığı elini sıktım nazikçe. Bu sefer çuvallamamıştım. Eh, işin sorumluluğu kabul edilmenin getirdiği rehavetle bir nebze hafiflemişti.

 

-Merhaba, Evran Bey. Ben biraz erken geldim aslında, yukarı çıkmadım o yüzden." Erkeklerin makyaj yapmadığı gerçeğini düşünürsek sabahın bu saatinde Evran Aslan'ın öğlen yaptığımız görüşmemizle aynı görünmesi imrendiriciydi.

 

Adamın yüzü, heykeltıraşın özenle yonttuğu bir mermerden yapılmış gibi; keskin hatlarıyla dikkat çekiyordu. Yüz hatları güçlü ve belirgin, elmacık kemikleri yüksek ve gölgelere davet çıkaran bir derinliğe sahipti. Dalgalı kahverengi saçları, ten rengi, altınsı bir buğday tonunda, sıcak bir gün batımını anımsatan bir ışıltı taşıyordu. Taranmış ve biçimlendirilmişti.

 

Gözleri, derin bir düşüncenin içinde kaybolmuş gibi sakin, fakat fırtına öncesinde bir denizin dinginliğini andıracak kadar tedirgin ediciydi. Sanki hem binlerce düşünceyi perdeliyordu hem de hiçbir şeyi düşünecek kadar önemli görmüyordu. Yüzeydeki dinginlik neredeyse rahatsız edici bir huzur veriyordu. Derininde fark edilmesi zor, neredeyse yakalanamaz bir kıpırtı, bir şeyleri tartıp biçen bir özen ve kibirle bakıyordu.

 

Onun bakışı, sanki ne düşündüğünü hiç belli etmeyen ama her şeyin farkında olan bir tavıra sahipti. Düz kaşları, gözlerine güçlü bir çerçeve kazandırarak ifadesini daha da etkileyici kılmıştı. Burnu düz ve zarifti.

 

Üzerine oturan koyu renkli takım elbisenin kesimi, onun boyunu ve duruşunu daha da asil kılıyor, sanki her adımında bu yalıda yeni bir iz bırakıyormuşçasına güçlü bir izlenim veriyordu. Bu adam, sessiz, sinsi bir gücün ve çekici bir gizemin vücut bulmuş hali gibiydi.

 

(Bu betimlemeyi bu kadar uzatan yazardır, Lavin masumdur.)

 

-Yukarı çıkabiliriz." Salondan çıkıp merdivenlere yürüdüğümüzde önden geçmem için elini uzatınca hafif bir tebessümle yanından geçtim. Tırabzanlar ahşaptan yapılmış, koyu ceviz rengiyle yalıya ağır bir hava katıyordu. Hafif bir yıpranmışlık, yüzeylerinde gözle görülürken, üzerindeki oymalar hala belirgin ve derindi. Her bir trabzan, baştan aşağı doğru incecik sarmal desenlerle bezenmiş, üst kısmı ise topuz şeklinde daha kalın bir şekilde sonlanmıştı. Parmaklarımı üzerinde hafifçe gezdirdim yavaş yavaş merdivenleri çıkarken, göz alıcı cilası, gün ışığıyla birlikte iyice parlıyordu.

 

Merdivenler bittiğinde hangi odaya gireceğimi bilmediğim için ona dönerken, koluma elini değdirip diğer eliyle merdivenlerin çıktığı odayı gösterdi. Yine geçmem için gösterdiği nezaket ilk görüşmemizde de var mıydı bilmiyordum. O gün aldığım olumsuz yanıtlar var olan bir nezaketi beynimden silmişti muhtemelen.

 

-Burası benim odam." İçeri girip gıcırdayan pencereyi araladı ve tam yanındaki çıkıntıya yaslandı.

 

-Ben tüm yalının sizin olduğunu sanıyordum." Ağzımdan kaçırdığım cümlenin arkasından göz ucuyla ona bakınca aldırmadan devam ettiğini gördüm.

 

-Büyükanneme aldım. Evin geri kalan her yeri için bir iç mimarla çalışıyor. Burası bana ait olduğundan farklı biriyle çalışmak istedim." Çakmak sesi duyunca gözümü duvarlardan ve gizli banyodan ayırıp ona döndüm yeniden. Çıkardığı sigarayı yakarken paketin ucunu uzattı isteyip istemediğimi sorar gibi.

 

-Hayır, içmiyorum teşekkür ederim." Sabahın bu saatinde sigara dumanı solumayı da sevmezdim ve bunu anlamış gibi pencereyi iyice açıp bileğini dışarı sarkıttı. Bileğinde gördüğüm dikiş izine istemsizce gözüm takılırken elini içeri doğru bükmesiyle görüşümü bilerek kapattığını anlayıp boğazımı temizledim. "Böyle bir fırsatı bize verdiğiniz için çok teşekkür ederim. Ben görüşmemizden sonra hiç umutlu değildim açıkçası." Sigara dumanını rastgele üfleyip güldü. Tebessümü dudaklarına ulaşmamıştı basit bir ses çıkarmıştı sadece.

 

-Görüşmemiz sırasında da pek umutlu değildin." Kaşlarımın çatıldığını hissettim.

 

-Nasıl yani?" Merakıma karşın önemsiz bir şekilde omuz silkti.

 

-Kötü postür, monoton ses, göz teması kurmama, agresif tavır. Kulağa pek umutlu gelmiyor." Sırtımı duvara yaslayıp, odayı incelemeye devam ettim. Sigarasından bir nefes daha çektiğini görmüştüm. Dumanı dışarı salmakta acele etmedi. "Şimdi daha umutlu görünüyorsun."

 

-Normal değil mi? İşi verdiğiniz için daha umutluyum haliyle." Cevap verirken yüzüne baktığımda çoktan gözlerinin hedefinde olduğumu fark ettim.

 

-Aksine, şimdi daha umutsuz olman gerekir. Çoğu zaman belirsizlik daha umut vericidir. Bütün çalışmalarına hayır dediğimi biliyorsun, bence şuan daha umutsuz bir durumdasın." Söylediği kafamı karıştırmıştı. Sigarasını duvarda söndürüp camdan dışarı atarken son dumanı pencerenin dışına doğru üflemişti.

 

-O zaman neden bizimle çalışmak istediniz?" Dedim kendimi tutamayarak. Hiçbirini beğenmediyse ne diye kabul etmişti bizimle çalışmayı bilmiyordum, söyledikleri küstahça ve acımasız geliyordu kulağa.

 

-En azından bir konuda haklısın çünkü. Tablolar." Anladığımı gösterircesine kafamı salladığımda pencereyi kapattı yavaşça. Kulp kırılıp elinde kalınca rastgele köşeye attı ve yeniden bana döndü. "Tabloları severim. Bu odayla işin bittiğinde buranın tamamen bana ait olduğunun belli olmasını istiyorum. İstediğin soruları sorabilirsin. Her zaman vakit bulamayabilirim."

 

-Peki... Kendi eviniz..." sorumu daha sormadan böldü cümlemi.

 

-Çok değer verdiğim biri tarafından dekore edildi. Saygı duyduğum için değiştirmedim. Ama beni yansıtmıyor ve hayır ilham almak için bakamazsın." Derin bir nefes alıp not defterini açtım yavaşça.

 

-Anladım. Diğer odalara da bakabilir miyim? Sorun olmayacaksa?" Adımlarını yanıma yöneltip onaylarcasına başını salladığında odadan çıkıp yan yana koridorda yürümeye başlamıştık. "Kaç kişi kullanacaksınız odayı? Partneriniz varsa ona göre düzenlemem gerekir."

 

-Yok. Tek kişilik." Not alıp girdiğimiz odayı incelemeye başladım. Burası daha büyük bir odaydı ama diğeri kadar ferah değildi daha az güneş ışığı alıyordu.

 

-Hangi tarzı seviyorsunuz? Modern, klasik, minimalist?" Düşünür gibi birkaç saniye gözlerini kıstı.

 

-Modern."

 

-Renk tercihiniz ya da sevmediğiniz bir renk var mı?" Odadan çıkıp diğerine girerken vücudunu hafifçe bana çevirdi. "Altın rengi haricinde." Hatırladığımı anladığında yeniden önüne dönmüştü. Cevap vermeyeceğini düşünürken yanıtladı, kalın sesi odada yankı yaptığından irkilmiştim.

 

-Simsiyah duvarlar istemiyorum. Beyaz, gri renklerini severim. Turuncudan ve pembeden haz etmem."

 

-Buraya getirmek istediğiniz mevcut mobilyalarınız var mı?" Kafasını sağa sola sallamıştı. "Aydınlatma tercihiniz nedir? Daha doğal yumuşak bir aydınlatma mı tercih edersiniz daha değişik aydınlatmalar mı?"

 

-Karanlıktan hoşlanırım. Fazla ışığa ihtiyacım olmayacağını düşünüyorum." Cümlesi söylediğinden daha fazlaymış gibi geliyordu kulağına. Karanlıktan kim hoşlanırdı ki?

 

-Ses yalıtımıyla ilgili bir gereksiniminiz var mı?" Bakışlarını üzerimde hissedince yeniden kafamı kaldırmıştım. Uzun kirpikleri gözlerini gölgelemiş sorumun altında yatan nedeni sorgular bir hava yaratmıştı. "Müzik veya enstrüman çalma amaçlı sormuştum..." Sanki bunu sorgulayan kendisi değilmiş gibi umursamaz bir tavır takındı yeniden.

 

-Evet. Ses yalıtımı olmasını isterim." Cümlesinin sonunda yüzünde tuhaf bir tebessüm oluştuğunu görmüştüm.

 

-Teknolojik ihtiyaçlarınız var mı? Oyun konsolu ya da ses sistemi gibi." Kaşlarını çatıp alaylı bir tebessümle bana döndü.

 

-15 yaşında gibi mi duruyorum?"

 

-Hayır. Ama oyun oynamak için 15 yaşında olmak gerekmiyor. Ya da müzik dinlemek için." Oda gezintimiz bitmişti ve merdivenlere doğru yürümeye başlamıştık. Telefonu çalmaya başladığında sessize alıp elini tırabzanın top şeklindeki başlığına yaslamıştı.

 

-Hayır. Oyun ya da müzik sistemine gerek yok." Cebinden çıkardığı airpods kılıfını iki parmağı arasında tuttu. "2024 yılındayız." Kulaklığın birini kulağına yerleştirirken telefonun ekranının yeniden yanıp söndüğünü fark ettim. "Cuma günü şirketinize gelirim çalışmalarını inceleriz. 2 hafta içinde bu işin bitmesi gerekiyor. Sorun olur mu?"

 

-Hayır hiçbir sorun yok. Cuma gününe kadar 3 örnek çıkarabileceğime inanıyorum. Sizin için uygun mu?" Başıyla onaylarken telefonu yeniden çalınca sinirlendiğini hissetmiştim. Dudakları gerilmiş kaşları çatılmıştı. Her zamankinin aksine, bu sefer sağ elinde telefonu olduğu için, sol elini uzattığında elimi uzatıp yavaşça sıktım.

 

Koyu kahveleri yüzüğüme kayarken, bakışlarını takip eden gözlerim birleşen ellerimize kaydı. Parmakları, benimkilerle buluştuğunda istemsizce duraksamıştı, sanki aniden keşfettiği bir şeyi anlamaya çalışıyormuş gibiydi. Ufak bir el sıkışmanın neden onu duraksattığını, bakışlarının neden değiştiğini çözemedim.

 

Parmakları aniden gevşerken yüzüme baktı. Ama o bakış, az önceki duraksamanın gölgesini hiç taşımıyordu. "Cuma günü görüşürüz Lavin." Cevabımı beklemeden aramayı yanıtlayıp koridorda gözden kaybolurken, merdivenleri inmeye başladım.

 

Evran Aslanla ikinci görüşmem böyle geçmişti. Şimdi iş onun istediği bir odayı yapmaya, yapamayacaksam da en azından o fikre yaklaşmaya kalıyordu.

 

 

*** 

 

 

Bölüm Sonu.

 

 

 

Lavin?

 

 

Can?

 

 

Evran?

 

 

 

Yıldızlamayı yorum yapmayı lütfen unutmayın.

 

 

Alıntılar, bilgilendirmeler ve daha fazlası için,

INSTAGRAM: tutkudevran

 

 

 

 

Çizgi studio: redndyellow

Dreame: redndyellow

Kitappad: redndyellow

Bekleriz efenim.

 

 

 

Uçsuz Bucaksız'da buluşalım ;)

 

 

 

Kendinize çok iyi bakın. Ne zaman isterseniz bana yazın. Ve unutmadan, çoook ama çoooook

 

 

 

 

 

 

 

Sevin,sevilin. ❤️❤️❤️

Bölüm : 17.10.2024 23:24 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Tutku Devran / KİMLİK / 0.3
Tutku Devran
KİMLİK

91 Okunma

28 Oy

0 Takip
6
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...