@redscarwomen
|
Hepinize Merhabalar!
Bugün sizlerle birlikte yeni bir yola baş koyuyoruz.
KIRIK KALPLER, benim rüyalarıma giren ve o rüyalardan korkarak uyanmama sebep olan bir hikaye. Çok kitap okuyan biriyimdir ve çok fazla hayal görüp, kuruyorum. Bana psikolojin bozuk demeyin, biliyorum🤭
Bu hikayedeki bazı olaylar yaşanılmış şeyler. Yani kendi yaşantımdan kattığım çok şey var kadın karaktere. Spoiler olmasın belki istek üzerine neler olduğunu söyleyebilirim ama sanmıyorum. Çünkü yaralarımı burada anlatmaya hâlâ hazır değilim açıkçası.
Öncelikle kitabın başka kitaplara benzetilmesini ve yorumlara diğer kitaplarda da gördüğünüz ince ayrıntılara "Aa bu, bir kitapda daha vardı" demenizi istemiyorum. Bordo rengi, atlar tek bir karaktere özgü değildir. Dediğim gibi zaten bu bir rüyadan uyarlanılmış bir şeydir. Sadece o gibi ayrıntıları ben katıyorum.
Karakterlerim kusursuz değildir ve böyle yansıtılan karakterleri de kabul etmiyorum. Tabii ki de varolabilir, yani yazılabilir. Ama gerçek hayatta nasıl kusursuz bir insan yoksa, hatasız insan yoksa kitaplarda da olmamalıdır. Benim karakterlerim hata yapan, kusurları olan karakterler. Kusur olarak bahsettiğim şey kişilik olarak, dış görünüş olarak değil.
Bu uzun yazıyı okumak size zor ve yorucu geldi biliyorum. Son şeyler olarak şunu söylemek istiyorum ki yazım hatalarım olabilir. Ne kadar kontrol etsem de gözümden kaçabiliyor. Bu yüzden bu tarz şeylere takılmamanızı rica ediyorum.
Bu kurgudaki kurum, kuruluş, karakterler ve dahası tamamen hayal ürünüdür. Kitapdaki hiçbir şey gerçek hayata bağlı değildir. Kitap gerçek hayattaki unsurlardan tamamen uzaktır. Bu bir kitapdır, bir kurgudur. 🐴 Çıplak ayaklarıyla ve elindeki beyaz peluş ayıcıkla koridorda koşan küçük kız oldukça hızlıydı. Birinden veya bir şeyden kaçmıyordu. Aşağı katta yenen kahvaltı yemeğine geç kalmıştı. Babası böyle şeylerden hiç haz etmezdi. Hem böyle şeylerden hem de kızından. Çünkü erkek çocuğu olmasını istemişti ve kız olmuştu. Daha sonrasında karısı vurulduğu için hamile kalamamıştı. Çocuğu olamayacaktı. Soyunun devam etmesi için bir erkek çocuğu gerekliydi. Fakat bir erkek çocuğa sahip değillerdi. Bu durumda adam kızından hep nefret etmişti. Ufacık bir olayda bile hemen sinirlenip ona vurmak için ayaklanırdı. Hızını hiç kaybetmemek üzere koşan kızın peluş ayıcığı yere düştü. Ama onu yerden almak için bile vakti yoktu. Koştu koştu ve aşağı kata indi. Yemek masasının olduğu yere yaklaştığında babasının keskin bakışları ile buluştu kahve gözleri. Ondan korkuyordu. Herkesten ve her şeyden çok babasından korkuyordu. Annesi de kızına baktığında nefret görünüyordu yüzünde. O da kızı yüzünden çok dayak yemişti. Halbuki bu onun suçu değildi. Ama kızının da suçu değildi. “Nerdesin sen!” Diye bağırdı adam elini sertçe masaya vurarak. Masada oturan diğer çocuklarda irkildi. “Özür dilerim efendim, uyuyakalmışım.” Hale gözlerini yere eğdi ve babası olan adama bakmadı. Ona hiçbir zaman baba demesine izin vermiyordu adam. “Efendim” demek zorundaydı. “Yine mi ağladın sen?” Diye sordu dayısı. Gözleri şişmişti. En sevdiği insandı. Ona zarar vermeyen ve onu korumak isteyen tek kişiydi. Hale, başı yerde dayısının yanındaki sandalyeye oturdu. “Yine o, saçma sapan şiir kitaplarını okudun ve bizim yüzümüzden ağlayıp rol yaptın öyle değil mi?” Diye sordu annesi. Sinirliydi. Ona olan nefreti karşılıklı değildi. Hale, ne kadar şiddet görse de, ne kadar acı çekse de her gece yatmadan önce onlar için dua ediyordu. Onlar onu sevmiyordu ama Hale onlara değer veriyordu. Annesiz, babasız büyümek istemiyordu. Bu yüzden her gece yatmadan önce ölmesinler diye dua ediyordu. Ölmezlerse şiddete maruz kalacağını biliyordu ama ölürlerse okulda bir de bu konu hakkında dalga geçeceklerdi onunla. 10 yaşında bile bilinçli ve olgun bir insan olmak zorunda bırakılmıştı. “Sende şuna şiir kitapları alıp durma!” Dedi Hale’nin babası Reşat bey. Kızının edebiyata duyduğu ilginin sebebi kendisi olduğunu çok iyi biliyordu. “Acılarını onlarla dindirmesi zoruna mı gidiyor Reşat? Bu çocuğun sizin gibi insanların çocuğu olmak istediğini mi düşünüyorsunuz?” “Sana düşmedi bunun hesabını sormak.” Dedi karşısında oturan Aysun. O da hiç sevmezdi Hale’yi. Çekemezdi. Kendi kızı ile onu hep yarıştırırdı. “Sana düşmedi benim sorularıma cevap vermek.” Dedi ve tekrar Reşat’a döndü. “Hale’yi bana verin.” “O kadar uzun boylu değil Barış.” Dedi Reşat ayağa kalkıp. Barış’da onun ardından ayaklandı ve dik bir şekilde durdu. Hale, dayısının pantolonunu tutuyor ve korkusunu bastırmaya çalışıyordu. “Hem çocukluğunu ve ileriki hayatını mahvedeceksiniz, hem de beni bu konu hakkında durdurmaya çalışacaksınız ha Reşat? Asıl o kadar uzun boylu değil.” Barış ses tonuna dikkat etmeye çalışıyor ve masadaki çocukları korkutmamak için çaba sarf ediyordu. “Dayı.” Dedi Hale masum ses tonuyla. Sesinde acı vardı, sesinde duygu vardı, en büyüğü güç vardı. “Efendim birtanem.” Dedi Barış eğilip yeğenine bakarak. Ellerini küçük yüzüne koydu ve okşadı. “Korkma olur mu? Arkanda bir dağ gibi hep duracağım.” Yeğenine sarıldı ve onu masadan alıp götürdü. “Hep dayak mı yiyeceğim dayı?” Barış’ın kalbi atmaz oldu. Onun yüreği bu acıya dayanamıyordu, Hale’nin nasıl dayandırdı? Çocukluğu mahvolmuş bir kız çocuğuydu Hale. Korkuyla büyümüş kız çocuğuydu. “Hadi sen üzerini giyin ben seni kahvaltıya götürürüm.” “Gitmeden Deva’nın yanına da uğrayalım olur mu?” Diye sordu Hale bir hevesle. Deva onun atıydı. Acılarını anlattığı biriydi. Barış başını salladı yeğenine. Hale hızla merdivenlere yöneldi ve odasına çıktı. 🐴 Kalbi kırık insanlar da vardı bu hayatta. Hiç yüzü gülmeyen, çocukluğunu yaşayamamış insanlar. Kendini mutlu edemezken etrafındakileri mutlu etmeye çalışan insanlar. Onlardan biri bendim. Her dayak yiyip odaya kapatıldığımda, zifiri karanlıkta yitip giden çocukluğama üzülüyordum. Çocukken, çocukluğuma üzülüyordum. Hiçbir şey düşünmemem gereken yaşta her şeyi düşündüm. Buralara kadar gelmem bile bir mucizeydi. Babam Reşat Karalı benim hayatımın şeytanıydı. Rakip liderler onu bir konuda bastırdığında gelir beni döverdi, birine sinirlensin odaya kilitlenirdim, ufacık bir şeyde suratımı tokatı yerdim. Beni bir torba gibi düşünür gelip bana saldırırdı. Çünkü beni sevmemişti. Çünkü ben erkek değil de kızdım. Kapım çalındığında telefonumdaki bakışlarım kapıya yöneldi. Açıldığında karşımda benden nefret eden ikinci insanı gördüm. Annem. Sevim Karalı, benim ikinci şeytanımdı. Benim yüzümden bir dönem o olmuştu babamın torbası, şimdi ise sıra bendeydi. Şimdi ise onun nefret etmesi gereken kişi bendim. Değildim ama bendim. Beni suçlu buluyordu ve başka yolu yoktu. “Akşamki davete sende geliyorsun, hatta konuşma hakkı verildi. Aile ve hayat hakkında konuşacaksın. Güzel giyin. Saat yedi buçukta hazır ol.” Dedi ve bir şey dememi beklemeden odadan çıktı. Doğru ya. Benim fikrim onlar için bir hiçti. Benim fikirlerimin ve kararlarımın ne önemi vardı ki? Bir de konuşma yapacaktım. Ben kimdim, konuşma kimdi? Oflaya puflaya ayağa kalktım ve dolabıma yöneldim. Dolabın alt kısmından bordo topuklularımı çıkardım. Daha sonrasında siyah bir elbise ve borda renginde çanta seçtim. Giyindikten sonra makyaj masamın üzerine oturup bordo oje sürdüm ve hafif bir makyaj yaptım. Kahve saçlarımı su dalgası yaptım ve parfümü mü sıkıp ayaklandım. Altın takılarımı takdıktan sonra çantamı alıp odadan çıktım. Telefonumdan saate baktım ve dikkatli bir şekilde adımlamaya devam ettim. Saat tam da annemin dediği saatti. Geç kalırsam beler olacağını biliyordum. Annem beni gördüğünde babamın koluna girdi ve önden ilerlemeye başladılar. Mutlu aile tablosu pozu verecektik. Derin nefeslerimi verip kapıdan dışarıya çıktım ve siyah arabaya bindim. Babam ve annem karşıma oturdular. “Orada güzel bir konuşma yap. İlk defa bir konuşma hakkı verilecek sana.” “Tamam baba.” Eskiden ‘ Efendim’ dediğim babama şimdi normal bir şekilde baba diyebiliyordum. Her şeyi atlatamasak da ona ‘Baba’ dememi normalleştirmişti. Zaten normal bir şeydi. Onun dediği gibi normal bir konuşma yapmayacaktım. Evet çok ağır konuşmayacaktım ama konuşmama bana yapılanlarıda katacaktım. “Orada baş düşmanımız Sungur Çevik’de olacak. Ona dikkat et.” Dedi annem babama bakarak. Beni önemsediğinden değil ele geçirileceğimden falan korkuyordu. Başımı salladım. Telefonumun melodisi kulaklarıma ulaşınca telefonu çantamdan çıkardım ve kimin aradığına baktım. Kuzenim Banu arıyordu. Hiç sevmezdim onu. Aysun Halam beni ve onu sürekli karşılaştırırdı. Tabii ki de ondan daha iyi olduğumu biliyordum ama bu söylentilerine maruz kalmak zordu. Telefonu açıp kulağıma götürdüm. “Edendim Hala.” Dedim istemeyerek. Muhattap olmak istemediğim için hevesli değildim konuşmakta. “Ne zaman geliyorsunuz zilli?” Diye sordu tiksinerek ve cırtlak sesiyle. Bana hep ‘Zilli’ diyordu ama bir gün o zili bir yerlerine yerleştireceğimden habersiz duruyordu. “Varırız az sonra.” Dedim ve bir şey demesini beklemeden telefonu kapattım. Babam ve annem buna bir tepki vermemişti. Çünkü yüzüne kapattığımı nereden bileceklerdi? Kafamı cama yasladım ve araba durana kadar yolu izledim. Araba durduğunda ve annemle babam kol kola arabadan indiklerinde bende kendimden emin adımlarla arabadan indim. Arkalarından yürüyordum. Herkes bize bakıyordu. Ne vardı ki bakacak? Sanki biz insan değil de başka bir şeydik. Güldüm bu düşünceme ve davetin olduğu binaya girdim. Hâlâ düşünceme sırıtırken biraz uzağımda ve çaprazımda kalan sarışın bir adam ile göz göze geldim. Sert ifadesi yüzümdeki gülümsememi silmeme neden oldu. Kendimden emin bir şekilde annelerim gittiği masaya yöneldim ve Eslem’in yanına geçtim. En yakın arkadaşlarımdan biriydi. Ona sarıldım ve daha sonrasında bakışlarım dayımı atlamak üzere etrafta dolaştı. Daha demin gözlerimizin denkleştirip adamın masasında olduğunu gördüğümde annem bunu anlamıştı. “Sakın oraya gideyim deme.” Omuz silktim ve çantamı masada bırakıp masaya doğru yöneldim. Annem böyle dediğine göre o kişi Sungur Çevik’di. Dayım masadan ayrılırken arkasını döndü ve beni gördü. O gülümserken bende gülümsemeye başladım. “Dünyanın en karizmatik adamı da buralardaymış.” Dedim ona yaklaşarak. Kollarını açtı ve bende açınca bana sıkıca sarıldı. Arkasında kalan Sungur ile göz göze gelmiştik yine kısa bir an. Kravatını gevşetip, sertçe yutkundu. “Dünyanın en tatlı, en güzel yeğeni de buralardaymış.” Biz sağa sola sallanarak sarılıyorduk. Dayım benim bu hayattaki en sevdiğim insandı. Benim asıl babam oydu, asıl annem oydu. Arkamdaki dağdı. Geri çekildiğimde omuzuna koydum elimi. “At çiftliğime uzun süredir gelmiyorsun. Ha bir de yaralanıp hemşire yeğenine yaralarını sardırmıyorsun.” Dedim ona yapmadıklarını hatırlatarak. Hemşirelik okumuştum ama babam mesleğimi yapmamı istemiyordu. At çiftliğimin başında duruyordum. Sungur’un bakışlarını arada sırada üzerimde hissediyordum ama aldırış etmiyordum. Mikrofon sesini duyduğumda, sesin geldiği tarafa döndüm ve bekledim. Az sonra sahneye çıkacaktım. “Merhabalar sayın davetliler. Buraya bütün herkes ailesi ile birlikte geldi. Amacımız diğer aile üyeleriyle kaynaşmanızda. Anladığım kadarıyla şu andan itibaren bile çoğu kişi anlaşabilmiş.” Dedi etrafa bakarak kadın. Daha sonra derin nefes aldı ve konuşmaya başladı. “Bize bugün, burada aileler ve hayatları hakkında konuşma yapması için Hale Karalı’yı buraya davet ediyordum.” Herkesin bakışları bana döndüğünde dayım şaşırmış görünüyordu. Annem ve babam bana baktığında derin nefesler verip sahneye doğru yürüdüm. Sahneye çıktığımda kadın gülümseyerek mikrofonu bana uzattı. Özgüvenli ve cesur bir insandım. Babam ve annem beni ne kadar ezmeye çalışsalar bile bu konuda dayımın bana yardımları oldukça büyük ve fazlaydı. “Öncelikle iyi akşamlar. Bana değer verip, burada konuşma yapmama izin veren insanlara teşekkür etmek istiyorum.” Dediğimde bir alkış tufanı koptu. Yine Sungur Çevik ile göz göze geldiğimde kolları göğsünde bağlı beni izliyordu. “Aile hakkında konuşmaya başlarsam ilk olarak şunu söylemek isterim. Hiçbir aile dışardan bakıldığı gibi değildir.” Annem ve babam bana baktığında sinirli gözüküyorlardı. Açık vermemi istemiyorlardı. Derin nefes aldım ve ağlamamaya çalışarak konuşmama devam ettim. “Dışardan bakıldığında içinde hiçbir fırtına kopmayan bir kadınmışım gibi görünebilir ama öyle değil. Burada ailesi olmayan insanlara veya ailesi olanlara söylemek istediğim şu; Ne olursa olsun, sizin kanınızdan olan çocukları sevin. Sizin istemediğiniz cinsiyette doğanları bile.” Dayım ile göz göze geldiğimde gözlerinin dolduğunu görebiliyordum. “Size dürüst olacağım.” Dedim ve burnumu çektim sessizce. “Babam ben erkek olmadım diye evde hep kıyameti koparırdı.” Dediğimde babam beni susturmak adına ileri atıldığında dayımın adamları onu durdurdu. “Bırak da kız sustuğu yılların acısını insanlara anlatsın da şuradaki insanlar bilinçlensin.” Dedi dayım bir sinirle. Babam sinirle solurken geri adım attığında ağlamaya başlayan annem ile bakıştı. “Annem ben doğdum diye kaç gece ağlayarak uyudu veya uyuyamadı. Beni istemediğinden değildi nefreti. Babamın ona uyguladığı şiddetlerdendi. Daha çocuğu olamamasındandı. Biliyorum anne,” Dedim ve anneme baktım. “Ben doğduğumda ne kadar mutlu olduğunu ama babamın ateşiyle nasıl mutluluğunu yaktığını biliyorum. Seni hiçbir zaman suçlamadım. Çünkü sen bile babam yüzünden benden nefret ederken ben de deli gibi ediyordum. Çocuk aklı değil mi? Uğradığım o kadar şiddet bir yana ben her gün babama dua ediyordum. Ama biliyordum. Onun gibi alevler sarmayacaktı kalbimi.” Gözlerimden dökülen tane tane yaşları sildim ve tekrar burnumu çektim. “Sizlere söylemek istediğim şey, suçsuz insanları kendi iradenizle yaptığınız bir şey için suçlamayın. Çünkü ben doğmamayı onca yediğim dayağa tercih ederdim. Keşke babamın o lanet yüzünü görmeseydim de doğduğum saniye nefesim kesilseydi. Çocuklarınıza değil el kaldırmak, sesiniz bile yükselmesin. Çünkü aile budur. Aile, bir olmaktır. Aile, sevginin cirit attığı yerdir. Çocuğunuzu ağlatarak değil de masal okuyarak uyutun.: Gülümsedim ve konuşmamı bitirmek üzere tekrar konuşmaya başladım. “Ben acılarımı şiir kitaplarıyla, en sevdiğim atım Deva ve en sevdiğim insan olan dayım ile atlatmaya çalıştım. Bir de en yakın arkadaşım Eslemle. Fakat siz eğer çocuklarınıza kötü şeyler yaşatırsanız benim kadar şanslı olamayabilirler. Tekrardan burada konuşma yapmamı sağlayanlara ve beni dinlediğiniz için sizlere teşekkür etmek istiyorum.” Herkes alkışlamaya başlayınca ben saçlarımı geriye atıp sahneden indim ve hiçbir şey olmamıştı gibi çantamı masadan aldım ve dışarı çıktım. Peşimden gelen Eslem ile güvende hissediyordum. “Kızım dursana!” Dedi sesli konuşarak. Ben hızımı kaybetmek istemiyor gibi yürümeye devam ediyordum. Eslem ise arkamdan gelmekten vazgeçmiyordu. “Yine mi Deva’nın yanına gidiyorsun?” Başımı salladım ve yoldan geçen bir taksiyi durdurdum. Taksiciye yolu tarif ettikten sonra çalan telefonuma baktım. Annem arıyordu. O bitince halam ve babam aramaya başladı. Aldırış etmedim ve telefonumu çantama attım. Araba durduğunda borcumu ödeyip taksiden indim. Bura benim çiftliğimdi. Hara’ya girip Deva’nın olduğu bölüme yaklaştım. Onun siyah yelelerine ve kahverengi derisine baktım. Benim geldiğimi anladığında uzandığı yerden kalktı. Kapısını açıp içeri girdim ve yelesinden sevmeye başladım. “Ben geldim Deva’m.” Dedim ve yüzünden öptüm. Kafasını yüzüme sürttüğünde geri çekildim gülerek. Uyuması gerektiği için uykusunu bölmek istemiyordum. Kapısını kapattım ve Hara’dan çıktım. Telefonum ısrarla çalmaya başlayınca çantamı açtım ve telefonumu çıkarttım. Eslem arıyordu. Telefonu açıp kulağıma götürdüm. “Efendim Eslemcim.” Dediğimde endişeli nefes alış verişleri beni korkutmuştu. “Hale, baban Sungur’un yeğenini vurdu. Çabuk eve dön. Çabuk başına bir şey gelmeden eve dön!” Duyduklarım kanımı dondurmuştu. Annem ve babamın odada konuştukları aklıma geldi sonrasında. “Bunu gerçekten yapacak mısın Reşat?” Diye sordu Sevim, Reşat’a. Reşat kravatını düzeltip tekrar karısına döndü. “Onu öldürürsen bizi çatır çutur yer.” “Göreceğiz. Bana kafa tutmak neymiş görsün bakalım.” Dedi Reşat kararlılıkla. Gözlerim şaşkınlıktan bir kere olsun kapanmamışken ağzım içinde aynı şeyleri söyleyebilirdim. Babam ne yapmıştı öyle? Bir insanı mı vurmuştu? Ve belki de öldürmüştü. “Peki-“ “Ölmüş kız, Hale. Çabuk saklan veya eve dön.” Eslem son kelimelerini söyleyip telefonu sanki kapatmak zorundaymış gibi kapattı. Gözüme ilişen ışıkla etrafıma baktım. Yakınımda bir yerde araba sesleri geliyordu kulaklarıma. Daha sonrasında ışıkların karşımdan geldiğini fark ettim. Araba durduktan sonra içerisinden kaçmam gereken kişi çıktı. Ama ben arkamı dönüp kaçmadım. Beni öldürecekti büyük ihtimal ama hâlâ yerimde duruyordum. “Dayın seni burada bulabileceğimi söyledi.” Dediğinde şaşırmıştım bir kez daha. Dayım benim yerimi ona mı söylemişti? O bana doğru gelirken vücudum benden habersiz geri geri adımladı. “Beni öldürecek misin?” “Evet.” Dedi sözümün ardından hemen. O kadar keskin bir şekilde söylemişti ki bunu tütlerim diken diken olmuştu. Kanım donmuştu resmen. Yeğeni öldürülmüştü ve o soğukkanlılığı ile karşımda duruyordu. Üstelik beni öldüreceğini söylemesine rağmen hâlâ bir şey yapmamıştı. Başını sağa sola salladı daha sonrasında. “Hayır.” Bu da çok net bir cevapmış gibi çıkmıştı ağzından. Karar veremiyor gibiydi. “Ee o zaman beni ne yapacaksın? Kaçıracaksan falan hiç o toplara girme. Yaptığım konuşmadan da anlamışsındır babam beni sevmez. Yani ölsem umrunda olmaz.” Güldü. “Düşmanı ile kızı evlense bile mi?”
|
0% |