23. Bölüm
RedVelvet7781 / PERS KRALLIĞI / BÖLÜM 22 : ZEHİRLİ SÖZLER

BÖLÜM 22 : ZEHİRLİ SÖZLER

RedVelvet7781
redvelvet7781

 

HERKESE SELAMLAR UZUN BİR ARA VERMEK ZORUNDA KALDIM.TAŞINMA VE TAŞIMANIN ARDINDAN BİR ÇOK ŞEY OLDU.UZUN VE ENTRİKA DOLU BİR BÖLÜM OLDU ÖNCE Kİ BÖLÜMLER BU KADAR İÇİME SİNMEMİŞTİ AMA BU BÖLÜM NEDEN BİLMİYORUM ÇOK HOŞUMA GİTTİ BELKİ DE UZUN BİR SÜRE BÖLÜM İÇİN UĞRAŞTIĞIM İÇİN OLABİLİR .KİTABIMIZIN BİTMESİNE ÇOK AZ KALDI BİTTİĞİNDE TEKRAR BİR DÜZENLEME ÇEKEBİLİRİM ZAMANIM OLURSA BİLEMİYORUM.UMARIM BEĞENDİĞİN BİR BÖLÜM OLUR VOTE VE YORUM YAPMAYI UNUTMAYIN LÜTFENNNN İYİ OKUMALAR .....

 

 

Gece, sarayı sarsan bir çığlık sesiyle uyanmıştık. Yataktan fırladım. İkinci bir çığlık daha duyulduğunda, korkuyla Kyrous’a sokuldum.

“Kyrous, bu ses... ne oluyor?”

“Bilmiyorum, ama sen burada kal. Sakın odadan çıkma,” dedi ve hızla pelerinini üzerine geçirip kapıya yöneldi. Çıkarken, muhafızlara “Buradan ayrılmayın,” dediğini duydum. Ardından sadece uzaklaşan ayak sesleri kaldı geriye.

Sağa sola dönmeme rağmen gözlerime uyku girmedi. Kyrous nerede kalmıştı? Bunun için adamları yok muydu, neden kendisi gitmişti? İçim içimi yerken kapı tıklatıldı. “Gir,” dedim. Hadım ağalardan biri içeri girip Kyrous’un gecikeceğini, endişelenmeden uyumam gerektiğini iletti. O gelmeden uyuyamayacağımı çok iyi bilen yüce kralımız haber göndermişti. Ne var ki, ne kadar haber gönderirse göndersin, o olmadan gözlerime uyku girmiyordu. Ayrıca neler olduğunu merak ediyordum. O kadar korkunç bir çığlıktı ki tüm saray yankılanmıştı.

Ama asıl uykumu kaçıran, geçmişte bıraktığımı sandığım şeydi.

Lydia, gecenin derin karanlığında titreyerek yatağında doğruldu. Birkaç saat önce, kaynanası Kraliçe Mendenna'nın ölümü resmen ilan edilmişti. Fakat o geceden beri içini kemiren his, yalnızca korku değildi—bu, vicdanının sesiydi.

Elleri hâlâ titriyordu. O zehri kendi elleriyle vermişti. Mendenna, onu yok etmek istemişti, tıpkı geçmişte birçoklarını yok ettiği gibi. Lydia, kendini savunmaktan başka çare bulamamıştı. Ama bu çare, onun ruhunda başka bir savaş başlatmıştı.

Aniden, sarayın taş duvarlarında yankılanan ayak seslerini duydu. Bu ses, diğerlerinden farklıydı. Soğuk, kararlı ve doğrudan ona yönelmiş gibiydi. Kapı hafifçe aralandı. İçeri giren soğuk havayla birlikte, ürperdi.

Ve sonra o sesi duydu.

“Senin suçun... Her şeyin sorumlusu sensin.”

Korkuyla başını kaldırdı. Karşısında Kraliçe Mendenna'nın hayaleti duruyordu. Cansız, solgun teniyle gözlerini dikmiş bakıyordu. O bakışlar, Lydia’nın kalbine hançer gibi saplandı.

“Mendenna...” diye fısıldadı, boğazı düğümlenmişti. “Bunu sana yapmak zorundaydım. Sen... sen beni öldürmek istedin.”

Hayaletin gözleri, boş ve yargılayıcıydı. "Ama sen bana ihanet ettin. Benim kaderimi değiştiremezsin, Lydia. Senin yüzünden öldüm."

Lydia’nın gözleri doldu. Yüzünü ellerine gömerek, “Beni affet... Ben seni hiçbir zaman sevmedim, ama seni öldürmek de istemedim. Zorundaydım…” dedi.

Hayalet bir adım daha yaklaştı. “Zorunda değildin, Lydia. Zorunda değildin.”

Lydia geri çekilmek istedi ama ayakları yere mıhlanmış gibiydi. Mendenna’nın hayaleti konuşmaya devam etti: “Kaçabilirsin, ama yaptığın her şeyin bedelini ödeyeceksin. Her adımda beni duyacaksın. Her gece bu karanlıkta.”

O gece Lydia, bir daha uyuyamadı. Hayaletin sözleri zihin duvarlarında yankılandı durdu. Artık yalnız değildi. Vicdanı, geçmişi ve hayaletiyle birlikte yaşıyordu. Ve her gece, karanlık, ona ne yaptığını hatırlatıyordu.

Kapının aralığından loş ışık sızdı. Ardından tanıdık, sert ama yorgun adımlar duyuldu. Kyrous içeri girdi. Üzerindeki pelerin hâlâ nemliydi, sarayın dışından dönmüştü belli ki. Gözleri odada gezindi, sonra Lydia’nın yanına yaklaştı.

“İyisin, değil mi?” diye sordu, sesi alışıldık kararlılığıyla birlikte hafif bir endişe taşıyordu.

Lydia başını hafifçe salladı. “İyiyim. Ses… uyutmuyor sadece.”

Kyrous perdeyi aralayarak pencereyi yokladı, ardından hafifçe iç geçirdi. “Azita’ydı. Bir kabus görmüş. Uyandığında çığlık atmış. Onu sakinleştirdim.”

Lydia derin bir nefes aldı. Bu, hayaletin sesi değilse de, çığlığın gerçek olduğunu bilmek tuhaf bir rahatlama getirdi. Gözlerini Kyrous’tan kaçırarak konuştu: “Son zamanlarda hep böyle. Uykusu huzursuz, gölgelerden korkuyor.”

Kyrous başını salladı. “Annemden sonra böyle oldu. Ama geçer sanıyordum.”

Lydia, ellerini dizlerinin üzerinde birleştirdi. “Bence yalnızlık ona iyi gelmiyor, Kyrous. Sürekli sarayda, sadece kendi düşünceleriyle. Genç bir kadın için... bu fazla sessizlik demek.”

Kyrous bakışlarını eşine çevirdi. “Ne demek istiyorsun?”

Lydia yavaş konuştu, sözlerini dikkatle seçerek: “Evlenmesi gerektiğini söylüyorum. Azita için… uygun biri bulunmalı. Saraya, yaşama, kendine bağlanmalı.”

Kyrous kaşlarını çatıp başını eğdi, düşünceli bir sessizliğe gömüldü.

Lydia yumuşak bir tonda devam etti: “Ama ona bundan bahsetmeyelim. En azından şimdilik. Uygun bir aday olmadan bu konuyu açmak... kafasını daha da karıştırır.”

Kyrous, Lydia’ya bir süre baktı. “Mantıklı,” dedi sonunda. “Ama bu iş kolay olmayacak. Azita inatçıdır. Babamın gölgesinden çıkmak istemedi hiç.”

Lydia hafifçe gülümsedi. “Onu gölgeden çıkaracak biri bulunursa, belki kendi ışığını da fark eder.”

Kyrous başını salladı. “Peki. Ama bu işi dikkatli yapmalıyız.”

O sırada, uzaklardan bir fısıltı gibi yankılanan bir ses duyuldu. Lydia ürperdi ama bir şey demedi. Kyrous duymamıştı.

Ve Lydia o an fark etti: Gece yalnızca Azita’ya değil, ona da sessizce konuşuyordu. Geçmişin karanlığı kolay kolay peşini bırakmayacaktı. Ama belki… Azita’nın kurtuluşu, kendi kefareti olurdu.

Kyrous’un sessiz adımları odada yankılanırken, Lydia hâlâ pencereden dışarıyı seyrediyordu. Sarayın taş avlusunu kaplayan sis, geceyi olduğundan da boğucu yapıyordu. Ama Lydia’nın zihnini boğan sis bambaşkaydı.

Azita.

O gece çığlık attığında herkes onun kabus gördüğünü sanmıştı ama Lidia farklı bir şey sezmişti. Azita’nın gözlerinde… annesi Mendenna'nın o tanıdık, keskin soğukluğunu görmüştü.

“Aynı bakışlar,” diye düşündü. “Aynı sessizlik, aynı sinsilik… Mendenna da önce hep sustu. Gülümsedi. Herkesin gönlünü kazandı. Sonra en zayıf anımda hançerini sapladı.”

Lydia’nın gözleri doldu. Bu saray, hiç bitmeyen bir savaş gibiydi. Önce kaynanası, şimdi de onun kızı sayılan Azita. Onun, Kyrous'un kız kardeşi oluşu her şeyi daha tehlikeli kılıyordu. O kadar yakın ki... ama bir o kadar da uzak, soğuk, sessiz, fesat. Lydia biliyordu, Azita bir gün onun gibi dişlerini gösterecekti. Onu saraydan atmaya, hatta yok etmeye çalışacaktı.

“Gitmeliyim,” diye geçirdi içinden. “Henüz geç değilken. Azita benden şüphelenmeye başlamadan.” Ama kaçmak kolay değildi. Bu saray onun eviydi. Ve Kyrous… Kyrous burada, ona inanmış, onu kraliçesi yapmıştı.

Tam o sırada, Kyrous sessizce Lydia'nın arkasında belirdi. Omzuna yumuşak bir dokunuş bıraktı. Lydia irkildi, düşüncelerinden sıyrıldı.

“Yine daldın,” dedi Kyrous kısık bir sesle.

Lydia başını eğdi, gülümsedi. “Biraz. Gece çok uzun.”

Kyrous onun elini tuttu. “Gel. Dinlenelim artık.”

Lydia yatağa yöneldi. Gecenin uğultusu hâlâ kulaklarında çınlıyordu ama eşinin varlığı, göğsündeki ağırlığı bir süreliğine bastırdı. Yatağa uzandığında gözlerini kapadı.

Ama içinde bir şey uyanıktı hâlâ.

Azita’nın sessiz adımları, tıpkı annesi Mendenna’nınki gibi, karanlıkta yankılanıyordu. Ve Lydia biliyordu: Bir kadın ancak düşmanını tanırsa hayatta kalırdı.

Ertesi Sabah

Sarayın yüksek tavanlı yemek salonuna gün ışığı, mavi ve altın renkli cam vitraylardan yumuşakça süzülüyordu. Tavanlardaki işlemeler, Pers efsanelerinden alınma yaratıkları tasvir ediyordu; aslan başlı kartallar ve çift başlı yılanlar. Büyükçe bir masa, üstü altın yaldızlı örtülerle kaplıydı. Masanın ortasında, gül suyu serpili sıcak pideler, hurmalar, fıstıklı yoğurtlar, kayısı ezmeleri ve kızıl renkte safranlı yumurtalar yer alıyordu.

Kyrous taht benzeri koltuğuna oturmuştu, hemen yanında Lydia. Diğer ucun bir köşesinde ise Azita, ipekten lacivert elbisesiyle sessizce kahvaltılığını karıştırıyor, ama göz ucuyla Lydia’yı süzüyordu.

Saray görevlilerinden biri içeriye girip hafifçe eğildi. “Efendimiz,” dedi Kyrous’a, “medrese başkatibi sabah raporunu iletmek ister.”

“Daha sonra,” dedi Kyrous elini kaldırarak. “Bu sabah aile içindeyiz.”

Lydia sessizdi. Azita’nın çatalı tabağına her inişinde çıkardığı hafif, sabırsız tını ona batıyordu. Bir ara Azita, pürüzsüz sesiyle konuştu:

“Bu gece çok kötü uyudum,” dedi. “Bazen bu sarayın duvarları bana mezar gibi geliyor.”

Kyrous başını çevirdi. “Rüya yüzünden mi yine?”

Azita gözlerini Lidia’ya kaydırarak başını salladı. “Rüyalar. Belki de daha fazlası.”

Lidia’nın içi titredi. Gülümsedi ama gözleri buz gibiydi. “Sarayın duvarları bazen konuşur. Ama genelde yalnız olanlar duyar.”

Azita hafifçe başını eğdi. Bu bir meydan okumaydı. O da cevapsız bırakmıyordu. “Yalnızlık, bazen birinin varlığına rağmen olur. Değil mi, kraliçem?”

Kyrous kaşlarını çattı, ama bir şey demedi. Lydia içten içe sinirlenmişti ama yüzünü bozmadan, üzüm dolu bir kaseye uzandı.

Azita, meydanı boş bırakmıyordu. O eski kraliçe Mendenna’nın bakışları vardı gözlerinde. Aynı zehirli kibir, aynı dikkatli takip.

Kahvaltı sona ererken, saray hanımları Lydia’nın çevresine toplandı. Ama Lydia fark etti — bir hizmetkâr, Azita'nın göz kırpmasıyla odadan çıkmıştı. Hemen ardından başka biri daha. Bu hizmetkârlar onun odasına girip çıkanlardan biriydi. Lydia’nın içinde bir huzursuzluk kıpırdandı.

“Odama girmeden evvel ellerini yıkayanlar, şimdi karanlıkta fısıldaşmaya başlamışsa, saray düşmanın evi olmuş demektir.”

Lydia, Kyrous’un yanında gülümsemeye devam etti. Ama aklında başka bir şey vardı artık:
Azita yalnız değildi.
Ve bu savaş, sessizce başlamıştı.

 

 

 

Güneş saray kubbelerinin üzerine tam doğrulmuş, avluda kuşlar şaşkın ötüşler içindeyken, içeride fırtınaya hazır bir sessizlik hakimdi. Lydia, sabah kahvaltısından sonra odasına çekilmişti. İçi huzursuzdu. Azita’nın bakışları, görünürde sakin olan davranışları, ardından salondan sessizce çıkan hizmetkârlar… Bir şeyler çevrildiğini seziyordu.

Odasında yalnız kaldığında harekete geçti. Hizmetkârlarından biri olan Zareen’i takibe aldı. Gölge gibi koridorlarda ilerledi. Zareen, Azita'nın odasına değil, arka taraftaki eski çarşı kapısına yöneldi. Orada, eski bir gümüş tüccarının ardından içeri girdi. Lydia, bir sütunun arkasından fısıldaşan sesleri duydu.

"Prenses yakında hazır olacak," diyordu tüccar. "Prens Radames sarayın teklifini kabul ederse, her şey daha kolay olacak."

Lydia'nın içi sızladı. Azita, yabancı bir prensle ittifak kurmak istiyordu. Kimseye fark ettirmeden saraya geri döndü. Odasında plan yapmaya başladı.

**"Eğer bu evliliği gerçekleştirirsem, Azita'yı saraydan uzaklaştırırım. Onu savaşmadan tasfiye ederim." ** Hemen Kyrous’un yanına gitti. Yüzü ciddiydi.

"Kyrous, sana güvendiğim için bunu söylüyorum. Azita, Prens Radames ile gizli bir ittifaka girmiş. Bu durum saray için risklidir. Fakat... eğer biz bu evliliği resmiyete dökersek, kontrol bizim elimizde olur."

Kyrous bir an düşündü. Gözleri karışık duygularla doluydu. "Bunu neden bana daha önce söylemedin?"

"Kanıt bekledim. Artık eminim. Hem Azita için hem de krallığın geleceği için en doğrusu bu."

Kyrous başını salladı. "O halde hemen Radames’in ailesiyle irtibat kurulsun. Ama bu evliliği henüz kimse bilmemeli."

Aynı gün, saray kütüphanesinde gözlerden uzak, bir haberci Radames’in topraklarına doğru yola çıktı. Azita henüz olanlardan habersizdi. Lydia ise balkona çıkıp yavaşça içini çekti. Gökyüzünde yeni bir fırtına yaklaşıyordu. Bu fırtına sadece Azita ve yandaşlarını mahvedecekti.

 

 

UMARIM BÖLÜMÜ SEVMİŞSİNİZDİR AŞAĞIDA Kİ RESİMLERE BAKMAYI UNUTMAYIN ...


KAHVALTI MASASI


  

Bölüm : 01.05.2025 21:47 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...