Yeni Üyelik
12.
Bölüm

11. bölüm

@renksizevren

İnsan sabahtan akşama kadar bir şey olmasını bekler ve hiçbir şey olmaz. Bekleyip durur insan. Hiçbir şey olmaz. İnsan bekler, bekler, bekler. Şakakları zonklayana dek düşünür, düşünür. Hiçbir şey olmaz. İnsan yalnız kalır. Yalnız. Yalnız.

 

Tüylerinin ürperdiğini hissederken kitabın kapağını bir hışımla kapattı. İçi içini yiyordu ancak bunu kendisine bile itiraf edemiyordu. Kendisini duygusuz kılıfına sokmak için o kadar uğraşmıştı ki şimdi canının yandığını hissetmek ona ağır geliyordu.

 

Hissetmiyordu, hissetmiyordu, hissetmiyordu. Korkudan ve yalnızlıktan ağladığı günler çocukluğunda kalmıştı. Şimdi, bir misafir odasında sıkışıp kalmanın yalnızlığını nasıl etkilediğini görmek istemiyordu. Dışarıya adımını atsa onu nasıl bakışların karşılayacağını bilmiyordu. Utanıyordu, belki biraz da çekiniyordu.

 

Çünkü tanımadığı insanlar arasındaydı ve emindi ki hiçbiri ona nötr yaklaşmıyordu. Boğulduğunu hissediyordu ancak bunu törpülemekte başarılıydı. Oturduğu yerden ayağa kalktığında titreyen ellerini birbirine bastırıp bir küfür savurdu. Ellerinin böylesine titremesinden nefret ediyordu. Daha fazla beklemeden aynanın karşısına geçti. Boydan aynada kendisini süzerek dağılmış olan saçlarını düzeltti. Annesinden geçen bu huy, yavaş yavaş onda hastalığa dönmeye başlamıştı.

 

Bunu umursamadan komodinin üstüne bıraktığı hapı alarak ağzına attı. İlaçlarını düzenli kullanmadığında başına nelerin geldiğini bildiği halde hâlâ buna devam etmesi onun elinde değildi. Unutuyordu. Beyni şu son zamanlarda o kadar yorgundu ki kendisini bile hatırlamıyordu.

 

İyi değildi fakat bunu kendisi bile görmüyordu. Gözlerinin içinin hafif kanlanmış olması bütün gece uyumadığının göstergesiyken bir de bu odaya tıkılıp kalmıştı. Saat öğlene gelmişti ama kimseden çıt çıkmıyordu.

 

En sonunda dayanamayarak dışarıya çıktığında geldiği yoldan aşağı doğru ilerlemeye başladı.

 

Mutfak tezgahına yaslanmış Cihangir Bey oldukça düşünceli bir halde yere odaklanmıştı. Yanında kendisiyle konuşan karısını kulakları duymuyordu. Karısı koluna dokunduğunda irkilerek ona döndü.

 

"Sen iyi misin, tansiyonun mu çıktı yoksa yine?" Azade Hanım endişeyle eşinin karşısında dururken kolunu sıkı sıkıya tutmuştu.

 

Cihangir Bey yüzünü buruşturdu. "Birinin yanında böyle cümleler kurma hanım, yaşlandığımı sanacaklar."

 

Azade Hanım eşinin her şeyi şakaya vurmasına alıştığı için sıkıntıyla nefeslendi. "Yaşlandık Cihangir, altı tane evladımız var. Alparslan otuz yaşında."

 

Cihangir Bey homurdanarak eşini kolunun altına alıp sıkıca sarıldı bedenine. "Bütün çocukları büyüttük, bir tane daha yapalım bence."

 

Azade Hanım kıkırdayarak Cihangir Bey'in göğsüne yavaşça vurdu. "İlahi be adam, gözün doysun."

 

"Doymam ben doymam." Cihangir, karısına olan duygularının ömrü boyunca bir an olsun eksilmeyeceğini biliyordu. Her tökezlediğinde elini uzatan bu kadını ömrü boyunca hep böyle, güzel sevecekti.

 

Cihangir bu düşünceleriyle durulmuştu. Azade Hanım ile ilk evlendiği zamanlarda hayatlarının ne kadar güzel gideceğini hayal eder dururlardı. Bütün çocuklarının sevgi ve merhametle büyümesi için ellerinden geleni yapmışlardı. Ve eminlerdi, her çocuğunun kalbinde merhamet vardı. Güzel kalpli çocuklar yetiştirmişlerdi. Ama eksikti işte. Her şey bir anda dağılmıştı.

 

Yağız gelmişti. Onun her eksik yanını yüreğinde hissederken kalbi sancı yapıyordu. O masmavi gözlerinde yıkılmamak için direnen çocuğu görüyordu. Ve anlıyordu. Onun bu kalabalık dünyada nasıl yapayalnız kaldığını anlıyordu. Dün, aile ortamında herkese yabancı gözlerle bakarken yüzünde oluşan masumluğu görüyordu.

 

Belki onu tanımıyordu ama canından, kanından olduğunu hissediyordu. Ona her baktığında içinde oluşan huzuru ve merhamet duygusunu en derinlerinde hissediyordu. Bir oğlu daha vardı. Bu düşünce ilk başlarda ona çok yabancı gelirken şimdi oğluyla aynı çatı altında yaşaması huzurun resmiydi.

 

"Yağız'ı uyandıralım mı artık Cihangir, yemek de yemedi." Azade Hanım çekingen bir şekilde sorduğunda Cihangir düşüncelerinden sıyrılıp karısına döndü.

 

"Uyanmıştır çoktan, odadan çıkmıyordur." Azade Hanım homurdanarak Cihangir'den ayrıldı. "Madem öyle diyorsun, gidip bir baksan ya keşke."

 

"Sen niye gidip bakmıyorsun," dedi Cihangir, kaşlarını çatıp hafifçe tebessüm ederek.

 

"Benden biraz çekiniyor gibi çünkü. Rahatsız olmasın diye." Azade Hanım içindeki üzüntüyü eşine gösterdiğinde Cihangir ciddileşerek onu tekrar kolunun altına almıştı. "Üzülme," dedi yanağını hafifçe okşarken. "Bugünler de geçecek, biliyorsun. Şu an her şey çok karışık. Onu düşün bir de Azade, hiçbirimizi tanımaz etmez çekiniyordur elbet."

 

Karısının yanağının okşayan elinde bir ıslaklık hissedince gözlerini kapatarak elini çekti. "Oğlumuza uzağız. Hâlâ bir oyun gibi geliyor Cihangir. Bizim bir oğlumuz daha var. Var evet ama uzağız. Dokunamıyoruz, sarılamıyoruz."

 

"Çok şey istiyorsun hanım, görüyorsun yetmez mi? Zamanla her şey olur merak etme." Cihangir, eşinin sabırsızlığını anlıyordu. Her çocuğunu ilk kucağına aldığındaki sabırsızlığını yaşayamamıştı onda. Onun geçmişini bilmiyordu. Bu zamana nasıl geldiğini, neler yaptığını, neleri sevdiğini. Gönül rahatlığıyla oğlum diyordu ama ona dair hiçbir şeyi bilmiyordu.

 

Mutfak kapısından yavaşça Kerem girdiğinde ifadesiz gözlerini ikisinin üzerinde gezdirdi. Cihangir oğlunu fark ettiğinde olduğu yerde toparlandı. "Oğlum, acıktın mı?"

 

"Doydum baba," dedi vücudunda gezen sinirle. "Oğluna da sordun mu aç mıymış?"

 

Cihangir kaşlarını çattı. "Biliyorsun ki bir sürü oğlum var, hangisinden bahsediyorsun?" Oyuncu tavırla söyledikleri her zamankinin aksine Kerem'i güldürmedi.

 

"Dokunamadığınız, sarılamadığınız oğlunuzdan bahsediyorum." Dedi alayla. Hissettiği hayalkırıklığını karşısındaki insanlara çok net gösteriyordu.

 

Cihangir yavaş yavaş ciddileşirken "Benimle bu şekilde konuşma oğlum."

 

"Konuşursam ne olur baba? Siz yakında beni postalarsınız da... ne de olsa artık oğlunuzu buldunuz, oğlunuz geldi değil mi? Bak kesin o seninle düzgün konuşur..." Kerem hızlı hızlı kurduğu cümlelerden sonra stresle babasına bakmaya başlamıştı. Ailesini, yerine gelen birisiyle paylaşamayacağını biliyordu. Yağız onun yerine gelmişti. Azade Hanım bir şey demek için atılsa da Cihangir yavaşça ondan ayrılmış Kerem'e doğru ilerlemişti.

 

Kerem babasının ifadesizliğinden bir nebze korkarak geriye adım atmamak için kendisini zor tuttu. "O nasıl cümle oğlum, ben hanginizi birinizden ayırdım şu ana kadar? Yakışıyor mu hiç sana?"

 

Kerem babasından kısa olan boyu yüzünden kafasını kaldırmak zorunda kalmıştı. "Çocuk mu kandırıyorsun baba? Ya ben dün ne yaşadım biliyor musun sen? O çocuğu alıp buraya getirdin, onunla aynı çatının altında kalırken ne hissedeceğimi biraz olsun düşünmedin." Kerem ağlamamak için kendisini sıkarken Cihangir onun kurduğu cümlelere sinirlense de belli etmemeye çalıştı.

 

Ergen, sadece bir ergen ve duygularını doruklarda yaşıyor.

 

"Biraz empati kur Kerem, bu olay herkesi etkiledi."

 

Cihangir oğluna laf anlatmaya çalışırken Yağız, mutfaktan gelen sesleri duyarak oraya yönelmişti. Kapının ağzına geldiğinde üçlü ile karşılaştı. Ortamın gerginliğinin farkına vardığında ise "Sanırım yanlış zamanda geldim," diye mırıldandı.

 

"Evet, yanlış bir zamanda geldin. Ailecek özel bir şey konuşuyorduk!" Kerem'in yüksek çıkan sesiyle sesi duyan mutfağa yönelmişti. Yağız omuzları dik bir şekilde birkaç saniye Kerem'in yüzüne boş gözlerle baktıktan sonra arkasını dönüp mutfakta çıkmaya koyuldu.

 

Arkasında gördüğü dört kişiyle irkilirken onun dikkatini çeken tek şey kendisine üzgün gözlerle bakan Mihrimah olmuştu. Kaşları yavaşça çatıldı. Kendini fazlalık gibi hissettiği bu evde bir de üstüne anlamsız bakışlar eklenmişti ve bu gittikçe sabrını zorluyordu.

 

Cihangir'in Kerem ile arasında geçen tartışmayı duysa da umursamadan dörtlünün arasından geçip kapıya doğru ilerledi. Cihangir'in kendisini koruduğunu biliyordu ancak buna gerek olmadığının da farkındaydı.

 

Eli kapı kulpuna giderken Cihangir tarafından durduruldu. Cihangir'in gözlerindeki siniri ve korkuyu çok net görüyordu. "Bak Yağız, Kerem ne dediğini bilmiyor-"

 

Yağız bu durumdan sıkılarak ona doğru bir adım attı. "Bakın Cihangir Bey, bana hiçbir şeyin açıklamasını yapmak zorunda değilsiniz. Sizden sadece biraz saygı istiyorum. Eğer bunu yerine getiremiyorsanız kolumdan tutup beni buraya getirmeyecektiniz." Yağız daha ilk günden kendisine garip bakan gözlerden ve işittiği saçma sapan laflardan sıkılmıştı.

 

Cihangir'in yüzündeki ifade yumuşarken onun iki kolunu da tutup bedenini kendisine çevirdi. "Sana gelirken söylemiştim, hiçbir şey kolay olmayacak. Herkes bir alışma sürecinde. Böyle giderek olmaz ki, gel içeri geçip konuşalım." Cihangir Yağız'ın gitmesinden korkuyordu. Onu buraya bağlayan hiçbir şeyin olmadığını biliyordu. Ailesine olan anlık hırsıyla teklifi kabul etmişti ve Cihangir de bunun oldukça farkındaydı.

 

"Gitmem gerekiyor," dedi Yağız hafifçe kaşlarını çatarak. Birazcık gülesi gelse de karşısında ona ciddiyetle bakan bir sürü göz olduğu için yüzündeki mimikleri oynatamıyordu.

 

"Ama yeni geldin daha." Cihangir oğlunu bu şehirde nasıl tutacağını bilemiyordu. Eli kolu birbirine bağlanmıştı.

 

Yağız kaşlarını kaldırdı. "Ama işim var," dedi Cihangir'in ellerinden kurtularak.

 

"Ne işin var bilmediğin şehirde? Bir ihtiyacın varsa beraber gidelim alalım."

 

Yağız birazcık Cihangir'e yaklaşıp gözlerini kocaman açarak suratına baktı. "Bugün Cuma," dedi dudağını dişleyerek.

 

"Tövbe estağfurullah, çarşıya ineceğiz sadece başka bir şey yapmayacağız."

 

Yağız bu sefer istemsizce güldüğünde Cihangir onun bu haline şaşırmıştı. "Cuma vakti geçiyor, benimle gelmeyi çok istiyorsan abdest al."

 

"Haa," dedi Cihangir yaptıkları sohbetin sonunda ancak aydınlanarak. Yağız'a ters ters baktığında bir adım geri gitti. Yağız'ın bu sevimli hali hoşuna gitse de kendisiyle dalga geçmesi hiç yakışmamıştı. Babayla dalga geçilir miydi?

 

Cihangir de gülmemek için kendisini zor tutarken hafifçe kaşlarını çatmıştı. "Yani baba, mübarek gün diye mi yapacaklarından vazgeçtin ben anlamadım seni," dedi Ömer sırıtarak.

 

"Kes la eşek sıpası." Cihangir'in ağzının içinde tıslamasıyla Ömer daha çok güldü.

 

"E baba haliyle senin sıpanım." Mihrimah kıkırdadığında Cihangir Ömer'i ensesinden tuttuğu gibi kafasına bir tane geçirdi. "Sen babana eşek demeye utanmıyor musun?"

 

Cihangir Ömer'i ayaküstü bir güzel haşlarken diğer çocuklar da bu her zaman gördükleri görüntüyü gülerek izliyorlardı. Ömer hep babasına laf atar, sonra da bir güzel dayağını yerdi. Bunlar işin şakasıydı tabii.

 

Cihangir hiçbir zaman çocuklarına sinirle elini kaldırmamıştı.

 

Bir süre kapı önünde gülüp eğlendikten sonra tekrar esas meseleye dönülmüştü. "Biz de cuma namazına gideceğiz, biraz beklersen beraber çıkalım," dedi Cihangir.

 

Yağız tam ağzını açıp bir şey diyecekken Adar'ın sesiyle irkildi. "Baba herkes kim olduğunu soracak!" Sinir dolu ses herkes arasında yankılanmıştı. "Herkesin toplandığı bir alana onunla mı gideceğiz?"

 

Alparslan susması için Adar'ın omzuna elini koysa da kardeşi patavatsızlığını ortaya koymuştu.

 

"Abi," dedi şaşkınlık ve kızgınlıkla Mihrimah. "Saçmalama istersen, ne olmuş birlikte gideceklerse?"

 

Cihangir sinirden patlamak üzereyken Adar'ın tam önünde durdu. "Ben size ne dedim," diye tısladı. Kerem bitmişti şimdi de Adar başlamıştı. Cihangir o gün her şey ortaya çıktığında yemek masasında hepsini tek tek uyarmıştı. Şimdi bir bir patlak veriyorlardı.

 

Yağız daha fazla onları dinlemeden nefeslendi. Kısa bir an Mihrimah ile göz göze gelmişti, Mihrimah kendisine doğru bir adım attığında yavaşça başını çevirdi. Yanına gelmesini ve kendisini teselli etmesini istemiyordu. Ki, kızın böyle bir şey yapacağı da bakışlarından belliydi.

 

Omzunda bir el hissettiğinde başını kaldırıp baktı. Alparslan bir baş hareketiyle onun avludan çıkmasını isteyince birlikte dışarı çıktılar.

 

İkisi de bir şey söyleme gereği duymadı. Sessizce yan yana yürümeye devam ettiler.

Loading...
0%