Yeni Üyelik
13.
Bölüm

12. bölüm

@renksizevren

Carpe Diem diye adlandırdıkları anı yaşa skandalı hiçbir işe yaramıyordu. Bir kere insan düşünmeden duramazdı ve anı yaşamaya çalışırken bile hep bir düşüşte hissederdi kendini. Sıkıntılar boğazına kadar gelip yutkunmasını engellerdi. Bazen bir çift söz bile bütün hayatını değiştirebilirken anı yaşamaktan tat alabileceğimi sanmıyordum. Martin Eden'i buna örnek verebilirdik fakat yerine oturmayan bazı kuramlar vardı. Mesela o, aşık olduğunu sanarken aslında yaşama birisi için tutunmaya çalışıyordu. Bazen insan duygusal bir boşluğa düşebilirdi, fakat onunki çok başka bir alemdi. Onu gerçekten sevmediğini anladığında ona katlanamadığını da fark etmişti ve bu, onun en büyük yıkımı olmuştu. Bütün bunlar sadece sevdiği sandığı kadının ona sırt çevirmesiyle başlarken yazdıklarından bile keyif alamayan bir adama dönüşmüş, iki dünya arasında sıkışıp kalmıştı. Ne eski statüsüne geçebiliyordu ne de onun için artık ilerisi vardı. Olduğu bataklıktan çıkmak için kendisini o kadar geliştirmişti ki tekrar bataklığına dönmek onun için imkansızdı. Olabildiğince anı yaşamaya çalışmış bir adam, sonunda kendisini o çok sevdiği denizlere atarak kendi sonunu kendi getirmişti.

 

Hayatımda ilk defa o kitap bana ölümü düşündürmüştü. Bir keresinde de bunun için Allah'a dua ettiğimi hatırlıyordum çünkü bunu kendi başıma yapamazdım. Bunu düşünmemin yegane sebebi öldüğümüzde bütün korkularımızın ve içimizdeki o korkunç duyguların biteceğini öğrenmemdi.

 

Duam kabul olmuştu. Ne bir korku hissediyordum ne de başka bir şey. Bir boşluktaymışım gibiydi. Ve bunu Allah'a borçluydum. Başımı her secdeye koyuşumda aklıma gelenler sadece tüylerimi ürpertiyordu. Sonrası ise derin bir huzur.

 

Camiye girdiğimizde toplum içinde Alparslan'a bakmadan iki kişinin arasına girip durdum. Onu görmezden gelmenin ayıp olacağını düşünsem de onların yanında olmam rahatsızlık veriyorsa bu saygısızlık olmazdı.

 

Bazen bu kadar derin düşünmekten de yoruluyordum.

 

Yanımdaki adam bana döndüğünde istemsizce ben de ona bakmıştım. "Sen kimlerdensin oğlum?"

 

Bir hayli yaşlı olan amcanın sorduğu soruyla düşünceli bir şekilde başımı eğdim. Bu soru ilk defa beni bu kadar zorlamıştı. Kimlerdendim ben?

 

Kimsesizim.

 

"Turist," dedim aklıma ilk geleni söyleyerek. "Doğu tarafını merak ettiğim için tatile geldim."

 

Adam anladığını belirtircesine başını salladı. Yüzünde bir gülümseme oluştu. "Aferin evladım aferin, şimdiki gençler iki rekat namaz kılmayı bilmez."

 

Omuzlarımı bilmem dercesine kaldırdım. Şimdiki gençleri benden daha iyi tanıyordu amca. "Memleketin neresi peki? Gezebileceğin yerleri biliyor musun, senin yaşlarında bir oğlum var gezdirsin seni."

 

Memleketim...

 

"Memleketim..." Gülümsedim. "Ankaralıyım ben amca. Ayrıca teşekkür ederim, arkadaşlarımla geldim buraya."

 

"Tamam daha iyi işte, bizim haytanın evden çıktığı yok takılsın sizinle. Hem namaz niyaz bilen insansın maşallah." Amca zorlukla telefon numaramı aldığında olduğum konuma lanet ettim. İnsanları neden tersleyemiyordum bilmiyordum. En sonunda cemaatin toplanmasıyla birlikte yerimizi aldık.

 

Namaz cemaatle kılındıktan sonra başlarda olduğum için arkadan herkesin çıkmasını bekledim. Kimseyi umursamadan camiden çıktığımda sessizce ayakkabılarımı giydim. Caminin uzak bir köşesinde birkaç adamla konuşan Alparslan'ı görünce olduğum yerde duraksadım.

 

Yanına gitsem sıkıntıydı, gitmesem yolu bilmiyordum.

 

Carpe Diem'i aklıma sokan o kitaptan nefret ediyordum. Benim geçmişim, peşimi hiçbir zaman bırakmazdı ki.

 

Sıkıntıyla nefeslenip onu görmezden gelerek çıkışa doğru ilerledim. Yapılan saygısızlıktan sonra o eve gitmem de yüzsüzlük olurdu ancak Alparslan'ın bir anda kimseyi umursamadan benimle birlikte camiye gelmesi birkaç saniyeliğine Adar'ın söylediklerini unutturmuştu.

 

Gerçekten o eve gitmek istemiyordum. Telefonum ve cüzdanım yanımdaydı, bir iki gün otelde kalır sonrasında da eşyalarımı alıp İstanbul'a geri dönerdim. Para konusunda sıkıntı çekmiyordum çünkü Samet ve Akif vardı.

 

İki yakın arkadaşım olduğunu da zor günümde anlamıştım. Her gün arayıp soruyorlar, kafamı dağıtmak için saçma salak konular bile açıyorlardı.

 

Yavaş yavaş onlara değer verdiğimi anlıyordum. Tıpkı Aras gibi.

 

Küçük kardeşimi özlemiştim.

 

Caminin çıkışına geldiğimde tanıdık bir ses tarafından ismim telaffuz edildi. Şaşkınlıkla kasılarak arkamı döndüm. Alparslan'a anlamsız bakışlar atarken eliyle beni yanına çağırdı. Yanındaki iki adamın bakışları bana döndüğünde kaşlarımı çattım.

 

Yerimden bir milim bile kıpırdamazken Alparslan'ın ters bakışlarıyla karşı karşıya kalmıştım. Omuzlarımı dikleştirip nefeslendim. Onların yanına adımlarken gözünü bir saniye olsun benden ayırmadı.

 

Yanlarına varınca elleri cebinde, yüzünde yamuk bir gülümseme olan adam beni baştan aşağı süzdü. "Yalnız, sizden yakışıklı. Azade anama çektiği nasıl da belli."

 

Cümlelerinden sonra elini cebinden çıkarıp bana doğru uzattı. "Furkan ben kardeşim, Alparslan'ın ekürisi."

 

Uzattığı eli sıkıp başımı hafifçe eğdim. "Yağız."

 

Burada ne işim olduğunu sorgularcasına Alparslan'da gezdirdim gözlerimi. Kapkara gözleri vardı. Garip bir şekilde kendimi ona yakın hissediyordum ama ters bir hareketinde de bir daha yakın olamayacağımı biliyordum. Pekala, zaten yakın olmayacaktım çünkü gidecektim.

 

"Ben de Hakan." Furkan'ın yanındaki adam da elini uzatınca mecburen elini sıkmıştım. İnsanlarla temas etmeyi sevmiyordum, yani en azından tanımadıklarımla.

 

"Ben çok acıktım, yemek yemeye gidelim," dedi Furkan karnını tutarak. Dün onlarla tanıştığımda gerginlikten pek bir şey yiyememiştim, bugün de kahvaltı yapmadığım için deli gibi aç olduğumu hissediyordum ama yine de tekliflerini reddedip bir an önce onlardan kurtulacaktım.

 

"Oğlum sen bir doymuyorsun zaten, aha baban geliyor o doyurur seni." Hakan'ın baktığı yöne baktığımda bunun camide konuştuğum adam olduğunu fark ederek şaşkınlıkla kasıldım. Buraya doğru gelmesi bile beni şaşkınlığımdan kurtaramamıştı. Adama bariz bir şekilde yalan söylemiştim ve burada, benimle aynı ortamda durursa yalanımı çok çabuk anlayacağını biliyordum.

 

Onun dikkatini çekmeden buradan gitmem gerektiğinin farkındalığıyla Alparslan'ın kolunu dürttüm. Bana döndüğünde "Ben gidiyorum," dedim. Aceleyle arkamı dönüp bir adım atmama kalmadan yakamdan tutulmuştum.

 

"Nereye kaçıyorsun fındık faresi?" Beni kendine çevirip yüzüme baktı. Bildiğin kendisini gülmemek için zor tutuyordu! Bu kaçtığımı nereden biliyordu?

 

"Oo turist oğlumla tanıştınız mı, maşallah maşallah." Adam buraya geldiğinde gözlerimi kapattım.

 

Kulağımda bir nefes hissedince irkildim ancak Alparslan benden uzaklaşmadı. "Gözlerini kapatınca yok olduğunu mu sanıyorsun?"

 

Evet, başka soru?

 

Bir sana bana devekuşu iması mı yapmıştı az önce o?

 

Alparslan'a ters ters bakarken o da gözlerini kısmış yüz ifademi tartıyordu. Her şey onun yüzündendi. Rezil olacaktım!

 

"Baba ne turisti, bunun başında kovboy şapkası yok ki?"

 

Furkan konuştuğunda gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum. Yedinci sınıfta insanlara işaret zamiriyle seslenilmemesi gerektiğini öğretiyorlardı aslında.

 

"Geri zekalı," diye mırıldandı Hakan. Onu eminim ki yalnızca ben duymuştum.

 

"Yağız oğlum buraları ziyarete gelmiş, ben de onu Kaan ile tanıştıracaktım. Gezsinler birlikte, bir işe yaramış olur hayta."

 

"Hikmet amca Yağız, Alparslan'ın kardeşi." Hakan anlamayarak adama bakarken, kurduğu cümle irkilmemi sağladı. Hakan'a şaşkınca bakakaldım, söylediklerini sindirmeye çalışarak zorlukla yutkundum.

 

Ama onlar benimle anılmak istemiyorlardı? Adar öyle dememiş miydi?

 

Hikmet amca kaşlarını çatarak bana baktı. "Nasıl kardeşi, çocuk Ankaralı olduğunu söyledi."

 

Furkan bir elini omzuma diğerini çeneme koyup başımı yukarı kaldırdı. "Hele bak şuna, hiç Ankaralı tipi var mı bu çocukta? Ben de seni insan sarrafı sanardım baba."

 

Bu, şu... benim bir adım var.

 

"Ayağımın altına almayayım Furkan, çekil şuradan." Hikmet amca yüzüme dikkatle baktı. "Mardinli tipi de yok ki. Nereden buldunuz oğlum siz bu çocuğu, pek bir yakışıklı zaten."

 

Beni nereden buldunuz Alparslan?

 

Alparslan'a döndüğümde kaşlarını kaldırdığını gördüm. Hikmet amcaya bakıyordu. "Yalnız Hikmet amca, alttan alttan bizi gömüyorsunuz."

 

"Neyse, şu an aile durumları biraz karışık. Konuşmak doğru olmaz." Hakan'ın konuşmasından sonra Furkan hızlıca başını salladı. "Bence de, bunu bir yemekle kutlayalım. Hadi bizi sembusek yemeye götür Alparslan."

 

Onlarla birlikte gitmek istemesem de bir anda kendimi Alparslan'ın arabasında bulmuştum. Şoförü aramış ve arabayı istemişti. Sadece ikimiz olduğumuz için rol gereği gülümsemiyordum artık. Başımı arkaya atmış gözlerimi kapatmıştım. Vücudumun yorulduğunu ancak oturduğumda fark etmiştim. Artık hiçbir şey yapacak halim kalmamıştı.

 

"Neden Hikmet amcaya bir turist olduğunu söyledin?" Arabadaki sessizlikten en sonunda onun sesiyle sıyrıldık. Başımı koltuktan ayırmadan ona döndüm, baygın bakışlarım yüzünü turlarken yoldan gözlerini birkaç kere ayırıp bana bakmıştı.

 

"Kimlerdensin diye sordu," dedim gözlerimin içi yanarken. O kadar uykusuzdum ki şu arabanın koltuğu bile bana yünlü yatak gibi geliyordu. "Ne deseydim?"

 

Kimsesizim diyemedim.

 

Kaşlarını çattı. Bir dönemeçe geldiğimiz için yoldan gözlerini ayıramıyordu. Yan profilinin kusursuzluğu gözüme çarparken bir an için gözümün önü karardı. Gözlerimi kapattığımda huzura erdiğimi düşündüm.

 

"Adar'ın dediğine alınmışsın sen," dedi bir süre sonra bana dönerek. "O salak arada böyle konuşur, takma onu."

 

"Yaptığı saygısızlıktı. Her neyse, bir daha yapamayacak zaten." İfadesiz halime büründüğümde yayılarak oturduğum yerden doğruldum. Ağrıyan başım yüzünden alnımı ovarken yine onun sesini duymuştum.

 

"O ne demek?"

 

"Bu yemekten sonra, ait olduğum yere gideceğim." Onunla bu konuları neden konuştuğumu bilmiyordum. Sadece çok fazla dolmuştum ve biraz olsun bir şeyleri içimden atmak istiyordum.

 

"Evine mi gideceksin," dedi şaşkınlıkla. Hayır diyemedim, bilmesi hiçbir şeyi değiştirmezdi. Ait olduğum yer kendimi en değersiz hissettiğim yer değildi. Yani eve gitmeyecektim.

 

"Bu kadar çabuk mu pes edeceksin?" Şaşkınlıkla kasıldım. Pes etmek mi? Araba en sonunda durduğunda restoranın önüne geldiğimizi anladım. Kemerini çıkarıp bana döndü. Şimdi bir cevap beklercesine gözlerime bakıyordu.

 

Ona dönüp boş boş suratına baktım. "Ben pes etmedim ki. Kendime bir hayat kuracağım, kimsenin yıkamayacağı, uğrayamayacağı bir hayat." İmayla sızlandım. "Gereksiz insanların olmadığı bir hayat."

 

"Anlıyorum," dedi düşünceli bir şekilde. "Ama sana zararı dokunmayan insanlar da var o evde."

 

"Bu saatten sonra, bunca yıla rağmen, bir şeyler değişir mi sence?" Gözlerini gözlerime değdirdiğinde bana bu kadar dikkatli bakması yutkunmamı sağlamıştı.

 

"Değişmese bile, içinde bir yerlerde keşke demekten iyidir. En azından birkaç hafta kal ve onların sana nasıl alıştığını izle."

 

Peki ben size nasıl alışacağım?

 

Tedirginlikle kasıldım. Hadi ama, ben İstanbul'dayken bu kadar duyguyu asla bir arada yaşamıyordum. Tek hissettiğim şey boşluktu. O boşlukta gidip geldiğimi zannediyordum. Daha doğrusu öyleydi. Şimdi ise her şey karışmıştı. Onları tanımadığım için çekincelerim, tedirginliklerim, belki korkum ve daha nice kötü duygum vardı. Hissettiklerimi bir boşluğa sığdıramıyordum.

 

Bütün duygularım bir anda su yüzeyine çıkıyordu. Bu, çok rahatsız ediciydi.

 

"Peki," dedim kirpiklerimin altından ona bakarken. "En azından birkaç gün daha buradayım."

 

Benden alınanlar, şimdi tek tek geri veriliyordu ve ben bunu istemiyordum. Güçlü kalmak güzeldi. Bir daha düşmek istemiyordum.

 

Gülümsedi. Uzanıp saçlarımı dağıttığında irkildim. "Hadi o zaman," diyerek arabadan indi. Elim saçlarıma giderken yarı yolda duraksamıştı. Gözlerimi kapattığımda kendi kendime mırıldandım, bunu kendime yapmamalıyım, bunu kendime yapmamalıyım.

 

Yüzümü ellerim arasına alıp bir süre bekledikten sonra kendime gelerek arabadan indim.

Loading...
0%