@renksizevren
|
"Peki sen boş zamanlarında ne yaparsın," dedi ayaklarını sallayarak. Kaldığım odanın çalışma masasına oturmuş bana sorular soran Mihrimah'ın üzerindeki çekingenliği anlayabiliyordum. Yine de soru sormaktan hatta odama gelmekten çekinmiyordu.
"Birkaç ay öncesine kadar tüm zamanım ders çalışmakla geçiyordu," dedim kaşlarımı çatarak. Sahiden ben boş zamanlarımda ne yapıyordum? Düşünüyordum ancak hiçbir sonuca varamıyordum.
Boş beleş insanın tekiydim gerçekten de. Annemin dediği gibi.
"Tüm zamanın mı," diyerek gözlerini kocaman açtı. Zaten kocaman gözleri vardı, böyle yapınca on yaşındaki çocuktan farkı kalmamıştı. Yaşına göre küçük gösteriyordu. Biraz da tatlı. Zaten güzel bir kızdı.
"Yapacak başka bir şeyim yoktu."
"Yani ben de ders çalışırdım ama daha çok gezerdim." Kıkırdadığında meraklı gözlerle onu izledim. Pekala, Zehra da sınav senesinde çoğunlukla geziyordu. Yine de dersleri güzeldi.
"Birkaç tane arkadaşım var, genelde onlarla takılırdık." Başını biraz eğerek gözlerime dikkatlice baktı. "İstersen seni de onlarla tanıştırabilirim."
"Bilmem," dedim bu isteğini garipseyerek. Alparslan ile konuştuğundan beri bana karşı daha sıcak olmaya çalışıyordu Mihrimah. Çekingen de olsa bir şeyleri soruyor, beni tanımaya çalışıyordu.
Bu eve geldiğimden beri yalnızca üç gün geçmişti. İkinci gün Alparslan, üçüncü gün ise Mihrimah benimle konuşmaya başlamıştı.
"Kerem ile neden konuşmuyorsun bunları? Eminim onunla daha iyi eğlenirsin." Yalnız kalmak için çırpındığımı çok mu belli etmiştim acaba?
Merakla bana bakan suratı cevabımdan sonra buruştu. "Kerem benim arkadaş ortamımı çok fazla sevmez. Zaten ben de onu arkadaş ortamıma sokmuyorum, her şeye karışıyor." Sızlanmasına boş boş baktım.
Aramızda bir süre sessizlik hakim olduğunda yanaklarını şişirdi. Gözlerini benden ayırmıyor olması bir yandan rahatsız ediciyken bir yandan da hoştu. Neden böyle hissettiğimi de bilmiyordum.
"Peki sen," dedi en sonunda. "Sen kardeşin ile gezer miydin? Eminim gezerdiniz, hem oralar daha eğlencelidir. Burada herkes bizi tanıdığı için çok rahat hareket edemiyoruz, ve bu çok bunaltıcı. Büyük şehirleri daha çok seviyorum, keşfedilmesi gereken bir sürü yeri varmış gibi geliyor bana. Tabii sevmek bir yere kadar, yılda birkaç kere ancak gezmek için şehir dışına çıkarız. Bunu da ailecek yapıyoruz, bir aktivite gibi. Aşırı eğlenceli bir aktivite." Diyerek güldü. "Bu yaz da nereye gidebiliriz diye düşünüyordum senin gidip görmek istediğin bir yer var mı? Babama gitmemiz için ısrar edebilirim," dedi sevinçle. "Tabii şu an durumlar biraz karışık olduğu için hayır der gibime geliyor ama sen de birkaç haftaya bize alışırsan, ki bana alışırsın umarım, birlikte ikna ederiz. Hem babam sana bir şey demez!"
Düğmesini kapatmayı unuttuğumuz motor gibi bütün kelimeleri sıralarken ona şaşkınlıkla bakakaldım. O ise nefes nefese kalmış bir şekilde bana kocaman gülümseyerek bakıyordu. Ona bakışlarımı gördüğünde yavaş yavaş yanaklarının kızarışına baktım. Bu görüntü dudağımın kenarının kıvrılmasını sağladı. Gülmemeye çalışarak dudağımı dişledim.
"Konuşmanın başını unuttum," diye mırıldandım.
Elleriyle yüzünü gizleyerek olduğu yerde sızlandı. "Tamam çok fazla konuştum sanırım..."
Sevmiştim. Yani bu konuşkan halini.
"Kısaca gezmek istediğin bir yer var mı demek istemiştim." Tekrar çıplak ayaklarını salladırmaya başladığında oturduğum yataktan kalkarak pencereye doğru ilerledim. Küçük bir hareketle camı açıp içeri hava girmesini sağlarken karşımdaki manzarada gözlerimi gezdirdim.
"Gezmeyi sevmem." Uzun zamandır şehir değiştirdiğimi bile hatırlamıyordum. -tabii annemin aptal saptal tatil planları hariç- Hep aynı mekan, hep aynı insanlar içindeydim. En son on iki yaşında Trabzon'a gitmiştim. Annem ve babam bu halimin normal olmadığını söyleyerek bir hocaya götürmüşlerdi beni. Sonrasında ise dolandırılmışlardı.
Sanırım ilk o gün iyileşmeye başlamıştım. Onların dolandırılması uzun zaman sonra ilk defa yüzümü güldürmüştü. Komikti çünkü. O yüz ifadelerini asla unutamıyordum.
"Hey neye gülüyorsun, bana da söylesene." Dibimde biten kıza bir bakış attım. Boyu benden kısa olduğu için başını kaldırıp bana bakmak zorunda kalıyordu. Gerçekten onunla aynı yaşta olduğumuza inanamıyordum.
"Boyun kaç senin," diye sorduğumda kaşlarını çattı. "Konumuzla ne alakası var bunun, neden soruyorsun şimdi ya?" Yanımdan uzaklaşıp bu sefer yatağa oturdu. Telefonuna bildirim gelince üstten bir bakıp ekranı kapattı.
Bu hareketine şaşırdım çünkü Zehra olmuş olsaydı çoktan telefonunu açıp ortamdan soyutlanmış olurdu. Ama zaten Mihrimah'ı Zehra ile karşılaştırmak da garip bir davranıştı çünkü Zehra hiçbir zaman beni tanımaya çalışmamıştı. İşine gelmeyen hiçbir olaydı yoktu o.
"Yanlış bir şey mi sordum?" Sorumla birlikte kızgın kızgın otururken bir anda yumuşadığını gördüm. "Genelde dalga geçiyorlar. Sinirleniyorum."
"Dalga geçilecek bir şey yok. Herkes uzun olmak zorunda mı?" İnsanlar zorbalık yapmak için her zaman bir neden buluyorlardı.
"Zaten çok kısa değilim, sadece siz çok uzunsunuz!" Homurdanarak söylediklerine bir şey demeden çalışma masasının sandalyesine oturdum.
"1.60'ım. Sen neden böyle baygın baygın bakıyorsun? Gözlerinden uyku akıyor." Yutkunarak başımı geriye attım. Buraya geldiğimden beri zar zor sadece yedi saat uyumuştum. Karanlık ve yalnızlık beni yine uyutmamaya başlamıştı.
"Sen hiçbir soruma yanıt vermiyorsun ama. Eğer rahatsız ediyorsam söyleyebilirsin." Sessizce mırıldanmasını duyduğumda gözlerimi açıp ona baktım.
"Baştan alalım."
Gülümsedi. "Boş zamanlarında ne yaparsın?"
Bu kadar başı kastetmemiştim.
"Kitap okurum." Yaptığım başka bir şey aklıma gelmiyordu. Bazen Akif ve Samet ile buluşuyorduk.
"Mesela, en son okuduğun kitabın ismi ne?" Elini çenesine yaslayarak bana bakmaya devam etti.
"Orhan Veli'nin şiir kitabını okuyordum en son. Roman olarak da Martin Eden'i bitirdim."
'Hmm'ladı. "Aklında kalan bir şiiri var mı peki? Ben okuduğum şiir kitaplarında ezber yapmayı çok severim."
Bir süre düşündüm. Klasik, herkes tarafından bilinen şiirleri aklıma gelmişti ancak sonrasında hoşuma giden bir şiiri hatırladım.
"Kimse duymadan ölmeliyim. Ağzımın kenarında bir parça kan bulunmalı. Beni tanımayanlar 'mutlaka birini seviyordu' demeliler. Tanıyanlarsa, 'zavallı, demeli, çok sefalet çekti.'" Yüzüme kocaman gülümsemeyle baktı, sonra beni tekrarladı. "Halbuki hakiki sebep, bunlardan hiçbiri olmamalı."
"Bu şiiri ben de çok severim ama sözlerindeki anlam beni korkutuyor." Yüzündeki gülümsemeyi yavaşça silerken düşünceyle başını yere eğmişti. "Daha doğrusu ölümle ilgili her şey."
"Neden?" diye sordum ister istemez.
"Ölümden sonraki hayattan korkuyorum." Kısık sesiyle birlikte yanına doğru ilerledim. "Neden? Eğer şanslıysak bütün dertlerimizden arınacağız."
"Ya şanslı olmayanlar?"
"Herkes hak ettiğini eninde sonunda bulacak. Eğer sarsılmaz bir hükümde senin hak ettiğin canını yakacaksa bile bundan korkmamalı."
"Peki intihar? İntihar etmeyi denemiş ama yine hayatta kalmayı başarmış birisi şanslı mıdır yoksa şanssız mı?"
Nefesim boğazıma takılırken gözlerimi ondan çekip başka yere sabitledim. "Şanslıdır... Ona bir yaşam şansı daha verilmiş, bunu kullanmasını bilmeyen insanlar çok sayıda."
"Ben bilmiyorum," diye mırıldandı. Kafası karışık gibiydi. Ona döndüğümde bir elinin bileğini okşadığını gördüm. Bileğine dikkatli baktığımda ise orada hâlâ taptaze duran dikiş izlerini görmek beynimi dumura uğrattı. Bir süre gözlerimi o ipince dikişten çekemedim. Parmakları yarayı okşarken kendinden geçmiş gibiydi. Başımı önüme eğip gözlerimi sımsıkı yumdum. Gözümün önüne gelen görüntüler nefes almamı engelledi. Gözlerimi açıp ayağa kalktım, bir elim boğazıma giderken ona arkamı döndüm. Gözlerimin içinin yanmaya başladığını hissederken titreyen ellerimi yumruk yaparak göğsümde sabitledim.
"Git artık." Sesimi duyduğu halde bir süre cevap vermedi. Hâlâ bir hareketlilik hissetmezken rahatsızlıkla kasıldım. "Git."
"Ne?" dediğini duydum. "Ne güzel konuşuyorduk."
"Sıkıldım." Ona döndüğümde kaşlarını çatarak suratıma baktı. "Bana bir daha yaklaşma. Odama gelip beni tanımaya da çalışma."
Ayağa kalkıp bana yaklaştı. Başını kaldırıp bana baktığında ondan bir adım uzaklaşarak arkamdaki duvardan destek aldım. "Bir anda ne oluyor ya? Neden böyle cümleler kuruyorsun? Hem sen iyi misin?"
Başımı çevirip masanın üzerindeki kitapları incelemeye başladım. "Git diyorum, hâlâ buradasın." Başımı çevirdiğim yönde durdu. Alttan alttan bana bakarken gözlerindeki kırgınlığı gördüm.
"Sadece seni tanımaya çalışıyordum." dedi kısık sesiyle. Gözlerini kaçırıp yere odakladı. "Keşke rahatsız olduğunu baştan söyleseydin."
Bir adım daha geri gitmek istedim ama zaten duvara yapışık durduğum için bu mümkün olmadı. Onun yanımdaki varlığı beni çileden çıkarıyordu. Yüzüne karşı bağırarak onu ağlatma isteğimi durdurmaya çalışıyordum. Kısa tırnaklarım avucumun içine batmaya başlamıştı.
En sonunda benden uzaklaşıp arkasını döndü, kısa sürede de odadan çıktı. Kapı çarpıldığı anda derin bir nefes alıp yere çöktüm. Yumruk yaptığım ellerimi açamazken içimi büyük bir korku sarmıştı. Yumruk olmuş ellerim başımın iki yanını buldu, olduğum yerde gittikçe küçülürken her yutkunuşumda acıyan boğazım yüzünden gözlerim yanmaya başlamıştı.
"Hayır..." Gözlerimi kapatıp soluklandım. Bu olmamalıydı, böyle olmamalıydı. Ellerim benden bağımsızca başıma vurmaya başladı. Ne avuçlarımdaki ne de başımdaki acıyı hissediyordum. Zorlukla konuştuğumda çenemi delicesine sıktığımı bile yeni anladım. Ne yaptığımın farkına yavaş yavaş varırken olduğum durumdan sıyrılıp başımı duvara yasladım.
Gözlerim kapıda takılı kaldı. Kalbimde hissettiğim ağrının nedenini bir türlü anlayamadım. |
0% |