@renksizevren
|
Cihangir'e döndüğümde tabağına ters ters bakıyordu. Somurtması kaç saattir bitmemişti. Utanmasa kollarını göğsünde bağlayıp küstüm diyecek konuma gelmişti.
"Baba yesene," dedi Alparslan başıyla tabaktaki eti göstererek. "Ne yapalım, göldeki balıklar tatile çıkmışlar."
"Hep mi tatile çıkarlar Alparslan? Çocuk mu kandırıyorsun sen?" Dedi delici bakışları Alparslan'dayken.
Adar önceki piknik zamanlarından olacak, tedbirli gelmişti. O mangal yaparken babamlar toplam üç balık yakalamışlardı. Ama üç balık kimseye yetmeyeceği için- baba. baba. baba.
Babam.
Yediğim boğazımda kalırken bir elimle ağzımı kapatarak öksürmeye başlamıştım. Hemen yanımda oturan Alparslan bana bir bardak suyu uzatınca zorlukla birkaç yudum alıp yaşaran gözlerimi sildim. Sırtıma biraz vurarak kendime gelmemi sağlamıştı.
"Helal oğlum helal," dedi karşımda oturan Cihangir. Onun endişeli gözlerini görünce yutkundum.
Konuşabilecek durumda olmadığım için sudan birkaç yudum daha almıştım. Yavaş yavaş kendime gelirken üzerimdeki bakışlar az da olsa dağılmıştı. Sadece diğer yanımda oturan Azade Hanım'ın bir elinin sırtımda dolaştığını hissediyordum.
Bir süre sessizlikten sonra karşımdaki adamı izledim. Çocuk gibi hareketleri vardı. Halbuki onu ilk gördüğüm zaman ne kadar sert bir mizacı olduğunu düşünmüştüm. Aile içinde kedi, dışarıda ise aslan kesiliyordu.
Sinirle çatalını ete batırıp bir ısırık aldı. "Bu sene tatil için Karadeniz'e gidelim. Bir balık yiyemedik ağzımızın tadıyla." Homurdanarak söyledikleriyle Mihrimah babasının yanağını kocaman öpmüştü. Sevinçten gözlerinin parladığını görünce balığı çok sevdiğini düşündüm.
Ben ise nefret ederdim.
Boğazıma batan bir şeylerin hissiyatıyla yumruğumu sıkıp elimdeki plastik çatalın tenime batmasını sağladım. Kesinlikle kendime gelmeliydim.
Sessizce tabağımdakileri yerken koluma dokunulmasıyla irkildim. "Balık sevmez misin?" diye sordu yanımda oturan Azade Hanım.
Başımı iki yana salladım. "Sevmiyorum." Daha fazla konuşmamak için ağzıma ekmek tıkıştırıp kendine kola döken Alparslan'ın bana da kola döküşünü izledim.
"Abi bana da," diyen Ömer'e kola şişesini uzatınca Ömer ters ters abisine baktı ve şişeyi aldı.
Gözlerim ister istemez Cihangir'e kayıyordu. Plastik çatalı ete batırırken bir anda çatalın ucu elinde kaldı. Çatalın kepçe kısmı ise ete batırılmış duruyordu. "Sizin alacağınız çatalın..." diye sövmeye başlarken koluna yediği cimcikle susmak zorunda kalmıştı.
Adamın zaten morali bozuktu, bütün evren toplanmış onun o eti yemesini istemiyordu.
Havadan sudan konuşarak geçen zaman içinde herkes önündeki eti yemişti. Tabaklar kaldırılırken Azade Hanım'a yardım ettim. Zaten plastik olduğu için sadece çöp poşetine atmak kalmıştı. Örtüyü de silkeledikten sonra gelip tekrar sermişti. Örtünün üstüne marketten alınan abur cubur bütün malzemeleri döktükten sonra semaverdeki çayı kontrol etti.
Ben ailemle hiç böyle piknik yapmamıştım. Bu yüzden ilk başlarda ortam biraz garip gelse de yavaş yavaş alışmaya başlıyordum. Rahatlamamı sağlayan yegane sebep ise Samet ve Akif ile konuşmuş olmamdı.
Elif Filiz teyzenin kucağında kollarını bana uzatınca yabancılık çekmeden onu kucağıma aldım. Hemen başını omzuma koyup bir eliyle de tişörtümü tutmaya başlamıştı. Dudaklarındaki emzik ile kapkara gözleri çok güzel gözüküyordu.
"Şeytan tüyü var bu çocukta demedi demeyin," dedi Ömer bana bakarak. Ağzına hariboları tıkıştırıp zar zor çiğniyordu.
"Kıskanma abicim. Doğduğundan beri kaç kere kucağına aldın Elif'i?" Diye sordu Alparslan. Onları takmadan ortadan bir fıstık alarak ağzıma atmıştım.
Cihangir'e döndüğümde gözleri etrafta dolaşıyordu. Ona baktığımı hissetmiş gibi bana dönünce kaskatı ifadesi yerini bir gülümsemeye bıraktı.
"Ben bir telefonla konuşacağım siz takılın," diyerek ayağa kalktı ve bizden uzaklaştı.
"Ne yapsak ya benim canım sıkıldı," dedi Mihrimah. Gözleri Kerem'e kayınca yüzü biraz daha düşmüştü, daha sonra bana baktı. Gözleri yanağıma kayınca onu umursamadan Elif'i Alparslan'a verdim, ayağa kalkıp çayları dolduran Azade Hanım'ın yanına gittim.
"Dağıtayım," deyince başını kaldırıp bana kocaman gülümsedi. Başını salladığında dökmeyi bitirdiği çayları dökmeden alıp onların olduğu tarafa götürdüm. Tepsi cidden ağırdı. Tam ortada yer açtıklarında elimdekini bırakarak ben de yerime geçmiştim.
"Ben yiyip içip yatmak istiyorum vallahi, daha demin top oynadın zaten. Azıcık kıçının üzerine otur."
Ömer Adar'ın arkasına geçip sırtlarını birbirine yaslamıştı. Bizden tarafa ters kalıyordu ama çekirdek yediği için uzak kalmış olmuyordu. Adar elindeki fıstığı arkaya uzatınca o da ağzını açmıştı, Adar'ın parmaklarını da ısırarak fıstığı aldığında Adar yüzünü buruşturarak ıslak parmaklarını onun tişörtüne sürdü. "Seni şu gölde boğarım Ömer, adam gibi dur."
"He he kesin yaparsın." Adar bir anda kalktığında Ömer geriye doğru düştü. Ama ondan beklenmeyecek bir atiklikle ayağa kalkıp bize doğru gelen Cihangir'in yanına gitmişti. "Baba şu oğluna bir şey söyle ya!"
"Didişmeden iki dakika durun dişimi kıracağım," dedi Cihangir homurdanarak. Telefonda konuşmak için bu kadar uzağa gitmesi bana garip geldiği için suratına baktım. Sanki bir şey anlayabilecekmişim gibi.
Bana bakmadan eski yerine oturdu. "Okeyi getirsene Ömer, bir el atalım." Ömer hızla ayağa kalkıp arabaya doğru ilerledi bagajı açarken ise ilk dörtlüyü seçiyorlardı.
"Kerem oynayacak mısın oğlum," telefonuyla ilgilenen Kerem başını kaldırıp Cihangir'e baktı. "Yok baba takılın siz."
"Mihrimah anlamaz zaten, Yağız sen kesin oynuyorsun. Ömer de oynuyor, Alparslan?" Alparslan başını iki yana sallayıp bir köşeye çekilmişti. Aslında oynamasam daha iyiydi ama bu tarz oyunlarda iyiydim bu yüzden bu atmosferde oynama isteğim gelmişti. Ömer geldiğinde bir yer açıp dizildik. Karşımda Adar vardı.
"Adar ve Yağız bir grup, biz de Ömer ile bir grubuz. Kim beş olursa oyun biter." Herkes başını sallayınca Cihangir taşları dizmişti. Herkese taşını verdikten sonra okeyi belirledi.
O taşları hallederken ben de çayıma şeker atıp karıştırıyordum. Onun çayına dokunmadığını görünce iki küp şekeri de ona atıp karıştırdım. Oyun başladığında çayına şeker attığımı görmüş gibi şekere hiç uzanmadan bardağı dudaklarına götürmüştü.
Önümdeki taşları hızlıca dizerek tablayı düzenledim. O sıra sol çaprazımda oturan Cihangir bana bir taş atmıştı. Taşa baktığımda gerekli görmeyip ortadan bir taş çektim. Böyle böyle oyun giderken ilk elde Adar bitmişti. Bana saçma sapan bakarken sanki onu tebrik etmemi istiyormuş gibiydi. Hafifçe gülümseyip tekrar dağıtılan taşları dizmeye başladım.
O sırada Azade Hanım da biten çaylarımızı doldurmuştu. Aralarından sadece ona teşekkür eden bendim. Diğerlerinin kaba davranışına içten içe utanmıştım. Bunu çok doğal bir şey olarak görüyorlardı belki de. Anneleri her zaman böyle çayı önlerine mi getiriyordu gerçekten?
İkinci elde Ömer bitmişti. Cihangir iki eldir bir şey yapamadığı için etrafına sataşmaya başlamıştı. Çayını bile içmiyordu. Sanırım yenilmeyi sevmiyordu ama zaten berabereydik.
Oyunu oynarken başımı kaldırdığımda Adar ile göz göze gelmiştim. Kaşlarını oynatarak Cihangir'i gösteriyordu. Ne demek istediğini anlamadığım için kaşlarımı çatmıştım. Gözlerini devirip dudaklarını sımsıkı birbirine bastırmıştı.
Bu sefer hareketleri daha belirginken gözlerimi deviren ben olmuştum. "Neden kaşlarını oynatıp duruyorsun, konuşabilirsin."
Cihangir'in kenara koyduğu taşa sırıtmamak için kendimi zor tuttum. Onu aldığımda bitmiştim. Cihangir söylediğime kahkaha attı. "Ulan geri zekalı," dedi Adar'ı ensesinden tutup göğsüne çekerken.
"Ne yapıyordu Yağız," diyerek bana döndü Cihangir. Kaşlarımı oynatarak kendisini gösterdim, aynı Adar'ın taklidini yaparken "Böyle yapıyordu," diye mırıldandım.
Bu sefer daha yüksek sesli kahkaha atarak sırtıma birkaç kere vurup beni de kendine çekti. Adar ile göz göze gelince irkildim. Suratıma ters ters bakıyordu. "Öyle mi yapıyordum ben?!"
"Ne demek istediğini anlamadım ki," dedim geri çekilerek. Kaşlarını çatarak homurdandı. O da geri yerine geçince Cihangir'in keyfi yerine gelmişti.
"Hatun," dedi bir an bağırarak. "Bir çay getirir misin?" Azade Hanım'a attığı yavru köpek bakışlarını gördüğümde gülmemek için dudaklarımı dişledim.
Yanımdan kıkırtı sesi gelince Ömer'e döndüm. Gülmeyeceğim derken kıpkırmızı olmuştu.
"Hadi hadi gülmeyi kesin, devam " Cihangir'in sesiyle kendime geldim. Bitmiş elimi onlara çevirince Adar "İşte bu be!" diyerek Ömer 'in ensesine bir şaplak atmıştı.
Böyle dakikalarca birlikte oyun oynamıştık. Benden sonraki eli Cihangir kazanınca girdiği tripleri istesem de hiçbir zaman aklımdan silemezdim.
Ve bir şey fark etmiştim. Onunla olan bir sürü anım vardı artık. Güldüğümüz, birlikte sustuğumuz, konuştuğumuz, bana sarıldığı, bu piknik macerası, benimle uyuması, bana yemek getirmesi...
Buradan ne zaman gidecektim bilmiyordum ama elbet bir gün gidecektim. Ve arkamda bıraktığım onu, çok özleyecektim. Böyle hissediyordum.
Daldığım yerden yine onun neşeli sesiyle sıyrıldım. Bademleri eline almıştı, bir Azade Hanım’a bir de Filiz yengeme vererek onlarla sohbet ediyordu. Ceylin de Cihangir'in kucağında boynuna sımsıkı sarılmıştı. Onun annesine ve babaannesine badem yedirmesini kıskanıyordu sanırım.
Ben, bir ağaca yaslanmış dikkatimi elimdeki telefona vermeye çalışıyordum. Zaman yavaş yavaş geçerken herkesin konumu da değişiyordu. Mihrimah yanıma gelip tam karşıma oturmuştu.
Benimle göz göze gelebilmek için başını eğmeye çalışıyordu. Daha fazla bu hareketleri yapmasını istemediğim için doğrudan gözlerine baktım. "Şu an çok utanıyorum," diye mırıldandı. Onu pespembe olmuş yanaklarında da anlıyordum zaten. Gözlerini kapatıp soluklandı. "Özür dilemek hiçbir şeyi telafi etmese de özür dilerim Yağız."
Hiçbir şey söylemeden yüzüne bakmaya devam ettim. Gözlerini kaçırarak başını eğdi. "Ben ne kadar sana gösteremesem de seni seviyorum." Kurduğu cümleyle irkilirken kaşlarım usulca çatılmıştı.
"Mihrimah," dedim cümlelerimi toparlarken. "Benden uzak durmanı söylemiştim."
Omuzları yenilgiyle çöktü. "Kerem beni hep korudu Yağız. Onu başkasının darp etmesi... beynimden vurulmuşa döndüm. Biz normalde Kerem ile asla anlaşamayız ama o hep benim için bir şeyler yapar işte. Yağız," dedi sızlanarak. "Biliyorum bu dediklerim beni haklı çıkarmaz, böyle bir derdim de yok ancak sen hiçbir şey olmuyormuş gibi beni oradan uzaklaştırınca... Yağız her şeyi geçtim sana vurdum. Bunu nasıl yaptım bilmiyorum. Bir savunmam da yok. Ama çok pişmanım."
Karşımda her an ağladı ağlayacak olan kızdan gözlerimi bir saniye olsum ayırmadım. "Benden ne istiyorsun?"
"Bir şey istemiyorum." dedi omuzlarını düşürerek. "Ben sadece biraz beni sevmeni istemiştim ama gözünde eksilere düştüm bunu biliyorum."
"Mihrimah," dedim telefonun ekranını kapatırken. "Sana benimle oynama demiştim."
Dudakları büzüldü. Dolu dolu olan gözlerini bir kere kırpsa gözyaşları yanağını ıslatacaktı. "Benimle oynama. Beni görmezden gel. Samimi değilsin," dedim söylediklerini kastederek.
Daha fazla onu görmek istemeyerek başını çevirdim. Başımı çevirdiğim yerde ise Alparslan'ın bizi izlediğini gördüm. Sert çehresi Mihrimah'ın üzerindeydi ve kaşları çatılmıştı. Bana bakınca ifadesizliğine geri döndü. Boş boş suratına bakarken Cihangir'in sesini duydum.
Elindeki telefonu cebine sıkıştırıyordu. "Çocuklar ben Urfa'dan dedenizle babaannenizi almaya gidiyorum. Alparslan," dedi Alparslan'a dönerek. "Siz de toparlanın eve geçin. Akşam yemeğine kadar geliriz, çay yapmayı unutmayın." Diyerek karısına gülümsedi. Onu alnından öptükten sonra Filiz yengemi de öpmüştü. Kucağına atlayan Ceylin'in yanağını ısırdı. Gözleri Mihrimah'ı ararken yanımda görünce bir şey demeden bana göz kırptı.
"Ben Murat'ı aradım, bir araba alıp gelecek." dedi bilgilendirerek. İki araba gelmiştik ve bir arabaya kesinlikle sığmazdık. O bir arabayı alıp gözden kaybolduğunda Azade Hanım da ortalığı toplamaya başlamıştı. Filiz yengeme bakınca kucağında uyuyan Elif'i gördüm. Sıkıntıyla nefeslenip etrafına bakındı. Sanırım Azade Hanım'a yardım etmek istiyordu.
Onun yanına gidip yavaşça uyuyan Elif'i kucağıma aldım. Nefes alışverişlerimi bile yavaşlatarak tekrar eski olduğum yere döndüğümde bir süre kucağımdaki meleği izledim. İki çocuk da en çok Adar'a benziyorlardı.
Onlar ortalığı toparlarken Mihrimah da yardım etmişti. Her şey bagaja konulduğunda bize de diğer arabanın gelmesini beklemek kalmıştı.
"Anne isterseniz siz gidin beklemeyin, ben çocuklarla gelirim," dedi Alparslan. Azade Hanım ona rahatsızlıkla bakarak arabaya döndü. Teklifi reddedince herkes belirli yerlere dağılmıştı.
Nedensizce içimde bir sıkıntı vardı. Alparslan ve Adar hararetle bir şeyler konuşuyorlardı ve bu bir şeylerin ters gittiği düşüncesine kapılmamı sağlıyordu.
Herkes bir anda sessizleşmişti. Sanki içlerindeki o duyguyla baş etmeye çalışır gibi yalnızlardı. Yaklaşık on beş dakikanın sonunda babamın dediği adam gelince herkes ayaklandı.
İlk arabaya Mihrimah, Filiz yenge, Ceylin ve Azade Hanım binmişti. Elimde mışıl mışıl uyuyan Elif'i kucağına bıraktığımda bana teşekkür edip yanağımı öptü. Diğer arabaya da Ömer, ben, Adar, Kerem ve Alparslan geçtiğimizde Murat diğer arabanın şoförü olacaktı. Alparslan abi şoför koltuğundayken arabayı çalıştırmıştı. En sonunda yola koyulduğumuzda herkes oldukça sessizdi. Alparslan abi bu sessizliği bozmak adına uzanıp bir şarkı açmıştı.
Kırk beş dakikanın sonunda eve vardığımızda günün yorgunluğuyla kimseye bir şey demeden odaya çıktım. Üzerimdeki kıyafetlerden kurtulurken hızlıca kendimi duşa atmıştım. Bir süre hiçbir şey yapmadan öylece suyun beni mayıştırmasını bekledim. Üzerimdeki halsizliği umursamamaya çalışarak başımı yıkadığımda başka bir şey yapamadan duştan çıkmıştım. Kurulanıp üstüme rahat bir şeyler giydim. Çıkardıklarımı düzgünce kirli sepetine atıp yatağa uzandım.
Uzandığım yerden başımı çevirerek camdan gözüken gökyüzüne bakmaya başladım. Bir anda gök gürlemesiyle irkilirken bulutlar gittikçe kararıyordu. Sanırım tam zamanında eve gelmiştik.
Yavaş yavaş yağmaya başlayan yağmuru izlerken gözlerim yavaşça kapandı. Uyuyamayacağımı biliyordum, birkaç saat sonra herhangi bir sebeple Cihangir'in kapımı çalacağını bildiğim gibi.
Buna nasıl emindim bilmiyordum. Belki de gelmezdi.
Bir gün benden sıkılır mıydı acaba? Onunla bir anda çok fazla samimi olmuştuk ve beni görmekten sıkılması olağandı. Bir süre gözüne gözükmesem daha iyi olur gibime geliyordu. Daha sonra Samet'in ve Akif'in yanıma geleceği aklıma geldi. Onlarla vakit geçirirken çok fazla evde durmazdım.
Sürekli bir şeyler düşünmekten sıkılıp yatakta doğruldum. Derin bir nefes alsam da sıkılmaktan kendimi alıkoyamıyordum. Güzel bir günün akşamının böyle olacağını tahmin etmezdim. Acaba kitap mı okusam diye düşündüm ancak kitaplıktaki çoğu kitabı okumuştum, bir şans verip yarım bıraktığım kitaplara ise devam etmek istemiyordum.
En zorlandığım şey ise bir aradan sonra bıraktığım kitaba yeniden başlamaktı.
Ayağa kalktığımda ilk olarak ilaçlarımı içtim. Uyku ilacımı da içmiştim, o bedenimde etkisini gösterene kadar gece yarısı olurdu muhtemelen ve ben, Cihangir'in varlığıyla uyumuş olurdum bile. Yanımda o varken, birinin varlığını hissederken daha korkusuz oluyordum. Tüylerimi ürperten bir şey olmuyordu.
Bir de, onunla uyumak zevkli gelmeye başlamıştı.
Daha fazla düşünmek istemeyerek odadan dışarı çıktım. Yavaş adımlarla merdivenleri inerken Azade Hanım, Alparslan, Adar ve Mihrimah'ın avlunun yağmur görmeyen kısmında oturduğunu gördüm. Onların yanına ilerlerken hepsi oturmuş yağmuru izliyorlardı.
Bir şey demeden boş kalan yere oturduğumda sessizliği birinin telefon sesi bozdu. Adar elini cebine atınca telefonun kime ait olduğunu da anlamıştım. Ekrana baktığında yüzüne bir sırıtma yerleştirmişti. Bir tuşa basınca telefondaki ses bize kadar geldi.
"Alo, baba? Hayırdır çok mu özledin beni," gevşek gevşek konuşmasına gözlerimi devirdim.
"Merhaba," diyen yabancı sesi duyduk. Karşı taraf boğazını temizledi. "Cihangir Akat'ın yakını olmalısınız."
"Evet de sen kimsin?" Herkes ayaklanınca Alparslan'ın yüzündeki ifadeden korkmuştum. Ayağa kalkarak onun yanına gittim.
"Cihangir'in içinde bulunduğu araba zincirleme bir kazadan sonra patladı."
Bu cümleden sonra herkes donakalmış bir şekilde öylece durdu. Daha sonra ise, bütün konağa acı dolu çığlıklar hakim oldu. |
0% |