@renksizevren
|
günün ikinci bölümüdür. Yazardan,
Cihangir arabanın sol köşesinde duran aynadan arkasına baktıktan sonra sıkıntıyla önüne dönmüştü. Yaklaşık yarım saattir takip ediliyordu ve takip edilirken ailesinin yanına gidemezdi. Bu yüzden yollarda dolanıp duruyordu.
Kendisini çok kasmamak için radyoya uzanıp bir şarkı açtı. Dudakları arasından ıslık çıkarken parmaklarını belirli aralıklarla direksiyona vurarak ritim tutuyordu.
Zaten arabayla gezmeyi severdi.
Yine de kendisini avutma şekli komikti.
En güvendiği adamı Gurur'a takip edildiğini söylemişti ancak onun gelmesini istemiyordu. Kendisi takip ediliyorsa ailesine de o aralıkta bir şey olabilirdi. Yine de hepsinin bir arada olması içini rahatlatıyordu.
Başlarında Alparslan, uzaktan onları koruyan Gurur varken gözünün arkada kalması olanaksızdı zaten.
Mardin - Urfa yolu arasında sıkılarak hız yapmaya başladığında yolun boş olması işine geliyordu. Yol boşken yavaş yavaş giden insan mı vardı zaten? Uzanıp şarkının sesini biraz daha açtı.
"Güneşe dokundum. Umudum, kalmayınca böyle oldum."
Gözleri dikiz aynasına kaydığında arkasındaki arabanın da hızlandığını gördü. Kendisini saklamıyordu, takip edildiğini bilmesini isteyen birileri vardı. Ve bu birileri olarak adlandırdığı kişileri çok iyi biliyordu.
Aklına gelenlerle gaza daha çok yüklendi. Bu sefer öldürecekti, bu sefer durmayacaktı. Bu sefer karşısında kimsenin durmasına izin vermeyecekti.
Daha taze olan bir yarayı deşiyorlardı.
"Seni çok düşündüm. Küçüldüm, eyvallah dedim yollara düştüm."
Ani bir manevrayla dönerek yoluna devam etti. Fren diye bir şeyi tanımıyordu artık. Hız yaptıkça rahatladığını, birilerinden intikam aldığını hissediyordu. Ancak yol yavaş yavaş bulanıklaşmaya başladı, fazla dikkatli bakması gözlerini kamaştırmıştı. Hızla kendine gelip yola odaklandı.
"İyileşen yara kaşınır, geldi gitti aklım kendimi yaktım."
Sol şeritten bir arabanın önüne geçmesiyle biraz da olsa yavaşladı. Üç araba aynı şeritte ilerlerken öndeki araba hız yapmaya başladı, bununla birlikte Cihangir de gaza basınca arabayı sollayıp en öne geçti. Takip edenleri geride bıraktığında umursamadan dikkatini yola verdi. Gözleri hız paneline takıldığında gördüğü sayıya kendisi de şaşırdı. Bu arabayla ilk defa 250'yi görmüştü. Yanından geçtiği her şey bir sinek gibiydi.
O hızla geçip giderken arkasındaki araçlar da hızlanmıştı. Yolun bitiminde sağ şeritten gelen bir arabayla şoka uğrarken, bütün bedeni tehlike sinyalleri vermeye başlamıştı. Başına geleceği ilk saniyeden bedeni kavrayamazken arabayı durdurmaya gücü yetmedi, direksiyonu kırarak hızını yavaşlatamayıp ormanlık alana daldı. Arkasında büyük bir yankı bırakırken o hızla, araba yerden kesilerek ağaç dallarını parçaladı, şarampole yuvarlanan araç bir ağaca çarptı. Çarpmanın etkisiyle yan dönerek zeminle buluştuğunda emniyet kemeri takılı olmasına rağmen paramparça olan arabada bedeni savrulmuştu. Hava yastıkları açılıp onu koltuğa sabitlediğinde bir süre şoktan hareket edemedi.
Yavaş yavaş sönen hava yastığıyla zorlukla bir nefes alıp gözlerini araladı. Dört bir yanı hava yastığıyla dolarak onu çarpmanın etkisinden korumuştu ve yerine sabitlemişti. Bir süre kendisine gelmek için bekledi. Yerinde kıpırdanmaya başladığında nefesi kesildi. Yarı bulanık olan bilinciyle üzerine baktığında karnında gördüğü kocaman cam parçasıyla acının kaynağını anladı. Kesik kesik inlerken arkada duyduğu curcunaya anlam veremedi. Neden kimse yanına gelmiyordu? Her nefes alışında canı daha çok yanarken gözlerini kapattı.
Bütün olanlar gözünden film şeridi gibi geçiyordu. Bunca hengamenin içerisinde aklına gelen karısıyla gözlerini sımsıkı kapattı. Eğer burada ölürse onu hiç göremeyecek olma düşüncesi kalbini ağrıttı. Ölmek... Ölecek miydi? Ölümden korkmuyordu ancak yaşamayı da seviyordu. Daha tam bir aile olduklarını göremeden gitmek düşüncesini aklına getirmek istemedi.
Kendisinde hasar tespiti yapmaya çalışarak ayaklarını kımıldattı. Sağ ayağı iyiydi ancak sol ayağının feci şekilde zonkladığını hissediyordu. Ön cam neredeyse boydan boya parçalara ayrılmıştı ve bir cam yığınının içerisinde nefes almamaya çalışarak oturuyordu. Bilinci gittikçe bulanıklaşırken ona yardım edecek kimseyi bulamadı.
Arkada bir curcuna vardı ancak yanında kimse yoktu.
Daha fazla dayanamayacağını hissederken vasat olmuş arabanın içerisinde acıdan bayıldı.
Zaten şarkı da ilk saniyeden bitmişti.
Kendisine doğru gelen araçla direksiyonu kırdığında öndeki araç onun arkasındaki araca çarpmış, en arkada kendisini takip eden araç ise kendini frenleyememiş kazayı bir zincire bağlamıştı. Hızları çok fazla olduğu için hepsi büyük bir hasar alırken en arkadaki camdan fırlamış öndeki aracın bagajına bedeni savrulmuştu. Bilinci kapanırken genç adam burada öleceği hissine kapılarak gözlerini aralamak istedi ancak bunu yapamadı. Ne bedenini kımıldatabildi ne de kapanan bilinciyle savaşabildi.
Olduğu yerde can verirken bedenindeki acı silindi.
İlk çarpan arabaların birinin kaputundan duman çıkarken saniyeler içerisinde duman yangına dönüşerek koca arabayı havaya uçurmuştu. Bununla birlikte büyük bir yangın çıkınca boş yolda ilerleyen başka bir araç da kazaya uzak bir yerde durup itfaiyeyi ambulansı ve polisi aramış endişeyle dışarı çıkmıştı.
Kaza alanına gitmek istiyordu ancak cesaret edemiyordu. Yerde yatmış olan bedenden gözlerini çekemedi. Yerde yatan adamın cansız bedeni yangının üzerine sıçramasıyla birlikte yanarken bu manzarayı izleyen adam yerinden bir milim kıpırdayamadı. Şok olmuş bir vaziyette önündeki manzarayı izliyordu.
Diğer araçlardaki kişileri merak etti ancak yangın o arabayı havaya uçurduğu için yüksek ihtimal onların da öldüğünü anladı.
Dakikalar içerisinde boş yolda duyulan siren sesleriyle kaza alanına büyük bir curcuna ev sahipliği yaptı. Şarampole yuvarlanan aracın içinden çıkardıkları adamı hastaneye yetiştirmeye başladılar.
O dakikalarda ise olay yerinde etrafa saçılan hiçbir eşyanın bulunamaması dikkat çekti.
- Haber sunuyormuş gibi yazmam yok mu asjdanjsdnja -
•
Yağız Koraman'dan, (bir gün Akat deme dileğiyle)
Mihrimah'ın acı dolu çığlıklarını duyarken kulaklarımı kapatmak istedim. Bu çığlıkları en son amcamın kızından duymuştum. Yüreğindeki acıyı herkese bulaştırarak kendisini öldüren biri için gözyaşı döküyordu.
Sanırım fazla kalpsizdim. Amcamın neden intihar ettiğini hiçbir zaman düşünmemiştim. Nedenler umurumda olmamıştı. Her zaman bir kulp bulmuş ve kendi canına kıyabilen insanlara aptal gözüyle bakmıştım.
Belki de, ölürken nasıl can verdiklerini bizzat gördüğüm içindi.
Yaşamak için çırpınmaları, acıyı göze alarak kendilerini o ipe asmaları. Ancak öldükten sonrasını hesaba katmamaları. Öldükten sonrasında ne yapacaklardı? Onları neyin karşılayacağı bile muammaydı. Her inanca göre bir şeyler vardı elbette ancak intihar eden bir insanın hiçbir yerde yerinin olmadığını bilerek o ipe kendilerini asıyorlardı.
Her neyse, konumuz Cihangir.
Cihangir'in ölüm haberi elimize ulaşalı toplam yedi dakika oluyordu. Bu süre boyunca oturduğum yerden kalkmadan boş boş karşımdaki duvara bakmış daha sonrasında ise saçma sapan düşüncelere dalmıştım. Bir gün herkesin öleceğini biliyordum ancak bu ölüm çok... ani, acılı ve zordu. Hayatında yeri olan bir insanı artık göremeyecek olma düşüncesi insanın aklını bulandırıyordu. Hissettiklerimi adlandıramıyordum. Ama bir şey demek gerekirse...
Bu haber kalbimi ağrıtmıştı.
Başımı eğdiğim yerden kaldırıp konaktaki curcunaya baktım. Ömer bir duvar dibine çökmüş benim gibi bomboş bir şekilde yere bakıyordu. Mihrimah çığlıklarıyla konağı birbirine katarken Alparslan kardeşini tutuyor, ona sıkı sıkı sarılıyordu. Adar ise... bir kenarda hıçkıra hıçkıra ağladığını gördüm. Filiz yengem elini ağzına kapatmış gözyaşı dökerken şok geçiriyor gibiydi.
Ve Azade Hanım. Ona baktığımda hiçbir şey göremedim. Yüzüne büyük bir gölge düşmüş gibiydi. Hâlâ ayakta durarak yere bakıyordu. Yüzünün acıyla kasılışını izlerken ayağa kalktım. Hiç düşünmeden yanına giderek koluna dokundum. Gözleri beni görmedi.
Her saniye gözleri üzerimde olan kadın Cihangir'den sonra kör oldu.
Bir eli kalbine giderken endişeyle kasıldım. Nefesinin kesildiğini hissediyordum. Olduğu yerde sendelediğinde onu tuttum. "Alparslan!" Bu curcuna içinde bağırarak konuşmam sadece Alparslan'ın dikkatini çekmişti. Hızla bana döndüğünde durumumuzu görerek Mihrimah'ı bıraktı. Azade Hanım kollarım arasında yığılırken onu zorlukla tutuyordum. Alparslan hızla annesini kucağına aldığında herkesin dikkati buraya kaymıştı.
Hızlıca evden çıkarken arkasından yetiştim. Arabanın arka kapısını açtığımda annesini yatırıp kapıyı açık bırakarak şoför koltuğuna ilerlemişti. Buradan benim de gelmemi istediğini anladığımda hızlıca arabaya binip kapıyı kapattım. Azade Hanım'ın ayaklarının kenarına oturduğumda suratına dikkatle baktım.
"Hayır anne, hayır anne," diye sayıklayan Alparslan ile ona dönmüştüm. İlk yardım bilmediğim için elim kolum bağlıydı ancak onun elini tutmak istedim. Uzanıp elini sıkıca kavradığımda kalbimdeki ağrı daha çok arttı.
"Böyle olmaz!" Bir anda bağıran Alparslan ile yerimde irkildim. "Böyle olmaz. On dakika içerisinde ne yaşadık böyle. Bu gerçek olamaz. Anne!" Tekrar sesini yükseltti. "Anne," diyordu. O kadar içli diyordu ki bir an onun otuz yaşında değil de on yaşında annesine muhtaç bir çocuk olduğunu düşünecektim.
Hastaneye geldiğimizde hızla arabadan indi, Azade Hanım'ın bedenini sedyeye yatırdılar. Her şey aniden olurken biz de peşlerine takılmıştık. Bir odaya alındığında kapının önünde beklemeye başladık. O sırada Alparslan'a telefon gelmişti. Dalgınlıkla telefonu açıp kulağına götürdü.
Karşı tarafı dinlerken dünyadan soyutlanmış gibiydi. Onu o kadar dikkatli izliyordum ki aldığı derin nefesi bile fark etmiştim. Gözünün önünü görmüyor gibiydi. Eli tutunacak bir yer ararken duvara tutundu. Hızlıca yanına gidip onu tutunca gözleri bana dönmüştü. Şaşkın olduğu hâlâ gözlerinden bile belliyken telefonun yere düşmesini umursamadan iki eliyle bana tutundu.
"Yaşıyor," diye fısıldadı. "Arabası patlayan o değilmiş. Gurur... Gurur arkasından gitmiş. Ve, şu an hastanedelermiş... Urfa'ya yakın bir hastane." Ne yapacağını bilemez bir şekilde sağına ve soluna baktı. Gözleri annesinin olduğu odaya takıldı.
İkilemde kaldığı o kadar belli oluyordu ki tuttuğum kolunu sıktım. Böylece bakışları bana döndü. "Sen git, ben buradayım."
Bu söylediğimle gözleri parladı. Daha sonra aklına bir şey gelmiş gibi omuzları çöktü. "Ama... annem."
"Ben sana haber vereceğim. Şu an Cihangir'in yanında kimse yok. Kimsesiz değil o, yanına git ve dik dur." Derin nefesler alarak bir süre gözlerini kapatıp bekledi.
"Tamam, tamam... Ama seni arayacağım, telefonuna bak tamam mı?" Başımı sallayınca beni kendisine çekip sarıldı. Ayrıldığımızda ise alnımı öpmüştü. "Aslanım benim."
"Dikkatli kullan arabayı. Kendine gel Alparslan." Bu sefer başını sallayan taraf o oldu. Hızla koridorda kaybolurken bir sandalyeye oturdum.
Soğukkanlılığıma şaşırıyordum. Ben bu muydum? Ben annemin dediği gibi hislerimi mi kaybetmiştim? Bunca zaman yüzüme vurulan duygusuz kelimesinin ete kemiğe bürünmüş hali miydim ben? Kendimi mi kandırmıştım bunca sene?
Başımı ellerim arasına alırken saçlarımı çekiştirdim. Beynimdeki o sesi durduramıyordum. Bir şey vardı, gözlerimden bir damla yaşın düşmesine engel bir şey vardı. Sanki her şeyi önceden bilen tarafım vardı ve bu yüzden olaylara tepki veremiyordum. Beynim olayların gerçekliğini algılayamıyordu.
Bir kitap okuyormuş gibi hissediyordum. Sanki baş karakter ben değilmişim gibi. Bu hissiyattan hiçbir zaman kurtulamıyordum.
Yorgun gözlerim Azade Hanım'ın olduğu kapıyı bulduğu saniyede kapı açıldı ve içeriden önlüklü bir adam çıktı. Ona doğru ilerlediğimde o da bana dönmüştü. "O iyi mi," diye sordum büyük bir merakla.
"Hastanın nesi oluyorsunuz?" Gözlerini kısarak suratıma bakarken "Annem," dedim. Anne. Boş bir kelime.
"Kalp spazmı geçirmiş, hastaneye erken getirmeniz iyi olmuş ancak ilk yardım yapılmaması daha kötü sonuçlara yol açabilirdi. Gerekli her şeyi hallettik. Birazdan normal odaya alınacak, bir gün misafirimiz olacaksınız." Başımı salladığımda "Geçmiş olsun," diyerek yanımdan geçip gitti.
İşte her şey o gün başladı. Bizim aile olmak hikayemiz ya komple bitecekti ya da birbirimize daha sıkı sarılacaktık.
Ve bu yalnızca Cihangir'e bağlıydı.
•
İçim içimi yiyordu. Onca kalabalığın ardında herkes yoğun bakım kapısının önünde bir haber beklerken cenaze varmış gibi ağlayanların olması ruhumu daraltıyordu.
Haberi duyan herkes, her tanıdık hastaneye doluşmuştu. Hastanenin dört bir yanında Cihangir'i bekleyen insanlar vardı.
Ağlayanları daha fazla duymamak için koridordan kendimi zorlukla alt kata attım. Hastaneleri bilirdim.
Gözlerim morg kapısına takıldığında içeriden gelen bağırış seslerine tekrar kulaklarımı tıkamak istedim.
Orayı es geçerek birkaç kapı ardındaki mescide girdiğimde duraksamadan musluklara ilerledim. Tabureye oturarak ayakkabılarımı ve çoraplarımı çıkarıp üst üste koyduğumda yavaşça abdest almaya başlamıştım.
İçimdeki huzursuzluğu nasıl atabileceğimi biliyordum.
Abdest aldıktan sonra ıslak olmayı umursamadan çoraplarımı giyip temiz yere ayak bastım. Omuzlarım dikken başım önüme eğikti. Niyet edip ağır ağır duaları okumaya başlayarak sabah namazını kıldığımda ortam karanlıktı çünkü henüz güneş doğmamıştı ve ben de ışığı yalnızca abdest alırken açmıştım.
Korkularımı yenme çabasına girerken içimdeki sıkıntı yavaş yavaş kayboluyordu. Selam verip önüme döndüğümde ellerimi iki yana açıp dua etmeye başladım.
Bir adam ölüyordu, bir aile yıkılıyordu. Bir adam can çekişiyordu, bütün bir aile kanıyordu. Tek duam onun çocuklarına bağışlanmasıydı.
Belki dilim varmıyordu ancak kalbim onu biliyordu. Kalbim onu çoktan sevmişti. Onu çoktan benimsemişti. Onu çoktan kaybetme korkusuyla yanıp tutuşmaya başlamıştı. |
0% |