@renksizevren
|
günün üçüncü bölümüdür. Bazen bir şeyleri yaşamak için geç kalırsın. Omuzlarında hissettiğin yük bir ömrün yorgunluğudur.
Camdan beri Cihangir'in ölü gibi yatan bedenini izlerken gözlerimi ondan bir saniye olsun ayıramıyordum. Yüzünün her yerinde çizikler vardı ve sanırım derin olan kısımlara bandaj yapıştırılmıştı.
Cihangir ailesine dönmüyordu.
Bu öyle bir aile yarasıydı ki, herkesi kanatıyordu.
Ameliyatından çıkan doktor son kırk sekiz saatte uyanmazsa komaya gireceğini söylemişti. Yani o zaman, ne kadar zaman sonra uyanacağı bile belli olmayacaktı. Belki de bu kırk sekiz saatte bedeni yaşadıklarına dayanamayarak kendi sonunu kendisi getirecekti. Tam her şey düzeliyor derken böyle bir şeyin olma ihtimali çok da düşük değildi.
Uzun zaman sonra ilk defa başkası için korkarken buldum bedenimi. Başta beynim olayları idrak edemese de onu gördüğümde anlamıştım ona ne kadar değer vermeye başladığımı.
İlk geldiği gün aklıma gelirken gülümsemeden edemedim. O yağmurun altında bana ailenin ne olduğunu anlatırken söyledikleri çok uçuktu. Yani bana uçuk geliyordu. Fakat... onun çocuklarına verdiği değeri gördüğümde içimde bir şeylerin kırıldığını yeni yeni hissediyordum.
Böyle olmak zorunda değildi. Onunla çok güzel anılarımız olabilirdi. Onu daha çok tanıyabilirdim mesela. Ne yediğini, ne içmeyi sevdiğini, hobilerini, her şeyini öğrenebilirdim.
Ben ona... baba diyebilirdim.
Hayat bizden bunları almıştı. Daha doğrusu benden. Çünkü onun benim gibi bir sürü çocuğu vardı. Yerimi dolduracak.
Kıpırtısız yatan Cihangir'den bakışlarımı çekerek kaç gündür koridorda bekleyen yıkık dökük aileye baktım. Alparslan burada değildi. Kerem Mihrimah'ı sıkı sıkı sarmış ona destek oluyordu ancak kendisi de yıkılmış gibiydi. Azade Hanım elinde poşetlerle yanımıza doğru geldi.
"Baban için kıyafet getirdim Adar, onları odasına koy gel hadi." Adar hiçbir şey demeden annesinin elinden poşetleri alıp koridorda kayboldu. Karşımdaki kadın, Cihangir'in ölme ihtimalini asla düşünmüyordu.
Yanına gittiğimde bakışları bana kaydı. Her şeye rağmen buruk bir tebessümle beni izlediğinde bir şey demeden yanına oturdum.
Azade Hanım artık beni görüyordu.
Ona yandan bir bakış attığımda hâlâ beni izlediğini gördüm ve direkt önüme döndüm. Boğazımı temizlerken ona yakalanmak rahatsızca yerimde kıpırdanmamı sağlamıştı.
"Yirmi sekiz saati geride bıraktık, kaldı on sekiz saat." Yerinden kalkıp Cihangir'in yanına gitti. Camdan beri ona bakarken saniyesinde gözlerinin buğulandığını gördüm. Bu kadını geldiğimden beri ilk defa çökmüş görüyordum.
"Dedemler eve gittiler anne. Babaannem pek iyi değil, acaba sen de mi gitsen?" Kerem yorgunlukla sözlerini devam ettirdiğinde Mihrimah yerinde dikleşti.
"Beni boş verin de, kendinize çeki düzen vermek için siz gidin eve." Haklı sözleriyle diğerlerine baktım. "Ben annemle kalırım, siz gidin duş falan alın." dedi Adar.
Herkes başını salladığında Mihrimah, Ömer, Kerem ve ben aynı anda ayağa kalktık. Koridorda ilerlerken onları çoktan arkamızda bırakmıştık. Vücudum yaklaşık bir buçuk gündür uykusuz kaldığı için yerinde değildi. Beynimin içi boşmuş gibi hissediyordum.
Koluma aldığım darbeyle sendelerken şaşkınlıkla bana çarpıp hiçbir şey olmamış gibi yanımdan geçen adama baktım. Özür dileme gereği bile duymadan, arkasına bakmadan geçip gitmişti. Bileğimde bir el hissedince irkilerek önüme döndüm. "İyi misin?" Ömer'in endişeli gözlerini gördüğümde başımı salladım.
Birkaç adım sonra hastaneden çıktık. "Abi izleniyormuşuz gibi hissediyorum, geri mi dönsek acaba?" Kerem bize dönerek Ömer'e ithafen konuştu.
"Gurur abi!" Hızlıca Gurur'un yanına geçince onun bakışları altında kalarak arabaya geçtik. O da sürücü koltuğuna. "Korkmayın, hastanenin çevresinde olan adamlar bizimkiler." Bir robotu andıran sesiyle davranışlarını dikkatle inceledim. Boş gözlerle onu izlediğimi fark ederek bana dikiz aynasından baktı. Gözlerini ilk o çekerek arabayı çalıştırdı ve sürmeye başladı.
Birkaç dakikanın içinde eve geldiğimizde hepimiz odalarımıza dağılmıştık. Uzun süreli, rahatlamamı sağlayacak bir duş alarak ıslak bedenimi tekrar odaya attım. Yavaşça kurulanarak üstümü giyindiğimde baksır üzerine siyah bileklerimi sıkacak bir eşofman, sonrasında da beyaz bana bol gelen tişörtü giymiştim. Saçlarımı kurulamadan kendimi yatağa attığım gibi gözlerim yorgunlukla kapandı.
•
Yerimde hafifçe kımıldarken dağılan zihnimle gözlerimi araladım. Derin bir nefes alarak hafif kararmış odaya göz gezdirdim. Kimsenin olmadığını görünce ayağa kalkıp banyoya geçtim. Elimi yüzümü yıkayarak kendime çeki düzen verdiğimde saçlarımı da bir düzene sokmuştum.
Bugün sabah Samet ve Akif gelmişti ancak bizdeki olayları öğrenince bir otele yerleşmişler bir kere de hastaneye gelip yanımda durmuşlardı. Yavaş yavaş kalabalık olan hastane koridoruyla da bana destek olarak gitmişlerdi.
Onlardan haber almak için telefonumu aradığımda bulamadım. Yastığın altına falan baksam da telefonum yoktu. Arabada düşürmüş olabileceğimi düşünerek odayı aramayı bırakıp aşağı indim.
Gurur karşısındaki Alparslan ile çay içiyordu. Alparslan'ın yüzündeki durgun ifadeyi gördüğümde yanlarına ilerledim. Bir elim onun sırtını bulsa da gözlerimi Gurur'dan ayırmadım. "Sanırım telefonumu arabada düşürdüm, bir bakabilir miyiz?"
Kaşları çatılırken başını salladı. Birlikte dışarı çıkıp kapının önündeki arabanın arka koltuğuna baktık. Hiçbir yerde bulamazken o da koltuk aralarına elini sokmuştu. Asla böyle bir şeyi yapamazdım, elime yapışacak çöplerini düşünerek olduğum yerde bayılırdım herhalde.
Telefonum hiçbir yerde yokken ofladım. "Hiçbir yerde yok. Nerede bu telefon?"
"En son neredeydi?" Bir süre düşündüm. "Hastanede arkadaşımla konuştuktan sonra cebime koymuştum, sonra da eve geldik işte."
Ağır ağır başını salladı. "Tamam, sen eve geç ben bulacağım."
Bir şey demeden eve geçtim. Alparslan ise telefonda gülerek konuşuyordu. Onun yüzünde ilk defa bu kadar büyük bir tebessüm görürken iyi haberine gldiğini anlamıştım.
"KALKIN LAN KALKIN CİHANGİR AKAT UYANDI!" |
0% |