Yeni Üyelik
25.
Bölüm

24. bölüm

@renksizevren

günün dördüncü bölümüdür.

Birkaç saat sonra/

 

"Baba yeni araban Tofaş. İstesen de hız yapamayacaksın artık." Alparslan'ın ciddi suratıyla herkes neşeyle kahkaha attı.

 

"Taşak mı geçiyorsun evladım," dedi Cihangir yorgunlukla dudakları kıvrılırken.

 

Yatakta halsizce yatarken gözünü herkesin üzerinde gezdiriyordu. Sesi çok fazla çıkmıyordu ancak herkes ağzından çıkacak tek kelimeye baktığı için anlıyor ve onu duyuyordu.

 

"Baba, bu konuda abime katılıyorum. Olmadı Şahin alırız sana olmaz mı?" Tofaş'ın bir markası değil miydi o da? Bu konulara fazla meraksız olduğum için bir bilgim yoktu.

 

"Abi tamam abartmayın be!" Dedi Ömer sinirle saçlarını geriye atarken. Tek sesini çıkarmayan Adar'dı. O herkesten çok yıkılmıştı babasının ölüm haberini alınca.

 

"Çıkın gidin artık uyuyacağım," dedi Cihangir gözlerini kapatarak. "Uyuma baba, hemşire birazdan serumunu değiştirmeye gelecek."

 

Bir şey demeden başını salladı. Gözlerim örtünün altındaki çıplak göğsüne kaydı. Örtü beline kadar çekildiği için karnındaki kocaman bandajı hepimiz görüyorduk. Kolunun ve yüzünün neredeyse her tarafı çiziklerle doluydu. Ki, bu yaraların derin olanları da sarılmıştı. Gerçekten çok kötü gözüküyordu. Ama buna rağmen uyanmış olması hepimizin yüreğini ferahlatıyordu.

 

Bir süre kimseden çıt çıkmıyordu çünkü Cihangir gözlerini kapatmıştı. Yorgun olduğunu ve uyuması gerektiğini biliyorduk ancak herkes onunla uzun uzun konuşmak istiyor gibiydi. Kapı tıklatılıp açıldığında hemşire elinde bir tepsiyle içeri girdi.

 

"Geçmiş olsun. Hastanın pansumanını yapacağım lütfen izin verir misiniz?" Genç kadının dedikleriyle ayağa kalktığımda sadece ayağa kalkanın ben olmam olayı afallamamı sağlamıştı.

 

"Biz neden çıkıyoruz," dedi Kerem kaşlarını çatarak. Bu çocuk ciddi miydi?

 

Cihangir gözlerini açıp ortada öylece ayakta dikilen bana bakıp bıyık altından güldü. Ona ters ters bakarken hiçbir şey demeden dışarı çıktım.

 

Onlar yara görmeye alışık olabilirdi ancak ben değildim. Yani sonuçta orada yatan kişi bostan korkuluğu değildi ki bayılmadan yaraya yapılan pansumanı izleyeyim?

 

Kapıyı sessizce kapattığımda tişörtümün yakasını çekiştirerek kantine doğru ilerledim. Hastane ortamı beni boğacak gibi oluyordu fakat bunu umursamamaya çalışıyordum.

 

Kaç gündür doğru düzgün bir şey yemediğim için kantinden bir tost ve yanına çay aldım. Artık midem bulanmaya başlamıştı ve bir şey yemezsem daha kötü olacağımı biliyordum. Boş bir masaya oturduğumda malak gibi etrafa bakarak yemeğimi yemeye başladım.

 

Normalde yemek yerken bir şeyker izlemeyi veya bir şeykerke uğraşmayı severdim ancak telefonum hâlâ ortalarda yoktu.

 

Öylece dalmış bir şekilde etrafı izleyerek yemek yerken bir anda karşımdaki sandalyenin çekilmesiyle irkildim. "Neden yalnız dolaşıyorsun, hâlâ bir tehlikenin içindeyiz." Kerem'in bu sözlerine şaşırmadan yapamadım.

 

Başına taş mı düşmüştü bunun?

 

"Ölüp bitiyorsun sanki bana," dedim ciddiyetle ancak sesimde ufak da olsa alay vardı. Bu söylediğimle birlikte boğazını temizleyerek başını eğdi.

 

"Yine de insafsız değilim," dedi parmaklarıyla oynayarak. Onu umursamadan arkama yaslandım.

 

"Yemek ister misin, sana da bir tost alabilirim?" Tek aç olan ben olmadığıma emindim.

 

Bu söylediğime şaşırdı. Gözlerini aptal gibi kırpıştırırken kendine gelerek kaşlarını çattı. "Hayır."

 

"Neden buraya geldin o zaman?" Yemek yemeyecekse ne işi vardı burada?

 

"Babamı öyle görmeye dayanamadım," dedi sessizce. Ağlamaktan gözleri şişmişti ki, şu durumda ailenin her ferdi böyleydi. Sanırım tek ağlamayan bendim.

 

"İlk defa bu kadar insancıl konuşuyorsun," diyerek çayımdan bir yudum aldım. Onun bu sessiz hali beni afallatıyordu çünkü geldiğimden beri hep bir laf atma peşindeydi.

 

"Ha ha ha," dedi yapmacık bir şekilde. Ters ters suratıma bakarken huysuzlanarak homurdandı. "Sana bir daha öyle davranmamaya çalışacağım Yağız, çünkü babamın benim için ne kadar değerli olduğunu daha iyi anladım."

 

Hiçbir şey demeden ağzımdakini zorlukla yuttuğumda dalgınlıkla kantin camından dışarıyı izlemeye başlamıştım. Bana nasıl davrandığı umurumda değildi artık. "Üzülme Kerem, şurada toplasan bir ya da iki hafta sonra gideceğim zaten."

 

"Ne," dedi şaşkınlıkla. "Nereye gideceksin?"

 

"Üniversite malum." Gözlerini devirerek arkasına yaslandı. "Öyle desene, herkes gidecek üniversiteye. Ben de Akat ailesiyle görüşmeyi keseceksin sandım."

 

"Gittiğim zaman biraz öyle olmayacak mı zaten?" Elimi yanağıma yaslayıp ona baktığımda gözlerindeki ifadeyi anlayamıyordum. "Öyle olacak ama bir gün, yine bir araya toplanacağız."

 

"Kafanı bir yere mi çarptın sen," dedim ona şüpheyle bakarken. Ne olmuştu da birden böyle konuşuyordu?

 

"HAYIR," diye bağırdığında irkildim. Bu çocuğun gerçekten büyük sıkıntıları vardı. Beyinden.

 

"Ne bağırıyorsun oğlum?" Salak salak yüzüme bakıp gözlerini devirince şiddete karşı olan ben, suratına bir tane patlatmak istemiştim.

 

"Bir saattir ne diyorum ben, sen bana gelmiş ne diyorsun," diye atarlı atarlı konuştu.

 

"Senin hakkında ne düşünüyorum biliyor musun," dediğimde başını iki yana salladı. Tostun kağıdını kısa tırnağımda düzeltmeye çalışırken ona odaklanmamıştım.

 

"Ergenin tekisin."

 

Dudaklarım yavaşça kıvrılırken o sinirle saçlarını çekiştirip gözlerini kapatmıştı.

 

"Bana bak oğlum, şurada iki dakika sana katlanmaya çalışıyorum. Onu da bana zıkkım etme tamam mı?" Dişleri arasından tıslarcasına konuştuğunda gülümsememi yavaşça soldurdum.

 

Onun bu sıfatına bakarken gülmemek zor olacaktı ama başaracaktım. "Sana gel karşıma otur diyen olmadı."

 

Triple yerinden kalktığında bu sefer göz deviren ben oldum. "İyi, gi-"

 

Masaya tutununca gözlerini kapatmıştı. Hızlıca yerimden kalkıp kolunu tutunca onu kalktığı yere geri oturttum. "Lan!" Gözlerini açıp kirpiklerini kırpıştırdı. "İyi misin?"

 

"Oha, beyaz ışığı gördüm!" Şakağından yanağına doğru akan bir damla teri parmağımla sildim. "Bekle burada bir su alıp geleyim."

 

Bir şey demeden öylece masaya bakmaya devam ettiğinde kantinden bir su alıp yanına gitmiştim. Kapağını açıp ona uzatınca bir şey demeden aldı. Birkaç yudumdan sonra masaya koymak yerine geri bana uzattı.

 

"Emin misin bir şey yemek istemediğine? Tost alabilirim diyorum." İyi ki evden çıkarken yanıma para almıştım.

 

Bu soruma cevap vermeden boşluğa diktiği gözlerini gözlerime sabitledi. "Sana çok kötü şeyler söyledim, hâlâ bana iyi misin diye soruyorsun. Enayi misin sen?"

 

Ona ters ters bakarak geçip yerime oturdum. "Emin ol gerçek yüzümü görseydin enayi misin diye sormazdın." dedim gözlerine dikkatle bakarak.

 

Vücudunu titretti. "Biliyordum lan işte, senin içinde başka birisi yatıyor. Böyle sessiz sakinsin ama ne yere bakan yürek yakan olduğunu ilk dakikadan anlamıştım ben zaten. Bak kendin de itiraf ettin. Burada olma amacını söyle bana, hadi."

 

"Kerem," dedim gülerek. Buraya geldiğimden beri ilk defa bu kadar gülmüştüm sanırım. Bu çocuk cidden... masum mu demeliyim, saf mı yoksa salak mı?

 

"Sana kendimi açmamı beklemiyorsun değil mi? Geldiğim günden beri hep bir suçlama ve hakaret içerisindeydin. Ki hâlâ öylesin."

 

Heyecanla kurduğu cümlelerden sonra dediklerimle omuzları düştü. Homurdanarak arkasına yaslandı. "Bundan sonra sana laf etmeyeceğim. Babamın üzülmesini istemiyorum."

 

"Sebep sadece bu mu?" Benimle konuşurken eğlendiğini gözlerinde görmüştüm bugün. Ayrıca beni tek bırakmayıp arkamdan da gelmişti. O kadar kişinin içinde bana hakaret edip aşağılayan çocuğun bunları yapması garipti ancak Kerem'in sadece kıskançlık içinde olduğunu, kalbinde bir kötülük olmadığını görüyordum. Yaşına göre davranışlarını normal karşılamam gerekiyordu belki de. Ben hep sessiz sakin bir çocuk olurken o, özgür ruhluydu.

 

Ama aynı yaştaydık amına koyayım!

 

"Evet, başka ne olacak?" Bana kötü kötü bakıp yavaşça yerinden kalktı. "Sağ ol bu arada, suyu da beleşe getirdim hadi yine iyiyim," diyerek sırıttı.

 

Suyu aldığında başıyla kalkmam için işaret verdi. Bir şey demeden ayağa kalkıp onunla birlikte ilerlemeye başladım.

 

İkimizden de çıt çıkmazken Cihangir'in kaldığı odaya gelmiştik. Sessizce kapıyı aralayıp içeri girdiğimizde duyduğum cümlelerle gülmemek için kendimi zor tuttum.

 

"Hanım, yedinci çocuğu ne zaman yapıyoruz?"

 

Başının dibinde duran Azade Hanım'a kafasını kaldırarak bakarken oldukça masum duruyordu. Ama sadece yüzü. Söyledikleri ise Azade Hanım'ı utandırmış olacak ki yanakları kızarmıştı.

 

"Çocukların yanında şöyle konuşma," dedi ona ters ters bakarak.

 

"Ah hatun, benimle birlikte mezara bile gelirsin sen. Çocuklarının yanında böyle konuşsam ne yapabilirsin ki?" dedi sırıtarak. Demek Azade Hanım'ın fenalık geçirdiğini duymuştu.

 

"Seni mezara sokarım Cihangir, sonra zaten ben geleceğim," dedi sinirle. Öyle ya da böyle der gibi. Tehditkâr sözleriyle Cihangir yüzündeki sırıtmayı bir gram silmedi.

 

"Eve gidelim artık, burası çok kötü kokuyor." Hastane kokusunu benim gibi sevmeyen birisi... "Olmaz baba, bir gün daha buradayız. En kötü yarın çıkartırım seni."

 

"İyi bari defolun hadi, uyuyacağım ben." İki saattir bizi odadan kovuyordu bu adam da.

 

"Ah ah, bir yatakta tek yatmak da varmış değil mi Cihangir Bey," dedi Ömer sırıtarak.

 

"Hanimiş Yağız, o küçük yanıma sığar." Bütün bakışların bana dönmesiyle gözlerimi pörtlettim. Ben mi sığardım yanına? Yok artık!

 

Yüz ifademi görenler kahkaha atarken Cihangir'e ters ters bakıp boş bir yere oturdum.

 

Dalga geçilecek adam mıydın ulan ben?!

 

"Ufalsın da cebime girsin," dedi Ömer gülerken. Ters bakışlarım ona döndüğünde bana bakarak dudaklarına fermuar çekti. Homurdanarak önüme döndüm.

 

Sanırım bu aile sandığım kadar kötü değildi.

Loading...
0%