@renksizevren
|
günün beşinci bölümüdür. Günlerden bir gün kaplumbağa yorgunluktan yürüyemediği yolunda annesinden yardım istemiş. Annesi, ayaklarının üzerinde durmayı öğreteceğim sanırken onu nasıl yapayalnız bıraktığını bilmeden bu teklifini reddetmiş ve aynı tempoda yürümeye devam etmiş. Yavru kaplumbağa gittikçe yavaşlamış, bir adımını zor atar hale gelmiş. Birkaç dakika aradan sonra annesini etrafında göremeyince telaşlanmış, o yaşına kadar hissettiği duygular toplamında bir korku sarmış bedenini. Yorgunluğunu bile unutarak annesini aramaya başlamış. Sağa bakmış, sola bakmış yine de kimseyi bulamamış. Bir ormanın içinde yapayalnız kalmış ve bu gerçek yüzüne tokat gibi çarpmış.
Annesi iyi mi etmiş, yoksa yaptığı yavrusu için kötülük müymüş buna hâlâ karar veremedim.
Ama şunu biliyordum ki kaplumbağanın canı çok yanmış.
"Efendim anne?" Uzun bir zaman diliminin sonunda onun sesini duyacağım için içimde garip bir his vardı. Onu sevmiyordum, bu yüzden bu hissin olması çok saçmaydı.
Alparslan gelmiş ve elime telefonu tutuşturmuştu. Ona nasıl ulaşmıştı bilmiyordum, bunu düşünecek havamda da değildim.
"Yağız gittin gelmek bilmedin. Neler yapıyorsun orada bakayım?" Vay canına. İşte bunu beklemiyordum.
"Onlara alışmaya çalışıyorum, birlikte zaman geçiriyoruz," dedim koridora arkamı dönerek. Olduğum yerde biraz ilerleyip ayağımla yere ritim tutmaya başladım.
"Bizi hiç özlememiş gibisin. Ayrıca senin gibi bir çocuğa yalanı hiç yakıştıramadım. Bütün haber kanallarında Cihangir Bey'in kaza yaptığı yazıyor. Ölümden dönmüş." Bir his barındırmayan sesiyle bir süre ne diyeceğimi düşündüm.
"Kaç haftadır ilk defa arıyorsun ve sorduğun soru cidden bu mu anne?" Hastaneden çıktığımda bir banka oturdum. Cebimden sigara paketini çıkarıp bir sigara yaktım.
"Evet bu, ayrıca şu iğrenç şeyi içme. Biz seni böyle mi yetiştirdik Yağız. Sanki sağlığın çok iyi durumda da bir de sen bozuyorsun." Çakmak sesini duymuş olmalıydı. Sigara içtiğimi onların bilmediğini sanıyordum ancak yanılıyormuşum.
Alayla güldüm. "Beni düşündüğün için sağ ol."
"Düşüneceğim tabii ki, babana neler dediğini biliyorum. Sen bizi düşüncesiz sansan da kaç sene sana annelik yapan kadın bendim. Elimde büyüdün Yağız." Bu kadar uzun cümleler kurmasına gerek yoktu, neyin ne olduğunu biliyordum.
"Başka bir şey demiyorsan kapatıyorum?" Dirseklerimi dizlerime yaslayıp öne doğru eğildim. Rüzgar saçlarımı dağıtırken buna sinir olsam da umursamadım.
"Gelmeyi düşünmüyor musun? Kardeşlerin seni çok özledi."
"Ben de Aras'ı özledim. Onu görmeye geleceğim," diyerek ayaklandım. Sigaramdan son bir nefesi çekerek bankın kenarına söndürüp izmariti de çöpe attım.
"Hâlâ nankörsün Yağız. Kapat şu telefonu daha fazla sinirimin bozulmasını istemiyorum." Dişleri arasından konuşmasıyla ister istemez güldüm.
"Sen de öyle anne. Hadi görüşürüz." Telefonu suratına kapattığımda yüzümdeki gülümseme de solmuştu. Arkamı döndüğüm gibi gördüğüm bedenle kaşlarım çatıldı. Azade Hanım yakalanmanın verdiği telaşı bile umursamadan bana bakıyordu. Sigaraya kızabileceğini düşünüyordum ancak onu pek ilgilendirmezdi. Bu yüzden bana böyle hüzünlü bakmasının tek sebebini konuştuklarımı duymasına yordum.
Ne yapacağımı bilemezken gözlerim kimden ümit arayacağını bilir gibi balkon askılıklarına tutunmuş buraya doğru bakan Cihangir'e kaydı. Onun yanında da onu tutan, yürümesinde yardımcı olan bir doktor vardı. O gözlerimin içine bakarken yutkunarak Azade Hanım'a döndüm. Sonunda kendine gelmiş gibi yüzünü ifadesizleştirdi.
"Oğlum yemek yiyecektik de, seni çağırmaya gelmiştim.* Yavaş adımlarla ilerleyip karşısına geçtim. Gözlerine bakarken birkaç saniye sonra gözlerini çekmişti. Üzerindeki burukluğu gördüğümde daha fazla dayanamadan kollarına tutundum. Sonrasında ise kollarımı beline dolayıp onu kendime çektim. Boyu, benden kısa olduğu için sarıldığımızda yüzü kalbimin üzerine geliyordu ancak ben eğilmiştim.
Kalbimin sesini duyması şu anlık iyi değildi.
Çenesini omzuma yaslayıp sıkıca sarılışıma karşılık vermişti ve benim gözlerim yine Cihangir'i buldu. Yüzünde bir gülümsemeyle bizi izliyordu. Daha fazla utanmaya dayanamadan sarıldığım bedenden ayrılıp ona bakmadan içeri girdim.
Kendimi tuvalete attığım gibi ellerimi yıkamaya başlamıştım. Başımı kaldırdığımda aynadan gördüğüm bir adet domatese dönmüş Yağız beklediğim bir şeydi.
Sonrasında ise gözlerim kocaman açıldı. Hasiktir! Ben az önce ne yapmıştım?
•
"O piti piti, karamela sepeti..." Kerem tekerlemeyi söyleyerek tek tek herkesin üstünde parmağını gezdirirken sıkıntıdan patlayacaktım neredeyse.
Hastanede çok kişiydik ve birazımız eve gitsin diyorduk ama kimse gitmiyordu. Bu yüzden çareyi o piti piti diye saymakta bulan Kerem'e bayık bayık bakıyordum.
"Biz size geldik bitledik. Hamama gittik temizlendik..."
"Yalnız bit işi öyle hamamla falan olmaz," diyerek lafını kesti bilmem kaçınca kez Mihrimah.
Tamam ulan, anlamıştım ben. Bitliyken hamama gidince temizlenemezdik! Ama neden bu kadar tekrar ediyorlardı bunu?! Delirmeme ramak kalmıştı.
"Son dersimiz ma te ma tik. Tik tik tik. Ömer çık lan elendin zuahahah!" Biraz daha burada sıranın bana gelmesini beklersem bayılacaktım. Bu yüzden gizlice aralarından sıvıştım, zaten beni fark etmezlerdi.
Sessizce Cihangir'in yatağının yanına geçtiğimde gülümseyerek bana döndü. "Su verir misin," diye sorduğunda sürahiye uzanıp temiz bir karton bardağın içine suyu doldurdum ve ona uzattım.
Elimden yavaşça alıp suyu iki yudumda içtikten sonra bardağı bana vermek yerine dişlemeye başladı.
Alttan alttan bana bakarken her hareketimi dikkatle izliyordu. "Ölümden döndüm Yağız," diye fısıldadı. "Bana ne zaman baba diyeceksin?"
Söylemiyle afalladım. "Aramızdaki bu kalıpları kıralım bence. Dört harfin lafı mı olur?" diye sordum yatağın kenarına oturarak.
Gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Ama zaten onun yanında hep böyleydim.
"Evet lafı olmaz, o yüzden kendini hazırla. Böyle beklenmedik bir anda diyebilirsin mesela. Çok şaşırayım tamam mı? Mesela önümüzdeki çarşamba diyebilirsin."
Bir adet baba kelimesi önümüzdeki çarşamba için rezerve edilmiştir.
Bir saniye, önümüzde çarşamba yarın değil mi?
Yüzüne boş boş bakarken o bunu takmıyordu. Başını sallayıp karton bardağın kenarını dişleriyle koparıp çiğnemeye başladı.
Bardağı yiyordu bildiğin!
"Acıktıysan yemek getirebilirim," dedim elinden yediği bardağı alarak. Tövbe estağfurullah. Bütün manyak insanlar beni buluyordu. Artık emin olmuştum buna.
Zorlukla elinden bardağı alırken vermemek için çabalıyordu. O kadar çok yarası vardı ki canı yanacak diye güç de uygulayamıyordum.
Bir süre bana kötü kötü bakıp bardağı almama izin verdi. "Evet acıktım, şöyle balık ekmek olsa da yesek."
"Nesini seviyorsun şu balığın onu da bir anlasam keşke," diye homurdandım. Yüzüme bakarak güldü. Elini kaldırıp işaret parmağını burnuma dokundurup geri çekildi.
"Vitamin vitamin. Ne vitamini olduğunu unuttum ama... Hem biraz sen de ye, toparlasın şu bedenin." Şaşkınlıkla kasılarak üzerime baktım. Normal bendim işte.
"Ben balık sevmem ki. Kılçıkları batıyor." Diyerek yüzümü buruşturdum. En son sekiz dokuz yaşlarındayken yemiştim ve o da son olmuştu.
"Acaba neden? Batmaması içim yerken kılçıklarını alman gerekiyordur belki," dedi alayla. Gözlerimi devirip baygın baygın suratına baktım. "Hem her balığın detaylı kılçığı olmaz, daha az kılçıklı balıklardan alırız sana."
"Ayıklayamıyorum ben onu, hem kokuyor insan." Yedikten sonra bütün iki gün boyunca yıkansam bile balık koktuğumu düşünmüştüm.
"Ben ayıklarım sana bir şey olmaz," deyip daha demin elinden aldığım bardağa baktı.
Onun yüzüne odaklı kalmışken bir şey fark etmemesi için başımı çevirdim. Hâlâ o piti piti yapan ve beni fark etmeyen Kerem'e takıldı gözlerim. Gözlerinin altı uykusuzluktan mosmordu, saçları dağılmıştı ve cılız bedeni sanki biraz daha süzülmüştü. Bu odada herkesin bedeni tam olarak bunu anlatıyordu.
"Lan!" diye bağırdı birden. "Biri eksik burada. Yağız nerede lan?"
Yatağın altına girebilir miydim? Bir baksam iyi olacaktı.
"Senin ne işin var orada? İki saattir neden yanlış kişilere çıkıyor tike tike tik diye düşünüyorum ben de." Bu cümlesinden de gidenleri çoktan ayarladığı anlaşılıyordu.
"Ulan Kerem, aklına tüküreyim senin," diyerek kafasına bir tane geçirdi Ömer.
Ama Adar vurmakla yetinmemişti. Onun başını kolunun altına alıp kıstırmıştı. Kerem debelenirken o hem onu nefessiz bırakıyor hem de saçlarını çekiyordu. "Abi valla bir daha yapmayacağım."
"Ya bırak ya, bırak." Mihrimah da sinirle Kerem'e bakıyordu. Onu gözden çıkarmasına içerlemişti anlaşılan.
"Ben gitmiyorum aga, giden için kapı orada." Ömer Alparslan'ın yanına koltuğa oturduğunda Alparslan sonunda başını telefondan kaldırabilmişti.
Kalı tıklatıldığında Cihangir gür sesiyle "Gel," dedi. Saniyeler ardından kapı açıldı ve Gurur bedenini içeri attı. Gözleri odada dolandığında ilk başta Cihangir'e selam verdi ve yanında oturan bana baktı. "Bir gelsene," dedi başıyla dışarıyı işaret ederek.
Sorgulamadan yerimden kalkınca Cihangir'in anlamsız bakışlarını üzerimde hissettim. "Siz tanışıyor musunuz," diye sordu gözlerini kısarak.
"Evet," diyerek başını salladı Gurur. Onu daha fazla bekletmeden kapıdan çıktım. O da arkamdan geldiğinde koridorda birkaç adım atmıştım ki kolumu tuttu.
"Şu telefon işi için çağırdım seni." Anlamayarak suratına baktım. İlgileneceğini söylemişti ama o kadar da önemli değildi. Büyük ihtimalle konakta bir yerde düşürmüştüm.
"Telefonu çaldırmışsın," dedi gülmemek üzere dudaklarını sımsıkı birbirine bastırırken. Eğlenen surat ifadesiyle afalladım.
"Ama... nasıl lan?" Ben ne zaman çaldırmıştım telefonu? "Bildiğimiz çaldırmak mı yoksa arama olarak mı?"
"Çalmışlar işte, çalanı buldum." diyerek elini cebine atıp telefonumu bana uzattı.
"Benim telefonumdan ne istediler ya!" Hâlâ şaşkındım.
"Kapkaçın bir başka modeli bu da. Hissettirmeden zulalamak. Kamera kayıtlarını izledim, hastanede çaldırıyorsun. Bir adam geliyor, sana çarpıyor yanındaki salaklar da aval aval suratına bakıyor. Adam o sırada topuk."
Elimle saçlarımı dağıttığımda biraz çekiştirmiştim. "Bir telefon çaldırmadığım kalmıştı şu hayatta, o da olmadı demem artık," diye mırıldandım sessizce.
"İyi ellemişler sana bu arada. Telefon arka cebindeymiş," Gurur'un yüzünde gördüğüm sırıtma ve söyledikleriyle ofladım.
Popom!
Gurur'u ilk gördüğümde beton gibi yüzü vardı. Aslında hâlâ öyleydi ama sanırım tanıdıklarına karşı biraz daha rahattı. Şimdi benimle espri yapar gibi konuşması haliyle beni afallatıyordu.
"Teşekkür ederim seni de uğraştırdım," dedim sıkıntıyla. Ama iyi olmuştu, bir telefon daha alacak param yoktu. Birkaç ay telefonsuz kalmak zorunda kalacaktım.
"Rica ederim, şimdi odaya geçebilirsin." Omuzlarımı silkip onu arkamda bırakarak çıktığım odaya tekrar girdim.
Elimdeki telefona en değerli hazinemmiş gibi yaklaşarak yavaşça ön cebine koydum varlığını unutmamaya çalıştım. Herkes birbiriyle muhabbet ederken bir köşeye geçip kimseye hissettirmemeye çalışarak onları izledim.
Birkaç gündür hiçbir lafa maruz kalmamam onlara biraz daha ısınmama sebep olmuştu. Bunun böyle gideceğini düşünmesem de umut etmekten kendimi alıkoyamadım. |
0% |