Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3. Bölüm

@renksizevren

Mükemmel geçen uykumun ardından kısa bir duş alıp çıkmıştım. Bugün test için hastaneye gidecektik ve ben zorluk çıkarmadan bunu kabul etmiştim. Artık kendimi bir şeylere karşı koymak için yorgun hissediyordum.

Belimdeki siyah havluyu düşmemesi için tutarken dolaba doğru ilerledim. İçinden giyeceklerimi çıkarıp yatağın üstüne koydum. Havluyu belimden çıkarıp baksırımı giydikten sonra saç havlusuyla göğsümden ve ensemden akan suları silip kurulandım.

Siyah keten pantolonu bacaklarımdan geçirip fermuarı çekmeden kahverengi kazağı üstüme giydim. Kazağı içine teperek fermuarı çektiğimde yatağın üstündeki siyah deri kemere uzanıp hızlıca pantolonun kopçalarından geçirdim.

Aynanın karşısına geçip kıyafetimi düzelttiğimde fön makinesini fişe takıp ıslak saçlarımı hızlıca kurutmaya başladım. Dağınık olmayan bir şekil verdiğimde bileğime her zaman taktığım saatlerden birini takıp kendime baktım. Düzenli gözüktüğüme emin olunca pantolonumun ceplerine gerekli eşyaları koyup ceketimi aldım.

Tam kapıya döneceğim sırada odanın kapısı açıldı. Normalde hiçbir aile ferdi kapıyı tıklatmadan açmazdı ancak şu sıralar bunlara ne oluyordu bilmiyordum.

Aras koşarak yanıma gelip belime sarılınca dengemi kaybetmemek için ona tutundum. "Abi," dedi titrek sesiyle. "Ablam senin gideceğini söyledi. Lütfen gitme, lütfen gitme... Beni burada tek başıma bırakamazsın."

Sessizce ağlamaya başlayınca kollarını zorla belimden ayırıp bileğinden tuttum. Yatağa oturup onu da dizime oturttuğumda "Sakın ağlama," dedim yanaklarındaki ıslaklığı silerek. "Ağlanacak bir şey yok."

"Gidecek misin," dedi dudaklarını büzerek. Gözyaşlarını silsem de yenileri geliyordu, bu yüzden kaşlarımı çatmadan yapamadım. "Belki," dedim bilinmezlikle.

"Abi," dedi daha uysal bir ses tonu ile. "Bu evde sadece seni seviyorum, sen de gidersen burada ne yapacağım ben?" Her zamanki gibi yine herkes kendini düşünüyordu. Başını göğsüme yasladığımda düzgün duran saçlarını elimle dağıtmaya başladım. Annemin düzen hastalığı sadece benim üzerimde değil, bütün çocuklarının üzerinde bir kuraldı.

"Daha hiçbir şey belli değil, gidecek bile olsam yerime başkası gelecek." Başını kaldırıp gözlerime baktı. Kocaman gözleri vardı, yüzü merakla bana dönünce gözleri daha da büyüyordu. Sekiz yaşındaydı ve oldukça akıllı bir çocuktu. "Kim gelecek ki?"

"Belki," dedim ihtimal vererek. "Öz abin."

"Ama benim abim sensin ki..." Kazağımı sıkıca tuttu. "Ben başka birini istemiyorum." Bu söylemi geçirdiğimiz tüm vakitler boyunca sadece bir kere söylemesini isterdim. Şimdi değil, öncesinde.

"Şimdi gideceğim." Kazağımı kırıştırmaması için kumaşı küçük avucundan kurtardım. "Sonra gelip sana bütün her şeyi anlatacağım, tamam mı oğlum?" Hafif ıslanmış saçlarını alnından çekerek gözlerine baktım.

Bana bakarken gözleri parlaklığını hiçbir zaman yitirmedi. Çünkü 'oğlum' kelimesini sevgi sözcüğü sandığı ve sadece benim ağzımdan duyduğu bir gerçekti. Bu kelimeyi en az onun kadar seviyordum.

Belini sıkı sıkıya tutup ayağa kalktım. Boynuma sıkı sıkıya tutunurken bacaklarını karnıma sardı. "Tamam ama çabuk gel." Donuk mimiklerimi oynatarak ona gülümsedim. "Ağlama sen de. Gelince konuşacağız, unutma."

"Tamam abi." Dış kapının önüne kadar gidince onu yere bıraktım. Beyaz ayakkabılarımı alıp yere koydum, onları giyerken Zehra koşturarak kapıya kadar geldi.

"İkiz," dedi beni görünce. "Ben de geliyorum." Hiçbir şey demeden önüme dönüp ayakkabılarımı giydim. Aras'a benim gideceğimi söyleyen ikizim, dün hiçbir şey yaşanmamış gibi yüzüme bakabiliyordu.

O böyle bir durumda kalsaydı bir saniye olsun onu yalnız bırakmaz, yanında olduğumu hissettirirdim. Fakat Zehra, her zaman bencil bir insandı. Bunu değiştiremeyeceğimi biliyordum. Zaten gözü kendisinden başka hiçbir şeyi görmediği için halinden de memnundu.

İnsan çıkarları için sevilirdi. Zehra'nın bu bencilliği hiçbir zaman bana hitap etmemişti. Bu yüzden ikizim de olsa onu sevmiyordum.

Onu beklemeden avlunun ortasında çalışır vaziyette duran arabaya doğru ilerledim. Koşarak bana yetişse de ondan tarafa bakmadım. Arabaya bindiğimizde şoför koltuğunda oturan babam dikiz aynasından bir süre bana bakıp arabayı çalıştırdı.

"Üzülme ikiz, sen hep benim kardeşim olarak kalacaksın." Zehra'nın sesiyle boş bakışlarımı ona çevirdim. Yüzünde saçma bir gülümseme vardı. Ona cevap verme gereği duymadan kulaklığımı kulağıma takarak yabancı, dilini bilmediğim bir şarkı açtım.

Şarkılarda anlam arayan birisi değildim ve dilini bildiğim şarkıları dinlemeyi istemsizce sevmiyordum. Belki de bir şarkıda kendimi bulmaktan korkuyordum.

Fon müziğinden bile acıklı olduğu anlaşılan şarkıyı sıkılarak değiştirdim. İçimi bayıyordu. Kaç dakika beğenmeyip şarkı atladım bilmiyorum ama en sonunda araba durmuştu. Kulaklığımı çıkarıp başımı kaldırdığımda Zehra bana hiç bakmadan asık suratıyla arabadan indi. Dikiz aynasından babamla göz göze gelince daha fazla burada durmayıp ben de indim.

Geçen konuşmamızdan sonra bir daha benimle konuşmaya çalışmamış, sadece uzaktan izlemişti. Sessiz olması benim açımdan daha iyiydi. O cümleleri anneme kurmuş olsaydım beni suçlar, öyle bir şey olmadığını defalarca vurgular ve başımın etini yerdi. Her zaman olduğu gibi yine kendisini mükemmel ebeveyn ilan ederdi.

"Baba annem gelmeyecek mi?" Babam kolunu Zehra'nın omzuna atarak ilerlemeye başladığında yanlarında sessizce ilerledim. "Gelmiştir bile o."

Danışmadan gideceğimiz yeri öğrenince bir doktorun odasının katını söylemişti. Asansöre binerek hastanenin altıncı katına geldiğimizde insanlardan dolayı zar zor indik. Babam eliyle koymuş gibi odayı bulunca kapıyı tıklatarak açtı. İlk Zehra'yı önden iterek sonra kendisi girdi, arkasını dönerek bana baş işareti verdiğinde küçük ve isteksiz adımlarla içeri girip bir koltuğa oturdum. Annem çoktan gelmiş bir koltuğa kurulmuştu bile. Babam onu gördüğü gibi yanına giderek kulağına doğru bir şeyler söylerken ikisi konuşmaya başladılar.

Bizden birkaç dakika sonra kapı tekrar tıklatılıp açıldı. Tanıdık silüetin arkasından bir çocuk içeri girdi. Babam tanışmak için bir adım öne çıksa da adam onu görmemiş gibi yaparak kimseye selam bile vermeden geçip karşımdaki koltuğa oturdu. Herkesin bakışları onun üzerindeyken bacak bacak üzerine atarak gözlerini boş bakan gözlerime kilitledi.

Dünün gecesinde yağmurda beraber ıslandığım adamın şimdi karşımda oturuyor oluşunu sanki önceden biliyormuş gibi tepkisizce izlemem belki karşımdaki adam kadar beni de şaşırtıyordu fakat bir yanım bunun olacağını biliyordu.

Tek kaşı havaya kalkınca bir süre daha yüzüne bakıp sakince bakışlarımı üzerinden çektim. Yanında kolları göğsünde bağlı sessizce oturan çocuğa göz gezdirdiğimde ilk dikkatimi çeken dağınıklığıydı. Bu çocuk annemden çıktıysa eğer, annem kesinlikle delirecekti.

Kumral saçları özensizce alnına dağılmış yüzüne yakışmayan bir yamukluk sergiliyordu. Gözleri hafif içeri göçmüş ve çekikti. Bizim ailede çekiklik sadece annemde vardı fakat o da çekiklik denemeyecek bir çekiklikti. Dudağının üzerinde babamda olduğu gibi küçük bir ben vardı. Üzerindeki siyah kazak ona iki beden büyüktü fakat oversize görüntüsü kötü durmuyordu, aksine giyim tarzı güzeldi. Boynunda bir zincir, parmaklarında da saydığım üç tane yüzük vardı. Bu adamlar Mardinli değil miydi? Sanırım artık kulaktan dolma bilgilere aldırış etmemeliydim. Herkesin yaşadığı şehre uyumlu bir giyim tarzı olmak zorunda değildi.

Odanın kapısı tekrar açıldığında içeriye beyaz önlüklü bir adam girdi. "Yağız Koraman ve Kerem Akat kan vermek için gelebilir mi?"

Adam iki saniye kadar bizde gözlerini gezdirip bir şey dememizi beklemeden odadan çıkmıştı. Ayağa kalktığımda adının Kerem olduğunu öğrendiğim çocuk yanındaki adama bakıyordu. Adam başını hafifçe aşağı eğince yerinden kalkıp kapıya doğru ilerledi. Aldırış etmeden kapıdan çıkınca bir görevliye sorarak nerede kan vereceğimizi öğrendik. İlk olarak kendisi kan verdiğinde bekletmeden sandalyeye oturup kazağımı sıyırdım.

"Tanışmadık," diyen sese döndüm. Kerem çekingenlikle bana bakıyordu. Ağzından kelimeler biraz garip çıktığı için ilk başta afalladım. "Yağız," dedim sadece. Hafifçe tebessüm ettiğinde ismini söyledi. Kan alan kişiye döndüm. "DNA raporu ne zaman çıkar, bir bilginiz var mı?"

"İki gün içinde çıkıyor beyefendi." Kadın kanı aldıktan sonra daha fazla bir şey demeden gitti. Pamuğu bir süre tutup sonrasında çöpe attım. Kerem onunla sohbet etmek istemediğimi anlamış olacak ki gözden kayboldu.

Anladığım kadarıyla burada bir işim kalmamıştı. Yine de kimseye bir şey söylemeden gidersem annemin çenesinden kurtulamayacağımı adım gibi bildiğim için odaya doğru adımladım.

Kapıyı tıklatma gereği duymadan odaya girdiğimde gördüğüm manzara bir saniye duraksamamı sağladı. Annem Kerem'e sarılırken beni görünce yüzündeki tebessümü bozmadan geri çekildi. "Memnun oldum Keremciğim, siz Yağız ile tanışmış mıydınız? Gelsene oğlum." Bana bakarak gelsene oğlum dediğine göre beni yanına çağırıyordu.

Bakışlarımı yerle bakışan Zehra'ya çevirdim. Telefonu titreyince hızla telefonunu eline alıp birisiyle mesajlaşmaya başladı. İlk iki saniye nasıl bir durumun içinde olduğumuzu anlayıp biraz olsun üzüldü zannettiğim için kendime göz devirdim.

"Burada bir iş kalmadı. Ben gidiyorum." Sakin sesimle annemin kaşları hafif çatılır gibi olsa da yüzündeki sahte gülümsemeyi korudu. "Kerem ile tanışsaydınız keşke ilk önce." İğneleyici sözleri karşısında boş boş suratına baktım.

Annemin en nefret ettiği şey suratına böyle bakmamdı. Neden bu bakışlarıma karşı sinirleniyordu bilmiyordum. Belki de kendisine karşı gram sevgi beslemeyen bakışlarımın ancak bu zamanlarda farkına varıyordu.

Zarifçe tuttuğu Kerem'in kolunu bırakıp bana doğru ilerledi. Tam önümde durduğunda kısa boyu yüzünden başımı eğmek zorunda kaldım.

"Bir tepki ver artık," dedi dayanamayarak. "Bir duygu kırıntısı göster. O kadar olay oldu, hâlâ nasıl boş boş bakıyorsun etrafa? Bir şey de artık, bir şey söyle." Gözlerindeki sinire bakarken nefeslendim.

Onu takmayarak babama döndüm. O da aynı annem gibi karmaşıklık ve bir şey demememin siniriyle suratıma bakarken arkamı dönüp açık kapıdan dışarı çıktım. Annemin bağırıp çağırıp ortalığı dağıtmayacağını biliyordum. Böyle şeyler ona tersti. Sinirini bile zar zor belli ederdi karşısındaki insana.

Onlar için küçük bir duygu kırıntısı bile hissetmemem benim suçum değildi. Ben bu hale onların çabasıyla gelmiştim. Şimdi ne kadar isyan ederlerse etsinler en fazla çok konuştukları için başım ağrırdı.

Ben hissiz bir adam değildim, aksine etrafımdakiler bu tanıma daha çok uyuyordu.

...

iki gün sonra,

Cihangir Akat aynı hissizlikle gözlerime bakarken yüzünü incelerken hissettiğim aşinalık ilk defa sinirlerimi bozuyordu.

"Yağız Koraman'dan alınan kan örneği, yüzde doksan sekiz virgül elli dört Cihangir Akat'tan alınan kan ile uyuşmaktadır..." Aynı cümlenin farklı isimleri Kerem Akat için de kurulurken bir elim yumruk olmuştu.

O gün keşke yanıma gelmeseydi. Keşke bir yabancı zannedip ona uzun cümleler kurmasaydım. Keşke ona hakkımda yanlış düşünme olasılığı tanısaydım. Şimdi, benim eksik bir çocuk olduğumu düşünecek ve bu eksikliği kendince tamamlamaya çalışacaktı. Belki acıyacak, ailesine de üzüntüyle aile hakkında neler düşündüğümü söyleyecekti. Ya da... ne düşünüyordum Allah aşkına ben? Cihangir Akat neden böyle şeyler yapmak istesin ki?

Annemin sesini duydum. Ne yapacağız diye yakarıp duruyordu ortalığa. Onun yakarması bile sadece gözyaşı dökerek, kollarını kendisine sararak oluyordu. Ağlayış sesini iki koltuk ilerisinde oturmama rağmen duymuyordum. Neden ağlıyordu anlamıyordum. Bu vakte gelene kadar benim gibi hissiz bir şekilde karşılamıştı bu olayları.

Ayağa kalkıp yanıma oturdu. Kollarını yandan bir şekilde bana sardığında şaşırdım. En son on yaşında kabuslarla uyandığım bir gecede sarılmıştı annem bana. Aradan geçen yaklaşık sekiz yıldan sonra böyle sarılması karşısında ne hissedeceğimi bilememiştim.

Ona karşılık verebilecek bir konumda değildim ki, olsam bile sarılmasına karşılık verir miydim bilmiyordum. Başını omzuma yaslayıp sessizce gözyaşı dökmeye devam etti. Ben ise sadece Cihangir Akat'a baktım.

"Pekala bu durumda ne yapacağız?" Babamın sesini duyduğumda ona döndüm.

Raporda yazanları açıklayan doktor boğazını temizledi. "Mahkeme yoluyla kendi kanınızdan olan çocukları almanız daha doğru olabilir." Herkes ona döndüğünde ekledi. "Bu durumda çocuklara da fikirleri sorulmalı tabii."

"Kerem'i kimseye vermem," diyen keskin sesini duydum. Gözlerini bana çevirdi. Annem bu lafından sonra benden ayrıldı. Rahatça arkama yaslanıp nefeslendim. "Fakat Yağız'ı da tanımak istiyorum."

Boş lafı üzerine bakışlarım yanında oturup parmaklarıyla oynayan çocuğa kaydı. Gerçekten aramızda beş yaş fark varmış gibi duruyordu. O neden bu kadar küçük duruyordu bilmiyordum.

Bir süre aileler kendi aralarında tartışmaya girdiğinde sıkılarak ayağa kalktım. Sadece onun bakışlarına karşılık verdim. "Benim kimseyle tanışacak vaktim yok. Hepinize iyi akşamlar."

Topuğumun üzerinde kapıya doğru dönerek vakit kaybetmeden ilerleyip odadan çıktım. Odadan çıktığım gibi omuzlarım çökerken ellerimi cebime koyup başımı eğdim. Yavaş adımlarla çıkışa doğru yürümeye başladım.

Kalbimin üzerindeki ağırlığın nedenini anlayamasam da bunu umursamamaya çalıştım. Üzerimdeki birkaç günlük yorgunluk beni ilk defa bu kadar bitkin yaparken dışarıya çıktığım gibi başımı kaldırıp kararmakta olan gökyüzüne baktım.

İstediğim huzuru temiz havada da alamazken başımı yerden kaldırmadan hızlı hızlı yürümeye başladım. Girdiğim yabancı sokaklarda kendime yolumu kaybettirene kadar dolandım durdum.

Bir süre sonra ayaklarımda da derman kalmayınca ıssız sokakta bir duvar dibine çöktüm. Uzun zaman sonra kurallarımın dışına çıkarak, üstümün kirleneceğini göze alarak yere oturuyordum. Bu iki etmişti. Cebimden sigara paketini çıkartarak bir sigara yaktım. Belki de çiğnemekten en zevk aldığım annemin kuralı şu sigarayı ihtiyaçla içmemdi.

Genelde, beni sarsan günlerde eve gittiğimde yaşadıklarımı bir deftere yazardım. Artık o satırlara da ihtiyacım kalmamıştı. Bugün her şey sondu. Son ise yeni bir başlangıç.

Hayatımın her günü yalanmış günlük. Bir bilinmezliğe sürükleniyorum. Buraya yazacak kelimelerim kalmadı. Sana da bir cumartesi akşamı veda ediyorum.

Loading...
0%