Yeni Üyelik
9.
Bölüm

8. bölüm

@renksizevren

Arabayı sürerken gözleri benimle yol arasında gidip geliyordu. Bir şey söyleyeceğinin farkındaydım ama konuşmasını istemediğim için susuyordum.

 

"Benimle geldiğin için teşekkür ederim, bugün uçağa yalnız başıma bineceğimi düşünmüştüm." Sonunda konuştuğunda ona döndüm. Göz göze geldiğimiz anda yola bakmaya başladı.

 

"Özel bir sebep arama. Sadece onlara istediklerini vermek istemedim." Kaskatı gibi duran yüzüne kondurduğu hafif tebessüm bile eğrelti duruyordu. Yine de samimi olduğunu düşünüyordum.

 

"Deden torunum da torunum diye başımın etini yiyordu, yanımda sen olmadan dönseydim üşenmez kendi gelirdi seni almaya."

 

Yüzüne emin olamayarak baktığımda o bunu görmemişti. Tanımadıkları bir insan için hareketleri şüphe uyandırıcıydı. Acaba organ mafyasına falan mı karışmıştım?

 

Mükemmel hayal dünyama gözlerimi devirerek arkama yaslandım. İç sesim hâlâ dünyanın her halinin olduğunu söyleyip duruyordu.

 

Araba durduğunda düşüncelerimden sıyrılıp dışarı çıktım. Bir takım elbiseli adam gelip valizleri aldığında bu durumun aynısını annemle zorla gittiğimiz tatillerde de yaşadığım için yüzümü buruşturdum. Hadi ama, o tatil adı altında işkence dolu günleri hatırlamak kim isterdi?

 

Aranmadan geçtiğimizde yarım saat kadar işlemleri halletmek için beklemiştik. En son bu bekleyişten sıkılarak su almak için yanından ayrıldım. Bir su ve yanına küçük çikolatalı hoşbeş aldığım gibi tekrar onun yanına geçtim. Normal marketten alsam on lira tutmayacak iki ürüne otuz lira vererek gider ayak güzel bir kazık yemiştim.

 

Yanına gidene kadar gözlerini üzerimden ayırmadı. Küçük bir çocukmuşum gibi davranması bir yandan komiğime gidiyordu. "Yağız," dedi en sonunda. Konuşma gereği duymadan başımı ne oldu der gibi salladım.

 

"Sarılayım mı bir kere?" Sorduğu soruyla yüzüne bakakalırken tam önüme kadar geldi ve durdu. Bedenim iri cüssesinin yanında küçücük kalıyordu.

 

Hiçbir şey demeden yüzüne bakarken şaşkınlığımı üzerimden atamadan bedenimi kolları arasına aldı. Hissettiğim afallamayla gömleğinin kenarına tutundum. "Bak oğlum.." Elini saçlarımda gezdirmeye başladı. Yutkundum. Oğlum deyişi bile şefkat barındırıyordu. Sarılmasının ardından bana en güzel şekilde seslenmesi bütün denge mekanizmamı bozdu. Yutkundum ancak boğazımdaki yumru bir türlü geçmedi. "Dile kolay bile olmayan on sekiz yıl... Biz yanında olmadan neler yaşadın, nasıl yaşadın düşündükçe bile insan nefes alamıyor. Buraya zorla geldiğini de biliyorum fakat hiçbir şey için geç değil. Seni orada bekleyen kocaman bir ailen var. İyisiyle kötüsüyle, kolaylığıyla zorluğuyla her zaman yanında olacak bir baban, annen, deden, belki kardeşlerin var. Ama şunu unutma, her zaman arkandayım."

 

Bu sözleri neden söylüyordu? Arkamda olmasını gerektirecek nasıl bir durum vardı da cümleyi buraya bağlamıştı? Yavaşça ondan ayrıldığımda kahvenin en koyu tonu olan gözlerini gözlerime sabitledi. Bakışlarındaki anlamı fark etmemek için çabalarken bir adım geri gittim. İfadesiz tutmaya çalıştığım yüzüm bana zorluk çıkarsa da bunun altından kalkabildiğimi biliyordum. Bir süre öylece boş boş birbirimize baktık. Gözlerime beklentiyle bakmasını normal karşılıyordum. "Bir şey demeyecek misin," dedi en sonunda.

 

Dudaklarım aralandı ancak yaptığım tek şey sadece sessiz bir nefes almak oldu. Anons verilmeye başlandığında başımı yukarı kaldırıp bir süre öyle bekledim. "Ben.." ne diyeceğimi bilemeyerek kasıldım. "Benden bir beklentiniz olmasın."

 

Gülümsedi ancak bu hüzünlü bir gülümseme değildi. Anlayış barındırıyordu. "Hadi gidelim," dedi başıyla işaret vererek.

 

Uçak yolculuğu boyunca hiçbir şey konuşmadık. Ağzını bir kere bile açıp bir şey sormadı ya da istemedi. Düşünceli gibiydi. Düşüncelerinde boğulduğunu anlayarak köşeme çekildim ve dünyaya kendimi kapattım. Evgeny Grinko'nun Valse performansını açarak saatlerce onu dinledim. Bir an uykuya dalacak gibi olsam da uyumamak için direndim. Otururken bile beden yorgunluğumu yavaş yavaş hissediyordum.

 

Ne düşünüyordu acaba? Onları hiçbir zaman istemeyeceğimi mi? Bunun cevabını ben bile bilmiyordum. Kimseye ihtiyacım yok derken gayet ciddiydim fakat eğer gerçekten onlar gerçek ailem ise ve bana karşı ön yargılı davranmazlarsa tüm bu olanları kabullenmek daha kolay olabilirdi.

 

Cihangir'in kolumu dürtmesiyle irkilerek ona döndüm. Herkesin yavaş yavaş kalktığını gördüğümde hafif dalmış olduğum uykumdan anında sıyrılmıştım. Ayağa kalkınca çok geçmeden uçaktan indik. İlk defa ayak bastığım bu şehirle içime bir çekingenlik oturdu. Saatlerce ifadesiz ve sorgulayan ruhum şimdi çekiniyordu. Acaba beni evlerine kabul edecekler miydi yoksa bir otelde mi kalacaktım? Otele verecek param çok çok iki haftalıktı, sonrasında idare edemeyeceğimi biliyordum ve bu beni geriyordu. Ya istemezlerse beni? Bilmediğim bir şehirde ne yapacaktım? İstenmediğim yerde duramazdım ki.

 

Tam o sırada düşüncelerimle omuzlarım çöktü. Beni otele bırak lütfen diyemeyecek derecede olduğumu hatırladım. Ona muhtaç olduğum gerçeği yüzüme çarptı. Aslında... buraya gelmem bile başlı başına bir saçmalıktı.

 

Arabaya bindiğimizde sesimi çıkarmadan yolun bitmesini bekledim. Araba ilerledikçe yüzüm daha da düşüyor, içime bir sıkıntı yerleşiyordu. Belki biraz da kaygı.

 

Kendimle cebelleşirken en sonunda ne yaptığımın farkına vararak şaşkınlığa büründüm. Ben neden iki avuç insanla tanışacağım için kaygı duyuyordum ki? Onlar kimdi de onlara muhtaç olacaktım? Eğer tavırları hoşuma gitmezse ilk otobüsle tekrar bildiğim şehire giderdim, buraya bağlı değildim ki.

 

Kendimi böyle böyle rahatlatırken arabanın durmasıyla bir anda tüm rahatlığım bozuldu. Bedenim kasılırken kimseye bir şey belli etmemek için yavaşça arabadan indim. Kocaman bir konağın önüne geldiğimizi bile yeni fark ediyordum. Kapının önünde iki tane takım elbiseli adam dikiliyordu. Kaşlarımı çatarak onlara baktığımda Cihangir'e döndüm. Bu adama da Cihangir diye sesleniyordum ama benden bir hayli büyüktü. Neyse ki bu bir şeyi değiştirmiyordu. Sonuçta dilime vuran bir saygısızlığım olmamıştı.

 

Sahi, şimdi bu karşımda duran adam benim babam oluyordu değil mi?

 

Başıyla bir adama işaret verdiğinde adam kapının üzerindeki anahtarı çevirerek kapıyı araladı. Cihangir bir elini omzuma koyarak hafifçe sıvazladığında bedenimi ittirmeye başladı. Ona ayak uydurarak kapıdan içeri girdim. Büyük bir avlu bizi karşılarken ortalıkta kimsenin olmaması daha fazla gerilmeme sebep oluyordu. "Geleceğimizi biliyorlar ama ne zaman olduğunu bilmiyorlardı."

 

Avlunun bir kenarında yerde minderler bulunan bir kısım vardı. Bunların doğu tarafına ait olduğunu düşünüyordum. İstanbul gibi bir şehirde hayatımda böyle bir şey görmemiştim çünkü. İki tane küçük boy bisiklet hemen kenarında duruyordu. Avlunun diğer tarafında ise bir masa bulunuyordu, bir deyişle çardak diyebilirdik. Tam karşımda iki kapı -bu kapılardan birisi sonuna kadar açıktı ve içeriden onlarca kişiye aitmiş gibi yüksek sesler avluya doluyordu- yan tarafta ise sayabildiğim kadarıyla üç kapı vardı. Bunların odalar olduğunu düşünürken kaç katlı olduğunu bilmediğim bu konağın kenarında büyük taştan ve demirlikli bir merdiven vardı. Başımı yukarı kaldırıp bakınca merdivenlerin iki kat daha çıktığını görmek nefeslenmemi sağladı. Nereye düşmüştüm Allah aşkına ben?

 

O sırada açık olan kapıdan bir kadın çıktı ve mutfaktaki bütün sesler kesildi. Başı yere eğik düşünceli bir şekilde sağına döndüğünde Cihangir ile arkasında kalmış olduk. Sonra kadın duraksadı. "Ayşe Hatun börekleri fırına at akşam oldu gelirler birazdan. Ayrıca içli köfteyi de hazır edin, çocuklar sever böyle şeyleri."

 

Önümü mutfağa bile dönmeden konuşması içimi titretti. Kadının sesinden bile ruhsuzluk akıyordu. "Azade," dedi Cihangir. Kadın tam ilerleyecekken tekrar durmak zorunda kaldı. Birkaç saniye sonra omzunun üzerinden arkasına döndü. Gözü ilk bana kaydığında yüzündeki o sert ifade anında dağıldı. "Annen," diye fısıldadı Cihangir. Ona bakma gereği duymadan ifadesizce, bana bakan kadına bakarken yavaşça bize doğru döndü. Yüzündeki ifade ağlak bir hâl aldığında kaşlarımı kaldırdım. Gülümsedi, tam o sırada sol gözünden bir damla yaş yanağına doğru yol izledi.

 

Bir süredir ve neredeyse hiç, ağlayan bir yetişkin görmemiştim. Bu hali bana garip gelirken bize doğru küçük adımlar atmaya başladı. Geldiğinde tam karşımda durdu. Kaşlarımı çatarak Cihangir'e baktım. Burada tek tanıdığım, yani iki kereden fazla gördüğüm insan oydu ve karşımdaki bu kadının uzaylıymışım gibi bana bakması istemsizce insanı geriyordu.

 

Bir anda kollarını belime sardığında yaşadığım afallamayla olduğum yere çivilendim. Kollarım iki yanımdan sarkarken boş bakışlarım yeri himayesi altına almıştı.

 

"Hoşgeldin," diye fısıldadı. Şu an ne yapıyordum, kim bana sarılıyordu bunun bilincinde değilmişim gibi hiçbir bok hissedemiyordum. Sanki bu yaşadıklarım bir rüyadan ibaretti ve ben o rüyadan hiçbir zaman uyanamayacakmışım gibiydi. Fakat ben bir rüya görmek istemiyordum. Kâbuslardan da rüyalardan da nefret ediyordum. "Evine," diye tamamladı cümlesini.

 

Bir süre durdum. Saygısızlık olmaması için ellerimi sırtına dokundurdum.

 

Bugün anneme sarıldım, ama hiçbir şey hissetmedim. Hiçbir şey hissetmeyişlerimde bittim.

Loading...
0%