Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1. Bölüm

@renksizevren

Kütüphanede elime aldığım bir şiir kitabını kuytu köşeye geçip okurken dünyadan soyutlanmış gibiydim.


"rakı doldur," dedim. "eksilmesin!"

ben bazen eksilirim biraz

aslında hepimiz eksilirmişiz biraz

bunu sonradan öğrendim.


Her ne kadar çok kitap okuyan biri olmasam da bazı şiir kitapları beni kendine çekiyordu. Kendi kendime düşüncelere dalmışken yanımdaki hareketlilikle irkildim.


"Sen kitap mı okuyorsun lan!" diyerek yanımda anırmamak için kendini zor tutan gereksizi fark ettiğimde hızlıca kitabı kapatmıştım.


"Sıkıntıdan patladım oğlum." Ayağa kalktığımda kitabı yerine bıraktım hızlıca. "İşiniz bittiyse gidelim artık."


Bana inanmaz gözlerle bakıp yüzündeki sırıtışı silmeden başını salladı. "İçinden bir edebiyatçı çıktı senin de. Tipine bakan serseri sanar." Ona gözlerimi devirdim ve cevapsız bıraktım.


Kütüphaneye sessizce göz gezdirdiğimde herkesin harıl harıl ders çalıştığını görmek benim bile bunalmamı sağlamıştı. Hayatta oturup da ders kapağı açamazdım. Bana yakışmazdı hem.


"Yürü hadi, bulmuş proje ödevini Serkan." Anıl önümden yürüyerek kütüphaneden çıktığında ben de peşindeydim. Soğuk hava yüzüme vurduğu gibi bir sigara çıkartıp yaktım.


"Ne yapacağız şimdi?" Sorumla birlikte Serkan, Anıl'a baktı. "Kanka söylemedin mi?"


"Ne söyleyecekti oğlum?" Serkan boğazını temizleyip hafifçe bana yanaştığında yüzündeki ifadeden bir şey isteyeceğini anlamıştım.


"Kanka şimdi şöyle.. Benim kız burada ders çalışıyor. Ben de düşündüm ki proje ödevini burada sizinle yapayım. Hem onu da görürüm."


"Benimle ne alakası var bunun? Git gör işte." diyerek sigarayı çöp kutusunun üzerinde söndürüp içine attım.


"Oğlum siz olmazsanız olmaz." diyerek yakındı. Götle don gibiydik anasını satayım. Ayrılamıyorduk. "Hem size de test kitabı getirdim. Oturup bir iki soru çözersiniz. Sınav senemiz lan bu sene!"


"Bunu sen mi diyorsun," diyerek güldü Anıl. "Bir kitaba ömründe açıp bakmamışsındır gelmişsin bir kız için ne diyorsun."


"Playstationa gidelim," diyerek elimi ağzıma kapatıp esnedim. Sabaha kadar oyun oynadığım için uyuyamamıştım.


"Abi kırmayın beni," diyerek yalvardı bize. "Gelirseniz yüzer lira ateşlerim, yanına zurna."


Bu fikir bir tık cazip gelmeye başlamıştı. Anıl ile göz göze geldiğimizde aynı anda "İki yüz," dedik. Babası para sıçtığı için her bir şey istemesinde nakitle geliyordu bize. Oflaya puflaya kabul edince içeri geçmiştik tekrar.


Söylediği kızın yanı boş değildi ama önleri boştu. Üçümüz sıralandığımızda karşımdaki kızlara baktım. Onlar da gördüğüm üzere matematik çözüyorlardı.


Bir anda önüme koyulan test kitabıyla bakışırken Serkan hemen kendi haline dönmüş laptopunu çıkartarak hem kızı kesip hem de ödevine girişmişti.


Sanırım soruları götümle çözecektim.


Ters kitabın kapağını bir açıp baktığımda geometriyle karşılaştım. İşte tek yaptığım ve sevdiğim dersti. Gerisinden ne bir şey anlardım ne de dinlerdim.


Yine de kapağı kapatıp cebimden telefonu çıkartarak oyuna girdim. Zaman hiçbir türlü geçmeyecekti.


Bağımlıydım. Telefona, sigaraya, oyunlara ve kadınlara.


Oyun oynarken annem tarafından aranmamla ayağa kalkıp çocuklara bir bakış attım, beni anladıklarında tuvalet kısmına geçtim. Burası tamamen boştu.


"Hayrolsun sen beni arar mıydın?"


"Buraya gelmen gerekiyor," dediğinde sesinin tarazlı çıkmasıyla yutkundum. "Sonuçlar mı çıktı?" dedim ifademi bozmadan.


"Evet, eve gel."


"Gelemem işim var, telefonda söyle." dediğimde omzumu kapının kenarına yaslamıştım. Ayağımla yerde tempo tutarken "Senin işine de sana da," diye bağırdı annem. "Aptal çocuk, ailenmiş onlar. Bulduğuna göre defolup gidersin!"


Gözlerimi devirip telefonu kapattım. Şaşırmamıştım çünkü hepimiz sonucun pozitif çıkacağına emindik. Yıllar sonra ilk defa kapımıza birisi benim için gelmişti. Her olayı da ayrıntısına kadar bildiğine göre onlardan başkası olma ihtimali yoktu.


Ben henüz hiçbirisiyle yüz yüze gelmemiştim. Hastaneye vakitsiz gidip kan verdikten sonra kimseye görünmeden dönmüştüm.


Geri dönüp tekrar masaya oturduğumda Anıl 'ne var ne yok' dercesine göz kırptı. Yanağımı kaşıyarak arkama yaslanıp telefonda yarım kalan oyunuma devam ettim.


Ne kadar süre geçti bilmiyorum sıkıntıdan patlayacak dereceye gelmiştim. Serkan hızlı hızlı bilgisayarında araştırma yapıp karşısındaki kızı kesiyordu. "Şu soruya bakar mısın Serkan?" diyen kız kitabı Serkan'a verince gülmemek için kendimi zor tuttum. Serkan kim soru çözmek kimdi.


Serkan stresle bana baktığında soruya bir göz gezdirdim. Şansına bir çember sorusuydu. Aradaki bariyer yüzünden Serkan kızın önceden çizdiği çizgiler üzerinde gidip soruyu çözüyormuş gibi yaparken başımı iki yana sallayıp önüme döndüm.


Anıl da diğer yanımda uyukluyordu.


"Sen kimsin? Seni daha önce görmemiştim," diyen kıza baktım. Sanırım Serkan'ın hoşlandığı kızın arkadaşıydı. Mavi gözleri üzerimde gezinirken sırıttım.


"Görmen mi lazımdı?"


"Ne münasebet," diyerek bana biraz daha yaklaştı. Sessiz olmaya çalışmasına daha çok sırıttım. "Yüzündeki şu gülüşü siler misin?" Bir yavşak olduğumu düşünmesi olağandı.


"İstek arz talep almıyoruz maalesef." Kız güzeldi. Çok belli etmemeye çalışarak yüzünü süzdüğümde dudağımın kenarı beğeniyle havalandı.


"Egonu bir kenara çek," diyerek yüzünü buruşturdu. "Adam gibi sohbet etmeye çalışıyordum."


"Etme." Yüzümdeki gülüş solduğunda ciddileşmiştim. "Sorunu çöz." Gözlerime sinirle bakıp ağzının içinde bir şeyler homurdandı. Önüne döndüğünde ben de önüme dönmüştüm fakat arada bana değen bakışlarını hissediyordum.


"Niye tersliyorsun oğlum kızı," diyerek koluma vuran Anıl'a bir bakış attım. Fısıltısını ben bile zor duymuşken başkasının duymasına imkân yoktu.


Ona biraz yaklaşıp "İnsanlar iyi davranınca çabuk unutuyor," diyerek göz kırptım. "Vayy," dedi. "Kız tavlama taktiği mi?"


"Herkeste işe yaramaz sen deneme bir bakmışsın el kadar kızdan dayak yemişsin." Anıl biraz saflık derecesinin üzerinde salaktı. Kuştaki beyni ona taksak daha çok işlevi olurdu.


Canım sıkılınca "Ben tüttürmeye gidiyorum," diyerek ayaklandım.


Bugün geçmeyecekti. Geçmezdi.



Kapımın çalınmadan açılmasıyla "Ne var yine?" diyerek bağırdım. Fareyi sinirle masanın üzerine fırlattığımda bilgisayarın kapatma tuşuna basmıştım. Sikerdim böyle oyunu.


"Aşağı gel," diyen anneme göz devirdim. "Ne oldu?"


"Konuşacağız." En az benim kadar sinirli gözüküyordu. Bok vardı da konuşacaktık. Ne konuşacaktık acaba? Yıllarca konuştuğumuz konulardı.


Kapıyı kapatmadan çıktığında homurdanarak yerimden kalkıp aşağıya, salona indim. Babam, annem ve gereksiz Emre oturmuş beni bekliyorlardı.


"Geldiğine göre şu kaçtığın konuyu konuşalım artık," diyerek iğneledi annem. Sarı saçlarını arkasına atıp oturuşunu dikleştirirken tekli koltuğa geçtim. Babam ise kollarını göğsünde bağlamış beni izliyordu.


"Neyden kaçıyormuşum tam olarak? Saçma şeylere ayıracak vaktim yok."


"Saçma dediğin şey senin hayatın," dedi babam. "Ailen seni yanında istiyor, onları tanımak istemiyor musun?"


Koltukta yayılarak uyku pozisyonu almıştım. "Yani baba? Ne yapayım şimdi, geldiğim yeri unutmadım ben. Ne diye peşine düşmüşler bu yaştan sonra?"


"Orasını anlatmadılar," dedi annem.


"Çok tanışmak istiyorlarsa tanışırız," diyerek sırıttım. Merak etmiyor değildim.


"Hiç sorgulamadan kabul mü ediyorsun?" Bu sefer Emre konuşmuştu. Başka ne yapacaktım ki? Bu kadar delinin içinde yaşadığım yeterdi. Biraz başka insanlar tanısam fena olmazdı.


"Üzülme abim, bir elim hep yakanda olacak," diyerek sırıttım. Aptal çocuktu ama sevimliydi. Annemden aldığımız mavi gözlerimiz vardı. Daha doğrusu ben kimden almıştım bilmiyordum.


Onu bile bilmiyordum.


İşte Emre'nin gözleri daha büyüktü ve yaşından daha küçük gösteriyordu onu. Hayvanla aynı evde yaşamasak bir nebze içim ısınabilirdi bu görüntüsüne.


"Si-" diyecekken gözleri babama kaymış ve susmuştu. Babam ikimize bakıp derin bir nefes aldı.


Akif Zeren, sessiz ve sakin bir adamdı. Ona karşı içimde büyük bir saygı taşısam da karakteri sinirimi bozuyordu. Onu ömrüm boyunca hiçbir zaman anlamayacaktım.


Sevda Zeren ise.. her neyse.


"Yarın seninle buluşma ayarladılar. Eve çağırdık ama kabul etmediler." Bunlar da hiçbir şeyi kabul etmiyordu. Şimdiden gıcık olmuştum.


"Hayatım ne gerek var zaten buraya gelmelerine? Hiç uğraşamam hazırlık falan yapmakla." dedi annem. Zaten sen uğraşmıyorsun be anne.


"Bence de gerek yok," dedim yerimde kıpırdanıp. "Ne olacak şimdi? Ben onlarla mı gideceğim?"


"Evet," dedi annem duraksamadan. "Zaten bunu istemiyor muydun?"


Alayla gülerek yerimde doğruldum. O mavi gözlerine bakarken "Tam olarak ne istiyordum anne?" diye sordum.


Sonuçta o benden daha iyi bilirdi ne istediğimi.


"Ailenin seni bulmasını. Hatırlıyorum da seni ilk aldığımızda kıyameti kopartıyordun baba da baba diye." Yüzündeki gülümsemeyi büyütüp sanki çok normal bir şey diyormuş gibi konuşması sinirimi bozdu.


"O benim babam değil ama," dedim kaşlarımı çatarak. "Benim babam karşımda duruyor. Baba olması için sadece dölleri yetmez!"


"Yiğit!" diyen babama hızla döndüm. "Ege," dedim bastırarak. Yiğit ismini reşit olduğum gibi sildirecektim bütün hayatımdan.


"Gel oğlum seninle bir konuşalım," diyerek ayaklandı babam. Sözünü dinleyerek kalktığımda Emre'nin meraklı bakışları üzerimde dolanıyordu.


Aramızda beş yaş vardı. Daha küçüktü bebe.


Babam önde ben arkada salondan çıktığımızda durup yanına gelmemi bekledi. Geldiğimde ise kolunu omzuma atarak beni kendisine çekmişti. Mutfağa geçtiğimizde benden ayrılıp sandalyeye oturdu.


Hemen yanına geçtim ben de. "Biliyorum zor bir süreçten geçiyorsun.." diye başladığında konuşma ilgi çekiciliğini kaybetmişti benim için. "Ve kimse sana yardımcı olmuyor. Anlamıyor."


Kaşlarımı çattım istemsizce. Onları tanımıyordum bile ne zor zamanından bahsediyordu?


"Ben hep buradayım," dedi gözlüğünü çıkartıp gözlerini ovalarken. "Ama odada dediğin.. hastanede gördüğüm adam seni görmek için yanıp tutuşuyordu. Hem kardeşlerin de var, belki seni bırakmak istemediler. Olayı bilmiyoruz ve senin onlara karşı ön yargılı olmanı istemiyorum."


Ben biliyorum baba. Her şeyi biliyorum.


"Baba," dedim gülerek arkama yaslanırken. "Bari sen yapma."


"Hayatın değişecek," dedi. "Onlarla git ve onları tanı. Eğer istemezsen, olmazsa yine gelirsin. Burası senin evin ve hep öyle kalacak."


"Bu evden bir kere gidersem bir daha gelmeyeceğimi biliyorsun," dedim kollarımı göğsümde bağlayıp.


"Bir ikizin var," dedi gülümseyip. Konuyu değiştirmesine odaklanamadan dediğinde takılı kaldım.


"Nasıl ya?" Beynim yeni yeni idrak etti. "Umarım tek yumurta değilizdir!"


Bu dünyaya iki tane ben fazlaydı. Hem de çok.


Babam gülerek göz devirdi. "O kadarını bilmiyorum, sadece Aybars Bey'le konuşurken laf arasında söylemişti."


Şüpheyle babamı süzdüm. "Ne konuştunuz ki siz?"


Elini geçiştirircesine sallayıp omzumu sıvazladı. "Çok da önemli değil. Havadan sudan."


"Baba!"


"Seni sordu, nasıl birisi olduğunu falan." Susmasıyla yüzüne ters ters baktım. Beni denediğini, meraklandırmaya çalıştığını anlayabiliyordum. Ayrıca benim hakkımda kimse iyi şeyler anlatmazdı.


"Sen ne dedin? Ağzından cımbızla laf alıyorum!"


"Çok uslu, sessiz sakindir dedim." diyerek güldü. Gözlerimi büyüttüğümde acaba öyle miyim diye düşünmüştüm ki bu çok kısa sürdü.


"Ben mi sessizim?"


"İyi bilsinler diye dedim, bundan sonrası sana kalmış. Uslu bir çocuk ol," diyerek göz kırptı. Benimle alay etmesi sin

irlerimi bozarken ters ters yüzüne bakıp ayaklandım.


"Gidiyorum ben," diyerek mutfaktan çıktığımda hâlâ uslu bir çocuk nasıl olur onu düşünüyordum ki telefonuma gelen mesajla evden çıktım.

Loading...
0%