Yeni Üyelik
12.
Bölüm

11. bölüm

@renksizevren

Bora gecenin bir yarısı sessizce anahtarını çıkarıp deliğe soktu. Çevirdiğinde anında açılan kapıyla uyuşuk bedenini hareket ettirip eve girdi.

 

Birkaç gündür eve geç saatlerde geliyor, erkenden kalkıp gidiyordu. Babasının söylenmeleri ve gece onu arayıp eve çağırması sonucu kendine gelmesi gerektiğinin farkına varmış ve ailesini üzmemek için elinden geleni yapacağına dair kendine söz vermişti.

 

Sessiz adımları Ali ile kaldığı odaya gitmek yerine Emir'in odasının yolunu tuttu. Açık kapıdan içeri baktığında kardeşinin yerde kırkıncı rüyasını gördüğünü anlayıp yatağa bakmıştı. Yatağı boş görmek beklediği bir şey değildi.

 

Aklına doluşanları def etmeye çalışarak hızlıca evi taramıştı fakat Yiğit'ten bir iz bulamadı. Zaten Ali'nin ve Eylül'ün odasında Yiğit'i araması da saçmaydı. Kendini oturma odasındaki bir koltuğa atıp başını elleri arasına aldı.

 

Gittiyse eğer.. babasını düşünemiyordu. İki günde canlanan babasını düşündü. Yüzüne renk gelmiş, hayatı şenlenmişti. Onu gördüğü ilk saniyede de babasındaki değişimi anlamıştı zaten. Anlamamak mümkün değildi.

 

Belki de bir arkadaşında kalacaktır diye düşündü. Düşündükçe bunaldı. O çocuğun bu evde uzun süre kalmasını beklemiyordu zaten. Zengin bir aileden gelmişken onların eski püskü evinde rahat edeceğini düşünmesi bile hataydı.

 

Gitmişti ve buna adı kadar emindi. İstese bulurdu, onu bir kere görmüşken bulması zor olmazdı. Kanı deli gibi kaynarken bu bilinmezlikle orada oturmayı saçma buldu ve ayaklandı. Kapıya giderken babasının odasının kapısının açılmasıyla Yiğit'in odadan çıkması bir oldu.

 

İkisi koridorda birbirine bakıp şaşkınlıkla duraksarken ilk kendine gelen Bora olmuştu. "Ne işin var orada?"

 

Bir süre cevap vermeyen çocuğu izledi. Gözleri uykuluydu ve biraz da kan çanağına dönmüştü. Küçükken hep ağladığında bu yüz ifadesinde olurdu. Bora o zamanları düşününce yutkunmakta zorluk çekti. Abi diyerek peşinde dolanan, paçalarına yapışıp bırakmayan, mahallede arkadaşlarıyla top oynarken sakince kaldırım köşesinde oturup onu izleyen kardeşini özlüyordu Bora. Bu özlem çok ağırdı. Şimdi karşısındaki çocuğun o küçük kardeşi olduğuna inanmakta zorluk çekiyordu.

 

Küçük Yiğit'e dair her şey silinmişti sanki karşısındaki çocuktan. Normal diye mırıldandı içinden. Büyümüştük hepimiz. Bora da on yaşındaki çocuktan çok daha farklıydı şimdi.

 

"Ben.. acıkmıştım da belki uyanıktır diye babanın yanına bir uğradım." dedi. Sonunda cümle kurabildiğine sevindi.

 

Bora ise dediklerine inanmadı. Yaklaşık on beş dakika önce eve gelmişti ve ilk Emir'in odasına bakmıştı. On beş dakikadır babasının yanındaydı. Aralık kapıdan yatakta uyuyan babasını görünce tekrar Yiğit'e döndü. Bu sefer onda bir şeyler yakalamıştı.

 

Babasını kaç dakikadır uyurken izlediğini merak etti bir an. Yine de sormadı.

 

"Gel karnını doyuralım." Sessiz ve kavga etmeyeceğine dair sakinlik kokan sesiyle Yiğit'e cevap verince Yiğit şaşırdı. Bora'nın bir şeyleri kurcalamaması onu rahatlatmıştı.

 

Bora Yiğit'in omzuna elini koyup onu mutfağa çekti. "Kendin de alıp yiyebilirdin." diyerek onu yabancı hissettirmemeye çalıştı.

 

"Ölecek miyim? Bir hastalığım falan çıktı da benden mi saklıyorsunuz?" Yiğit'in sorusuyla Bora kendine gelip elini çekmişti. "Ne diyorsun lan?"

 

"Hiç, aslına bakarsam ölecek bile olsam senden böyle bir tavır beklemezdim. Ama.. İnsanoğlu tabii acıma ve merhamet duygusu kendini tatmin etmesi için çok önemli birer etmen." Yiğit'in uzun cümlesinden sonra Bora kaşlarını çattı.

 

Bu çocuk çok konuşuyordu.

 

"Amma boş yaptın. Sana acıyarak kendimi tatmin ettiğimi düşünmen kaçıncı seviye delilik?"

 

Yiğit elini masanın üzerinde gezdirip örtüyü düzeltirken gülümsedi. "Ölsem bir bardak su verirsin değil mi?"

 

"Tövbe estağfurullah. Gece gece konuştuğu konuya bak." Bora sabır çekerek dolap kapağını açtı ve içindeki yemeklere baktı. Kendisi de açtı. İki yemeği çıkarıp ocağa koyduğunda onları ısıtmaya başlamıştı.

 

"Verirsin biliyorum, yani acırsın bana. Eğer vermezsen ve ölürsem o içindeki vicdan azabının seni rahat bırakmamasından korkarsın. Biraz insanlığı olan herkes böyle hisseder. Kendini rahatlatır."

 

"Bir şey mi kullanıyorsun sen?" diye sordu Bora sert sesiyle. "Bana bak çocuk, gözlerime bak bir." Bora onun çenesinden tutup kafasını kaldırınca gözlerine dikkatle baktı. Beyni uyuşmuş gibiydi ama göz bebekleri normal büyüklükteydi. Vücut fonksiyonları da yerindeydi. Anlamıştı ki sorun çocuğun beynindeydi. Yarım akıllı diye homurdandı içinden.

 

"Bir şey içmedim ama bu kullanmadığım anlamına gelmez."

 

"Seni gebertirim," dedi Bora. "Bir göreyim. Hadi bir göreyim ne oluyor görürsün o zaman. Beni kışkırtmaya çalışma çocuk. Senin yaşın kaç başın kaç öyle şeyleri nereden buluyorsun?" Bora'nın kırmızı çizgisiydi uyuşturucu ve türevleri. Kendisi ağzına içki bile sürmezken aileden birinin bunun bile ötesinde şeyler yapmasına, kendisini yavaş yavaş öldürmesine izin vermezdi.

 

"Çevrem geniştir," diyerek otuz iki diş gülen çocukla daha çok sinirlendi Bora. "Çevrene sokturtma bana."

 

"Hayırdır ilgili abi rolleri? Emir mi sandın beni bir an?"

 

"Sokakta tanımadığım birini bile elinde uyuşturuyla görsem peşine düşerim," diyerek işin içinden sıyrıldı Bora. Ocaktaki yemekleri karıştırıp altını kapattı.

 

İki tabak çıkarıp ikisini de ağzına kadar doldurup masaya koydu. Mutfak kapısını kapatıp ikinci ışığı da yakarak mutfağı daha aydınlık hâle getirdi. "Senin için sokaktan geçen birisi gibi miyim?"

 

Ona dikkatle bakan çocukla iç çekti. "Beni sorguya çekeceğine yemeğini ye."

 

"Cevap versene soruma." Bora yine de sessiz kalmakla yetindi.

 

İkisi de yemeklerine dönünce ortamda gözle görülür bir sessizlik oldu. "Merak etme. Gideceğim." dedi bir an Yiğit. "Kimseyi kendime alıştırmayacağım. Reşit olduğumda bir ev tutarım. Sizden tamamen kopmak için ben de gün sayıyorum."

 

Bora ağzındaki lokmayı zorlukla yutup çocuğa bakakalmıştı. Altı ay. "Gidebiliyorsan gidersin," dedi gerginliğini belli etmemeye çalışarak.

 

"O ne demek? Yoluma taş koyacak birini görmüyorum ben."

 

"O gün geldiğinde herkes karşında olur." Bora'nın kuru lafına karşılık Yiğit sadece güldü.

 

"Bu evde kimse beni sevmeyecek. Hatta o gün geldiğinde gitse de bitse diye gözümün içine bakacaksınız."

 

"Neden işleri zorlaştırmakta üstüne yok? Hayat senin bildiğin gibi bir yer değil Yiğit. Kin kusmak için çok kısa." Bora çocuğun yüzündeki o duyguyu çok net biliyordu. Akıllanmayacağını, bir şeylerin acısını onlardan çıkaracağını anlamıştı. "Pişman olacağın şeyler yapıp geleceğinle oynama."

 

Bora'nın Yiğit'e ilk nasihatiydi bu. "Ah be abim, hayatı benden iyi bilen yoktur emin ol." diyerek göz kırptı. Yemeğinden son bir kaşık daha alarak arkasına yaslandı. Koca tabağı bitirmişti. Hem de aç olmamasına rağmen.

 

Bora'nın içi sıkılınca konuşmayı uzatmadı. Yiğit'in dediklerinin hiçbirinin gerçekleşmeyeceğine emindi. Onun az çok derdini anladığını düşünüyordu hatta. Bu zorlukla yutkunmasına neden oldu.

 

"Babamın bir suçu yoktu." dedi dalgınlıkla. Yiğit anlamayarak "Ne," diye sordu.

 

"O gün babama telefon geldi, iş için gitmek zorunda kaldı ama bana da tembih etti. Kardeşlerin sana emanet diyerek. Sonra-" Lafının bölünmesiyle sustu. "Annem neredeydi o zaman? Ona neden emanet etmedi de on yaşındaki çocuğa emanet etti bizi?"

 

"O kadına anne deme artık!" Sert sesine Yiğit güldü. "Devam et."

 

"O kadın uyuyordu. Seni de yanına yatırmıştı. O günü çok net hatırlıyorum. Hastaydın. Öksürüp duruyordun. Ben de başında bekliyordum. Emir'e hastalık bulaşmasın diye o Ali'nin yanındaydı. Birkaç saat babamı beklesem de gelmedi. Uyuyakalmışım. Uyandığımda sen ve o kadın yoktu. Babam ise ortalığı yıkıyordu. Dolaplar ağzına kadar açıktı ve içinde sadece eski püskü birkaç kıyafet kalmıştı. Babam seni bulmak için çok uğraştı. Bütün her yere haber saldı. Televizyonda haberlere bile çıktık. Seni illaki bir yerde göreceklerine ve haber vereceklerine o kadar emindik ki aylarca babam o ümitle yaşadı."

 

Dalgınlıkla ağzına gelen her şeyi söyleyen Bora'yı dikkatle dinliyordu Yiğit. Üzgün olduğunu anladı ve gülümsedi.

 

"Çok uzun bir yola çıktık o zamanlar," dedi Yiğit. "Ya da küçük olduğum için bana uzun geldi. Şehir değiştirdiğimize eminim ama. Bir süre bir evde konakladık sonra tekrar şehir değiştirdik. Evden pek çıkmıyordum beni birinin görmesi imkansız gibiydi." O zamanlar yaşadıklarını hatırlayınca güldü. "Arabada giderken bazı yerlerde benim üzerimi kapattıklarını hatırlıyorum. Halıları üzerime koymuşlukları bile vardı. Polis çevirmesi olabilir sanırım. Çok küçüktüm hatırladığım birkaç silik anı var o zamanlardan. Ama annemle uzun bir süre Tekirdağ'da yaşadık."

 

"Tekirdağ mı," dedi Bora arkasına yaslanarak. "Tekirdağ.."

 

"Evet, orada bir yıl kaldık. Sonra.."

 

"Sonra?" Bora Yiğit'e baktığında onu dalgın gördü. Yaşadıklarını düşünüyor olmalıydı. Yiğit'e baktığında zorlukla yutkundu.

 

"Sonra yetimhaneye gitmek zorunda kaldım."

 

Bir süre sessizlik oldu. "Seni de bıraktı," diye mırıldandı Bora.

 

"Bırakmadı. Yeni bir kimliğimin olması gerekiyordu. Tam değişim çağındaydım zaten, yüzüm biraz daha oturmuştu. Beş yaşındaydım." Yiğit yıllarca kafasında dönen kendi kurguladığı senaryoyu profesyonel bir şekilde Bora'ya aktarırken yüzü gülüyordu.

 

"Yiğit oldu Ege," dedi Bora sessizce. "Aynen öyle. Kendi ismimi kendim verdim biliyor musun?" Yiğit'in gülümsemesinde takılı kaldı Bora. "Dur hatta.."

 

Telefonunu cebinden çıkarıp galeride dolaştı. Sonunda küçüklüğüne dair bir fotoğraf bulduğunda Bora'ya gösterdi. "Bak burada yedi yaşındaydım ama küçüklüğüme göre epey değişmişim değil mi?"

 

Bora fotoğrafa inanamaz gibi bakmıştı. Hem küçüklüğüne benzeyen hem de boy atıp büyümüş kardeşi karşısındaydı. Onun bu yaşlarını ilk defa görüyordu. Saçları sarıya çalıyordu. Şimdi ise kumraldı. Yüzünde hiçbir gülümseme yoktu. Kameraya bile bakmazken gözleri boşluğu andırıyordu. Mutsuz olduğunu hissetti Bora. Tekrar yutkunmaya çalıştı ama bu sefer başarısız oldu.

 

"O zamanlar da çok yakışıklıymışım değil mi?"

 

"Evet," diye mırıldandı ama neye evet dediğini bile bilmiyordu. Yiğit onun bu haline gülerken Bora fotoğrafı kaydırmıştı. Bu sefer sırt sırta verip kollarını göğsünde bağlayan iki oğlan çocuğunu gördü. Yiğit çocukla sırt sırta vermiş olmasına rağmen başını geriye atmış kendinden bir iki santim uzun olan çocuğun omzuna başını yaslamıştı. Kameraya bayık bayık baksa bile yüzündeki gülümseme güzeldi. Bu fotoğrafta çok daha küçüktü. Ve üç yaşındaki haline de benzerliği daha fazlaydı.

 

Bir anda telefon elinden çekildiğinde gerçek dünyaya döndü. "Niye aldın bakıyordum işte."

 

"Biraz daha yana kaydırırsan farklı şeyler görebilirsin, şimdi kavga edemem seninle." diyerek telefonu cebine attı Yiğit Ege. "Papaz olacağımız ne görebilirim?"

 

"Sen anlamazsın evde kalmışsın zaten."

 

"Ben mi evde kalmışım?!"

 

"Evet gelmişsin otuz yaşına hâlâ bekarsın, kızlar da haklı tabii senin gibisine niye baksınlar.." Yiğit sınırları fazla zorladığını hissetse de umursamadı ve sırıttı.

 

"Elimde kalırsın şimdi, neyim var lan benim?"

 

"Öncelikli olarak konuşma tarzın berbat," dedi Yiğit sandalyede kendini geriye atarak esnerken. Uykusu gelmişti. "Azıcık nazik ol, küfürü bırak, lanlı lunlu konuşma."

 

"Yürü git yat, beynin yanmış senin." diyerek homurdandı Bora. Bir an gerçekten ağzının bozuk olduğunu düşündü ama sonra sallamadı bile.

 

Başında o kadar dert varken bir de hayatına bir kadını sokamazdı. Onun önceliği ailesiydi.

 

"İyi gidiyorum." Ayaklanan Yiğit kapıdan geçecekken duraksadı. Arkasını dönüp Bora'ya baktı. Göz göze geldiklerinde sırıtmıştı. "Yalan konuştum bu arada."

 

Bora'nın kaşları çatıldı. "Hangi konuda?"

 

"Her konuda ama sen gideceğim dediğim yeri yalan olarak algıla." Sırıtan Yiğit sözlerine devam etti. "Tepkini merak ettim. Evlenene kadar başına bela olup rahat bırakmayacağım seni."

 

Bora ayağa kalktığında bir elini cebine sokup kendisiyle dalga geçen çocuğa baktı. "Bu yaşına kadar benim dayağımı hiç yemedin, bu yaştan sonra da zorlama istersen."

 

"Vursana," dedi Yiğit ona doğru ilerleyip. "Ne olur vur. Bak çok dengesiz vurmuş o çocuk şu gözümü de morart simetrik dursun en azından."

 

"Sen gerçekten.. kafayı yemişsin." Bora bunu gerçekten düşünüyordu. Akıl sağlığıyla ilgili problemleri vardı bu çocuğun.

 

"Yedim evet," dedi başını sallayarak. "El birliğiyle yaptınız ama bunu."

 

"Bir suçlu arayacaksan o benim. Ailedeki diğerleri değil. O günü anlattım sana." Bora'nın duygusuz sesini duyunca gülümsedi. Karşısında üç yaşında çocuk mu var sanıyordu? Suçu ona atacaktı ve diğerleriyle arayı yapacaktı öyle mi? "Fedakârlığın gözlerimi yaşarttı. Eğer bulmak isteseydiniz on dört senede mi bulurdunuz beni?"

 

"Bu ailedeki tek dert senin annem tarafından kaçırılman değildi." dedi sertçe çocuğun gözlerine bakarken. Yiğit çok şey söylemek istedi ama sustu.

 

"Bu saatten sonra tek derdiniz ben olacağım ama." Daha fazla konuşmadan arkasını dönüp çıktı mutfaktan.

 

Odaya geçtiğinde Emir'i yerde götünü kendisine çevirmiş yatarken gördü. Dudağını ısırıp onun kıçına cimcik attığında Emir irkilerek geriye kaçıp uykusuna devam etmişti.

 

Gülerek geçip yatağına yattı. Bu yatak çok garipti. Kafasını koyduğu gibi huzurlu bir uyku onu kolları arasına alıyor öğlene kadar uyutacak dereceye getiriyordu.

 

Tıpkı şu an olduğu gibi.

 

 

Yiğit Ege Akaydın,

 

Saçlarımda bir el hissettiğimde gözlerimi açmadan uykumun dağılmasını bekledim. "Oğlum hadi kalk, kahvaltı yapacağız."

 

Mızmızlanarak kıçımı döndüğümde "Uykun var sanırım," diye mırıldandı babam. Elini alnıma getirip kontrol ettikten sonra saçlarımı okşamaya devam etti.

 

Buna daha fazla katlanamayıp gözlerimi açtım. Yan bir şekilde dönüp yüzüne baktığımda "Ne yapıyorsun," diye sordum boğuk sesimle. Yavaşça elini çekerken gülümsedi. "Hadi kahvaltıya bugün işten izin aldım yapacak şeylerimiz var."

 

"Bizim yapacak neyimiz olabilir," diye homurdanarak yatakta oturur pozisyona gelmiştim. Dün Bora ile konuştuktan sonra saat çok geç olmuştu. Uykumu tam alamamış gibi hissediyordum. Gözümü ovalayarak kalktığımda çarpa çarpa lavaboya gittim fakat kapı kulpunu indirmeme rağmen kapı açılmıyordu.

 

Bir kere daha denediğimde "Ay kim o, kilitli kapı kilitli." diye çığırdı içeriden Eylül. "Ne yapıyorsun sabah sabah orada, çıksana." dedim ben de.

 

"Bekle azıcık," diye bağırınca somurtarak başımı kapıya yaslayıp beklemeye başladım. Dakikalar geçse de kapı açılmıyordu. "Ya hadisene," diyerek tekrar kapıyı açmaya çalıştım.

 

Puflama sesleri gelirken kapının kilidini açtı, kapıyı açıp içeri girdiğimde saçlarını düzleştirdiğini görüp gözlerimi devirdim. "Başka yer mi yoktu burada kuyruk oluşturuyorsun?"

 

"Hepiniz mi aynı olursunuz," dedi şaşkınlıkla Eylül. Sonra gülerek yanağımdan makas aldı. "Yeni uyanınca ayrı huysuz oluyormuşsun onu da öğrendik."

 

"Bir saat kapıda beklet sonra huysuz de," diye homurdandım. Onu kenara ittirip yüzüme ayılmak için birkaç kere su çarptım. O ise arkamda hâlâ saç yapıyordu. Ona ters ters bakarak yüzümü havluya sildim.

 

Kapıda Emir ile kafa tokuşturunca geri çekilip yüzüne baktım. Bugün ters tarafımdan kalkmıştım ve sinirliydim. "Önüne baksana lan."

 

Benden önce bana çıkışınca dişlerimi sıktım. "Çok konuşma sarı kola çık şuradan." Onun kapıda hâlâ bana bakan bedenini ittirip geçtiğimde mutfağa girmiştim.

 

Ali elindeki tavayı masaya koyarken bana dönüp "Günaydın," dedi. Karşılık verdiğimde bir sandalyeye oturmuştum. Bu evde yabancılık çekmiyormuş gibi davranmaya çalışıyordum ama bu beni zorluyordu. Mesela kimse bir şey demeden masaya oturmam beni bir tık geriyordu.

 

"Bugün ev temizliği sende Ali, ben iş görüşmesine gideceğim." Eylül saçını arkaya atıp kapının kenarına yaslanınca sırıtmıştı. Evde herkes iş mi yapıyordu acaba?

 

Ben hiç yapamazdım.

 

"Al o işi kızım, sen yaparsın." diyerek Eylül ile yumruk tokuşturmasını izledim Ali'nin. İkisi de bugün tek enerjik kişilerdi sanırım.

 

Emir gelip yanıma oturduğunda sessizliği dikkatimi çekti. Uykusu vardı sanırım. "Okula geç kalacaksın Emir, hızlıca ye sen."

 

Eylül bana bakıp kocaman gülümsediğinde hâlâ ayılmamış kafamla boş boş masaya baktım. Babam da gelip çaprazıma oturdu. Onun da suratı sirke satıyordu. Az önce söylediğime mi alınmıştı acaba? Ali, Eylül ve Bora da masaya oturunca tamamlanmıştık.

 

Küçük bir ekmeğe saralle sürüp ağzıma attığımda dört şekerli çayımı karıştırdım. Şekeri azaltmaya çalışıyordum. Küp şekerim birini ağzımda kırıp çayı yudumladığımda rahatladığımı hissettim.

 

"Bugün okul işlemlerini halledeceğiz. Sınav senende daha fazla geri kalma derslerden." Babamın söyledikleriyle nefeslendim. Hep evde olup dışarıda teyzelerle sohbet etmekten sıkılmıştım zaten.

 

En sonunda bu evde gün verecektim.

 

Okulda kendime yeni aksiyonlar bulabilirdim. "Yalnız," dedi Bora. "Okulda kavga dövüş olduğu gibi atarlar, özel okula benzemiyor orası."

 

"Özel okulda da atılma var," diyerek umursamadan ağzımı doldurdum. "Hayret," dedi Emir. Ona kaşlarımı çattığımda "Neye hayret?" diye sordum.

 

"Paranın açamadığı kapı mı varmış?"

 

"Yok," diyerek sırıttım. "Paranla girdiğin yerde herkesi ezersin. Müdür mesela, velilerle iletişimini görmen lazım."

 

"Yanlış," dedi Ali. "Paranı insanları ezmek için kullanmamalısın. Karşındaki kişi senden daha az zengin diye farklı birisi olmuyor."

 

"Eşitlikçiyim diyorsun." Laflarıma kaşlarını çattı. "Hepimiz insanız diyorum."

 

Bana ders vermeye çalıştıklarının farkındaydım. Muhtemelen gözlerinde her istediği olmuş ve şımartılarak büyütülmüş bir çocuktum. Gözlerindeki imajımı değiştirmek gibi bir çabam olmayacaktı.

 

"Evet biliyorum ama hayatın gerçekleri Ali'm. Sen dünyaya gözündeki örtüyle bakıyorsun herkes senin gibi düşünür ama kimse buna uymaz."

 

Bir süre kimseden ses çıkmadı. Ağzıma peynir atıp yavaş yavaş çiğnerken Emir'n bakışlarını üzerimde hissettim. "Ne bakıyorsun la sarı kola?"

 

Anında bakışlarını çekip önüne dönünce laf atmamasına şaşırmıştım. Aslında işime gelirdi. Zeytine çatalımı batırdığımda tam ağzıma atacakken bu sefer herkesin bana baktığını gördüm.

 

"Ne oluyor lokmalarımı mı sayıyorsunuz?"

 

"Ne?"

 

"Çok ayıp," diyerek cıkladım ve zeytini ağzıma attım. Babama döndüğümde yüzüne bir tebessüm kondurdu. "Ee gidiyor muyuz babacım?" diyerek dalga geçtim.

 

Hiç alınmadan başını sallayıp ayaklandı. "Emir kalk hadi oğlum sen de. Bora seni okula bırakacak."

 

"Biz de okula gitmiyor muyuz?" Babam Emir'in çenesini iki eliyle tutup üstten bir şekilde başına birkaç öpücük bırakmıştı. Yanağını severken de bana cevap verdi.

 

"İlk önce kimlik işini hallederiz dedim," diyerek bana tereddütle baktı. "Kimliğinde artık Akaydın yazmasını istemez misin?"

 

"İstemem aslında ama çok ısrar ettin öyle olsun," diyerek ayaklandım. Ali ve Eylül'ün kenarda kıs kıs güldüğünü görünce onlara ters ters baktım.

 

"Kimlik değiştirme işlemi öyle bildiğin gibi olmaz ama."

 

Lafıma karşılık başını salladı. "Onaylı merak etme, çok uzun sürmeyecek bu yüzden. Hadi üzerini değiştir bekliyorum."

 

Mutfaktan çıktığım gibi "Sen mi söyledin Emir," diyen Bora'nın sesini duydum. Gözükmeden kenara geçtiğimde "Hayır." cevabını duydum.

 

"Kim söyledi?" Kimseden çıt çıkmamıştı. Kafam karışırken çok da umursamayıp odaya geçtim.

 

Bugün ayrı bir havam olsun istediğimden beyaz gömlek ve bol paça siyah pantolonumu çıkardım. Kemer seçip bu seçimlerime özel don seçtiğimde gülümsedim.

 

Okul hayatım sonunda başlıyordu.

Loading...
0%