Yeni Üyelik
15.
Bölüm

14. bölüm

@renksizevren

"Bu kadar yeter," dedim tabağımın doluluğuna karşı. "Kendi ellerimle açtım oğlum," dedi babaannem. Tabağıma koyduğu mantının üzerine yoğurdu ve yağı döktükten sonra "Oh afiyet bal şeker olsun." diyerek yerine oturdu. Kendisi yemeyecekti anlaşılan. Yerken bizi izleyecekti.

 

Buraya geldiğimden beri bir haftada kilo aldığımı hissediyordum. Her gün değişik yemekler, üstüne hep en sevdiklerim geliyordu. Özellikle geçen gün Eylül'ün yaptığı tatlıyı hatırlayınca iştahla dudağımı yaladım. Ne yalan söyleyeyim çok iyiydi yemekler.

 

Aslında yemek seçmezdim, her yemek güzeldi bana göre. Bir domates bile.

 

"İlk okul günün nasıl geçti evladım?" diye soru yöneltildi bana. Babaanneme döndüm ama mantıyı kaşıklamaya devam ettim. "İyiydi. Yeni arkadaşlar edindim sınıf güzel." Emir'in ters bakışlarını görünce sırıttım.

 

"Ne güzel Emir kuzumun da öyle çok arkadaşı yok birlikte takılın emi? Siz kardeşsiniz birbirinize sahip çıkın. Arada bu çocuğuma sataşıyorlar yüzü gözü kan içinde geliyor eve. Kalbime indirecek bir gün." Emir'in sırtını okşasa da ona ters ters bakıyordu. Tipi komiğime gidince güldüm.

 

"Merak etmeyin Emir bana emanet." Otuz iki dişimi birden göstererek gülünce Emir masanın altından ayağıma sertçe vurmuştu. Ağzımdaki mantı boğazıma kaçarken ağzımı tutup öksürdüm.

 

Mutfağa giren moruk dedeme baktığımda o da bana dönmüştü. "Yemeğini bitirince gel seninle konuşalım bir." dedi çatık kaşları arasından. "Hay hay," diyerek sırıtınca bana ters bakışlarını yollayıp bastonunu yere vura vura dışarı çıkmıştı.

 

"Sen bakma dedene çok seviyor seni," dedi babaannem. "Aa öyle mi hiç belli olmuyor." dediğimde kadının suratı düşmüştü. Şakayı da anlamıyordu ki. "Öyle tabii zamanla görürsün oğlum. Yaşlı olduğundan azıcık huysuz." diyerek dertlendi.

 

"Kaç yaşındaydı?"

 

"Yetmişten sonra saymayı bıraktık," dediğinde tekrar mantı boğazımda kaldı. Öksürüklerimin arasında gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Su uzatılınca irkilerek Emir'e baktım. Boş boş bana bakarak su bardağını masada önüme doğru itmişti.

 

Hayret ettim. Ölsem su verirmiş demekki. Suyu tek dikişte bitirdikten sonra bir daha konuşmadım. Hızlıca yemeğimi yiyip kalktım. "Ellerinize sağlık, şu ana kadar yediklerimin arasında en iyisiydi." diyerek dudak büzdüm.

 

Yaşlı kadıncağızı sevindirdikten sonra dışarı çıkmıştım. Dedem çardakta oturmuş önündeki çayını yudumluyordu. Yanına ilerleyip bir şey demeden oturdum.

 

"Ne konuşacaksın benimle?" Nedense onun yanında artık rahat olamıyordum. İçimi görüyormuş gibi gözlerime bakıyordu. Keskin bakışları yine gözlerime sabitlenince bakışmayı sürdürdüm. İlk gözlerini çekip kaybeden de maalesef ben oldum.

 

"Baban dün olanları anlattı."

 

"Ee sizi ne kadarı alakadar ediyor bunun?" Dizimi sallarken bir an önce buradan gitme isteğiyle tutuştum. "Baban eski ailenden biriyle konuşmaya gitti," dediğinde gerildim. Bunu yapmış olamazdı değil mi?

 

Annem olmasına imkân vermiyordum. O babamın güvenini tekrar kazanmaya çalışırken kimle oturup kalktığına bile dikkat ediyordu. Büyük olasılıkla babamla konuşacaktı. Babamın beni o kadar iyi tanıdığını sanmıyordum ya da yanılıyordum. Bildiklerini anlatmazdı belki de.

 

"Gitsin, bir şey çıkmaz oradan." dedim kendimi buna inandırarak. "Emin misin?"

 

"Beni tanıdıklarını sanarak kurdukları cümleler kimin işine yarar?" Güldüğümde dikkatle beni süzmüştü. "Herkesi kendinden uzaklaştırmanın nedeni annen mi?"

 

Gözlerimi kırpıştırarak suratına baktım. "Benim annem dünyalar iyi-" Lafımı böldü. "Yalanlara karnım tok oğlum."

 

Sinirle dişlerimi sıktım. "Sana ne. Seni ilgilendirmez benim hayatım."

 

"Demek doğru," diyerek düşündü. "Doğru falan değil!"

 

"Kaç yıl aynı evde yaşadığım kadını tanımayacak mıyım?" dedemin dediğine güldüm. "Ben de kaç yıl onunla aynı evde yaşadım." dedim. "Nasıl birisi olduğunu, gerçek yüzünü hepinizden iyi biliyorum!"

 

"Bunun farkındayım," dedi bastonunu kenara koyarak. Sağ ayağını önündeki tabureye uzattı ve çayından bir yudum aldı. "Annene benziyorsun zaten."

 

Söyledikleri donup kalmamı sağladı. Ne kadar süre geçti bilmiyorum ben hâlâ onun gözlerine bakıyordum. Anneme mi benziyordum gerçekten? Bu cümle intiharı ayaklarıma getirerek tabureye sertçe çarptı. Her şey yerle bir oldu.

 

Benim kendimle savaşıma tuz biber oldu. İnanmak istemedim ama sözlerimi, eylemlerimi düşündüğümde aklımda o kadın canlandı.

 

Hiç sesimi çıkarmadan oradan kalktım. Ben herkese kurusıkı kullanırken onların kurşunlarının hedefi hep ben oluyordum.

 

Göğüs kafesim bir yangından ibaretti ve bunu ben bile durduramıyordum.

 

 

Yiğit elindeki boya kalemiyle önündeki defteri boyarken canı çok sıkılıyordu. Annesinin içeriden ağlayış sesleri kulağına dolarken burada boyama yapmak onu rahatsız etse de annesi keskin sözleriyle yanına gelmemesini söylemişti.

 

Ama zaten annesinin yanında kocaman boylu bir adam vardı. Bu seslere dayanamayarak küçük poposunu soğuk zeminden kaldırarak çıplak ayaklarıyla ilerlemeye başladı. Küçücük ayakları bu soğuk evde buz kesmişti ama birkaç ay içinde buna da alışmıştı. Hep burnu akarak geziyor, üzerine doğru dürüst kıyafet bile giydirilmiyordu.

 

En sonunda annesinin seslerinin geldiği odanın anahtar deliğinden içeri baktığında sadece zemini görebildi. Annesinin daha demin üzerinde olan kıyafetler yerdeydi ve sesler daha boğuktu şimdi. "Ahh, Adnan bana çok iyi geliyorsun."

 

Sessizce kapıyı araladığında ses çıkmamasına sevindi. Başını içeri uzatınca odadaki adamı ve annesini çıplak görmesiyle şok olmuştu. Babası ona demişti ki.. çıplak olmak çok ayıptı! Bu yüzden o üstünü değiştirirken bile hızlıca yapardı bunu. Kimsenin görmesini istemezdi. Sadece babaya ve anneye gösterebilirdik. Özellikle diye düşünürken eliyle istemsizce önünü kapattı Yiğit.

 

Ama adamın orası gözüküyordu.

 

Adam annesinin üzerine çıkmıştı. Annesinin üzerinde tepiniyor ve saçlarını çekiyordu. Yiğit bu görüntüye dayanamayarak bağırarak içeri girdi. "Bıyaaak! Annemi bıyak!" Adamın üstüne atlayıp ona küçük yumruklarını geçirirken adamın onu sinek görmüş gibi itmesiyle yere yapışmıştı.

 

Meryem anında kalkarak "Ne işin var burada?!" diye bağırdı Yiğit'e. "Anne," diyerek annesinin önüne geçip çıplak bedenini kapatmaya çalışmıştı. Annesi sabır çekerek onu odadan çıkardığında zorlukla çekiştirerek mutfağa gitmiş ve savurur gibi küçük bedeni halısız zemine atmıştı. "Dolaptan zeytini çıkar ve ye, beni bekle sonra da." Yiğit ikinci defa düştüğü için acıyan dizleri yüzünden ağlamaya başlarken Meryem onu mutfağa kilitleyip oradan uzaklaştı.

 

Yiğit bunu ilk defa yaşamıyordu. Gariptir ki erkeklerin görüntüsüne alışmış lakin annesine alışamamıştı. Halbuki henüz dört yaşındaydı.

 

Acıyan dizlerini umursamadı çünkü çok sevdiği arkadaşının bacağı burkulmuştu ve çektiği acıyı ona anlattığından kendisini kötü hissetmişti.

 

Dolabı açıp annesinin zeytin al demesine rağmen bir domates aldı ve her yerine bulaştırarak onu afiyetle yedi. Annesinin ağlamadığını görmek onu rahatlatmıştı.

 

Birinci katta oturmalarını fırsat bilerek mutfağın camına bir sandalye çekip zorlukla açtı ve dışarı bakındı. Arkadaşıyla bu saatte dışarı çıkacaktı normalde derken bir kaldırımın köşesinde ayakta dikilen arkadaşını görünce çok şaşırdı. Demek ayağı iyileşmişti! Hızlıca kendini camdan aşağı atıp ayağa kalktı. Ayağına batan taş çok canını yakmıştı ama umursamadan kapının önüne gidip ayağına terliklerini geçirdi ve koştur koştur arkadaşının yanına gitti. "Poyat poyat!"

 

Polat'ın ona dönmesiyle şaşırdı. Gözlerindeki yaşlar kurumuştu ve kendisini görmesiyle muslukları tekrar açmıştı. "Ne oydu?!" Hızlıca arkadaşının yanına gittiğinde arkadaşı ona tutundu. "Acıdı."

 

"Senin bayton nerde?" Polat onun yanına gelirken kocaman bir demir parçasından yardım alarak geliyordu, şimdi ise o demir yoktu. "Aldılar kaçtılar!"

 

"Düsmanlarımız mı?" diyerek sertçe etrafına baktı. Bu mahallede onları seven kimse yoktu. Çok yoksul bir mahalleydi burası. "Evet."

 

"Sen bekle ben alıp gelirim." Yiğit'in cesur tavrıyla Polat kollarını ona doladı. "Hayır Yiğit, kaç dakikadır yalnızım beni bırakma."

 

Yiğit anında yumuşarken ona yardım ederek bir kaldırım köşesine oturmasını sağladı. "Ama Poyat ne yapacaksın boytan olmadan?"

 

"Sen varsın ya," dedi Polat gülerek. "Baytonum olursun benim."

 

"Olurum tabii," diyerek kaldırımda oturan Polat'ın kolunun altına girip ona sarıldı Yiğit.

 

"Her yerin domates olmuş," diyerek kendisine gülen arkadaşıyla morali bozuldu. Hemen ağzını sildi. "Kötü mü olmuş?"

 

"Yok ama eve gidince çorap giy tamam mı, üşürsün böyle." Polat ondan bir yaş büyüktü. "Tamam giyerim."

 

"Haklısın babam geldiğinde böyle görmesin beni." diyerek başını salladı.

 

Polat günlerdir aklında dolanan soruyu sordu o an. "Yiğit."

 

"Efeydim?"

 

"Baban geldiğinde gidecek misin?" Yiğit tatlı tatlı başını salladı. "Evet evimize gitcez."

 

"Çok mu uzakta evin?"

 

Yiğit bir süre buraya gelirken gittiği yolları düşündü ve kafasını tekrar salladı. "Çok uzakta Poyat, babamın gelmesi o yüzden bu kadar çoook sürüyo."

 

"Sen gidersen ben ne yapacağım?"

 

Yiğit bu soruya hazırlıksız yakalanmıştı. Doğru ya, gittiğinde arkadaşını yanında götüremezdi. Annesiyle yaşaması gerekiyordu onun. "Babama derim buraya geliyiz hep, seni göyüyüm."

 

"Gerçekten mi?" Yiğit hızla başını salladı. "Geyçekten. Benim babam süpey kahraman her istedimi yapıyoy."

 

"Evet," dedi Polat gülümseyerek. Yiğit'in anlattığına göre onun süper kahraman babasına inandı. Ama inanmamalıydı.

 

Hiç bitmeyecek diye birbirlerine söz verdikleri kardeşlik bağları Yiğit'in gitmesiyle son buldu.

 

"Ben de büyüyünce babam gibi süpey kahraman olcam."

 

"Şimdiden oldun bile," dedi Polat küçük çocuğu gülümsetmek için. "Bak benim süper kahramanımsın!"

 

Yiğit boncuk gözlerini kocaman açtı. "Ama kaslarım yok benim, kendimi de koyuyamıyorum. Babam çook uzun hem."

 

"Sen de küçük süper kahramansın. Babanın sağ kolu!"

 

"Aa," diyerek şaşırdı Yiğit. Bu hiç aklına gelmemişti. "Haklısın sanırım."

 

Heyecandan yerinde duramayarak ayaklandı ve birkaç kere Polat'ın etrafında hızla döndü. "Ben süpey kahramanım! Babamın sağ koluyum!"

 

Loading...
0%