@renksizevren
|
Aybars Meryem ile üniversite zamanı tanışmış henüz yirmi yaşlarının başındayken bir yuva kurmak istediklerine karar vermişlerdi. Aşk ateşine tutulduğunu sanan iki yürek bir an önce kavuşmak istemişti ki önlerinde Aybars'ın babası hariç hiçbir engel yoktu.
Mustafa Efendi oğlunun okuyup öyle yuva kurmasını isterken bu ilişkinin evlilik boyutuna varmasını hiçbir zaman desteklememişti. Kaldı ki Meryem'in babası zorluk çıkartana kadar. Apar topar evlenip yuva kuran gençler hayatı toz pembe yaşıyor o yaşlarının tadını çıkartıyorlardı.
Aybars hayatın ilk darbesini o yıl babasının aniden nükseden hastalığı yüzünden üniversiteyi bırakıp çalışma hayatına atılarak yemişti. Bundan da hiç gocunmamıştı.
O yılın ona kattığı güzelliklerden birisi de Bora'ydı. Bir baba olmak omuzlarına oldukça büyük yükler bindirmişti fakat o, her şeye rağmen bundan memnundu. Mükemmel giden evliliği, babasının kendisiyle gurur duyması ve daha nice duygu beraberinde onu takip ediyordu.
Mutluydu.
Meryem üniversitedeki iki yıllık bölümünü bitirmiş fakat hamileliği yüzünden çalışmayarak evde çocuğuna bakmıştı. Bir şekilde hayatları böyle devam ederken Mustafa Bey'in sağlığı daha iyi olup iş hayatına atıldığında hayatları maddi açıdan çok daha rahat bir konuma gelmişti.
Ali de işte bu sıralarda, bir sonbahar mevsiminin biten ayının akşamında dünyaya gelmişti. Aybars hayatının ikinci baharını yaşarken çok geçmeden Eylül'ün haberini almıştı, daha canlı bir kişiliğe bürünmüş, tam olarak baba olmanın hakkını vermişti.
Bundan sonrasında ne Meryem ne Aybars çocuk düşünmüyordu. Öyle ya hayatın cilvesi yine onlara vurmuş dört senenin ardından ikizlere hamile kalan karısıyla deli gibi mutlu olmuştu. Sadece bu mutluluğun tek kişilik bir mutluluk olduğunu ise uzun bir zaman boyunca anlayamamıştı. Hayatı tam olarak bu zamandan sonra ikiye ayrılıyordu.
Çocukları bu dünyada her şeyinden önce geliyordu Aybars'ın. Mutluluk dediğinde aklına çocuklarının şen kahkahaları, yaramazlık dediğinde o namaz kılarken sırtına çıkmaya çalışan çocuklarının kendi hallerinde eğlenmeleri, bayram günü erkenden kalkıp sıraya dizilerek elini öpmeleri, bahçede oynarken yaramazlık yapıp annesinden azar işitmemek için dev gibi bedeninin arkasına sığınmaları, babalarını at yapıp sırtına binerek evde dolanırken bundan oldukça zevk almaları, annesi izin vermiyor diye babasına koşup çikolata parası almaları, ramazan zamanı yarım gün oruç tutarak birbirlerini geçmeye çalışmaları geliyordu. Aybars'ın tüm hayatı tamamiyle buydu.
Eğlenceliydi. En önemlisi huzurluydu.
Bu huzur er ya da geç bozuldu ve yerini Aybars'ın toparlayamayacağı kocaman bir boşluğa bıraktı. Anne boşluğu nasıl dolardı bilmezdi ki o. Ama yine de kolları sıvadı ve içinde hem ihanetin hem de evlat acısının onu devirmesine müsaade etmeden geride kalan çocuklarıyla ilgilendi. Bir yandan oğlunu ararken bir yandan da yıllarca onlara hem anne hem baba olmaya çalıştı.
Başardı mı orası muammaydı. Şu günlerde başaramadığını hissediyordu.
Sonunda canından bir parçayı bulmuştu. Evde omuzlarına çıkıp süper kahramancılık oynadığı, bir omzuna birini öteki omzuna diğerini alıp sokaklarda dolaştırdığı, yeni çıkan dişlerinin kaşıntısını yanağında gideren oğlunu bulmuştu. Hatta hiç unutamadığı ve unutamayacağı bir anısı daha vardı oğluyla. Çok daha küçükken bezini değiştirmek amacıyla uğraş verdiğinde yüzüne işenmesine ses çıkaramayıp oğlunun kahkahalarını dinlediği günü çok iyi hatırlıyordu.
Dün gibi hatırlıyordu.
Şimdi o şen kahkahaları atan oğlundan geriye hayat hiçbir şey bırakmamıştı. Bunu acı bir şekilde görüyordu. Onu kendisi yetiştirememişti ama oğlu kendisini bir şekilde, çok güzel bir şekilde yetiştirmişti. Kapanmayacak yaralar aldığını o her gülümsediğinde yüzünde görüyordu. Boş gözleri hiçbir duygunun ışığıyla parlamasa da oğlu gülüyordu.
Hayat oğluna bunu öğretmişti demek diye geçirdi içinden. Onsuz neler yaptığını deli gibi merak ediyor bir o kadar da duyacaklarından, öğreneceklerinden korkuyordu.
Genç bir delikanlı olmuştu. Onun gençliğine omuz yapısına kadar benziyordu. Bunu ona hiç söyleyememişti çünkü ne yapacağını, nasıl hareket edeceğini Allah bilir ya hiç bilmiyordu.
Yıllarca hasretini çektiği oğlu artık yanındaydı. Alkole varana kadar kullanıyor ve buna sesini çıkartamıyordu. Böyle olsun istemezdi Aybars. Böyle olsun asla istemezdi. Oğlu onunla böyle konuşsun, böyle davransın istemezdi.
Her zaman yaşıyorsak düzeltilemeyecek şey yoktur mottasuyla giderken Yiğit ile duvara toslamıştı. Nereden başlayacağını bilemiyordu. Bu yüzden başını önüne eğerek geldiği kapıya bir kere daha baktı.
Akif Zeren.
Yiğit'i en iyi tanıyan kişinin o olduğunu düşünüyordu. Bunda yanılacak olsa da düşünceleri onu kıskıvrak yakalıyordu. 'Hiçbir zaman Akif ile olan ilişkisi gibi bir ilişkimiz olmayacak. Biz hiçbir zaman baba oğul olamayacağız.' Bunu Yiğit kendisine söylemişti.
Biliyordu ama bilmek istemiyordu. Kabullenmiyordu. Oğlu henüz onu tanımıyordu. Çocukları için neler yapabileceğini bilmiyordu. Onu bulmuşken kaybetmeyeceğine dair kendine söz verdi ve düşüncelerinden sıyrıldı.
"Ben ona nasıl yaklaşacağımı bilmiyorum," dedi Aybars. Mavi gözleri acı içinde parlıyordu. Yine de başı dikti. "Sevmedi beni, nasıl sevdiririm kendimi bilmiyorum. Bir baba olarak görmedi beni. Ben dört çocuğa baba oldum ona olamıyorum. İzin vermiyor."
Akif dikkatle karşısındaki adama bakarken acısını yüreğinde hissetti. Arkasına yaslanıp dikkatle düşündü. Aybars'ın Yiğit'i tanımadığı belliydi. "Senin bir şey yapmana gerek yok." dedi. "Ege seni babası olarak kabul ediyor zaten. Bunu onun davranışlarında görüyorum."
Aybars yüreğinde oluşan umut ışığıyla dikleşti. Bu adamın diyeceklerine bu kadar ihtiyacı olduğunu bilmiyordu. "Emin misin?"
"Ege her zaman böyle bir çocuktu. Acısını yaşamaz, alaya alır, canı yanar yine gülerdi. Onun tepkileri senin canını yakıyor ve bunu bildiği için buna devam ediyor. İstemiyor bile olabilir bunu durdurabileceğini sanmıyorum."
"O ne demek?"
"Ege hep yalnız bir çocuktu. Bizimle kaç yıl yaşadı sen biliyorsun. Bana hiç yaşadıklarını anlatmadı. Ben öz annesiyle neler yaşadı, nasıl yetimhaneye düştü bilmiyorum mesela. Yetimhanede ne hissetti bilmiyorum. Tek bildiğim, onu yetimhaneden almak için gittiğimizde bize karşı çıktığıydı. Ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Gelmeyeceğim diyordu, beni babam gelip alacak. Seni çok bekledi o. Biz onu alırken bile gözü hep kapıdaydı. Bana kaç yıl baba demedi biliyor musun? Okula başladı, herkesin babası vardı. Bir gün çocuklar bununla dalga geçmiş yetimhaneden gelme diye. Ona bile gocunmadı. Sessiz sakin bir çocuktu onunla bir aile kurmak istediğimizde. O kadar sessizdi ki yemek yemek istediğini bile söylemezdi. Önüne getirirsek zorla yerdi ikinci tabağı istemezdi."
Aybars'ın yüreği burkuldu. Böyle olmasını istemezdi. Yutkunmaya çalıştı ama başaramadı. Boğazında hiç geçmeyecekmiş gibi hissettiği kocaman bir yumru vardı. Utanmasa koca adamın karşısında ağlayabilirdi bile. Oğlu onu beklemişti ama o, ona yetişememişti. Bunu hissediyordu ama başkasından duymak onu son derece sarstı.
"Ortaokulun başlarında oldukça fevrileşmişti. Bunu aile içinde yaşadığımız bazı özel mevzular da tetiklemiş olabilir ama kavgaları gün geçtikçe artıyordu. Ortada doğru düzgün bir sebep yokken bile kavga çıkarıyor, hasar aldığında bundan gocunmuyordu bile."
"Hâlâ öyle sanırım," dedi nefeslenerek.
"Evet, büyüdükçe kafasına göre takılmaya başladı. İstersen bana evdeki durumunu kısaca anlat ki yardımcı olabileyim."
"Bizi hiç yabancılamadı," diyerek cümleye başladı. "Ya da öyle davranıyor. Şimdi okula başladı ama başlamadan önce pek evden çıkmadı. Güzeldi her şey."
Akif gülümseyerek Aybars'ın devam etmesini engelledi. "Eve geç saatte gelip sonra da sabahlara kadar telefonunda ya da bilgisayarında yaklaşık on saat geçirmedi mi yani?"
Aybars kaşlarını çattı. "Bilgisayarı olduğunu bilmiyordum. Telefonunu da pek eline almadı. Evden pek çıkmadı ta ki düne kadar."
"Alışkanlıklarından kurtulmak zor gelmiştir eşek sıpasına." Akif'in keyfi yerindeydi çünkü oğlu düşündüğünün aksine şeyler yapıyordu. Kimse bilmese de o biliyordu, bu ailenin zamana ihtiyacı vardı. Her şey hallolacaktı.
"Hayır," dedi Aybars. Yiğit'in alışkanlıklarının saatlerce bilgisayar ekranına bakmak veya eve geç gelmek olduğunu anlaması biraz sinirlerini bozmuştu. Hiç sormuyorlar mıydı gece vakti dışarıda ne yaptığını? Bu çocuk yetişkin değildi. Sadece on yedi yaşındaydı.
"Dün eve geldiğinde alkollüydü ama siz alkole alerjisi olduğunu söyledi niz. Saat de geçti. Bunlar normal şeyler değil Akif Bey." Akif karşısındaki adamı bir nebze de olsa anladı.
"Anlıyorum şu an aklınızda dönen soruları. Bir çocuğun o saatte dışarıda ne işi olur, alkolü nasıl kullanır diye düşünüyorsunuz değil mi? Yiğit eğer sizin zayıf noktanızı gördüyse oraya parmak basmadan geçemez. Onun ne düşündüğünü, ne amaçladığını ben bilemem lakin verdiğiniz tepkileri gözlemliyor olması birinci sırada bir ihtimal. Sabır sınamayı seven bir çocuktur."
Aybars yine de karşısındaki fazla sakin ve bu davranışları olağan gören adama içinden huysuzlanmadan edemedi. Otuz yaşındaki oğlu bile eve geç geleceği zaman mutlaka ona bildirir merakta bırakmazdı. Evdeki kimse alkolün tadını bile bilmezdi ki buna Aybars da dahildi. Yiğit'in aykırı olması onun canını sıkmıyordu, canını sıkan aykırılıklarının bir gün onun kötülüğüne sonuçlanacak olması düşüncesiydi.
Aybars kolundaki saate baktı. Henüz yirmi dakikadır burada olsa da "Teşekkür ederim vaktinizi aldım, artık gitsem iyi olur." diyerek ayaklandı.
"Kafanızda bir şeyler oturduysa ne mutlu bana," diyerek yerinden kalkmayan Akif elini Aybars'a uzatınca istemeden de olsa elini sıktı. "Yardımcı oldunuz teşekkürler."
"İstediğin zaman gelebilirsin. Telefon numaram zaten var bir sorun olursa arayabilirsin de."
Aybars bir şeyler söyleyip kendisini dışarı attığında nefeslendi. Tek düşündüğü fazla rahat bir aile olduklarıydı. Fazla. |
0% |