Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3. Bölüm

@renksizevren

"Kanka vur vur arkanda!" Kulaklıktan gelen sesle hızla arkamı dönüp adamın kafasına sıkmıştım. Canımın son demlerindeyken hızlıca bir yere saklanıp şarjör değiştirdim.


"Adamsın laaan! Bu oyunun kralı!" Sevinç nidaları dolarken ölmemle oyun bitmiş ve yenilmiştik. Tekrar girdiğimizde "Hâlâ karnım acıyor," diyen Serkan ile güldüm.


"Bok vardı da çağırdınız beni." Homurdanışıma bu sefer onlar gülmüştü. "Senin yüzün çok fena dağıldı be Ege."


"Abart biraz daha."


"Anıl'dan hiç ses gelmiyor." Gülerek göz devirdim. "Dişi kırıldı ya ondan ağzını açmıyordur o şimdi." Anıl'ın mikrofondan homurdanma sesleri gelince daha çok güldük.


Böyle böyle sabahı edince bugünün anlam ve önemi adına bilgisayardan zorla kopup birkaç saat uyumak için kendimi yatağa atmıştım. Neredeyse iki gündür hiç uyumamıştım.


Omzumun dürtülmesini hissetsem de kafam o kadar bulanıktı ki algılayamıyordum. En sonunda soğuk suyun başımdan aşağı dökülmesiyle gözlerimi açtım. Bu bile ayılmama yetmemişti.


"Sen yine mi kavga ettin ya," diyen Emre'nin sesine döndüm. Elinde sürahiyle başımda bekliyordu. "İyi benzetmişler ama bir de dövüş sanatlarında ustayım diye geçinirsin."


"Ben de şimdi seni iyi benzeteceğim." diyerek doğrulunca el hareketi çekip kapıya kadar gitti. "Bir saate çıkacakmışsınız, kalk hazırlan."


Kaçışına göz devirirken esneyerek biraz daha yatakta vakit geçirdim. Bugün onları ekip Anıl'lara gitsem ve orada uyusam.. kulağa çok iyi geliyordu.


İsteksizce doğrulup dolabın önüne geçip içine göz attım. O kadar çok kıyafet vardı ki ne giyeceğimi bilemiyordum. Boyfriend bir kot alıp üzerine beyaz tişört ve beyaz sweat çıkardım. Don koleksiyonumdan en sevdiğim donumu alıp kıyafetlerin yanına koyunca odamın karşısındaki banyoya girmiştim.


Hızlıca duşumu alıp çıktım, yüzüme pansuman yaptıktan sonra hazırlandım. Hemem hasta olabilme gibi aptal bir özelliğim olduğu için hızlıca saçımı kurutup dışarı çıkmıştım.


Ayılmıştım ayılmasına ama hâlâ kendimi salak gibi hissediyordum. Kahvaltının yarısına gelen aileme bir şey demeden yerime geçtiğimde ağzıma birkaç şey attım.


"Oğlum yine formundasın." Babama anlamaz bakışlar atarken o yüzümü inceliyordu. "Formdan düşmek olmaz."


"Bu işin tadı kaçtı artık," dedi annem dudaklarını peçeteye silip kaşları çatık bana bakarken. "Daha ne kadar kendine zarar vermeye devam edeceksin?"


"Anne ben vermiyorum," dedim esnerken. "Karşı taraf yapıyor."


Annem gülerek babama dönmüştü. "Dalga geçiyor bir de."


Onları umursamadan çatalımı salama batırıp ağzıma attım. "Polonya para birimi?" dedi Emre bir elinde kalem bir elinde süt bardağıyla.


Ona boş boş bakıp masada yiyebileceğim bir şey aradım. "Sen de bırak şu bulmacayı!" Annemin cırtlak sesiyle biraz ayılmıştım.


"Polonya para birimi ne baba? Beş harf." dedi Emre kaşlarını çatarak. Anneme ise omuz silkmişti.


"Zloti." Emre hemen yazdığında sabah gazetesindeki bulmacanın yarısını doldurduğu için mutlu gibi gözüküyordu.


Bu bebeyi asla anlamayacaktım. Kahveye gitse yaşlı amcaların arasında asla dikkat çekmezdi. Bir yandan sütünü içince gülerek göz devirdim.


"Daha fazla geç kalmayalım," dedi annem. Dudaklarını bir peçeteyle silip nazikçe masaya koymuştu. "Ben çantamı aldığımda çıkalım."


Herkesten onaylayan mırıltılar gelirken yerimde gerinerek arkama yaslandım. "Ne düşünüyorsun?"


Babamın gözleri üzerimdeyken sorduğu soruyla sırıttım. "Uslu uslu nasıl oturacağımı."


"Hah, bu senin için çok zor olsa gerek." Emre bıyık bölgesinin üzerindeki sütle ciddi ciddi konuşunca onu alaya almadan yapamadım. "Komik çocuk. Ağzını sil önce."


"Kendini kasmana gerek yok. Sadece tanışmak için birkaç saat oturacağız. Eğer sevmezsen onlarla gitmemen için Aybars Bey ile konuşurum."


"Baba eğlenceme çomak sokma lütfen," diyerek ayıplarcasına suratına baktım.


"Gitmeye dünden razı." dedi Emre.


"Ya ya evet. Biraz başka kardeşler seveyim Emrecik. Sıkılmadın mı benden?"


Yüzüme boş boş bakıp başını iki yana salladı. "Senin kafan nasıl çalışıyor anlamadım gitti. Her neyse Lübnan plakası iki harfli. İlk harfi R?"


"Ya biz nereden bilelim Lübnan plakasını sabah sabah kafa açma amın-" babama bakınca sinirimi törpüleyerek sustum.


"Sen ne anlarsın, genel kültür bunlar!"


"Çok yapabildiğine göre genel kültür sıçıyorsun." diyerek güldüm. "On yaşındasın sen kendine gel."


"Baba! Şu çocuğa her şeyi öğrettin bir doğum tarihimi öğretemedin. Sinirlerimi bozuyor!"


"Susun artık!" Annemin sesiyle herkes susmuştu. Topuklularının sesini bile duymadığımıza göre çok fazla konuşmaya dalmıştık.


Bir şey yiyemeden masadan kalkıp telefonumu cebime attım. "Hadi çıkalım."


Babam önden ben arkadan çıktığımda annem en arkada Emre'ye nasihatlerde bulunuyordu.


"Kapıyı kimseye açma bizim anahtarımız var. Rica ediyorum ocaktan uzak dur, acıkırsan masa duruyor ya da buzdolabından bir şeyler ye. Evden çıkmayı aklından bile geçirme. Odanı toplamayı unutma. Ekran sürene eve geldiğimde bakacağım, biz yokuz diye tabletine gömülme."


"Emredersin, keşke yapabileceğim şeyleri söyleseydin." Emre'nin homurdanışını duyunca yarım ağız güldüm. "Kitap okumaya ne dersin?"


Daha fazla bu bayıcı sohbete dayanamayıp kendimi arabaya atmıştım. Annem de kısa bir sürede gelip öne oturduğunda sonunda gidebildiğimize sevindim.


"Saat kaç geç kalmayız umarım."


"On bire yeni geliyor. Biraz beklesinler sıkıntı olmaz."


"Dakik olmadığımızı düşünecekler nasıl sıkıntı olmasın Akif?" Mükemmeliyetçi kişiliğini yine ön plana çıkaran annemle konuşmadan soyutlanmak için telefonumu çıkardım.


Sosyal medyada gezerken gördüğüm birkaç güzel kıza istek atıp profillerine dikkatle bakmıştım. Yaklaşık on dakikanın ardından araba durduğunda başımı kaldırıp geldiğimiz yere baktım.


Minimal bir kafenin kenarında duruyorduk. Herkes arabadan indiğinde ben de daha fazla durmayıp aşağı indim.


"Ege ayakkabının bağcıklarını bağlamadın mı?!" Annemin sesiyle irkilerek ayaklarıma bakmıştım. Üşengeçliğimden arabada bağlarım dediğim bağcıkları bağlamayı unutmuştum.


"Pekâlâ hızlıca bağla ve bize yetiş." Annem sinirle solumayı bir kenara bırakıp babamın koluna girdiğinde yavaşça kafeye girdiler.


Yere çömelip bağcıklarımı bağlayarak doğruldum. Şimdi arkama bakmadan kaçsam beni tutacak kimse yoktu.


Yine de hovardalığıma ufak bir çizik atarak kafeye doğru ilerledim. İçeri girdiğimde bir müddet sağıma soluma bakmıştım fakat kimseyi göremedim. Biraz daha ilerleyip duvar kenarındaki bir masada ayakta babamlarla selamlaşan birkaç adamı görünce duraksadım.


İçlerinde babam yaşlarında olan adam babamın elini sıkmış öylece yere bakıyordu. "Gelmeyecek mi?" dediğini duyduğumda benim için söylediğini anlayıp sırıttım.


Terk edildiğim adam bu olmalıydı evet.


Onlara doğru yaklaşırken babamın "Gelecek," dediğini duydum. "Hatta," diyerek kapı tarafına yani benim olduğum tarafa baktığında herkesin bakışları bana dönmüştü. "İşte burada."


Adam gözlerini kaldırdığı gibi göz göze gelmiştik. Yanındaki kalabalığın bakışlarını üzerimde hissetsem de bu umurumda olmadı.


Yıllardır merak ettiğim sorunun cevabına ulaşmıştım.


Gözlerimin rengini babamdan almıştım.

Loading...
0%