Yeni Üyelik
9.
Bölüm

8. bölüm

@renksizevren

Cama yansıyan bulanık görüntümden yüzüme baktığımda istemsizce dudağımı büzdüm. Bütün yakışıklılığım iki yumrukla gitmişti.

 

Tabiri caizse yamulmuştu suratım.

 

Gözümün altındaki hafif şişlik ve onu çevreleyen mor halka. Bir haftada üst üste aynı gözüme iki yumruk yemiştim amına koyayım.

 

Kaşımdaki küçük bant, yanağımdaki çizik, ellerimin üzerinde kabuk bağlayan ve sürekli yumruğumu sıkınca açılıp kanayan yaralar. Tam bir harabeydim.

 

Buna bir son vermeli miydim bilmiyordum ama acıdan zevk aldığım kesindi. Ne zaman dayak yesem kendimi daha güçlü hissediyordum.

 

Çocukluğumdan beri bu böyleydi. Nereye gitsem kavga edecek birini bulur, bütün belaları üzerime çekerdim. Bu yüzden etrafımdaki insanlar da normal değil benim gibilerdi. Bir tek Anıl biraz masum kalıyordu benim çevreme.

 

Buna tezat vücudum taş gibiydi. Yapılıydım, sinirimi stresimi yönetemediğim ergenliğimin başlarında babam beni dövüş kurslarına yazdırmıştı. Bu benim gibi biri için çok büyük bir fırsattı.

 

Ondan da bir süre sonra kovulmuştum ama bu sıkıntı değildi. Öğrendiklerim bana yeterdi.

 

Beni dövüş sanatları da kesmeyince yorulmak amacıyla spora başlamıştım. Vücut yapmamla ve pürüzsüz yüzümle de kızların vazgeçilmezi haline gelmiştim.

 

Şimdi ise harabeydim. Son zamanlarda pek uyumadığım için zaten gözlerimin altı bağımlılar gibiydi.

 

Arabanın yavaşladığını hissettiğimde ön koltuktaki öz babam başını arkaya doğru çevirerek gülümsedi. "Geldik oğlum."

 

Bir şey demeden Bora arabayı park etti ve aşağı indik. Geldiğim yeri inceleyince bir apartman dairesi olduğunu gördüm. Büyüktü ama çok da iyi halde gibi değildi. Boyası yer yer dökülmüştü. Duvarın bazı kısımlarında spreyle yazılar yazılıydı. Küçük ve karmaşık olduğu için buradan beri okuyamamıştım. Apartmanın kendine ait minimal bir bahçesi vardı.

 

Öz babamı hemen yanımda hissettim. "Bu evden hiç taşınmadık," dedi. "İyisiyle kötüsüyle yaşadık burada."

 

Gözlerim ona değdiğinde "Öz annemle de mi," diye sordum. Bu soru onu anında germişti. Başını salladığında bir şey söylemek istemediğini anladım.

 

O zaman ben bu evde vakit geçirmiştim. Üç yılım burada mı geçmişti?

 

"Ailemiz biraz kalabalık, onlarla tanışmaya hazır mısın?" Bu sefer susan taraf ben oldum. Hazırdım ama onlarla zaten tanışmamış mıydım?

 

O sırada gözüme apartmandan çıkan zayıf, oldukça yaşlı bir teyze çarptı. O yaşına rağmen hızlı olmaya çalışarak bize doğru gelirken arkama bakmıştım. Garip bir şekilde hâlâ bize doğru geliyordu.

 

"Oğlum," diyerek beni süzüp hızlıca kolları arasına aldığında şaşırdım. Ne oluyordu amına koyayım. "Teyze yanlış oldu herhalde." dedim onu incitmeden kendimden ayırmaya çalışırken. "Ben senin oğlun olmak için çok gencim."

 

Sonunda onu kendimden ayırdığımda gülümserken ağlamaya başladı. Şokla hâlâ onu izliyordum. Yanımdaki adam da gülüyordu. "Hasta mı," diye sordum şaşırarak.

 

Kadın yanaklarımı tutup gözlerimi ona dikmemi sağlarken beni dikkatle süzdü. "Aynı babana benziyorsun. O da böyle çakır gözlü."

 

Kaşımın üzerindeki yarayı parmağıyla sevince kirpiklerim titredi. "Teyze," dedim sessizce. "Oğlumun anlattığı kadar varsın."

 

"Babaannen," dedi öz babam elini omzuma koyarak. "Ölmeden gördüm ya seni.. Genceciktim soldum gittim." Teyzenin hâlâ konuşmasıyla güldüm. "Hâlâ güzelsiniz," dedim sırıtarak. "Yaşınız bir şey değiştirmemiş. Ölümlü dünya ama siz çocuğunuzun yanında böyle demeyin yine de."

 

"Ah ahh," diyerek geri çekilip bir daha süzdü beni. Söylediklerim hoşuna gitmiş gibiydi. "Aynı dedesi, o da az çapkın değildi." Homurdanırcasına söylediğine güldüm.

 

Çapkınlık yapmamıştım ama..

 

Koluma girerek beni ilerletirken "Senin buralarda koşturduğun günler geldi aklıma," dedi bahçeden geçerken. "Koşturur koşturur camın önüne gelir babaanne su diye bağırırdın." Bu dediklerini sanki ben değil de başkası yaşamış gibi hissettiğim için bir şey demedim.

 

Apartmandan içeri girince bir topluluk karşıladı beni. Çoluk çocuk, genç, yaşlı bir sürü kişi vardı. Herkesin göz merceğinde ben vardım, ipli dipli gözleriyle soyuyorlardı bildiğin beni.

 

"Emiy'in ikizi bu mu?" diyen küçük kızı başımı eğince görmüştüm. Dizime kadar ancak geliyordu. Pantolonumun paçasını tutup çekiştirdi. "Yerden bitme gel buraya kız." Hemen çağıran adamın kucağına gittiğinde öz babamı yine arkamda hissettim. Elini omzuma koydu.

 

"Yeni geldik biraz dinlensin o zaman hepinizle tanışır olur mu?" Babamın söylediğiyle rahatladım. Bu kadar insanla şimdi tanışamazdım zaten. Üşeniyordum.

 

"Artık burada zaten," dedi bir adam bana gülümseyerek. Sırıtınca hepsi birden büyük bir ses kalabalığıyla dairelerine girmeye başladı. Kalabalık oldukça yavaş dağılırken Bora elindeki iki valizle arkamda bekliyordu. "Hadi geçin artık."

 

"Yardım etmek isterdim ama biliyorsun ellerim yaralı," diyerek dudak büzdüm. Bana ters ters bakarken gülerek mavişin peşine takılmıştım.

 

İki kat çıkınca evin ziline basıp geri çekildi. Bana bir bakış atıp önüne döndüğünde kapı açılmıştı. Kapıyı Ali açmıştı. "Hoş geldin evine Ege. Geçin hadi."

 

Gözlüğünü burnuna yapıştırarak gülümsemesine güldüm. Tatlıydı aslında. İçeri girdiğinde hızlıca evi süzmüştüm. Kapıda karşılayan kimse yoktu bizi. Uzun koridordan geçerek oturma odasına vardık. Evdeki eşyalar eski evimizdekilere benziyordu. Fazlaca kullanıldığı belli, yıpranmış ama temiz. Biraz iç karartıcı bir oda olsa da bir koltuğa oturup rahatça arkama yaslandım.

 

"Ee bu kadar mısınız?"

 

Sorduğum soruyla öz babam Ali'ye döndü. "Emir ve Eylül nerede?"

 

"Eylül markete gitti. Emir odada ders çalışıyordu. Çağırayım." Ali içeri gidince rahatlığımdan ödün vermemeye çalışarak öz babama döndüm.

 

"Farkında mısın?"

 

Soracağım sorudan korkar gibi "Neyin," diye sordu. Ağzıma gelenleri yutup "Evinizin çatısı varmış." dedim. Yüzüme anlamadığını belirtir gibi bakıyordu.

 

Önde Ali arkasında sarı kafalı bir çocuk içeri girince dikkatimi onlara verdim. Emir dedikleri kişi bu olmalıydı. Dikkatle onu süzerken o da bok rengi gözlerini üzerimde gezdirdi. Benden kısa boylu, sarı saçlı bir çocuktu. Yanımda biraz daha sıska kalıyordu ama yaşıtlarına göre de yapılıydı. Daha çok Ali ile benzerliği var gibiydi. Küçük burnu, kemikli çene hatları vardı.

 

Bunların toplamında yakışıklı bir yüzü olduğunu inkâr edemezdim. Benim kadar olmasa da gideri vardı işte.

 

"Niye çağırdın baba?" Homurdanırcasına çıkan sesiyle dudağımın kenarı kıvrıldı. Beni yok mu sayıyordu bu velet?

 

"Emir," diyerek uyardı bu hareketini öz babam. Ali yanıma oturup benim gibi arkasına yaslandı. "Takma sen onu," diye mırıldandı sadece benim duyabileceğim şekilde.

 

"Kim olduğunu az çok tahmin ediyorsundur. Emir, ikizin." Öz babamın söyledikleriyle Emir'in dudağının kenarı alayla kıvrılmıştı. Tabi tabi der gibi başını sallarken güldüm. "Allah korumuş," diye mırıldandım ağzımın içinde.

 

Bir de bana benzeseydi bu tavırları yüzünden bu çocuğu yok ederdim.

 

"Bir şey mi dedin?"

 

"Yok demedim. Ne güzel son aile üyesiyle de tanıştım sanırım. Tanış tanış bitmedi de." Beş çocuk böyle bir aileye göre fazlaydı. Maddi durumları bir kere belliydi ve öz annemle olan durumların da bir anda gelişmediğini düşünüyordum. Ya da öz babam annemi sevmiş ve ona çok güvenmişti. İstemsizce yüzümü buruşturdum, o hayal kırıklığını tahmin edemiyordum.

 

Zil çaldığında Ali ayaklanıp gitmişti. Ben ise hâlâ Emir'in bakışları altında koltukta oturuyordum. "Yemek hazır olur birazdan aç mısın?"

 

Bütün gün bir şey yememiştim tabii ki açtım. "Evet," dedim başımı arkaya atarak. "Ama ondan önce duş alsam daha iyi olur."

 

"Gel sana kalacağın odayı göstereyim." Maviş kalkınca ben de ayaklandım. Bora valizlerimi bir odaya bırakıp çekip gitmişti. Sanırım benim olduğum ortamda bulunmaktan hep kaçınacaktı.

 

Uzun koridordan geçtiğimizde açık kapılardan kafamı uzatıp içeri bakıyordum. Dış kapının hemen karşısındaki oda mutfaktı, onun yan tarafındaki küçük oda anladığım kadarıyla Maviş'in odasıydı. Biraz ilerideki kapıya geldiğimizde kapıyı açıp içeri girdi. Burası da klasik genç erkek odasıydı. Karanlık bir yapısı olsa da balkon kapısını görmemle gözlerimden kalp çıktığını sandım. Ve.. prizin yanında bir tane yatak vardı.

 

Benim ne yapıp ne edip hem balkona hem prize yakın olan o yatağı almam lazımdı.

 

"Sana da baza aldım ama henüz gelmedi, bir iki güne gelir o yüzden Emir'in yatağında kalacaksın sonra kendi yatağına geçersin." Başımı salladığımda sırıttım. "Emir bundan hoşlanacak gibi durmuyor."

 

"Bu evdeki herkes senin gelmeni bekledi oğlum. Sen yokken çok şey yaşadık. Eminim zamanla öğrendikçe Emir'in hareketlerini kafana takmazsın."

 

"Onu kafamı bırak şeyime bile takmam ben," diye homurdandım. Duymuş muydu bilmiyordum.

 

Valizlerim odanın kenarında duruyordu. En büyük valizi açıp içinden eşofman takımı ve en sevdiğim donumu çıkardım. Babam bana banyonun yerini de gösterince kendisi bir havlu verip çıkmıştı. Küçücük alana bakıp iç çektim.

 

Çok durmadan ilk lavaboyu kullandım. Şöyle bir parmağımla her şeyin tozuna bakıyordum da dört erkeğin yaşadığı ev bu kadar temiz olurdu. Gerçekten temizdi. Parmağıma hiç toz bulaşmamıştı. Dudağımı büzerek kıyafetlerimi çıkarıp kirli sepetinin üstüne gelişi güzel salladım.

 

Tamamen çıplak kalınca kendime aynada bir süre bakıp duşa kabine girmiştim. Suyu iki saatte zar zor sıcak yaptıktan sonra hızlıca kafamı birkaç kere yıkadım. Üşensem de vücudumu da yıkayıp hamam gibi alandan çıkmıştım.

 

Suyu kapattığımda havluyla vücudumu silip onu da peteğin üstüne yamuk bir şekilde astım. Aklıma lifi duşa kabinin kenarına attığım gelince oflaya puflaya onu yerine koyup ellerimi sildim.

 

Kumral saçlarım ıslandığı gibi daha da koyu bir hâl almıştı. Bu saç rengini çok seviyordum. Saçlarıma şekil verip üşengeçlikle kıyafetlerimi üzerime geçirdim.

 

Çıkardığım kıyafetlere bir bakış atıp ne yapacağımı düşündüm. Herhalde biri yıkardı. Çok takmayıp dışarı çıktığımda benimle birlikte buhar da çıkmıştı. Kapıyı sonuna kadar açıp öyle bıraktım. Kaldığım odaya geçip ayağıma çorap da giyince uyuşuk adımlarla koridorda ilerlerken mutfağın içinden sesler geldiğini duyunca girip baktım. "Ne kokuyor böyle?"

 

Eylül yerinde sıçrayıp hızla bana baktı. Yüzüne sevecen bir gülümseme yerleştirirken "Hiiih," diyerek hızlıca ocağın altını kapatmıştı. "Offf, salatayla uğraşırken görmemişim."

 

Elindeki bıçağı tezgaha bırakıp yemeğe baktığında güldüm. "Kokusunu da mı almadın?"

 

"Dalgındım, bu arada hoş geldin. Geçip otursana." Söyledikleri üzerine bir sandalye çekip oturdum. "İstersen yardımcı olayım."

 

"Daha önce mutfağa girdin mi?" Sorgulayan sesine güldüm. "Masterchefe aday birisine bunu söylemen üzdü." O hâlâ yemekle uğraşırken yanmış tavayı alıp musluğun içine koydu. Camı açtığında "Gel ve salataya devam et o zaman masterchef adayı." dedi gülerek.

 

Ben şu ana kadar makarna yapmıştım sadece. Onun da sonunu düşününce bir tık tırstım ama sadece bıçakla domates doğrayacaktım. Ne kadar zor olabilirdi? "Tamamdır."

 

Az önce bıraktığı bıçağı elime aldığımda önümdeki tahtada yarısı doğranmış soğana baktım. "Öyle birini bıçaklayacakmışsın gibi neden tutuyorsun?"

 

"Bıçak dediğin böyle tutulur." Göz kırpıp soğanı çeşitli yerlerinden kesip yarım bırakan Eylül'e içimden sövdüm. Onu bir kenara bırakıp diğer doğranacak soğanı aldım ve kabuğunu zor bela soydum. Yıkadıktan sonra soğanı ortadan ikiye yarıp üstünden kesmeye başladım. Bir Eylül'ün doğradıklarına bir kendi doğradıklarıma baktım.

 

Biraz büyüktü ama hepsi mideye gidecekti sonuçta.

 

"Saçlarını kurutmadın mı? Gel sana kurutma makinesini vereyim," diyerek elindeki işi bıraktı. "Gerek yok, kurur birazdan zaten."

 

Gözlerim yanıyordu bu makine diyordu.

 

"Hasta olma ama." Ona dönüp garip garip baktığımda mahcup bir şekilde gülümsedi. Bir şey demeden doğradığım soğanları kabın içine attım. Aynı şekilde bir domates daha doğradığımda elimdeki bıçakla kabın içindeki malzemeleri karıştırmıştım.

 

"Ne güzel menemen yapacaktım," dedi dudak büzerek. "Kır iki yumurta karnımızı doyururuz onunla da." Dediğime kocaman gülümsedi.

 

"Sen geleceksin diye babam dolabı garip garip şeylerle doldurdu. Bu lafını duysa şaşırırdı." Ağzından çıkanları kendi de beklemiyor gibiydi. Kendi kendine bir şeyler homurdanıp tekrar mahcup bir bakış attı. "Yani, biz de genelde böyle şeyler yeriz ama sen yabancılık çekme istedi."

 

"Menemenle mi yabancılık çekmeyecektim anlamadım, yani zengin bir aileden geldim diye mi dolabı doldurdu?"

 

"Demek istediğim menemen değil," tekrar dolaba ilerleyip içinden bir sos çıkardı. "Mesela bunu sever misin?"

 

"O ne?" Üzerinde almanca şeyler yazıyordu. Ekşi ve tatlının karışımı bir sos olduğunu görünce yüzümü buruşturdum. "Zengin aileden geldim belki ama bu ağzımın tadını bilmediğim anlamına gelmez."

 

"Süper, deneyeyim dedim ama felaket kötüydü." Yüzünü buruşturunca bu haline güldüm. "Ben günümün yarısını zurna dürümle diğer yarısını da ev yemekleriyle geçiriyorum." dedim. "Değişik şeylere gerek yok yani."

 

"O zaman sucuklu yumurta seversin?" Başımla onu onaylayınca iki tencerede olan yemekleri karıştırıp altını kapattı. "Türlü ve tavuk pilav var, tepsi yemeği de yapmıştım."

 

"Ne kadar uyumlular," diyerek dalga geçtim. "Kusura bakma bu kadar erkeği doyurmak kolay değil ve birazdan görürsün hepsi bitecek."

 

O kadar yemeği sadece beş kişinin bitirmesini normal karşılamasam da hepsi hem yapılı hem de uzun boylulardı. Yani yiyecek olabilirlerdi. "Neyse sen onu bana bırak diğerlerini masaya çağır olur mu?"

 

"Olur." Elimdekini bırakıp soğan yüzünden yaşaran gözlerimi ovdum ki daha çok acımaya başladı. Ellerimi yıkayıp bir gözümü ovalayarak oturma odasına geçtim.

 

Maaile buradalardı. "Proje aldık bugün istediğimiz dersten. Matematikte bir soru bankası alıp onu bitirmem lazım Nisan'a kadar." Emir'in sözleri üzerine Bora onun saçlarını karıştırıp "Yaparsın oğlum sen. Bir ara istediğin kitabı bana mesaj at ben gelirken alırım." dedi.

 

Burnum akmaya başlamıştı. Hasta mı olacaktım amına koyayım? Gözümden bir damla yaşın yanağımı ıslattığını hissettiğimde bir küfür savurdum. Bu soğan bu kadar yakıyor muydu?

 

"Yiğit ne oldu?!" Ali'nin sesiyle hepsi bana dönerken burnumu çektim. "Ben bir yüzümü yıkayayım yemek hazırmış."

 

Lavaboya geçtiğimde ilk ellerimi yıkayıp sonra gözlerimi ovuşturdum. Yüzüme koca avuçlarımla üç dört kere su vurunca biraz kendime gelmiştim.

 

Banyodan çıktığımda Ali ve Aybars babacığımı karşımda buldum. "Ne oldu daha demin aniden gittin soramadım."

 

"Soğan doğradım ya.." Olayı anlamış olacak ki başını salladı. "Bir şey oldu sandık."

 

"Beni ağlarken rüyanda belki görürsün," diyerek güldüm. Babamın ittirmesiyle mutfağa girdiğimizde Emir çoktan oturmuştu. "Geç oğlum sen de."

 

İnat olsun diye gidip Emir'in yanına oturdum. Arkama yaslanıp rahat bir pozisyon alırken kollarımı göğsümde bağlamıştım.

 

Eylül ve Ali tabakları doldurup sofraya oturdu. Sanki bir arkadaşımın evine misafirliğe gelmiş gibi hissediyordum. Çekingen değildim, çekinmesi gereken onlardı. Bu olaylara ne zaman alışırdım ondan hiç emin değildim.

 

Masada sadece öz babamın okulumla ve kimliğimle ilgili sorduğu sorulara cevap vermem dışında sessiz bie yemek oldu. Bütün yemekler lezzetliydi. Herkes ne yediğime o kadar dikkat ediyordu ki kendimi büyük biri gibi hissetmiştim.

 

Sofradan kalktığım gibi kendimi Emir'in yatağına attım. Benden önce kapıp beni yerde yatırma ihtimali bu şekilde ortadan kayboldu.

Loading...
0%