@renksizevren
|
Küçük çocuğun elinden tutarak hızla yolları arşınlayan kadın sinirle sağına ve soluna bakarak karşıya geçti. Yiğit ise küçük ayaklarına tezat büyük adımlar atarak koşarken annesinin seri adımlarına yetişmeye çalışıyordu. Küçük adımları tökezliyor, düşecek gibi olsa da annesi tarafından adeta sürükleniyordu. Annesi son iki yılda olduğu gibi onun kaç yaşında olduğunu unutmuş gibiydi veya önemsemiyordu. İki yıldır oradan oraya koşturmaktan yorulmuştu artık. Babasını özlüyordu. Babası yanında olsa bunları yaşamayacağına adı kadar emindi. Adı kadar mı? Sahi onun adı neydi? "Yiğit," diye mırıldandı ağzının içinde. Bu küçük yaşı ve annesinin baskıları bile adını unutturmaya yetmemişti. Çok seviyordu ismini çünkü babası koymuştu ona bu adı. Yiğit oğlum benim diye severdi babası onu. Unutmadığını kanıtlamak istercesine bir kere daha "Yiğit," dedi. Bu sefer sesi yüksek çıkmış olacak ki annesi o koşturmacanın içinde bir anda durunca çekiştirilen kolunun acısını en derinlerinde hissetmişti. "Ne dedin sen?" Kadının korkutucu sesi ile Yiğit geri çekilmeye çalıştı ama annesi onun kolunu daha sıkı tutup kendine çekmişti. "Ne dedin dedim sana! O ismi bir daha kullanmayacaksın, unutacaksın demedim mi?! Senin ismin bundan sonra Ahmet! Ah-met! Anladın mı?!" Bundan iki yıl önce kendi resmini ve ismini bir haber kanalında görüp annesine söylediğinde annesi ismini değiştirmişti onun. Neden ismini değiştirdiğini de bilmiyordu. "Anne ama.." "Bugün senin yanına birkaç kişi gelecek onlara da adının Ahmet olduğunu söyleyeceksin duydun mu?" Annesi ona öyle bir bakıyordu ki korkmuştu Yiğit. Yavaşça başını salladığında gözlerini kaçırdı. Annesinin masmavi gözleri böyle yakından bakınca korkutucu duruyordu. Her an ağlamaya müsaitken gecenin karanlığında yoldan sadece dakikada bir iki araba geçen caddede durmuşlardı. Neden durduklarını da bilmiyordu Yiğit. Sadece üşüyordu. Zaten bünyesi hassastı. Yıllar yıllar sonra her şeyini kaybetse bile kaybedemeyeceği tek özelliği buydu. En ufak soğuk gördüğünde hemen hasta oluyordu. Annesi adımlarını yavaşlatıp bir kaldırım kenarına oturunca o da hemen küçük poposunu koymuştu kaldırıma. Titreyen bedenine inat sesini çıkarmıyordu. Burada nazlanabileceği, yakınabileceği kimsesi yoktu çünkü. Tam beş yaşında olmasına rağmen biliyordu. Babası olsaydı ona itinayla bakar nazını da çekerdi. Yiğidim benim diyerek omuzlarında taşır, bedenini kocaman kolları arasına alıp ısıtırdı. Babasının yüzü yavaşça aklından silinse bile anıları kalmıştı. Belki de Yiğit'i en çok bunlar yıkacaktı. Anıları onu günden güne bitirecek ve herkesten nefret ettirecekti. Bugün bu soğuk kaldırımda oturuyorsa annesi yüzündendi ama bundan on yıl sonra babasını suçlayacaktı. Her gün belki ailesinden biri gelir diye baktığı yollara tövbe edecekti. "Neden buyadayız?" Bazı harfleri ağzının içinde döndürünce kendi konuşmasına sinir oldu. Annesi ona dönmeyince kısık mavi gözlerini annesinin yüzünde gezdirdi. "Anne?" Kadın kendisine gelip yanında soğuktan yüzü kıpkırmızı kesilmiş çocuğa baktı. Yiğit annesinden korkuyordu. Yüzünü gizlediği atkısı ve şapkasıyla karanlığın içinde seçilmiyordu. Yiğit karanlıktan da korkardı. İsminin hakkını hiç veremiyordu. Gözleri dalgınca etrafta dolanırken bir marketin kilitli içecek dolabında gördüğüyle gözleri büyüdü. "Sarı kolaa!" Annesi hızla etrafına baktığında saçma bir içecek yüzünden kalp krizi geçirecek olduğunu hissettiği için Yiğit'in kafasına sertçe vurdu. "Sarı kola yok unut şunu!" Nasıl unuturdu? Altın gibi parlayan saçları, bağırdığında ortalığı birbirine katan ve götünde kurt olan canının yarısını nasıl unuturdu? "Burada senin yanına birileri gelene kadar hiçbir yere ayrılmıyorsun. Ben geleceğim tamam mı, bekle beni." Yiğit bu karanlıkta yalnız kalacağını anladığında kalbi korkuyla atsa bile bir kere olsun babasına yaraşır bir çocuk olmak istemişti. Hiçbir şey demeden başını salladığında annesi etrafına bakınarak yüzünü biraz daha gizledi. O soğukta arkasına bir kere olsun bakmadan çekip gittiğinde Yiğit beş yaşındaydı. Orada sabaha doğru soğuktan donana kadar otururken bütün bir gece annesini beklemişti. Gelmeyeceğini biraz zaman geçtikten sonra anlamıştı. Gecenin karanlığında kimse onu görmezken küçük omuzlarını dik tutmayı bırakıp sessizce ağladı. Ağlamaktan nefesi kesildi, nefes almadan ağladı. Son defa bütün terk edilmişlikleri için ağladı. Sabah annesinin dediği gibi yanına iki tane kadın gelmişti. Onu hemen kocaman binanın içine aldıklarında ilk sordukları şey annesiydi. "Gitti," dediğinde iki kadın birbirine bakıp çocuğun önünde diz çöktüler. "Senin ismin ne söyle bakalım delikanlı?" dedi bir tane kadın. Yiğit gözleriyle onu süzerken bir süre konuşmadı. Küçük aklında bir şeyleri tartsa da kalbinden geçeni yaptı. Başını dikleştirip "Ege," dedi. Artık ne Yiğit olmak istiyordu ne de Ahmet. O hiçbir yükü olmayan bir isim istiyordu kendine. Ama hayat bu ya, onu Yiğit'ten asla koparamamıştı. |
0% |