Yeni Üyelik
3.
Bölüm

Dönüşün Tehli̇keli̇ Çanlari

@resmaelz

KEYİFLİ OKUMALAR

Bölüm şarkısı: Beyonce: Hold Up

Ramen’in ölümü baştan beri belli olsa da benim için en ağır cinayetlerimden biriydi. İki yıldır alıştığım nefesi artık kesilmişti. Teninde gezinen ellerim artık tenine çok uzaktı. Kulaklarım keseceğim ritimleri dinlerken çok huzurluydu; şimdiyse duyamadığı ritimlere hasretti.

 

Bir katil, daima öldürmeye esirdir.

Öldürmüştüm. Hayatına onunla olmak için değil, öldürmek için girmiştim.

 

Ramen’le ilk tanıştığımız gün hâlâ gözlerimin önünde. Bir kafede oturup kahve içiyordum. Ramen’in yıllardır gelip gittiği bir yerdi. Hakkında her şeyi biliyordum. Planlı bir karşılaşmaydı. İlk göz göze geldiğimizde katiline gülümsediğinden bihaberdi. Bunu son ana kadar bilmemesi büyük bir hayal kırıklığı olmalıydı, onun için.

 

Görevim onu etkim altına alarak Fransa’ya, yeraltına sızmaktı. Başarmıştım, bana o kadar bağlanmıştı ki attığım her adıma kör olmuştu.

Aşk, aptallık demekti. Aşk, kötü sonların ilk heyecanı demekti. Aşk, baştan aşağıya kötü duyguların en güzel hâliydi. Ramen, aşka yenilmişti. Aşk, en büyük yenilgiydi.

 

Bunu başarmak bir yılımı almıştı. Kadınlara karşı güveni yoktu. İlk kez onunla olduğumda kaybolmuş, günlerce saklanmıştı. İlk birlikteliği değildi; ancak tenlerimizin uyumu onu mest ediyordu. Hissedeceği duygulardan korkuyordu. Kadınlar onun için tek gecelik bir zevkten ibaretti. Başta o kadar yakışıklı bir erkeğin yalnız olmasına şaşırsam da zamanla öğrenmiştim ki, Ramen’in annesi babasını aldatmış, daha sonra sevgilisiyle beraber kaçıp gitmişti. Babası eşinin arkasından yaş tutmuş; ancak öfkesi hiç dinmemişti. Öfkesi ve hırsı onu kötü yollara itmiş, yer altının en güçlü adamlarından birine evrilmişti. Acımasız bir adama dönüşürken istediği tek şey, karşı koyulamaz bir güce sahip olduğu zaman eski karısını ve sevgilisini öldürmekmiş.

 

Güçlendikçe Ramen’i bu yolda varisi ilan etmiş, onu bu hayatın içine çekmeye çalışmıştı. Ramen, babasının aksine bu dünyaya hiçbir zaman adım atmak istememişti; fakat isteklerinin bir önemi yoktu. Tek başına bir mücadelenin içinde yalnız bir gençti, Ramen. Yıllar sonra karısını bulan Adren, Ramen’i alarak karşısına geçmişti.

 

“Annem yıllar içinde çok güzelleşmişti,” derdi Ramen. Son görüşü olduğundan habersizdi. O gün hayatının dönüm noktası olmuştu. Annesinin ve sevgilisinin canını alan kişi babası Adren değil, Ramen’miş.

 

“Silahı tutarken ellerim titriyordu. Ona sarılmak isteyen ellerim, silahın kabzasını tutuyordu. Çok yalvardım babama, affet onu diye; ama beni dinlemedi. Ellerim cansız bir şekilde silahı tutuyorken babam sağ elini elimin üstüne koydu. Baskı uyguladığı tetik, bir merminin serbest kalmasına neden oldu. Annemin alnında bir delik vardı ve o delikten sızan litrelerce kan... O gün annem öldü hem de bana son kez sarılmak isterken. Sarılamadım, ona son kez sarılamadım.” Annesini her hatırladığında dudaklarından dökülen sözler bunlardı. Hikâyesini hiçbir zaman daha detaylı anlatmamıştı. Belki güvenmiyordu; belki de o gücü kendinde bulamıyordu.

 

Onu anlıyordum; çünkü aynı hayatı paylaşmış gibiydik. Küçük prensesin kendi gibi birilerinin olduğunu bilmesine ihtiyacı vardı. Belki bu yüzden sıkı sıkıya sarılmıştı, görev olarak gördüğü adama. Onu gördüğüm ilk anda anlamıştım Ramen, hayatımın en büyük acılarından biri olacaktı.

 

İşim bittiğinde Ramen’i öldürmem gerekiyordu; ancak görev son anda iptal edilmişti. İçimdeki cadı onu öldürmek istiyordu. O kadar büyük bir şehvetle ölümünü istiyordu ki, buna karşı koyamadım. Prensesin duyduğu herhangi bir duyguya tahammülü yoktu, belki de.

İkinci yılımızı doldurduğumuz gün, benimle Londra’ya gitme hayalleri kurarken, beni Londra’ya gitmeye ikna etmeye çalışırken can vermişti, kötü kalpli cadının ellerinde.

 

Ramen, sevmek istediğim tek erkek olabilirdi. Ramen, prensesin beyaz atlı prensi gibiydi. Ramen, kötü kalpli cadının en büyük düşmanıydı.

 

Kafede saatlerce onu izlemiştim. Saatlerce Ramen beni izlemişti. En sonunda harekete geçmek için ayağa kalkmıştı. Yanıma ulaştığında ayağa kalkmış orayı terketmeye hazırlanıyordum.

-“Sizinle bir yemeğe çıkmak isterim.” Hızlı davranmıştı. Duygulardan pek anlayan bir adam değildi. İlk kez bir kadınla yemek yemek istemişti.

-“Bir katille yemeğe çıkmak için bu kadar hevesli olmamalısınız.” Ramen’in yüz hatları gerilirken küçük bir kahkaha attım. Üzerimde duran ince askılı, mini, derin göğüs dekolteli kırmızı bir elbiseyle oldukça cüretkârdım.

 

-“Katil misiniz?” Yüzündeki şok olmuş ifade, çatılan kaşlarına tezat onu çok daha güçlü kılıyordu. İlk izlemine göre bu kadar güzel ve narin bir kadının katil olduğunu duymak garip gelmiş olmalıydı; ancak hayat sürprizlerle ve kötü sonlarla doluydu.

 

-“Evet bir katilim. Yalnız işim insanlarla değil, işim onların duygularıyla.”

 

-“O zaman duygularımın katili olmanız için elimden geleni yapacağım.” Yüzündeki çapkın ifade hâlâ anılarımda. Sisli bir perdenin ardında, daima benimle birlikte yaşayacak.

 

“Zihninde, benimle, sen yaşadıkça seninle yaşayacak, senden önce ölmeyecek.” Kafamın içinde siyah pelerinini savuran cadı, kahkahalara boğulurken sessizce fısıldıyordu.

 

"Kanı daima ellerinde, ona dair her şeye son kez dokunan senin ellerin, senin parmakların, onun teninde sonsuza kadar sadece senin teninin izleri olacak; çünkü artık o da ölü bir zihnin içinde ölü bir beden."

 

Onu dinlemek istemiyordum. Sussun istiyordum. Zehirliydi ve daima zehir saçacaktı.

Zehirlenmiş bir bedenin içinde zehirli bir ruh taşıyordum.

 

Saçlarımı uçuşturan rüzgâr tenime bir iğnenin saplanması gibi acı dolu bir haykırış bırakıyordu. Zihnimde uğurlayan cadıya karşılık zihnimi ele geçirmeye çalışan ölü bedenler vardı.

“İntikam vakti, güzel prenses. İntikam... Yıllardır bu anın hasretinde değil misin? Yıllardır canını yakmak, onu kendi zihninde bir köleye çevirmek istemiyor musun?” Cadının baskın sesi hepsini alt ediyordu. Gülümsedim. Zihnimi ve bedenimi, cadının baskın gölgesine bıraktım.

 

Bugün adım atmak istediğim, yıllarca planladığım hayata ilk adımımı atıyor olacaktım. Derin bir nefes aldığımda gözlerim bir şahinin gözleri gibi karşıyı hedef aldı.

 

Vedamı etmiştim. Kendimden bir kalıntı bırakmış, acımasız olduğumu yine ve yeniden kendime, içimdeki küçük prensese hatırlatmıştım.

 

Uçak pistinin tam ortasında, hiçliğe gebe kalmış kuru toprağın üzerinde duran bedenime eşlik eden iki takım elbiseli adam, sırtı dönük bir şekilde hararetli hararetli konuşuyorlardı. Yüz hatları belirgin değildi. Siyah saçları olan adam, kumral saçlı adama sürekli bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Vücut dilini oldukça fazla kullanıyordu. Rüzgarın her esişinde yalnızca benim uzun ve sarı saçlarım değil, iki takım elbiseli adamın da saçları uçuşuyordu. Vücut yapıları oldukça kaslıydı. İkisi de uzun boylu ve oldukça seksi duruyorlardı. Kumral saçlı adamın sırt kasları gerilirken beni hayallerimden alıkoyan tanıdık bir sesti.

 

-“Elzem.” Dikkatimi iki yabancı adamdan alıp karşıdan bana doğru gelen adama verdim.

-“Nick.” Orta boylu, zayıf, esmer, kahverengi gözlü, büyük bir burna sahip, koyu kahverengi saçlı ortalama bir adamdı. Üzerindeki rengarenk, anlamsız desenlerle bezeli t-shirt rüzgârın etkisiyle dalgalanıyordu. Altına giydiği kot pantolon ise sanki ona birkaç beden büyükmüş gibi bir görüntü veriyordu.Yüzüne oturmayan büyük gözlükler yüzünü oldukça küçük ve çirkin gösteriyordu. Gözlüklerini çıkarıp t-shirtünün yakasına taktığında uykusuz olduğu belliydi. Yeni traş olduğunu belli eden pürüzsüz yüzünü gölgede bırakan gözünün hemen altından buruna uzanan uzun ince bir yara iziydi. Nick, kendine bakmayı sevmeyen, bulduğu her şeyi giyip dışarı çıkabilen biriydi; ancak büyük gözlükler takmasının sebebi çirkin olduğunu düşündüğü için değil, hikâyesini hiçbir zaman bilmediğimiz o izi saklamak istemesindeydi.

-“Tüm izinler alındı.” Her ne kadar yabancı kökenli olsa da Türkiye’de doğup büyümüştü. Bizden biriydi. Uçağın kalkışı için izinleri almakla görevliydi. Yurt dışındaki tüm görevlerde bizi göreve getiren ve görev bittiğinde son kez uğurlayan isim oydu. Hepimizin karanlık yüzünü bilirdi.

 

Hemen hemen birkaç metre ötede duran uçak kalkış için tüm hazırlıkları yapmış beni bekliyordu; fakat yabancıların neden orada olduğu konusunda bir fikrim yoktu.

-“Bunlar kim, Nick?” Hemen karşımda duran Nick’e başımla iki yabancıyı işaret ettiğimde onlara doğru döndü.

-“Bildiğim tek şey Anka’ya bağlı oldukları.”

Anka... Küllerinden doğan...

Hayatımın en zehirli kelimesini sorsanız hiç şüphesiz Anka derim.

 

Hayat artık eskisi gibi değildi. Adalet ve barış yoktu. Altı nesil önce büyük büyük dedelerimiz bir örgüt kurmuştu; çünkü o zamanlar insanlar devlete güvenmek yerine kendi örgütlerini kurmak istiyorlardı. Tabi bunda devletin arkasındaki güçlerin devrilmesi ve devletin eskisi kadar adaletli olmamasından kaynaklanıyordu.

 

Anka’yı ilk kurduklarında tüm örgütlere bir direniş göstermiş, çoğunu alt edip yok etmişlerdi; fakat hiç beklemedikleri anda ismini hatırlamadığım bir örgüt, Anka’yı yok etmiş, tarihe gömmüştü. Bunu kabul etmeyen büyük büyük dedem Korkut Zerel, yeniden örgütü ayağa kaldırmış, küllerinden var etmişti. Stratejilerinin yanlış olduğunu düşüncesiyle karşı örgüte sızarak onları birer birer yok etmişti. Çetin bir savaştı. Ölen insanlar, masum gençler ve bu uğurda feda edilen milyonlarca masum can...

 

Zamanla devletin içine yerleşen ve ayakta kalmayı başaran son örgüt olmayı başarmıştı; fakat ilk isimleri Hündar’ken küllerinden yeniden doğdukları için Anka efsanesini kendileri için kullanmışlardı ve bu amansız savaşın kazananı olan Anka, birçok kuralı kendi belleğine yerleştirmişti.

 

-“Geçelim mi?” Düşüncelerimden arınmama sebep olan isme baktım.

 

-“Lorez’in bana ulaşmasını bekleyeceğiz.” Dik ve emin adımlarla yürürken büyük ve siyah gözlüklerini takıp arkamdan yürümeye başladı.

 

Uçağa yaklaştığımda bir bir merdivenleri çıktım. Kapıdan geçmek üzereyken son kez arkama baktım. İki yabancı yerlerinde yoktu. Nick ise merdivenlerin başında durmuş, beni izliyordu.

 

“Her şeye yeniden başlama zamanı.”

 

İçeriye girerken hemen solumda duran hostesin yüzünde bir gülümseme belirdi. Üzerinde beyaz bir gömlek, beyaz gömleğin üzerine giydiği siyah bir yelek vardı. Yeleğin üzerinde Anka kuşu amblemi vardı. Uçak, çalışanlar, hepimiz Anka’ya aittik. Siyah saçlarını arkadan küçük bir topuz yapmıştı. Lens olduğunu belli eden parlak yeşil gözleri, geniş bir burnu ve yuvarlak yüz hatlarına sahipti. Dizinin hemen üstünde biten siyah eteği uzun bacaklarını ortaya koyuyordu.

 

-“Hoş geldiniz, Elzem Hanım. Umarım güzel ve keyifli bir yolculuk gerçekleştirirsiniz.” Hostesi es geçip siyah, deri koltuğa oturdum.

 

Telefonumun tanıdık melodisi çalmaya başladığında dakikalardır bu anı bekliyordum. Aramayı cevaplayıp kulağıma yaslandığımda ahizeden uçağın içine kadar yankılanan hiddetli, kalın sesi öfkeli olduğunu belli ediyordu.

 

-“Sen ne yaptın, Elzem? Nasıl yaparsın? Sana görev bellidir, demedim mi? Nasıl emirlerime itaat etmezsin?” Yapmak zorunda olduğumu biliyordu. Hiçbir işi yarım bırakamazdım.

 

-“Yaptığım şeyi biliyorum. Sorumluluğunu alabilecek yaştayım.”

 

-“Lanet olsun, Ramen’i neden öldürdün? Sevdiğini sanıyordum. Bu işin senin için ne kadar zor olduğunu düşünüyordum; ama görüyorum ki sen sadece öldürmeye meyillisin.” Ağzından hiddetle dökülenler, aldığı derin nefesler, ahize de kulağıma dolan kırılma sesleri...

 

-“Kimseye acımam. Görevim bu. Anka’nın en iyi tetikçilerinden biriyim. Üstelik saha operasyonlarında kendimi çok iyi gösterdim. Merhamet edemeyecek kadar çok ölüm gördüm.” Kırmızı rujun süslediği dudaklarımdan dökülenler hayatımın en büyük gerçeğiydi.

 

-“Bunu kabul etmeyeceklerdir. Bunun için mi görüşme istedin?” Hâlâ sesi yankı yapacak kadar yüksekti. Öfkesi damarlarında geziniyor, ödeyeceği bedel için bir çıkar yol arıyordu. Ramen’in ölümünden sadece ben değil, o da etkilenecekti.

 

-“Kabul etmeseler bile öldü ve hayır, görüşmek istemem başka bir şey içindi.”

 

-“Fransa’da büyük bir skandala sebep olacaksın. Yer altının en tehlikeli adamlarından birini öldürdün. Sence Anka bunu kapatacak mıdır?” Sesi tereddütü kendine misafir etmişcesine kısılmıştı.

 

-“Üstünü kapatmazlarsa en iyi varislerinden birini kaybedeceklerdir. Örgüt bilinmese bile en iyi tetikçileri, bir efsaneye dönmüş vaziyette.” Evet, halkın bizden haberi yoktu. Zaman ne olursa olsun devlet asla ardındakileri göstermezdi. “Güç kaybı yaşayacaklardır. Ramen’in ölümünü efsaneye ayak uyduran biri yaptı. Aynı saatte Türkiye’de Sosyetik Katil cinayetine benzer bir cinayet daha işlendi. Aynı katil aynı anda, iki farklı ülkede olamaz. Taklitçiyi arıyorlardır. Ne yazık! Ünlü Fransız iş adamı ve yeraltının en tehlikeli adamını öldüren katil, bir hafta sonra cinayet mahalline geri dönerek intihar eder. Tabi arkasında küçük bir not bırakarak.

 

Dudaklarımdan dökülen küçük bir kahkaha acımasız olduğumu vurgulamak ister gibiydi. Kurduğum plan kusursuzdu. Bundan etkilenmeyecektim.

 

-“Görüşme ayarlanamaz. Kuralları çiğnedin ve gülüyorsun. Dalga mı geçiyorsun?” İşte şimdi öfkeli olan sadece o değildi.

 

-“Bunu yapmaya mecbursun! Senden ricada bulunmuyorum!” Tavrım netti. Hayır deme şansı yoktu.

 

-“Bir şartım var. Tüm sorumluluğu üstüne alacaksın. “

 

 

 

 

 

🌸🌸🌸

 

Üç yıl aradan sonra tekrar ayak bastım doğduğum, büyüdüğüm ve öldüğüm topraklara. Hiç aklımda olmayan bir adımdı. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes çektim içime. Havası kasvet, sesi çığlık olan şehir, İstanbul...

 

Özledim mi belki, nefret ediyor muyum, hem de nasıl. İki duygunun yeşerdiği bataklık, hayatımın ziyan olduğu toprak, hayatımın en güzel yılları, ilk nefes alışverişime şahit olan gökyüzü... Bir insan bir şeyi severken, delicesine de nefret edebilir mi? Edebilirdi.

 

Ramen’i öldürerek kuralları çiğnemiştim. Bunun bana dönüşü çok ağır olacaktı, üstelik bugünkü yapacağım şeyden sonra ödeyeceğim bedel iki katına çıkmıştı.

 

Çalan bir şarkı vardı. Ne olduğunu farkettiğimde gözlerimi usulca açtım. Telefonumu çantamdan çıkarıp aramayı yanıtladım.

 

-“Fare.”

 

-“Abla hani bugün geliyordun? Ayrıca arkadaşlarımın yanında da sakın Fare deme.” Sesi kırgın çıkıyordu. Kırıldığı belliydi. Fare yani Kutay, benden tam 6 yaş küçük erkek kardeşim.

 

-“Üzgünüm Fare; ama hesapta olmayan şeyler oldu. Şu anda İstanbul’a döndüm.”

 

-“Bir sorun mu var abla?” Aslına bakarsan evet bir sorun vardı; ama sorunun ne olduğunu ben bile tam olarak bilmiyordum. Sesinden de anladığım kadarıyla telaşlanmıştı. Daha fazla telaşlanmasına gerek yoktu.

 

-“Sakin ol, Fare. Sorun yok. Görev bitti.”

 

-“Neden veda etmedin?” Ses tonu kırgınlığı kendine misafir etmiş gibiydi. “Seni çok özledim. Son bir haftadır beni ihmal ediyordun. Şimdi görüşeceğimiz gün gittiğini mi söylüyorsun?”

 

-“Hesapta yoktu, Fare. Bunun telafisini yapacağım, en kısa zamanda. Şimdilik kapatmam gerek. Kendine iyi bak.”

 

Telefonu kapatıp uçağın hemen birkaç metre ilerisinde duran cipe yaklaşıp arka kapısını açarak bindim. Çetin aşağıya inerek çantalarımı uçaktan alarak geri döndü. Tekrar şoför koltuğuna yerleşti. İri yapılı bir adam dahi olsa zamana karşı yenik düşmüştü. Eskiye göre zayıflamış gibi duruyordu. Saçlarının bir kısmı beyazlamış, seyrekleşmişti. Yüzündeki ince kırışıklıklar belirginleşmişti. Düşük bir burna sahipti, kahverengi gözlerinin etrafını ince, koyu halkalar sarmıştı. Cengiz Bey’le 40 yılı aşkın süredir çalışıyordu. Disiplinli bir adamdı, her ne kadar zaman onu yaşlılığına doğru yaklaştırsa da o, her zaman bir adım öndeydi. Güçlüydü, hâlâ Cengiz Bey’in en güçlü siperiydi. Her şeyi planlardı. Hatta bizim gereksiz bulduğumuz kısımları bile ekleyip; “Planın özü detaylarda saklıdır,” derdi.

 

-“Hoşgeldiniz, Elzem Hanım.” Başımı salladım sadece. “Umarım yolculuğunuz iyi geçmiştir.” Emniyet kemerini bağladı.

 

-“Bu ani dönüşümle alakalı bir bilgin var mı?” Buz gibi bakan gözlerim, onun açık kahverengilerine takıldı. Cengiz Bey’in sağ kolu, kızından bile çok sevdiği adamı... Sessizce bakışlarını ayırdı benden.

 

-“Bunu babanız size anlatır diye umuyorum.” Cip çalıştığında bizi karşılayan tek şey sessizlikti. Yol boyunca sessizlik prangalandı dillerimize. Zaten konuşacak bir şey yoktu. Babamın kara kutusuydu. Onun izni olmadan konuşmayacaktı.

 

-“Çetin, ileride dur.” Beni dinlemeyip devam ettiğinde bu sefer daha sert bir ses tonuyla uyardım, onu. "Sana dur dediğimde duracaksın.”

 

-“Cengiz Bey, sizi bekliyor Elzem Hanım.”

 

-“O zaman beklemeye devam etsin. Dur dedim sana.” Tekrar itiraz etmek için ağzını açmıştı ki, belimde duran silahın emniyetini açarak kafasına dayadım.

 

-“İnan bana sağ kol olmanın bir değeri yok, en azından benim gözümde. Dur ve aşağıya in.”

 

-“Cengiz Bey, buna çok sinirlenecektir.” Tetiğe bastım. Kurşun kulağını sıyırarak ön camdan fırladı. Çetin, can acısıyla bir anda frene bastığında buna hazırlıklı olduğum için koltuğa tutundum; fakat Çetin sarsıldı. Gür bir çığlık koptu dudaklarından. Cip durduğunda aşağıya indim. Ön kapıyı açarak Çetin’i kolundan tutarak aşağıya indirdim. Hemen hemen benimle aynı boyda olması ve vücudunun eskisi gibi çelimli olmaması sayesinde çok da zorlanmamıştım.

 

Her ne kadar karşı koymak istese de yapamazdı. Hayatı bana bağlıydı. En iyi o bilirdi, bunu. Aşağıya indirip onu yola doğru ittim. Bir iki adım sendeledi. Bir eliyle kulağını tutmaya devam ediyordu. Akan kan üzerindeki beyaz gömleğini kırmızıya boyamıştı.

 

-“Aptal bir adam olmadığını düşünürdüm. Şimdiyse ne kadar zeki olduğunu sorguluyorum!” Sesim sert ve keskindi. Bugünü yıllardır bekliyordum. Beni yolumdan alıkoyamazdı.

 

-“Yanlış yapıyorsun, Elzem. Cengiz Bey’in hoşuna gitmeyecektir.” Sesi sertti, aynı küçüklüğümdeki gibi. Canı yansa da sesine yansımıyordu. Mimiklerini çok iyi kullanıyordu. Ayakta kalacak hâli kalmayınca dizlerinin üzerine düştü. Zehir işliyordu; fakat o hâlâ güçlü durmaya çalışıyordu.

 

-“Yanlış yapan insanları en iyi yanlış yapanlar bilir, Serim.” Şoför koltuğuna yerleştim. Kapıyı kapatıp ön camı açtım. Cebimden panzehiri çıkarıp ona fırlattım. Kolunu dâhi kaldıramayacak güçteydi. Önüne düşen şişeyi avuçlarının içine aldı. Kapağını açıp dudaklarına dayadı, gaza bastım.

 

Onu vurduğum silah normal bir silah değildi. Kendi üretimim olan silahtı. İçindeki kurşunlar zehirden yapılıyordu. Ölümcül bir darbe almanıza bile gerek yoktu. Sıyırması bile size en fazla beş dakika kazandırırdı.

 

Çetin arkamda ufaldıkça ufaldı. Daha sonraysa bir toz bulutu gibi ardımda kaldı. Çok fazla zaman kaybetmiştim. Hava aydınlanmadan yapmam gereken işi yapmalıydım. Radyoyu açtım. Karşıma çıkan şarkıyla gülümsedim. Sesini biraz daha açtım ve şarkıya eşlik etmeye başladım.

 

“Kimse yeni yara açamaz artık

Çok canım yandı, acımaz artık

Bugün düşerse yarın kalkar

Bu kız kendine acımaz artık”

 

Defalarca kez dinledim. Defalarca kez tekrar ettim.

Uzun bir yolculuğun ardından gelmem gereken yerdeydim.

 

Dönüşümün tüm çanları çalmıştı. Şimdi sırada tehlikenin çanlarındaydı. Gözlerim bir şahin gibiydi. Kurbanın çok yakınındaydım.

 

Gözden uzak yaşamanın en kötü yanlarından biri kimsenin sizden haberdar olmamasıydı. Tabi bir katil için iyi bir avantajdı.

 

Aynadan yüzüme baktım. Masmavi gözlerim donuk gibiydi. Yüzümde yorgunluğun emareleri vardı. Göz altlarım uykusuz olduğumu vurgular gibi şişmişti. Özenli ve çekici bir makyaj yaptığım için tüm bunlar göze batmıyordu. Kalın dudaklarımdaki kırmızı rujum hafiften silinmişti. Kırmızı rujumu çıkarıp sürdüm. Sonuçta kurban en çok kırmızı rujumu severdi.

 

Sarı, uzun saçlarımı geriye savurup cipten aşağıya indim. Bagajdan çantaları aldım ve hedefe ilk adımlarımı atmış oldum. Cipi görünmeyecek şekilde park ettiğim için biraz yürümem gerekmişti. Villaya vardığımda kapıda bekleyen iki koruma vardı.

 

Onları en iyi görebileceğim bir noktaya geçtim. Emniyetini açtığım silahı kavradım. Bu silah daha farklıydı. İçinden sadece küçük, zehirli iğneler vardı. Etkisi de diğer silahın 5 katıydı. Kana karıştığı anda hiç şansınız yoktu.

 

Gözlerim korumalara döndü. Nişan aldım. Korumanın göğsüne isabet ettiğinde yanındaki diğer koruma bir şey anlamadı. Elini göğsüne doğru kaldırdı. Eli tam göğsüne koyduğuna sırada yere düştü. Yanındaki koruma aniden düşen arkadaşına atıldığı sırada silahı tekrar ateşledim. Saniyeler içinde diğer koruma da ne olduğunu anlamadı; ama zehrin ilk yayılışındaki o acıyı hissetti.

 

Saklandığım yerden çıkarak villanın kapısına doğru yürüdüm. Korumaların yanına vardığımda kapıyı açarak ilerlemeye başladım. Beni karşılayan büyük bir bahçe oldu. Bahçede birçok melek heykeli ve büyük bir havuz vardı. Yerlerde daha yeni biçildiği belli olan çimlerle kaplıydı. Her adımda neredeyse bir ağaç vardı.

 

İlk görüşüm değildi; ama son görüşüm olacaktı. Eskisi gibi değildi. Yaşam denilen şey bu evden artık çok uzaktaydı.

 

Sessizce ilerlemeye başladım, görünürde kimse yoktu. Duyduğum seslerle duraksadım. Heykelin arkasına gizlendim.

 

-“Hadi be oğlum, ayarla bir gün bize de bir şeyler.”

 

-“Bakarız, Esat.”

 

-“Bu kapı neden açık, Merih?” Ayak sesleri yaklaştıkça daha da eğildim. Onlar ilerledikçe küçük adımlarla heykelin etrafını dönmeye başladım. Önüme geçtiklerinde heykelin arkasında doğru anı kolluyordum.

 

Silahı kaldırıp iki kez nişan aldım. Arkalarına döndüklerinde oldukça şaşkındılar. Ortaya çıktığımda dilimi dudaklarımın üzerinde gezdirdim. Başımı hafifçe sola doğru yatırdım. Adım atmaya çalıştılar; ama çok geçti. Zehir kana işlemişti. Saniyeler içinde yere düştüler. Acıyla kıvranmaya başladılar; ancak o kadar ağır bir zehirdi ki sesleri bile çıkmıyordu.

 

Onlar geride kalırken ben ilerlemeye devam ettim. Derin bir nefes sesi duydum. Kaygı ve korku... Arkamda biri olmalıydı. Arkamı döndüğümde sağ bacağımı kaldırarak koluna vurdum. Aldığı darbeyle geriye düşen koruma tekrar ayağa kalmak isteyince yanına yaklaştım. Sağ ayağımı kaldırarak boğazına sert bir şekilde vurdum. Acıyla inledi.

 

Bağırmaya çalıştığı anda ayağımı kaldırıp ağzına vurdum. Kandan iğrenirdim. Gördüğüm görüntüyle yüzümü buruşturdum. Üzerine eğilip başını tuttum. Karşılık vermeye çalıştı. Yumruğumu indirdim ve aniden boynunu sert bir şekilde sola doğru kırdım. Kolay olmuştu. Bu işte yeni olduğunu belli edecek kadar tecrübesizdi.

 

Doğrulup villadan içeriye girdim. Yatak odası bir üst kattaydı. Alt katı aradığımda kimsenin olmadığından emin oldum. Üst kata çıktığımda tek bir oda hariç tüm odaları kontrol ettim; fakat kimse yoktu. Bakmadığım odaya doğru yöneldim. Dakikalarca ahşap kapıyı izledim. Girmeye, onu öldürmeye cesaretim var mıydı? “Benim var.” Cadının fısıltısıyla gümüş rengindeki tokmağı çevirip kapıyı açtığımda arkasını dönük bir şekilde oturuyordu. Yatakta uyuyan üç kadın vardı.

 

-“Bu kadar erken beklemiyordum, açıkçası.” Silahı belime takıp elimdeki çantaları yere bıraktım. Geleceğimi biliyordu. Ona birgün her şeyden vazgeçersem eğer o gün ilk seni bulurum demiştim. O günün geldiğini biliyordu.

 

-“Vaktinde geldiğimi kim söyledi ki?” Ayağa kalkıp bana doğru döndüğünde yüzüne sabahın ilk ışıkları vuruyordu. Onun yüzünde korku vardı, benim yüzümde ise tatmin olmanın verdiği haz vardı. Kırklarının sonundaydı. Saçları ağarmış, yüzündeki gölgeler kırışıklarını ele veriyordu. Gözleri kahvenin en koyu tonuydu. Sosyetik Katil’in ağına takıldığından beri çok fazla kilo kaybetmiş, çelimsiz bir adama dönüşmüştü. Üzerindeki siyah, lacivert karışımı eşofman üzerine tam yapışmış, zayıflığını gözler önüne seriyordu.

 

Cengiz Zerel’in arkadaşı, kızını dört yıl boyunca eğitmesi için yanına verdiği Anka yöneticisi, ona verilen sıfatların yetersiz geldiği acımasız biriydi; ancak takıntılı, pedofili şerefsizin tekiydi.

 

-“Doğru sen hep erken gelirsin. Aynı yıllar önce bana geldiğin gibi.” Elindeki viskisini yudumlamaya başladı. Parmaklarının titrediğini görebiliyordum. Korkuyordu; ancak alaya alarak, geçmişin acılı sayfalarını dökerek gizlemeye çalışıyordu.

 

-“Defter kapanmak üzere, Sayar. İntikamın son sayfasını yazmaya geldim ve inan bana o sayfaları bir bir savuracağım.” Söylediklerini duymazdan geldim. Sesimde tereddüt ya da korku yoktu. Başını ağır ağır salladı. Kabulleniş değildi bu. İstediği tek şey ona zaman vermemdi. Öfkelendikçe ona acı çekmesi için zaman vereceğime inanıyordu. Bunu istiyor muydum? Evet; ancak verdiğim acıyla yaşamasını istediğim kadar bir dakika bile fazla yaşayamadan ellerimde can vermesini de istiyordum.

 

-“İlk sayfalarını ben yazdım. Zevk ve şehvet doluydu. Hatırlıyor musun?” Eliyle beni işaret ettiğinde sorduğu soruyla kaskatı kesildim. Gözlerimin sulandığını, yandığını, dizlerimin titrediğini, kalbimin; közden kalbimin çayır cayır yandığını hissettim. “İlk sayfaları benim elimden çıkmışken son sayfayı yazabileceğini mi düşünüyorsun? Hayır küçük sevgilim, sen asla o son sayfayı yazamayacaksın.” Hâlâ aynıydı, hâlâ kendini üstün görüyor beni de o, on bir yaşındaki küçük prenses gibi görüyordu; fakat unuttuğu bir şey vardı. Karşısında Beliz değil, Elzem vardı.

 

Aniden atıldığımda yüzüne bir yumruk indirdim. Aldığı darbeyle yana doğru savruldu. Yüzünü bana doğru çevirdiğinde üst dudağına nazaran alt dudağı daha ince olan dudakları patlamıştı. Kanı emip yere tükürdü. Gözleri yeniden bana döndü.

 

-“Burada olduğuma göre kalem yıllardır elimde demektir. Ben yazarken sen farkında bile değildin. Kurulan planları görmediyse eğer Eski Kurt, tamamen eskimiş demektir.” Yüzümde öfkenin yansıması olan bir gülümseme vardı. “İstediğin kadar çabala sana verdiğim zaman bitti. Acı çekmeni istemiyorum, artık ölmeni istiyorum.” Çaresizdi, yolun sonuna geldiğini biliyordu. Ona verdiğim zaman dolunca ne yaparsa yapsın dönüşü olmadığının farkındaydı. Yüzünde hırs vardı. Toprağı andıran gözlerini kısmış nefretle beni izliyordu. Oysaki yıllar önce bu yüzde sadece zevk vardı.

 

-“Eski Kurt, hâlâ gençliğindeki kadar güçlü. Yataktaki kadınlardan bunu anlarsın sanıyordum. Gerçi bunu dört yıl boyunca deneyimledin.” Öfkemin zihnimin duvarlarında çarpa çarpa yankılandığını hissedebiliyordum. İki elimi yumruk yaparak sıktım.

 

-“Seni piç kurusu.” Defalarca kez yumruklarım yüzüne indi. Yere düşünce üstüne çıkıp yeniden yumruklamaya başladım. Yüzünü korumak için ellerini siper etse de başarılı olamadı. En kötü ölümü hakediyordu; ancak ona ne yaparsam yapayım o dört yılın hıncını alamazdım. Yüzü tamamen kana bulanınca üzerinden kalktım. Göğsüm hiddetle kalkıp iniyordu. Acıyan parmaklarımı birkaç defa avucuma yaslayıp açtım. Aldığım derin ve hırıltılı nefesler öfkemin bir yansımasıydı.

 

-“Yanına kalmayacak. Anka bunu öğrendiği gibi bırak varis olmayı seni direkt ortadan kaldıracak.” Bir varisin yöneticiyi öldürmesi yasaktı. Doğrulup oturdu. Ahşap parkeler artık kırmızının esaretindeydi. İki gözü de şişmiş, yüzünün birçok noktası mora boyanmıştı.

 

-“Bu kadar çabuk pes etmeni beklemiyordum. O alaylı yüzünün son hâli sana daha çok yakıştı.” Eğilip ona baktığımda yerde kıvranıyordu. Kurtuluş yolu arıyordu; ancak tüm yollar kapalıydı. Zayıf bacaklarını oynatarak geri geri gitmeye çalışıyordu ancak kaçacak yeri yoktu.

 

-“Bundan pek emin olma, Zerel. Benim ölümüm bile sana ölümü getirecek.” Kendinden emin konuşması beni çılgına çevirse de alayla gülümsedim. Onun hep bir planı vardı. Osman Sayar’ın aldığı nefesler bile bir planın parçasıydı; ancak bana eğitim veren oydu. Onun kadar bende usta bir komplocuydum.

 

-“Senin ölümün sadece yeni bir yönetici getirecek. Tabi eğer varsa.” Bir çocuğu yoktu; ancak başka bir varis olabilirdi. Yakın akraba olması yeterliydi. Dudaklarımda sinsi bir gülümseme varolduğunda yutkundu.

 

-“Herkesin planları başkadır, Elzem. Akıllı bir kadınsın, geri dönersen bundan hiçbir şekilde etkilenmeyeceksin.” Etkilenen Elzem değildi. On bir yaşındaki Beliz’di. Yataktaki kadınlar kıvranmaya başladığında onları izledim. Üçü de bir mankeni andıracak kadar güzel bir fiziğe sahiptiler. Yüzleri tam net değildi; ancak güzel olduklarını tahmin edebiliyordum.

 

Geçmiş buradaydı. İkimizin arasında nefes alıp veriyordu. Geçmiş yaşadıkça bizler ölüyorduk. Osman Sayar yaşadıkça içimdeki küçük prenses ölüyordu.

 

-“Geçmişi unuttun mu, Sayar? Acımasız olduğun günleri unuttun mu? Aramızda bir intikam yemini vardı. Ya sen ölecektin ya da ben.” Gözlerimi yeniden ona çevirdiğimde bakışları bende duraksadı. Çocukluğum ölmüştü, gençliğim çürümüştü, bedenim yaralarla dolmuş, ruhum kazılı bir mezarın altında arafında sıkışmıştı...

 

-“Gençtim ve bir hata yaptım. Çok fazla bedel ödedim, ödettin...” Sözünü keserek devam ettim. Sesi fısıltılı çıkıyordu. Yaptığı şeyleri kabul etmek istemiyor gibiydi; ama yapmıştı. Yanındaki masadan destek alarak ayağa kalktı. Az öncekine nazaran üstündeki artık bir emanet gibi duruyordu. Onu hırpalarken üzerindeki eşofman da yırtılmıştı. Ön düğmeleri kopmuş olmalıydı.

 

-“Bende çocuktum ve en güzel yıllarım zehir dolu bir kadehin içine akıtılan kan gibi bana içirildi. Kanı içtim ama zehiri asla kusamadım. O zehir bugünler içindi. Sen bundan daha fazlasını hak ettin, Osman.” Yutkundu. Gözlerimden bir damla yaş düştü. Dizlerim kanadı, kalbim acıdı. O günler gözlerimin önünden geçerken katilim sadece yutkundu.

 

-“Anka, affetmeyecek seni.” Kendini kurtarmak istiyordu. Bunun için her yolu deniyordu. Yalvarsa bile şaşırmazdım. Can her zaman tatlıydı.

 

-“Hepinizin azraili olacağım. Merak etme sevdiğin kim varsa sana geri dönecek.” Yüzüğümdeki sistemi devreye koyduğumda boynuna isabet edecek şekilde yumruk attım. Yanındaki masaya çarparak yere düştüğünde yataktaki kadınlar uyanmaya başladı. Onlara arkamı döndüm. Göz ucuyla ne yapacaklarına baktım. Yüzümü görmediler. Elimle çıkın işareti verdiğimde yerde yatan Sayar’a bakıp, dehşete kapılmış bir şekilde çığlık çığlığa odayı terkettiler.

 

Yardım isteyecek güçte bile değildi. Yardım istememişti. Sonunu biliyordu. Ne kadar kaçmak istese bile kaçamayacağını biliyordu. Beni en iyi tanıyan oydu. Bu yüzden önlem almamıştı. Bu yüzden karşılık vermemişti.

 

Bir eli göğsündeydi. Öğürmeleri şiddetlenmeye başladı. Ona bu zehri özel olarak hazırlamıştım. Kolay kolay ölmeyecekti, aynı benim hâlâ can çekişip ölmemem gibi.

 

Koltuklardan birine oturdum. Cebimden sigaramı çıkarıp yaktım. Derin bir nefes aldım. O, ölünce zihnimin esiri olacaktı, bana tutsak olduğu kadar bende ona tutsak olacaktım.

 

-“Sana demiştim Sayar, sen can çekişirken aynı senin yaptığını yapacağım.” Ne kadar can çekişse de bilinci açık duracaktı, son ana kadar.

 

-“Yıllar içimde öfkeyi biriktirdi. Ölümünü hep düşündüm; ama kolay olmamalıydı. En az benim kadar acı çekmeliydin.” Çekti de, evlenmesine izin vermedim mesela. Aşık olduğu kadını öldürmüştüm. Ölü bedenine bir gelinlik giydirip kapısına kadar bırakmıştım. Bana yaptıklarından sonra hayatına devam edemezdi. Mutlu olamazdı. Onu gömmek istediği gün sevdiği kadının cenazesini almıştım. Bir gün bile mezarına gidememişti. Yerini öğrenmek istemişti. İstediğim her şeyi yapacağını söylemişti; ama intikam soğuk yenen bir yemekti. O yemek yıllardır Sayar’ın önündeydi. İstemese bile kaşık kaşık yiyordu.

 

Uzun zaman sonra farklı bir kadın girmişti hayatına. Çocuğu olacağını duyduğunda çok mutlu olmuştu; ancak o da benim tuzağımdı. Kadın bir başkasından hamileydi. Ona onun olduğuna inadırmıştım. Evlilik kurduğu kadının onu sürekli aldattığını öğrendiği gün çocuğunu kucağına aldığı gündü. Bir başkasının çocuğu için hazırlık yapmış, sevinmişti.

 

O kadını ve bebeği öldürmek istemişti; ama yapmaya vakti kalmamıştı. Ondan önce davranıp bebeği ve kadını yurt dışına yollamıştım. Şimdilerde kadın ve oğlu çok mutluydu. Bunu biliyordu. Her daim onlardan birer fotoğraf alıyordu; ama nerede olduğunu bulamamıştı. İzin vermemiştim.

 

Düşüncelerimden arınıp yerde kıvranan adama tekrar baktım. Artık kan kusuyordu. Gözleri kan çanağına dönmüş, sanki yuvalarından fırlayacak kadar irileşmişti. Akan yaşlar hiç durmuyordu. Yüzü kan ve gözyaşları içindeydi. Bu görüntüyle midem kasıldı. Keşke çocukluğumda verdiği tüm acılar da onunla beraber ölseydi.

 

“İmkânsızı istiyorsun.” Cadının sesi zihnimin duvarlarında yankı yaptığında dudaklarımı birbirine bastırdım. Eğer o olmasaydı cadı belki de hiç varolmayacaktı.

 

Tek sayıkladığı şey; “Özür dilerim”di. İki kelime, benim hayatımı nasıl değiştirirdi ki? Sigaram bittiğinde yere atıp ayağımla ezdim. Geriye yaslandım. Can çekişini izlemeye devam ettim. İçimdeki acının bitmesini bekledim, bitmedi. Daha da arttı, daha da kanıma karıştı, beni daha çok bitirdi.

 

-“Son isteğin ne diye sormadım; çünkü biliyorsun ki buna layık olamadın. Ne istediğini biliyorum. Sevdiğinin yanına gömülmek istiyorsun; ama buna izin vermeyeceğim, Sayar. Bu dünyada ayrı kaldığın gibi sonsuzlukta da onu bulamayacaksın.” Derin bir nefes aldım. Geçmiş yaralarla dolu koca bir boşluktu. “Gerçi bakarsın onu da bulursun. Sonuçta o da senden pek farklı değildi; ama inan bana yanınıza geldiğimde tekrar ayrı kalacaksınız.”

Hırıltıları yükselmeye başladı. Son anda olduğunu biliyordum. Ölümün soğuk nefesini bilir ve tanırdım.

 

Ölümü en iyi ben bilirdim.

 

-“Kötü uykular, Sayar.” Birkaç dakika sonunda kıvranan vücudu durdu. Çantamı alarak yanına geçtim. Yüzüstü yatıyordu. Onu sırtüstü yatırıp inceledim. Gözleri açık kalmıştı.Gözlerinin içi kıpkırmızıydı. Yüzü oldukça korkunç görünüyordu. Yüzündeki morluklar, dudağından sızan kan yüzünü iğrenç göstermişti. Çok acı çektiği belliydi. Son nefesini bana yaşattıklarının son bedeli olarak vermişti.

 

Makyaj malzemelerini çıkardım. İlk önce görünen yerlerini yüzünü, boynunu, ellerini siyaha boyadım. Tenine dokunmak ateşe dokunmak gibiydi. Fırça tenine her değdiğinde fırçayı tutan ellerimden başlayıp tüm vücuduma yayılan bir elektrik çarpıntısı varmış gibi hissettim. Gözlerimden sayısızca gözyaşı aktı. Ona değil, ilk ve son kez Beliz’e, benden koparılan masum prensese ağladım.

 

“İçimde yas tutan küçük prenses, artık mutlu ol.”

 

Gözlerini kapatmadım. Korkunç görünüyordu. Göz altlarına kırmızı çizgiler çektim. Dudaklarını siyaha boyadım. Diğer çantada duran kıyafetleri çıkardım. Üzerindekilerini çıkardım. Siyah kumaş bir pantolon giydirdim. Üzerine de siyah pelerini giydirdim. Pelerinin şapkasını başına geçirip gözlerini biraz kapatacak şekilde örttüm. En zor cinayetim değildi, hazırlığını yaptığım en zor cansız bedendi.

Doğrulup yatağa baktım. Dağınık bir yatak ve önümde duran azrail... Onu yerden kaldırarak yatağa taşıdım. Bu beni zorlamadı bile. Onu yatırdıktan sonra bozulan kıyafetini düzelttim. Arkamda bir hareketlilik hissedince gülümsedim.

-“İnanamıyorum Liz, dönmüşsün.”

-“Sana söylemiştim Kara Şeytan, ben asla yanılmam.” Arkamı döndüğümde deli kuzenim bir anda boynuma atıldı. Ellerim beline yükseldi. Kokusu hâlâ aynıydı. Zarif bir çiçek gibi kokuyordu.

 

Biraz geri çekilip bana baktı. Çok değişmişti. Saçlarının ön kısmını ve uçlarını yeşile boyamıştı. Yemyeşil gözlerine ve esmer tenine çok yakışmıştı. Küçük bir burnu, ne çok ince ne de çok kalın dudaklara sahipti. Yağız’dan birkaç santim kısaydı ancak ben ve Yağız aynı boydaydık. Tabi topuklu giymediğimi varsayarsak. İki kaşını çizdirmiş ve parlak, küçük taşlarla o ince çizgiyi kaplamıştı. Üzerinde ince askılı, düz, mini, yeşil bir elbise vardı.

 

-“Seni çok özledim.” Yüzümde belki üç yılın ardından ilk defa samimi bir tebessüm vardı hem de özlem kokan bir tebessüm.

 

-“Bende sizi özledim, çocuklar.” Tekrar bana sarıldığında Yağız, onu iterek önümde durdu.

-“Ailene hoş geldin, Liz.” O, hâlâ aynıydı. Esmer tenli, uzun boylu, siyah gözlü, kirli sakallı, şekilli bir burnu, düz, karışık, yanları sıfıra vurulmuş saçları olan yakışıklı bir erkekti. Karnından çenesine kadar uzanan farklı tarzlarda dövmeleri vardı. Giydiği gri, kolsuz t-shirt şimdilik birçoğunu kapatsa da boynundaki kırmızı güllerden ve dikenli yapraklarından oluşan dövme görünüyordu. Sağ gözünün hemen altında bir kalp vardı. Üç sene öncesine kadar tam bir kalpken şimdi kırık bir kalbe dönüşmüştü. İki kaşında da eskiden olduğu gibi birer çizik vardı.

 

Kulaklarında küçük pırlantaya benzer küpeler vardı. Serseri bir tipi vardı. Özellikle altına giydiği bol kot pantolonuyla bu havasını daha iyi yansıtıyordu.

Gülümsediğinde bu hayatta açabilecek en güzel çiçekler, onun gamzelerindeydi. Yağız Telkener, dünüm, bugünüm ve yarınımdı.

 

Elzem Zerel’in sağ kolu, hayatının yarısıydı.

Zen, bu duruma bozulup Yağız’ın omuzuna sert bir yumruk attığında odağımı ona verdim. Yağız, omzunu tutup Zen’e doğru döndü.

 

-“Ahhh bu acıttı, Zen.” Zen omzunu silkeledi. Yağız tüm dikkatiyle yeniden bana doğru döndü. Bana sımsıkı saran yapılı kollarına karşılık geçmişin acımasızlığıyla örttüm. Benden ayrılıp beni kolunun altına aldığında, elim belindeki yerine çıktı. Gülümsedi.

 

-“Haketmediğini söyleyemezsin, Eski Dost.” Aynalığa kalçasını yaslayıp odayı incelemeye başladı.

 

Zen ve Yağız yatakta derin bir kâbusa gözlerini kapatan adama baktı. Kim olduğunu bilmiyorlardı; ancak yakında öğreneceklerdi ve öğrendikleri anda çok şaşıracakları kesindi. Zen, baş ve orta parmağını dudaklarına götürüp öğürme sesi çıkardı.

-“Hadi ama Liz, hiç mi değişmedin? Hâlâ ölülerle oyunlar mı oynuyorsun?

-“Kasaplıktan terfi ettiğinde konuşalım bunları, Kara Şeytan. Şimdi gitmemiz lazım.”

Gözlerimi Zen’den ayırıp yarattığım azraile döndüm. Son bir kez daha baktım, azrailime. Bir zamanlar bana azrail olan kim varsa hepsinin bir bir azraili olacaktım. İlk adımımı atmıştım, geriye kalansa diğer adımlarımı zehre bulaştırıp altın kâsede tüm düşmanlarıma servis etmekteydi.

Cadı kahkahalarla gülmeye başladı. Pelerinini savurup tahtına oturdu. Gülüşü şiddetlendi, kahkahalara dönüştü. Zihnimde vuku buldu. Ölü zihnimde derin bir iz bıraktı.

Cadı tüm zarları atmıştı.

🌸🌸🌸

Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

 

Loading...
0%