Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Prangalar

@reyna99

Demir parmaklıklar arasından süzülen ince bir ışık, Halil'in soğuk beton zemindeki gölgesini uzatıyordu. Hergün aynı kasvetli sabahlara uyanmak, zamanın akışını unutturmuştu ona. Zaman burda bir anlam taşımıyordu. Burda bir zamanlar hayalleri olan, şimdi ise dört duvar arasına sıkışıp kalmış ruhlar vardı. Halil masumiyetini haykırdığı günleri geride bırakmış sesini duyurmanın imkansız oldugunu anlamıştı çünkü buraya düşen her bir birey,herkesin gözünde suçluydu. Halil hergün oldugu gibi bugün de uyuyamamanın verdiği sarhoşlukla gözlerini tavana dikmiş rutubetli duvarın şeklini beynine kazımaktaydı. Çünkü bu cehennemde hergün bir öncekinin aynısıydı. Tavanı izlemeye devam ederken yanıbaşına sinmiş bir çift kahveye çarptı gözleri,

-ne yapıyorsun lan bana yapışmış?

-şşşşşş, sesizlik senin anlamadığın eseri yorumlamaya çalışıyorum.dedi

Tavandaki rutubetin oluşturduğu şekli göstererek.başını daha çok halil'in başına yapıştırıp sanat galerisinde, ünlü resamların yapmış olduğu resimlere bakan sanat sever edasıyla tavana bakmaya devam etti. Çenesini sağ eliyle ovuşturdu sonra aklına gelen şeyle birden başını yapıştırdığı halil'in başından kaldırdı ve

- bu piccaso'nun ağlayan kadın eseri, bende nerden tanıyorum diyorum iki saatir. Beni bulamayan kadın işte bu halil abi ağlı..

Cümlesini bitirmeden kendini yere yapışmış buldu cino. Halil sinirlenmişti ve cino'nun ensesinden tutuğu gibi yere atmıştı. Neye sinirlendiğine anlam veremeyen cino, halile boş bakış atıp yerden kalkmaya başladı ranzanın demir ayağından destek alıp tüm ağırlığını ayaklarına vererek sonunda yerden kalkmayı başarmıştı.

-neye bu kadar sinirlendin be abi anlamadım.

-cino, kaybol kardeşim sabah sabah yine boş işler peşindesin.

-sizde sanattan anlamıyorsunuz be, kahvaltı hazır millet seni bekliyor.

Cino'ya yandan bir bakış atmayı ihmal etmeyip yatağından doğrulmaya başladı halil. Ranzanın ikinci katında olduğu için yere atlamak zorunda kalıyordu herzaman. Yavaş adımlarla masaya ilerlerken her zaman olduğu gibi sesizligini koruyordu. Masada beş silüet ona bakmaktaydı. Halil' in koğuşunda onunla beraber beş kişi daha kalmaktaydı. Bunlardan biri cino, eğlence adı altında hertürlü patavatsızlığı yapar ve sadece kendi güler ayrıca koğuşun en küçüğü olduğu için hertürlü ayak işleri ona yaptırılır suçu dolandırıcı olması ama daha nasıl bir dolandırıcı olduğunu cezaevi müdürü dışında kimse bilmiyor. Cino orta boyalarda badem gözlü yuvarlak bir yüze sahip ve kumral saçlarıyla göz alıcı bir kişiliğe sahip. Masada oturan diğer bir birey ise doktor hastasına yaptığı yanlış bir tedavi sonucu , hasta ölünce, çocuğun ailesinin açtığı dava sonucunda doktor buraya düşüyor. Uzun boyu ve mavi hareleri ile dikkat çekici bir yapısı var ve haliyle koğuşun en yakışıklı ünvanına sahip kendileri. Koğuşun en yaşlısı ise nuri dayı imam olması nedeniyle koğuştakiler ona hafız der. Çökmüş yüzü, ak düşmüş saçları, buruşmuş derisi ile yaşını oldukça beli ediyor. Suçunun ne olduğunu kimse bilmiyor soran olursada geçiştirip duruyor. Ozan koğuşun en sesizi,derdini saz çalarak dile getirir kardeşinin ihanetinden ve ona kestiği cezadan sonra kalbindeki sızıyı sadece şarkı söyleyerek susturmakta . Adını kimse bilmez saz çaldıgı için herkes ona ozan demeye başlamış. Ozan sarı saçlı beyaz tenli ve ela gözleri ile kaderinin acısını barındırır yüreğinde. Diğer kader mahkumu mualim,ögretmen olmasından kaynaklı kimse ona adıyla seslenmez mualim derler. Kendisi delil yetersizliği nedeniyle işlemediği suçun mahkumudur. Mualim esmer orta boylarda çekik gözleri ve yuvarlak yüzü ile koğuşun en bebek yüzlüsüdür. Ve son olarak halil suç işleyip işlemediğini bile bilmiyor çünkü hafızasında sadece o an yok gördüğü bir rüya sonucunda kader yolunu parmaklıklarla örüyor. Halil uzun boylu hafif kıvırcık saçlı, esmer tenli ve gülünce gülümsemesi yüzünde farklı bir tatlık oluşturuyor.

Halil'in,sandalyeyi çekmesi ile herkesin ona olan bakışı oturması ile son buluyor . Her zaman olduğu gibi çay doldurma şerefine nail olan kişi tabiki cino. Patavatsızlığı ile koğuşa nam salmış biri olarak yine dili susmak bilmeden, ozan'a bulaşmayı ihmal etmiyor.

- ya,ozan bir sabah gözlerimi açsam ve senin ağzından iki kelime duysam kendimi nenemin sandığındaki altınların mirasçısı olarak hissederim.sesizliğinin,şerefine altınları satar kendime araba bile alırım belki.

Ozan yine cino'ya gülümsemekle yetinirken,hafız ozan yerine cevap verir.

-sesizlik duyabilen için güzel meslek cino.duyabilen susanı, sustuğu yerlerden tanır.

Cino,şaşkın gözlerlerle dilini yutmuş gibi hafıza, bakarken, herkes cino'nun bu haline gülüyordu,doktor da sesizliğini bozup

- şerefsizim bu adam düzelmez, bakın sülük bile düzelir aha bu dolandırıcı düzelmez.

Ama cino ,hafıza cevap verme peşinde olduğu için doktorun ne dedigini duymamazlıktan geldi.

-hafız dayı, sen bu sözlerle bu bilgi ile hafızlıkla nasıl buraya düştün be.

Hafız hiç düşünmeden;

-Allah,beni sana gönderdi cino,dediki git orda bir cin var aklını başına getir ki adam olsun.

-ahhh ahhh, Allahtan istedim bir huri gönderdi bana hem kart hem bilmiş bir nuri.

İlk defa herkes yaptığı kafiyeli espirisine gülerken, başına yediği bir sile ile sağ tarafına dönmekle yetindi. Halil' in sert bakışları ile karşı karşıya kalınca kahvaltısını yemek için yerine sindi. Korkunun ecele faydası yoktu ve en çok korktuğu ecelde halil di. Hiç gülmez hep sert tavrını korurdu.

Kahvaltı faslından sonra herkes köşesine çekilmekle yetindi çünkü burda yapılacak başka bir iş yoktu. Halil her zaman oldugu gibi yatağına çıkmış, sol eli başının altında küf tutmuş tavana bakmakla kalmayıp hayallere dalmıştı. Cezaevine düştüğünden beri bir gün bile gözüne uyku girmemiş bedeni uyumayı redediyordu. Halil'in aklına yıllar önce gördüğü rüya geldi.

(Bir ağacın dibinde sırtı ona dönük, saçları kaparık ve geceyi andıran bir siyahlıkta ,rüzgarın fısıltısıyla adeta saç telleri dans ediyordu..)

Daldığı hayallerden çıkmasına vesile olan ozanın sesiydi. Halil'e odaklanmış sazı elinde,parmaklarıyla konuşturuyordu sazını.

🎶

Dagda kızıl ot biter

Dağda kızıl ot biter

İçinde keklik öter

Eşkiyadan da beter

Uslan be halil ibrahim

Uslan be halil ibrahim

Kıvırcık saçlarına kar düşmüş uçlarına

Dağın yamaçlarına

Yaslan be halil ibrahim

Kıvırcık saçalarına kar düşmüş uçlarına

Dağın yamaçlarına

Yaslan be halil ibrahim

Ozan yine sustuklarını ezgilere dökmüştü. Ne kadar sesiz olursa olsun, etrafındakilerin derdini yüzünden anlardı hafızın dedigini anımsadı"Duyabilen susanı sustuğu yerden anlar" ozan halil'i duyuyordu halilin içini kavuran ateşin, halilin sonu olacağını biliyordu. Halil'e "bu ateş seni yakar acıdan beslenme, elini o ateşten çek, biraz dinlen" demek istesede dili çözülmüyordu ama o bir ozandı ve söyliyemediklerini ezgiler söylerdi. Halil' in acı harelerine bakmaya devam ederken türküsünü de söylemeyi ihmal etmedi.

***********************************

Günün aydınlanması ile güneşin coşkuyla parlamasına karşı koyamayan, marian'nın koyu kahve gözleri aralandı, her sabah olduğu gibi bu sabahta gözlerini tavana dikip ayılmayı bekledi. Ayılmayı beklerken dışardan bağırma sesleri yankılandı kulagına,elini alınana vurup.

-offf bedriye,bir sabahta alarım sesinle uyanmasın bu mahalle ya.

Yataktan doğrulup pencereye, yavaş adımlarla ve daha ayılmayı bekleyen bedeniyle ilerlemeye başlayıp bencereyi açar açmaz, bedriye ile bakışları anında birbirini buldu. Marian'nın sert bakışlarına karşı tepkisiz kalan bedriye,olacakları tahmin ediyordu ama marian'nın uyku mahmuru gözleri, bedriye'nin yüzünde tebessüme sebep oluyordu marian ne kadar uyusada gözleri hep uykudan yeni uyanmış gibiydi esmer teni koyu kahve gözleri ve alt dudağındaki beni ile daha göz alıcıydı ve bu bedriye'nin arkadaşına olan hayranlığını daha da artırıyordu. Bedriye ise çok tatlı beyaz tenli koca gözleri hafif yuvarlak yüzü ile çok sevimli bir genç kızdı. Annesinin ve babasının ölümünden sonra tek başına kaldığı bu hayatta tek arkadaşı marian'dı

-bedriyecim,canım benim bu sabah olan uyandırılma merasimini neye borçluyuz.

-şu deli asabımı bozuyor ya! Balkondan düşmüş olan leğenimi istiyorum vermiyor ,neymiş hava sıcakmış başına güneş geçmesin diye başına koyacakmış

Aşağıda olan mahallenin delisi mesutu göstererek. Mesut, uzun boylu hafif kel, sırtında kamburu olan mahallelinin kucak açtığı kendi halinde biri. Ama ezeli ve ebedi tek düşmanı ise bedriyedir. Niyeyse onu hiç sevmez, tabi bedriye de altta kalmaz.

Mesut bedriye'ye ters bir bakış atıp,

-asıl sensin deli, bir leğenin peşine düşecek kadar akılsız olan çok nadir insan var ve onlardan biri sensin.

Bedriye'nin siniri artikça artıyordu. Bu delinin onunla derdi neydi çözemiyordu.

*****

(Marian'dan)***

Başımın ağrısıyla mesut ile bedriye'nin her sabah olan kavgalarına hız kesmeden bir yenisi daha ekleniyordu. Mahallenin delisi ile uğrasmamasını ne kadar söylesemde beni dinlemeyip üstüne daha da artırıyordu. Mahalle'nin delisi, bedriye mi mesut mu daha çözmüş değildim. Bazen mesut öyle cümleler kulanıyor ki ben dahil tüm mahalleli ne cevap vereceğimizi saşırıyoruz. Elim yüzümün altında hala onlara bakmaya devam ederken bedriye, mesutan odağını çekip bana odaklandı. Melül melül bakışları hiç hayra alamet gibi durmuyor ne zaman bu şekil baksa başımıza hep bir felaket gelir ve geldi gelmekte olan.

- canım dostum bugün benle bir yere gelirmisin?

Melül bakışları hala devam etmekte, zira o bakışları olmazsa beni ikna etmesi güç o da bunu bilip,sürekli bu durumu kullanıyor.

- hayır! Bedriye gelemem, ne zaman bir yere gitsek başımıza bir felaket geliyor. Hem sen uslanmadın mı ya geçen gün evi yaktın, üç gün tövbe ettin.

-onu karıştırma. O başka bu başka valla bak, hem bu sefer son söz, lütfennnnnn.... Tek arkadaşim sensin beni yanlız mı bırakcaksın. Hiç mi sevmiyorsun beni.

Nalet gelsin di içimdeki bedriye sevgisine,çok seviyorum kendilerini. Duygu sömürüsü yapmaya devam ederken, başa gelen çekilir deyip kabul ettim. Bedriye'nin bir yer dediği de ya falci ya büyücü yada muskacıdır, çünkü benim saf arkadaşımın bunlara olan sevdası ve inancı bitmek bilmiyor. Ne kadar evi yaksada, evet en son gittiğimiz büyücü kısmeti açılsın diye kendisine bir kağıt verdi ve bunu evin içinde yak sonrada külünü suya koy ve iç dedi. Eve gelir gelemez bunu deneyen saf arkadaşım, elindeki kağıt birden bir alev topuna döndü ve halıya düşmesi ile beraber halı alev aldı, zor bela söndürdük ama bu bediriye'nin durmasına yetmemiş anlaşılan.

Salondan çay kaşığı sesleri gelirken, dolabıma yöneldim ilk iş pijamalarımdan kurtulmak oldu. Üzerime yeşil ve beyaz desenli ayak bileğime uzanan bir elbise giyip saçlarımi hafif taramakla yetindim çünkü dalgalı saç kurbanlarındanım, ve tabiki unuttuğum bişey var ki yüzümü yıkamadım,canım arkadaşım bedriye sağolsundu beynimi yıkamıştı. Banyoya ilerleyip işlerimi halledince tekrar odama ilerleyip güneş kremimi ve gözüme sürme çekmeyi ihmal etmedim dudagıma hafif dudak nemlendiricisi, işte tam anlamıyla hazırdım. Ufak bir dokunuşla en sevdiğim gül kokumuda sürerek, annemlerin yanında salona ilerledim. Babamın boynuna atlıyarak sevgimi göstermeyide ihmal etmem hiçbir sabah, annemede aynı şekilde sevgimi sunduktan sonra kahvaltı faslına geçmistik. Çay kaşığı ve çatal sesleri kahvaltı orkestrası gibi ritim tutarken buna eşlik eden sokağa çıkmış çocuk sesleri oldu. Kahvaltı faslı bitince babam dükanına,gitmek için ayaklandı önce saçlarımdan öptü her zamanki gibi tütün kolonyası kokardı. Bu koku babamın vazgeçilmez imza kokusuydu. Babamın çarşıda bir terzi dükkanı var her sabah oraya gider akşamda vakitlice evde olur. Esmer teni olmasına rağmen her zaman kızıllığını koruyan yanakları benim vazgeçilmezim. Annemde bir o kadar alımlı koyu esmer teni kahve gözleri ve alt dudağındaki beni ile görenleri büyüleyen bir güzelliği var ve bende de,aynı yerde ben olması annemden bir imza gibi hissetiryor bana. Annem de ilkokul öğretmeni. Babamla kapı komşusu oldukları için gençlikleri birlikte geçmiş ikisinin birbirine olan sevdasınada aileler karşı gelmemiş ve evlenmişler. Babam kapı eşiğinde ayakkabısını giyerken kapının çalması ile babamla bakışlarımız kapıya yöneldi. Beklenilen kişi olduğu için şaşırmadık desem yeridir

-günaydınnn, Gabriyel amca bugün çok şıksın

-günaydın, bedriye kızım sende bugün pek heycanlısın. Bugün evin hangi tarafını yakamaya niyet ettin.

Babamla kıkırdamamızı, annemin sesi kesti

-uğraşmayın kızla. Gel bedriye kızım çay sıcak bir bardak veriyim sana.

Hemen minoş bir hale gelen bedriye sesinide o tonda ayarlayıp

-oyyy benim maria teyzecim, oy oy, baksana nasıl benle uğraşıyorlar oysa o gün küçük bir kazaydı.

Tabi tabi der gibi babam bedriyenin omuzuna avuç içi ile iki defa vurup kapıdan çıkarken. Bedriye' nin odağında tek kişi vardi, o da ben.

- hadi marian geç kalacaz.

-hazırım, dur çantamı alıyım.

Çantamı odamadan alırken anneme çıktığımıza dair haber vermiştim. Bedirye ile merdivenlerden yavaş yavaş inmeye başladık. Kendisi gibi cıvıl cıvıl bir elbise giymeyide ihmal etmemişti kumral saçlarınıda su dalgası yapıp kulağının arkasına koyması yüzününün güzelliğini ortaya çıkarmıştı. Bahçe kapısını açarken karşıda önümüze düşen mesutu beklemiyorduk. Mesutun düşmesine şaşkınlıkla bakarken adete böğüren kahkalarla yanımda koluma vurmaya başlayan bir adet bedriye vardı. Mesuta olan hıncından değil bu kızın diğer bir özelliğide düşen herkese gülmekti. Mesutun sinirli ve utanç bakışları benimle kesişirken kendisine yardım etmek için uzandım lakin kendisi benden ağır olduğu için bu iş oldukça zordu ki bedriyenin mesuta aradada olsa vicdanı ağır basıyordu kendiside yardıma geldi, mesutu elbirligi ile kaldırmıştık ki mesut, bediye'nin ensesinden tutup yer attı ve ardından

-gülme! Şeytan deyip ilerledi.

Gülüp gülmemek arasında kalırken, arkadaşımın bana olan melül bakışları kendime gelmem için yeterli bir sebebti. Bediye' yi kaldırmıştım eve söylene söylene gidip üstünü değistirip geldi. Dediği üzere falcıya gidiyorduk, evet bu kızın falci sevdası bitmez. Kadın perde arkasından herşeyi söylüyormuş, bediye'nin deyimine göre. Tabi hala mesuta söylenmeye devam etmekte pek ısrarcıydı

-bak ben diyorum bu deli değil, inan bana bak ya bu ne ya adam beni yere yapıştırdı. Tüm iç organlarim şaşıp kaldı. Benim kaderimin son fermanı bu adamın elinden olacak.

-abartma bedriye, artik bulaşma şu adama kendi halinde biri.

- kendi halinde mi? Adam bana kafayı takmış.

Ve sonunda gelmiştik. Bedriye'nin son cümlesine kafa sallamakla yetindim çünkü ne desem kendi bildigi olacaktı.duvarları taştan siyah kapılı bir evin önündeydik. Kapı üzerinde martana fal evi yazıyordu, kapı açık olduğu için rahatlikla bahçeye girdik bahçede hoş çiçeklerin ve karagüllerin bizi karşilaması beni biraz etkilemişti, merdivenlerden yönelip içeri girdiğimizde içerisi için aynı şeyi düşünemedim çünkü heryerin siyah ve ve ürkütücü resimlerle dolu olduğu bir odada bulduk kendimizi, açıkçası biraz ürktüm bu görüntüye, etrafıma bakmaya devam edip buna alışmaya çalışırken bedriye' nin rahatlığı anlatılacak gibi değil. Diyorum bu kız böyle şeylerle kafayı bozmuş, kesin atalarının ruhunda var veya bu mesleğe sahip biri var ki bu kıza işlenmiş yoksa kimse böyle bir ortamda bu kadar rahat olmaz. Hala etrafı süzme işlemim devam ediyordu ki perdenin arkasından sarı kız diyen bir sesle irkilmem bir oldu kapiya kaçmaya yeltenirken, bedriye kolumdan tutup beni yerime oturtu ve hala rahat olması inanırlır bir durum değil.bediye' ye seslen kadın devam etti.

-sarı kız, içi incelikle işlenmiş bir gümüş kasa görüyorum. Bu kasa, maddi istikrarı, değeri ve sakinliği temsil ediyor. İncelikle işlenmiş olması,içindeki potansiyeli ve maddi değeri vurguluyor. Gelecekte maddi konularda daha istikrarlı bir döneme gireceksin. Birisine çok kızgın gördüm seni, sanki yaptıklarının kıymeti bilinmiyor. Sakin olmaya çalış kıymetin anlaşılacak. Bir erkek var sırdında bişey var yük gibi yada degil çanata da olabilir adı mesut kaderiniz bir yazılmış.

Dedigi andan kendi mi tutamayıp gülmeye basladım. Bedriye

-olmaz öyle birşey sizin frenkanslar ters çalıştı galiba bir daha bakın.

Desede kadının tepkisi, oldukça sertti bedriye dediklerine öfkelenip, diğer söyliyeceklerini dinlemek istemediğini kesin bir dille ifade edip ayaklandi. Bende ayaklandım ama kadının dedikleriyle ayağıma görünmeyen prangalar bağalanmış gibi yürüyemedim.

-kara kız, kaderin yüzün gibi güzel olsaydı keşke. Bir ağaç var dibinde oturmuşsun yıldızlara bakıp birşey dilemişsin ama o dileğin karanlık bir güç tarafından yok edilecek. Görmediğini gör duymadığını duy, onlar sana hayatının haritası olucak. Sana ışık olacak tek şey kalbindir. Hata yapma çünkü hayatta öyle hatalar var ki bedelini ödemeyene kadar hata olduğunu anlamıyorsun.

Boş bakışlarla sadece siyah perdeye bakmakla yetindim. Elimi kalbimin üzerine koydum ordaydı atıyordu bana ait değildi, baskasından alınmış bir kalp benim bedenime can vermişti . Bana ait olmayan ışık olabilirmiydi. Bedriye' nin zorlaması ile dışarı çıkana kadar nefesimi tutuğumu yeni fark ediyordum. Rahat bir nefes verirken bedriye'nin bakışlarının bende olduğunu fark ettim.

-marian iyimisin

iyi olduğumu belli eden bir mırıltıyla cevap verebildim sadece çünkü hala aklımın alamadığı şeyler vardı. Bediye' nin dürtmesi ile tekrar bakışlarımız birbirini buldu.

-kızım sen değilmiydin inanmayan bu ne şimdi kalkıp kadının dediklerine mi inanacaksın.

-bedriye, çok ilginç ama kadının dediklerini ben dün akşam rüyamda gördüm. Bir ağaç dibindeydim yıldızlara bakiyordum yıldız kayınca dilek diledim.sonra birden heryer kararmaya başladı.kara bir gölge arkadan bir el uzanmaya çalışsada beni o karanlığa çeken başka bir el vardi.

Bedriye de artik benim gibi şaşkın gözlerle bana bakmaktaydı.

Yolda bize eşlik eden tek ses ayaklarımızın yerle olan ahengiydi.sesizliğimiz devam ederken bizim sokağa varmıştık.herzaman olduğu gibi yine bizi karşılayan mesut olmuştu. Kadınının bedriye'ye dediklerini anımsayınca kıkırdamadan edemedim ama bedriye'nin eşkimiş suratı bu durumdan memnun olmadığını açıkça belli ediyordu. Bende kendimi toparlamak durumunda kaldım. Ama mesutun dedikleri falcının yanında olduğu gibi bizi olduğumuz yerde kitlemişti.

- dikkat et kara kız büyük şeytan geldi. Seni ağına çekmesine izin verme. Kulağın rahmindir, iyi veya kötü ne dinlersen gebe kalır ve zamanı gelince doğar. Neyi dinliyeceğini ve neyi duymazdan geleceğini iyi seç.

​​​​​Kader ,zamansız bir akışın içinde ince bir iplik gibi örülür.insan bu görünmez dokunun içinde bazen bir yolcudur,bazen ise bir dokumacı. Hayatın bilinmezlikleri arasında atılan her adım, yazılmış bir satır gibidir. Belki biz seçtik zannederiz,belkide yol önceden çizilmiştir.​​​​

 

 

 

Loading...
0%