
Oy kullanmayı unutmayın.
***
Şarkılar: Blueneck, Lilitu
Caro Emerald, Paris
🍂Keyifli okumalar🍂
Değiştiğim an,
yeni bir hayata adım atıyor, belki ölüme, belki güzel bir geleceğe giden yolda emin adımlarla dimdik yürüyordum. Geçmişimdeki izleri bir kenara bırakıp, gücümü sadece kendim için kullanacaktım ve yürüyecektim. Yaptığım hataları, verdiğim sözleri bir dövme gibi tenime kazıyıp, çığlıklarımı içime gömüp yürüyecektim. Ta ki o sonsuz mutluluğa ulaşana dek. Ta ki artık sessiz çığlıklarım susana, ruhum incinmeyi bırakana dek. Ciğerlerimi doldurduğum, duman kokan kış havası biraz için iyi gelmişti benliğime. Stres, korku ve karmaşa bütün yolculuk boyunca beynimi kurcalayan tek şey olmuştu. Uzun zamandır hissetmediğim huzuru deliler gibi arar olmuştum şimdilerde.
Bütün gün solgun olduğumu söyleyip, benim için endişe eden babamın, koluma dokunması ile camdan izlediğim şehirden ayırdım gözlerimi. "Gelmek üzereyiz. Yolculuk seni çok yordu, hemen dinlenirsin." Tebessüm edip kafamı salladım. Yorgun değildim esasında. Korkuyordum. Bir casus olarak gireceğim bu aile beni ölümüne korkutuyordu. "Baba?" Merakla yüzüme baktı. Söylemek istedim, yapacaklarımı bilsin, beni korusun istedim ama yapamadım. "Nasıl insanlar onlar?" Yüzüne çok yakışan o gülümsemeyle cevap verdi bana. "Çok iyi insanlar. En son seni buraya getirdiğimde iki yaşındaydın. Nevzat kendi kızı gibi sever seni. Ha bak kızı demişken, seninle yaşıt bir kızı var onun da, canın sıkılmaz." Zoraki bir tebessümle yine cama döndüm. Şehir merkezinden uzaklaşıp daha nezih bir yere vardığımızda koca evin önüne yanaştı araba. Kapının önünde kırklı yaşlarda iki adam ve evin etrafında sayısız koruma vardı.
Onlardan biri benim bulunduğum tarafın kapısını açarken saatler sonra arabadan inmek bacaklarımı sızlattı. Çantamı omzuma alıp saçlarımı kendimce düzelttim ve emin adımlarla yürüdüm. Babamın yanında yerimi alırken o, Nevzat olduğunu düşündüğüm adamla dostça sarıldı. Çok gergindim, yüzüme sahte de olsa bir gülümseme koyamıyordum. "Sinan, hoş geldin kardeşim benim." Birbirlerini sırtına vura vura özlem giderirken ben Nevzat amcanın yanında sessizce duran adama uzattım elimi. "Merhaba." Elim birkaç saniye havada kaldığında tepki vermeyeceğini sandım ama tam o sırada elimi sıktı. "Hoş geldin Alya." Tebessümle birlikte başımı salladım. "Hoş buldum."
"Alya ne kadar da büyümüşsün, seni son gördüğümde konuşamıyordun bile." Stresten bir adım uzaklaşırken dakikalar sonra ilk kez gerçekten gülümsedim. "Çok güzel bir kız olmuşsun, aynı da annene benziyorsun." Nefret yerleşti yüzüme bir anda. Anneme benzemekten iğreniyordum. Onun gibi bir kadın olmak benim için ölümden beterdi. "Ama gözlerinin yeşili aynı baban." Babam keyifle güldü. "Hadi içeriye girelim, ayakta kaldınız." Dışarıdan kocaman duran evin içi de aynıydı. Kapıdan girer girmez büyük bir salon karşıladı bizi. Gözüme çarpan ilk şey de koltukta oturan genç adam oldu. "Erdal." Kafasını bize çevirdi ve gülümsedi. "Kusura bakmayın fark etmedim," ayağa kalkıp yanımıza geldi. "Hoş geldiniz." Babamın elini sıkıp bana döndüğünde göz göze geldik. Onu derin bir şekilde süzerken aynı zamanda benimkinin iki katı büyüklüğünde olan elini sıktım. "Hoş geldin, Alya'ydı değil mi?" Kafamı sallayıp yutkundum. O kadar çekiciydi ki, kusursuz kelimesinin anlamı olabilirdi. "Belki hatırlarsın ama çok küçüktünüz ikinizde." Elini çeken taraf ilk o olduğu için kendime geldim. Önemli bir görevim vardı, birinden hoşlanmam her şeyi mahvedebilirdi. "Hatırlamıyorum tam olarak." Birkaç saat öncesini hatırlamakta güçlük çekerken daha bebekken gördüğüm Erdal'ı hatırlamam gülünç olurdu.
Biz otururken yukarıdan aşağıya adeta süzülerek benim yaşlarımda bir kız indi. Babamın bahsettiği, benimle yaşıt olan kız bu olmalıydı. "Merhaba." Erdal'a hiç benzemiyordu ama bir şekilde onun kardeşi olduğu göze çarpıyordu. "İclal'i hatırladın mı Sinan?" Babam İclal'i süzerken aynı zamanda kafasını salladı. "Hatırlamaz olur muyum? Sen de çok büyümüşsün." İclal, direkt olarak benim yanıma oturduğu için eli mahkum onunla iletişime geçtim. "Hoş geldin, Alya. Nasıl geçti yolculuk?" Babamlar bizden bağımsız geçmiş ile ilgili konuşmaya başlamıştı. "Çok yorucuydu."
"Bir duş alır erkenden uyursun. Sabaha hiçbir şeyin kalmaz." İyi niyetinden şüphem yoktu ancak bana ne yapacağımı söyleyen insanları sevmezdim. Tebessüm etmekle yetinip sessizliğimi korudum. Akşama kadar süren muhabbetlerine sadece kısa cümleler kurarak katıldım. Stres altındayken yapabileceğimin en iyisi buydu. Zaten bilgi çalmam gereken kişi henüz burada değildi.
İclal'in cümlelerinden seçtiğin birkaç soruyu ilgisiz görünmemek adına aklıma not ederken nefes alması için konuştum. "İki kardeş misiniz?" Sesi inceydi. Ve konuşurken bedensel olarak çok büyük bir efor sarfediyordu. "Hayır, üç kardeşiz. Buğra var bir de. Ortancamız." Zaten sahip olduğum bilgileri tazelemek iyi gelirken bir yandan samimiyet kazanıyordum. "Sahi nerede kaldı o? Doğukan da hala gelmedi. Alllah'tan misafir gelecek geç kalmayın dedik." Erdal'ın yakınmasına ifadesiz kalırken İclal, telefonunu çıkartıp Buğra'yı aramaya koyuldu. Sessizce ortamı dinlerken birinin daha benimle aynı şeyi yaptığını fark etmiştim. Ahmet Yeleser, çok farklı bir adamdı. Doğukan'ın babası ve en dikkat etmem gereken aile üyesi olduğu bilgisine vakıftım. Tehlikeli olduğu etrafa yaydığı enerjiden de anlaşılıyordu. Fakat tehlikesinin boyutunu onu tanımadan kestiremiyordum. "Buğra yoldaymış. Doğukan'ı da aradım ama bakmadı." İclal, birkaç defa daha aramayı deneyip cevapsız kalmıştı. Doğukan'ı bu gün aile içinde tanımam ilerleyişim için mükemmel bir başlangıç olabilirdi, ancak o İclal'in inatla aramasına rağmen telefonu açmıyordu.
Dakikalar sonra evin zil sesi kulaklarımızı doldurduğunda çalışanların biri kapıyı açmıştı. "Buyurun Buğra bey." Buğra olduğunu gördüğüm genç erkek salona yürüyüp direkt olarak babama sarılmıştı. "Sinan başkan, hoş geldin ya. Şu hale bak, yaşlanmıyor adam. Hala iki dirhem bir çekirdek." Babam kahkaha atıp aynı samimiyetle Buğra'ya sarıldığında sorgulayan ifademle ikisi izliyordum. Ne zamandır bu kadar samimiydiler? "Siz nereden tanışıyorsunuz ya?" Erdal merakıma ayna olup cevabını almak istediğim soruyu sormuştu. "Abi ben İstanbul'a gittiğimde babam git Sinan abini bul dedi. Ben başta çekindim bi' yok dedim. Sonra bu adam beni buldu, öyle bir yemek yedirdi ki tadı hala damağımda." Babam kolunu Buğra'nın omzuna sarıp hafifçe sarstı. "Neyine çekiniyorsunuz oğlum? Siz benim de oğlum sayılırsınız." Babama gururla bakmaya engel olamıyordum. Sadece benim değil insanların da iyi kalplisiydi. Onun hakında kötü düşünen birine bu güne kadar hiç denk gelmemiştim. "Daha gelmek nasip olmadı İstanbul'a. Olsa sana uğramadan dönmezdim." Buğra'nın bakışları bana takıldığında ayağa kalkıp tanışmak adına elimi uzattım. "Kızım Alya." Buğra elimi sıkarken ilgimi onda tutamama sebebim tekrar çalan kapı ve içeriye giren başrol oyuncumdu. Doğukan Yeleser gelmişti. Onu tanımam için gösterilen fotoğrafları anımsadım hızlıca. Şimdiye nazaran daha sağlıklı göründüğü fotoğraflardı. "Sinan, bu Doğukan. Ahmet'in küçük oğlu. Doğukan, misafirlerimizle tanış. Eski dostum, aile dostumuz Sinan ve kızı Alya." Doğukan'ın soğuk görüntüsünü babasına benzetirken babamın elini sıktı. "Merhaba, Ankara'ya hoş geldiniz." Babamdan sonra sıra bana gelirken elinden elektrik çarpılacakmışım gibi bir hisse kapılmıştım. Ruhsuz bakan gözleri üzerimde gezinip yavaşça selamlamak amacıyla başını eğdi.
Tanışma faslımız bu şekilde sonlanırken büyük kısmı atlattığımızı düşünüyordum.
Doğukan az önce kalktığım koltuğa otururken etrafa bakakalmıştım. Babamın yanı şu an için en uygun yer olurken güven duyduğum tek insana sokuldum. "Tüm aile toplandığımıza göre yemeğe oturalım artık, acıkmışsınızdır." Kaçamak bakışlarla birbirimizi süzdüğümüz Doğukan'dan zorunda olarak ayırdım ilgimi. "Geçen hafta bana söz vermiştin, hatırlıyorsun değil mi?" Doğukan olağan ilgisizliğiyle İclal'e bakıyordu. "Hangi hafta?"
İclal'in Doğukan'ı, minimumun altında tepki almasına rağmen vazgeçmemeksizin darlaması beni bile bunaltmıştı. "Hatırlıyorum, ama sözümü geri aldım." Salonun çoğunluğu ayağa kalkmışken onlara ayak uydurmuş, kocaman olan yemek masasına doğru adımlar atmıştım. "Verilen söz geri alınmaz! Bi' kere de sözünü tutsan ya." Oyunbozan bir çocuk gibi bıyık altından tebessüm edip bakışlarını İclal'e çevirdi. "Şansına küs. Hem senin abin ben miyim? Git Erdal'a, Buğra'ya söyle." Duyduklarımla dudaklarımı sıkıca birbirine bastırdım. Anladığım kadarıyla İclal'in hisleri vardı ve Doğukan bu hisleri tam şu an hiç çekinmeksizin baltalamıştı. "Ben arkadaşımla gitmek istiyorum belki. Abilerle ne eğlencesi var?" İclal bozulsa da karşısındaki duvara çarptığını belli etmemişti. "Ne istiyorsun sen yine Doğukan'dan ya?" Doğukan ayağa kalkıp masaya geldiğinde, İclal ördek yavrusu gibi peşine takılmıştı. "Söz vermişti benimle Sapanca'ya gelecekti. Kızlarla kış tatili ayarlamıştık." Yönlendirildiğim sandalyeye oturduğumda tam karşımda derince bakan bir çift bal rengi göz bulmuştum. Tebessüm ederek kaçmaya çalışsam da bir tepki alamamış, suçlu gibi davranmak istemediğim için gözlerimi kaçıramamıştım. Her şeyi anlayabilmesi mümkünmüş gibi bakıyordu. "Tam o yüzden vazgeçtim işte. Kızlar, kış tatili ve ben? Denk düşmesi zor bir üçlü. Ama yaz için tatil ayarlarsan söz." Gözleri bendeyken İclal'e hitaben konuşuyordu ve kafası bir an bile karışmamıştı. "Söz verme işte şuna. Yalandan hevesleniyor sonra." Buğra samimiyet dolu sesiyle yanımdaki sandalyeye oturduğunda ailenin büyükleri de yerlerine yerleşmişti. "Doğukan'ın söz vermesi sıradan bir insanın bakarız demesi gibi." En sonunda göz hapsinden kurtulduğumda derin bir nefes alıp bardaktaki suyu yudumladım. Böyle gidemezdi. Panik halim dikkatli bakan herkesin dikkatini çekebilecek kadar yüksekti. Kilit isimler olan Doğukan ve babası beklediğimden daha dikkatli ve akıllı insanlardı. Daha şimdiden işimin hiç kolay olmayacağı açıktı. "Doğukan gelmezse ben gelirim abiciğim. Kızlarla da takılırım." Buğra'nın tepkisi masadakileri güldürürken İclal gözlerini devirmişti. "Ay yok istemem. Erdal abimle giderim daha iyi." Kardeşlik ilişkileri imrenilecek kadar güzeldi. Birbirlerine takılıyor olsalar da, özellikle Buğra'nın İclal'e bakarken gözlerinin içi parlıyordu. "Çocuklar ne kadar çabuk büyüyor. En son bu masada yemek yediğimizde Alya mama sandalyesinde uyuyakalmıştı." Karşımdaki adamın tebessümünü yakalarken içimin kıpırdamasına engel olamamıştım. Zor gülen biri olduğunu anlamıştım, fakat şu an bana gülmüş olması artı bir puan demekti. "Ne günlerdi be. Daha adımız, sanımız yoktu."
İlgiyle onları dinliyordum. Kendi geçmişim hariç, herkesinkine ilgim vardı. Geçirdikleri güzel günleri, heyecanlı anları duymak içimi umutla doldurur, benim de yapabileceğimi düşünmeme yardım ederdi. "Çalıştıkta geldik bu günlere, siz gençler?" Babam neşeyle bize döndüğünde Erdal, ellerini teslim olur gibi havaya kaldırmıştı. "Ben Tıp bitirip sıramı fazlasıyla savdım. Gerisi düşünsün artık." Buğra hiç oralı olmayıp böldüğü köfteyi ağzına attığında bakışlar Doğukan'a dönmüştü. "Sen neler yapıyorsun Doğukan? En az seni tanıyorum." Boğazını temizleyerek sandalyede geriye yaslandı. "Üniversitesiye gitmedim ben, bir faydası olacağını düşünmedim hiç. Direkt hayata atılmayı daha mantıklı buluyorum." Hevesle çatalımı tabağın kenarına vurdum. "Bak baba benim gibi düşünen biri. İki yıllık üniversite okudum ve hayatıma katkısı, kocaman bir sıfır."
"Doğukan en azından bir işe girişmiş kızım. Sen?" Omuz silkmemle bana gülmüşlerdi. Doğukan hariç. Onun yüzünden tam olarak anlam veremediğim buruk bir tebessüm oluşmuştu. "Sen de haklısın Doğukan. Eften püften bir şey okumaktansa direkt ticarete girmek daha doğru. Ben yapmadım işte, kızımın hali ortada." Nevzat amca kahkahasının ardından muhabbete dahil olmuştu. "Gitme üstüne kızın, bizim eşek kadar adamlarımızda Alya kadar iş yok." Top bir kez daha Buğra'nın kucağına düştüğünde bu defa kaçamamıştı. "Bizim oğlan o kadar iyi ki okuldan haber geldi. Bir buçuk yıl daha okumaya karar verdi." Açık ara en başarılımız olan Erdal'a gıpta ile bakıyordum. Fakat Doğukan'la aynı olan bakış açımız hoşuma gitmişti. "Alttan derslerim kaldı Allahtan. Geçin siz dalganızı, ileride en çok işe yarayacak olan benim." Herkes bir şekilde muhabbete dahil olup keyifli anlar geçirirken ağzını bıçak açmayan tek kişi Ahmet Yeleser'di. Yemeğini yemekle ve yüzlerimizi izlemekle meşgul ediyordu kendisini. "Babanın da çok alttan dersi olurdu. Hatta annenizi öyle tanımıştı." Babam ve Nevzat amca aynı üniversitede okumuştu. Dostlukları o kadar sağlamdı ki birbirlerini uzun süre görmeseler bile samimiyetlerinde bir değişim olmazdı. "Ve malumunuz kendisi daha okulu bitmeden evli ve çocukluydu."
"Biz tez canlıydık Sinan. Şimdiki gençler koluna birini takıp üç gün geziyor en fazla." Babam kafasını sallarken Doğukan'a çekilmiştim yeniden. Hayatında birinin olup olmadığı hakkında bilgiye sahiptim. Birinin olup olamamasını hakkında düşüncesini ise bilmiyordum. "Siz şanslıymışsınız. Eşlerinizi sevmişsiniz, onlar da sizi sevmiş. Şimdi kolay değil o işler. Herkes çıkar peşinde." Erdal'ın sesine bir parça keder bulaşmıştı. Onu tanımasam bile bir derdi olduğunu aşikar etmişti. "Birileri seni fena yakmış belli ki." Arkasına yaslanıp güldü. Bu bir maskeydi. "Ne yanacağım Sinan Abi. Yanacak kadar sevilir mi bir kadın?" Teessüf eder gibi bir ses tonuyla söylemişti bunu. "Bence de sevilmez. Aptallık." Doğukan beklemediğim bir şekilde dahil olurken babam ve Nevzat amca birbirlerine bakmışlardı. "Oğlanlar baya dertli çıktı."
"Şu işleri bi' aradan çıkartalım, rakı masasında açarız dertlerini." Babamın bir oğlu olsaydı onunla da arkadaş gibi olacağını biliyordum. Erdal ve Doğukan'a yaklaşımını bu sebeple anlıyordum. Gençleri çok severdi. "Erdal abimi biliriz de Doğukan'ın konuştuğu kimseyi tanımadık bu güne kadar." İclal'in cümlesiyle Doğukan başını yana eğip yüzüne bakmaya başlamıştı. "Olursa ilk seni tanıştıracağım İclal. Söz." Tutmayacağı bir söz vermiş gibi görünmüyordu. İclal'i törpülemek için üstüne uyguladığı bir tavır gibiydi. İlgisinin farkındaydı. Bunu bile bile hareket ediyordu. O an sebepsiz yere İclal'e üzülmüştüm. "Sözünü tut ama." Önündeki sudan birkaç yudum alıp arkasına yaslandı. Tavrı çok rahattı. "Ben müsadenizi isteyeceğim. İlgilenmem gereken birkaç işim var. Afiyet olsun." Bir onay almayı beklemeden masadan ayrılıp salonun bağlandığını koridordaki ilk odaya girdi. Onun gidişiyle masadaki muhabbet az önceki eğlenceli halinden çıkıp iş konusuna dönmüştü. Babam birkaç işi bağlayıp burada da bir merkez kurmak istiyordu. Bunun için Ankara'yı en iyi tanıyan dostu Nevzat'tan destek alıyordu.
İşler ilgimi çekmezken İclal'e yaklaştım. "Bana kalacağım odayı göstersen olur mu İclal? Daha bir sürü işim var." Durgunlaşmış hali sesimi duyunca düzelirken hevesle başını salladı. "Tabii ki. Babacığım biz yukarıdayız. Alya odasına yerleşecek." Ben de kendi babama bir öpücük attığımda Doğukan'ın odasının bulunduğu koridor yerine üst kata çıkmıştık. Odaların neredeyse tümü buradaydı. Yalnızca o aşağıdaydı. "Odan burası, umarım seversin." Açtığı kapıdan geçtiğimde içeriyi süzdüm. Açık renk mobilyalarla döşenmişti. Ortada çift kişilik bir yatak, çift kanatlı camın önünde küçük bir kanepe vardı. "Zaten bir süreliğine buradayız. Ama çok sevdim." Ebeveyn banyosundaki küveti görmek hoşuma giderken İclal'e belli etmemeye çalıştım. "Bavullarını getirmişler. Eğer kendini yorgun hissediyorsan yardımcılara söyleyebilirsin, onlar ilgilenilir." Çantamdan telefonumu alıp bildirimleri kontrol ederken İclal'e başımı salladım. "Çok teşekkür ederim İclal."
- Nasıl gidiyor serce, eve ulaştın mı?
Mesaja vereceğim karşılığını düşünürken İclal'in söylediği şeyleri anlayamamıştım. Neyseki o beni yalnız bırakması gerektiğini anlayıp gitmişti.
- Geleli birkaç saat oldu. Ahmet ve Doğukan Yeleser'i izliyorum. Açıklarını kolluyorum.
İçim sıkışırken yatağın kenarına oturup sallanmaya başladım. Tüm bunlar hayatıma girdiğinde on yedi yaşıma yeni basmıştım. O yaşıma kadar masum bir kadın zannettiğim annemin bir örgütün lideri olduğuna inanmam çok zor olmuştu. Bunca yıl bunu benden ve babamdan saklayabilmesi mümkün gelmemişti. Öğrenmekle kurtulduğumu sanarken annem beni bu oyunun baş piyonu yapmıştı. Silah kullanmayı değil insanları nasıl kullanabileceğimi, nasıl manipüle edip kandırabileceğimi öğrenmiştim. Bu gün içinde bulunduğum an için yetişmiştim. Hiçbir bağlantımın olmadığı bir kadının intikamı için buradaydım. Telefon bir kez daha titrerken ekrana baktım.
- Haberlerini bekliyoruz Serçe.
Mesaja görüldü atıp telefonu yatağa attığımda kendimi de geriye bırakmıştım. Benden isteneni yaptığımda, görevimi tamamlayıp özgürlüğümü kazanacağım söylenmişti. Bu yüzden kendimi yakalatıp öldürmeden içeriden bilgi taşımak şimdilik en iyi hamleydi.
Gözlerimi sıkıca yumup ellerimi sol göğsümün üzerinde koydum. Kendim için. Alya için. Ne olursa olsun yaşayacağım. Savaşmayı bırakmayacağım.
• • •
Merhaba!
Oy kullanmayı ve Yorum yapmayı unutmayın!
🖤
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |