@rgayeonel
|
PERDE 2 UNUTULAN BİR ŞEY | Kodex Tesisi, geçmiş | Bileğimde sımsıkı bağlanan plastik bantlar gevşiyor. Panikle gözlerimi karanlığa açıyorum. Oda öyle karanlık ki bir an için gözlerimi açıp açmadığımdan emin olamıyorum. Sonra onca karanlığın içinde silik bir silüet beliriyor önümde. Simsiyah saçlarına pencereden içeri zar zor giren ay ışığı düşüyor. Adam hareket ettikçe dümdüz saçlarına değen ışıklar artıyor gibi geliyor. Adam bileğimdeki bağları çözüyor. Ben ise onun gölgeler içinde kalan yüzünü görmeye çalışıyorum. Sormak istiyorum neden, diye. Ama soramıyorum. Dudaklarımı araladığımda ağzıma bir kumaşın salyadan ıslanan kısmı giriveriyor. Öğürmek istiyorum. Öğürecek kadar ağzımı açamadığımı fark ederken bir anda iki elim de serbest kalıyor. Yatakta doğrulup aşağı inmeye çalışınca ayaklarımın hala bağlı olduğunu fark ediyorum. Silüet onları da açmaya çalışırken bir anda durup yüzüme bakıyor. "Lütfen," diyorum sesim berbat halde sanki saatlerce bağırmışım gibi çatlak çatlak çıkıyor. "Beni buradan çıkar. Ne istersen yaparım." Adamın ayak bileğimdeki eli yükseliyor. Yüzünün hizasına çıkıyor aheste aheste. Sonra da dudaklarının hemen önünde duruyor. Şşh, diyor kibarca. "Şşh!" *** | Günümüz | Alarmın sesini duydum. Ne zaman bu aptal melodiyi ayarlamıştım bir süre anlayamadım. Bir süre nerede olduğumu da anlayamadım. Alarm, yastığımın altında deli gibi ötmeye devam ederken gözlerimi araladım. Açık krem rengi yatak örtümün katlı yüzeyi gözlerime çarpınca kirpiklerimi birkaç kez kırptım. Dün gece... Dün gece bir şey olmuştu. Dün gece ben okuldan eve gelmemiştim. Ben başka bir yerdeydim. Dün gece arkadaşlarımla arabadaydım. Araç çok hızlıydı ve... "Alarmı kapat artık." Kapı ardına kadar açılınca teyzem ve elindeki mutfak havlusu aynı anda görüş açıma girdi. Teyzem elindeki mavi havluyla yastığımı işaret edince elimle telefonumu bulup ekranına bastım. "Biraz daha o saçma şeyi dinleseydim çıldıracaktım." Yanıt vermek için dudaklarımı aralayınca ne demek üzere olduğumu unuttum. Ne diyecektim? Biri müzik zevkime laf ettiğinde ne derdim? Hatırlayamadım. Kafamın içi kazan gibiydi. Sanki fazlaca hevesli birkaç kişi elindeki çomaklarla beynimi dürtüyorlardı. Bir şey vardı. Unuttuğum bir şey. Önemli gibiydi. Sanki ben önemli bir şeyi unutmuştum. "Tost yaptım ve seninkine iki katlı sucuk koydum." Elini beline yerleştirirken kendiyle gurur duyar gibi bir hali vardı. "Üstelik iki yanı da pişti," diye ekledi hemen. "Ama biraz daha yatarsan soğuk yiyeceksin." Elinin tersiyle gözlüğünü burun kemerine itti. "Neden yüzüme öyle bakıyorsun?" Yatakta doğrulurken bir yandan lastik tokamı arıyordum. "Nasıl bakıyorum?" Tokayı bulup saçlarımı ensemde topuz yaptım. "Dalgın. Sanırım." Sonrasında teyzem arkasını dönüp mutfağa gitti. "Gerçekten hemen gelmen gerekiyor," dedi sesi içeriden. Ayaklanırken bir an için dengemi kaybeder gibi oldum. Sonrasındaysa görüntüler gözümün önüne doluştu. Saniyeler içinde odamın soluk beyaz renkleri yerini siyah bir Passat ve içinde gülen çocuklara bıraktı. Müzik çalıyordu, bizimkiler gülüşüyordu. Araç son sürat hızla gecenin karanlığına doğru yol alıyordu. Sonra... Sonra araç birden durdu. Hayır, araç durmak zorunda kaldı. Çünkü... Bir ağrı şakaklarıma saplanınca komodine tutundum. Keyifsiz bir his midemde dolanırken telefonum tekrar ötmeye başladı. Yastığın altından çıkarıp yarı yarıya gören gözlerimle ekrana baktım. Burak mesaj atmıştı. Üşüttüm. Bugün okula gelmiyoruz. Mesajdan çıkıp onu aradığımda telesekreter konuştu. Aradığınız kişiye şu an ulaşılamıyor. Küfrederek odadan çıkarken telefonu yatağa fırlattım. "Kime sövüyorsun?" Tostunu kemirmeye başlayan teyzeme baktım. "Burak'a ve kız kardeşine. Çay koyayım mı?" Teyzem sevincini belli etmemeye çalışırken başını salladı. İkimize de çay koyup masaya oturdum. "Bu kez ne yaptılar?" Tabaktaki tostu iki kat peçeteyle sararken başımı kaldırmadım. "Burak'ı soruyorsan bir şey yapmadı. Hastalanmış sadece. Eliz'i ise bilmiyorum." Teyzem kumandaya uzanıp sabah haberlerini bağırarak anlatan spikerin sesini kıstı. "Bence ceza aldı. Burhan Kızılarslan sonunda oğluna ceza verebildi demek. Hayat sürprizlerle dolu." Neredeyse boğazıma kaçacak lokmayı öksürerek çıkarmaya çalıştım. "Neden ceza versinler ki?" Teyzem gözlüklerinin altından bana öyle bir baktı ki iştahım da sesimle beraber geldiği yöne doğru hızla kayboldu. "Senin de bir cezan olacak." Durup sakince beni inceledi. "Bizim zamanımızda çocuklar ailelerinin sözlerini dinlerdi. Yoğun olmam demek bana saygı duymayacağın anlamına gelmiyor Kar. Ben öyle insanı sıkboğaz eden kuralcı bir kadın değilim ama saygıyı da hak ediyorum. Büyüdüğünde beni anlarsın." Çaya uzanıp boğazımı yakan kocaman bir yudum aldım. "Neden ceza alacağım ki?" İnsanın teyzesi doktor olunca gen havuzunda biraz zekâ parıltısı bekliyordu tabii. "Bir partiye gidiyorsan hayır diyeceğimi bilsen bile bana haber vermek zorundasın." Islanmış sıcak peçeteyi tutan parmak uçlarım soğudu. Gözlerimi erimiş kaşarın domatese bulandığı kopmak üzere olan peçeteden ayıramadım. Sanki yine telefonumun alarmı çalıyordu ama bu kez alarm beynimde ötüyordu. Ben dün partiye mi gitmiştim? İyi de ben dün yolda değil miydim? Biz dün... "Üstelik eğer Selin bizi aramamış olsaydı..." Başımı kaldırdım. "Seni Selin mi aradı?" Teyzem başıyla onaylayıp tostundan bir ısırık daha aldı. Şimdi sözleri az önceki kadar net değildi. Lokmalarının arasında boğulup gidiyordu sanki. "Mezunlar partisine gitmek istiyorsan dört sene beklemen gerekecek. Ayrıca alkollü partiler hakkındaki düşüncelerimi de biliyorsun." Çayından bir yudum aldıktan sonra sandalyesinde geriye yaslandı. "Bana haber vermeliydin." Oysa benim aklım hala Selin'deydi. Başıma ağrılar saplanıyordu. Dün sınavdan çıktıktan sonra Eliz gelmişti. Mezunlar partisine gitmek için yola çıktığımızda ise... "Ahh!" Elimdeki tostu çay bardağımın üzerine düşürdüm. Bardak devrilip masa örtüsünü sarıya bularken gözlerimi kapatıp alnıma bastırmaya başladım. Beynim sanki gözlerimin tam arasından çıkacak gibiydi. Teyzemin sandalyesinin parke zeminde çekildiğini duydum. Bir an sonra ise kolları beni sarmalamıştı. "Ağrılar ne zaman başladı?" Sesi, ağrının şiddetini arttırır gibi kulaklarımı cırmaladı. Gözlerimi sımsıkı kapatıp başımı olabildiğince eğdiğimde teyzemin eli saçlarımı okşamaya başladı. "Ne zaman başladı?" dedi bu kez fısıldayarak. "D- dün galiba. Bilmiyorum." Teyzemin sıcaklığı bir anda üstümden gidince bu kez buz gibi bir soğuk geldi. Çenem titremeye başladığında gözlerimi aralamak istedim ama ağrı, asık suratlı bir gardiyan gibi tepemde dikilirken bunu yapamadım. Islak bir bez enseme değince irkilip gözlerimi açtım. Mutfak havlusunun ıslak ucuyla boynumu saran teyzeme bakmaya çalıştım. "İlacımı verir misin?" Teyzem mutfaktan ayrılıp antreye bağlanan geniş koridorda gözden kayboldu. Havluyu boynumda yumruk yapıp tutmaya çalışırken masadan azat olup dizime düşen çay damlalarına bakıyordum. Bir an sonra teyzem küçük beyaz hapı bana yutturup bir bardak suyu dudaklarıma dayadı. İlacı içtikten sonra hastanede yattığım zamanlardan öğrendiğim nefes egzersizlerini yapmaya başladım. Ben orada oturmuş sayarak nefes almaya çalışırken teyzem hiçbir şey demeden ve ekstra sesler çıkarmamaya özen göstererek masayı topladı. İşi bittiğinde ise örtüsü alınmış çıplak masada tam karşıma oturdu. "Daha iyi misin?" "Evet." Bir süre ikimiz de konuşmadık. Mutfak penceresini kaplayan jalûzilerden içeri sızan ışık masanın henüz temizlenmiş yüzeyine yansıyınca bir çocuk gibi toz zerreciklerinin aydınlık yüzeyin üzerinde uçuşmasını izliyordum. "Selin seni ne zaman aradı teyze?" Teyzem elini beyaz önlüğünün ön cebine daldırıp telefonunu çıkardı. Bir dakikalık bir aradan sonra konuştu. "Saat dokuzda aramış." Anlamaya çalışıyordum. "Neden seni aradı ki?" Teyzemin kahverengi gözlerinde minicik bir parıltı yanar gibi oldu. Hemen sonrasındaysa kayboldu. "Parti boyunca bir köşede oturup neredeyse hiç kalkmamışsın. En sonunda endişelenip beni aradı. Ki doğru da yaptı. Altı ay oldu Kar. Sadece altı ay. Travma sonrası stres bozukluğu öyle azımsanacak bir durum değil." Kemik çerçeveli gözlüğünü çıkarıp incecik parmaklarıyla burun kemiğine masaj yaptı. "Bak. Bunu sana ebeveynlik taslamak olarak görme. Gürültülü ortamlardan olabildiğince uzak durman gerekiyor. Belli başlı uyarıcılardan kaçınmak zorundasın. Travma budur Karaca. İnsanlar travma geçirdiklerinde senin gibi partilere gitmezler. İyileşmek için çabalarlar. En azından çabalaman gerek." Öyle çok utanmıştım ki utanç, somut bir nesne olsaydı kalbimden fırlayıp masaya konar, tam karşımda durur kocaman gözleriyle suratıma bakıp bir de üzerime tükürürdü. "Sorun şu ki ben partiye gitmek istemedim. Eliz..." Cümlenin sonuna doğru sözcüklerim havada asılı kaldı. Öyle ki kendilerine yaraşır bir yüklem bile bulamadan uçuşup kaybolmaya başladılar. Görüntüler gözlerimin önüne doluşunca masamız bir anda yerini Burak'ın siyah Passat'ına bıraktı. Ön koltuktaydım. Araç karanlık bomboş bir çevre yolunda ilerlerken Burak konuşuyordu. Bir eli siyah parlak derili direksiyonun üzerindeyken diğerini havada sallayarak bana bir şey anlatıyordu. Sanki... Sanki tartışıyorduk ama ne dediğini duyamıyordum. Çalan şarkının basları koltuğu hafifçe titretirken arkadakileri görmeye çalıştım ama görüntüler geldikleri hızla kayboldular. Şimdi yeniden gözlerim beni büyük bir dikkatle izleyen teyzemdeydi. "Ama gittiniz," dedi teyzem öfkeyle. "Üstelik arkadaşım dediğin o sümsüklerin hepsi de alkollüydü. Nasıl dönecektiniz çok merak ediyorum. Üstelik öyle bir gürültü vardı ki. Partiye ev sahipliği yapan dangalağı mezun etmeseler okuldan attırmak için elimden geleni yapardım. Ne aileler var." Şimdi beni bırakıp kendi kendine söylenmeye başlamıştı. Bir görüntü belirli belirsiz zihnime süzülürken aldığım nefes boğazımda durdu. Üzerimde siyah minicik bir elbise vardı. Salonun kenarlarına dizilmiş büyük berjerlerden birinde oturuyordum. Burak dansa kalkmam için ısrar ediyordu. Selin ve Ata ise sarmaş dolaş dans ediyorlardı. Görüntü bir anı gibiydi ama fazla silikti. Araba anısı kadar canlı değildi. Düşündüğümde arabanın içindeki kokuyu dahi alabiliyordum ama parti... Partiyi sanki kocaman bir televizyon ekranından izliyor gibiydim. Orada siyah elbise giyen kız bana tıpatıp benzeyen başkasıydı sanki. Ben değildim. Yoksa ben miydim? "Sen anlatana kadar partiyi hatırlamıyordum bile." Yerimden kalkarken ufacık sendeledim. Teyzem bu hareketimi fark edip kalkmaya davranınca elimle durdurdum. "O ışıklar ve müzik nasıl canıma okumuşsa her şeyi unutmuşum. Şimdi şimdi hatırlıyorum. Özür dilerim." Masanın çevresinden dolanıp teyzemin arkasında durdum. Kollarımı boynuna dolayıp başımı suçlu suçlu omzuna gömdüm. "Özür dilerim teyzelerin en güzeli. Daha dikkatli olmalıydım." Parmaklarıyla ellerimi birleştirdiğim noktayı okşadı teyzem. "Sen de diğer gençler kadar eğlenmeyi hak ediyorsun ama hassassın Karaca. Sen travmatik bir şey yaşadın. En azından toparlanana kadar daha sakin bir hayat sürmen gerek." Doğrulurken hala kendimi suçlu hissetmenin verdiği eziklikle konuşamadım. Teyzem bir ebeveyn olmak isteseydi evlenip çoluk çocuğa karışırdı ama o kariyerine odaklanmıştı. Öte yandan kız kardeşi ölünce ben başının belası olarak tüm hayatına çökmüştüm. Perihan Savunoğlu başarılı akademik kariyerinin basamaklarını üçer beşer tırmanırken bir anda kendini problemli bir ergenle bulmuştu. Ve kelimenin tam anlamıyla başına bela olmuştum. Önce aylarca hastanede bakıma muhtaç bir şekilde yatmış sonra da evde huzursuz bir yağmur bulutu gibi gezerek girdiğim her ortamı adeta karartmıştım. Tuttuğum nefesimi bırakırken bir an ben bile kendimden bıktım. "Belki bugün evde kalırsın. Biraz dinlenirsin. Kediciği kucağına alırsın ve Netflix izlersin." Kurduğu hayal onu bile heyecanlandırmıştı. Ayağa kalkıp sandalyesini masadaki yerine iterken, "Ona biraz yaş mama ver bütün gün karnını sevdirir, biliyorsun," dedi. Gülümsedim. Kedicik öyleydi. İhtiyatlı bir şekilde yaklaşırsam tüm gün dizimin üzerine yatıp gırlayabilirdi. Böylece ben de yeni bir diziye başlardım. Ama... Aklıma başka bir şey geldi. "Sokaktakileri beslesem olur mu?" Teyzem hayır demeye hazırlanırken yaptığı gibi burnunu bükünce hemen ekledim. "Sadece bizim sokağı. Ana caddedeki çöpe kadar gidip geleceğim." Teyzem bir an için düşünür gibi durdu. Dün nasıl ayvayı yemiş bir halde yakalandıysam kadın istese de bana güvenemiyordu. "Tamam. Arabadan mamayı alalım." Sevinçten topuklarım kıçımı dövmesin diye içimden bağırmaya çalıştım. Evde durmak, aslında kapalı herhangi bir yerde uzun süre bulunmak beni öyle bir basıyordu ki… Sanki görünmez eller ağzımdan çıkıp uçuverecekmiş gibi kaçan ruhumu boğazlayıp yerine geri itiyordu. Duşta bile çok zaman geçiremiyor, kapıyı hiç tam kapatmıyor, üşüye üşüye yıkanıp çıkıyordum. TSSB öyle adı gibi basit ve havalı bir şey değildi. Kalıcı izleri vardı. En az kazadan sonra kollarımla bacaklarımda oluşan ve asla gitmeyecek olan çizik izleri gibi. Gerçi teyzeme göre TSSB geçecekti. O ya da bu şekilde günün birinde, Karaca Yıldırım da diğer gençler gibi umursamadan takılabilecekti. O günün hayali, ruhumun içinde bir çiçek gibi açınca ağzım kulaklarıma vardı. "Gören de evde hapissin sanır," dedim teyzem ters ters portmantoya uzanıp haki yeşili trençkotunu alırken. "Öyle çıkma dışarı. Sen de giy." Saçlarımı ensemde gelişigüzel toplayıp askıdaki siyah polar hırkamı giydim. "Teyze?" Dış kapıyı açan zarif parmakları durdu. "Hım?" Aralık kalan kapıyı ardına kadar açıp dışarı çıktım. "Sence Buraklar gerçekten ceza aldılar mı?" Teyzem kapıyı kapatıp kilitlerken filmlerdeki kötücül karakterler gibi güldü. "Umarım almışlardır." "Ama hastayım dedi." Kaptan Amerika kalkanlı anahtarlığı avucuma bırakırken küçümser bir ifade gezindi olgun yüzünde. "Kar ben neden evlenmedim?" "Bilmem." Merdiveni inerken teyzem pehh gibi bir ses çıkardı. "Erkekler yalan söyler. Yani hepsi değil ama ben hep yalancı olanlara denk geldim." Anahtarla kilidi açıp bagajı kaldırdığında ona yetiştim. "İnsanlar, kız ya da erkek fark etmez yalan söyler." Teyzem yanıt vermedi. On beş kiloluk mama çuvalının ağzını açıp düz hale getirmekle meşguldü. Büyük plastik kabı çuvalın ağzına dayadım ve birlikte kabı doldurduk. "Beni iki saatte bir bilgilendireceksin. Haber alamadığım an arabaya atlayıp geleceğim. Eğer seni yine bir partiden toplayıp getirirsem... Yemin ederim hiç iyi olmaz Kar." Teyzem gözlerime öyle bir baktı ki değil partiye gitmek sokaktan bile ayrılmayacağım konusunda içimden yeminler ediyordum. Kimseyi bu denli korkutmaya hakkım yoktu. "Tamam, merak etme. İyi işler." Uzanıp yanağına bir öpücük kondurdum. Arabaya binip kapıyı çekerken bile ihtiyatlı gözleri hala üzerimdeydi. Dizel motorun çıkardığı gürültüler eşliğinde araç park edildiği yerden yola çıkarken arkasından el salladım. Teyzemin eski beyaz sedanı saniyeler içinde gözden kaybolunca kucağımdaki mama kabına sıkı sıkı sarıldım. İlk çöp konteynırı, evimizle Nurcihan teyzelerin evinin arasındaydı. Nur teyze de kedileri beslerdi ama bugün görünürlerde hiç mama yoktu. Eğilip bulabildiğim en temiz yere mamadan bir avuç dökerken pisilemeye başladım. Tonton ve eniği park halindeki bir motosikletin altından tembelce gerinerek çıktıklarında sırıttım. "Gelin hadi. Pisi pisi pisi." Birkaç saniye içinde üç kedi bıraktığım mamayı yemeye başladılar. Tıkır tıkır tatlı, insanın içine eşi benzeri olmayan bir tatmin duygusu veren o ses eşliğinde yürümeye devam ettim. Birkaç durak sonra trafik sesleri artmaya başladı, ana caddedeki insan kalabalığı yoğunlaştı. Caddenin köşesinde, refüje varmadan hemen önce eski bir inşaatın dibinde atıl halde bir yığın dururdu. O yığıntı altı aydır belediye tarafından kaldırılmamıştı ama bir yanım buna memnundu. Üst üste yığılan öteberiler sokaktaki hayvanlara derme çatma da olsa korunaklı yuva oluyordu. Kalan mamayı dökerken köpeklerin de bulup yiyebilmesi için dua ediyordum. "Güzel pijama." Elimdeki kap mama yığının üstüne düşüverdi. Ensemdeki tüm tüyler şaha kalkarken arkamı dönüp sesin sahibine baktım. O da bana baktı. "Sen beni mi takip ediyorsun?" Tıp fakültesi dekanlığında gördüğüm don atletin ta kendisiydi bu. Sanki karşımda bir aslan varmış gibi arkamı dönmeden yere eğilerek düşen mama kabını aldım. Karnımda boş bir şekilde tutarken gözlerini kırpmadan beni izleyen çocuğa bakıyordum. Simsiyah irisler önce bana sonra kucağımda tuttuğum mama kabına kaydı. Paçalarımda bir şey hareketlenince aşağı baktım. Bir kedi gövdesini baştan sona pijamama yaslayıp ardından bıraktığım mamaları yemeye gitti. "Birini takip etmek için," dedi yabancı gözleri bu kez yerdeki üç renkli kedideyken. "Onu daha önce de görmek gerekir. Ben seni ilk defa görüyorum." Utanç boğazımdan tırmanıp kulaklarıma ulaştı oradan da buhar olup havaya karıştı. Ben onu o gün görmüştüm, hatta Eliz cadısı sağ olsun onun hakkında bir makara bile çevirmiştik ama anlaşılan o bizi görmemişti bile. "Seni başka biri sandım," dedim yalanlayarak. Ardından omuzlarımı dikleştirdim. Olabilecek en saçma kombinimle tanımadığım biriyle salak saçma bir muhabbetin içindeydim. Güzel pijama mı, daha neler. Kedi figürlü rengi solmuş aptal pembe bir takım giyiyordum. Tek güzel şey göğüslerimi kapatan siyah polarımdı. Kıçım karpuz gibi ortada olsa da kendimi bir nebze güvende hissettim. Gerçi az önce eğilmiştim. Acaba arkadan nasıl görünüyordum? Evde boy aynasının karşısında çömelecek ve hasar tespiti yapacaktım. "Belediye o yığını toplayacak," dedi yabancı çenesiyle arkamdaki harabeyi işaret ederken. "Bugün evlere yazı dağıttılar. Seyyar bir minibüsçü park edip dizanterili köftelerinden satacakmış." Zihnimde dizanteri ve köfte pek hoş olmayan şekillerde birleşince yüzümü ekşittim. "Bilgilendirme için teşekkürler. Bize kimse kâğıt getirmedi." Kaşları yukarı kalkınca etrafıma kaçamak bir bakış attım. Hava buz gibiydi, sokakta ip atlayan inle cin dışında da kimse yoktu. Kedilerin mama tıkırtıları ve ana caddeden kulağa doluşan insan sesleri dışında yalnızdık. Üşümeyi bahane edip sıvışmaya hazırlanıyordum ki çocuk tekrar konuştu. "Bu sokakta oturan her eve kâğıt dağıtıldı." Gözlerimi kısarak yüzüne baktım. Sert yüz hatları olan tiplerdendi. Yumuşak, dairesel, onu sevimli gösterecek tek bir yanı yoktu. Ne yanağı ne de yusyuvarlak bir elmacık kemiği vardı. Sivri bir çene, uzun bir yüz, çıkık elmacık kemikleri ve içeri doğru gömülmüş bakışlarına karanlık bir gölge gibi düşen koyu göz çukurları vardı. Filmlerdeki elflere benziyordu. Legolas saçlarını siyaha boyatsa böyle bir herif olurdu. Ve bu tekinsiz tip evimin yerini öğrenmek istiyor gibiydi. Bu yüzden son derece zeki bir şekilde şöyle dedim. "Ben burada oturmuyorum." Yabancının kaşları inanmazlıkla tekrar kalkınca dediğim şeyi düşündüm. "Yani yakınlardayım ama bu sırada değilim." Elimle tam olarak evimin olduğu sırayı işaret ettim. Hava iyiden iyiye soğumaya başlamış, burun ucumda minik sular birikmişti. Hırkamın ucuyla burnumu silmemek için kendimle savaş vermem gerekti. "Ya demek burada oturmuyorsun." Evime doğru ağır adımlarla yürümeye başlayınca bana katıldı. "Sokaklarda böyle pijamayla gezmeyi seviyorsun o halde." Sözcüklere eklediği ima nedense beni sinir etti. "Evet, canım sıkıldığında böyle dışarı çıkıp gezerim. Hem seni neden ilgilendiriyor? Gerçekten konuşacak kimsen yok mu? Git birkaç cüce avla." Yüzüme öyle şapşalca baktı ki gözlerimi devirdim. Yaptığım elf-cüce esprisini anlayamadığı için keskin bir hayal kırıklığı üstüme çöküverdi. Birsen olsa anlardı, film zevklerimiz de diğer her şeyimiz gibi aynıydı. Gerçi herkes Yüzüklerin Efendisi'ni severdi, değil mi? Yabancı yanıt vermeyince başımı kaldırıp ona baktım. Telefonuyla oynuyordu. Bir an için durdu. Ne yapacağıma karar veremediğimden ben de durdum. "Sonra görüşürüz," dedi hızla. Başını ekrandan kaldırmamıştı. Bir şeye bakıyordu. Sanki az önce peşime takıldığını unutmuş gibi geldiği yöne doğru hızlı adımlarla yürümeye başladı. Arkasından şaşkınca baktığımı fark edince önüme dönüp boş kabı daha sıkı sararak adımlarımı hızlandırdım. Zihnim az önce yaşadığım aptal deneyimi çözmeye çalışırken çoktan evin önüne geldiğimi fark ettim. Anahtarı kilidin yuvasında çevirirken içeri doğru seslenmeye başladım. "Kedicik. Gel beraber uyuyalım." Polarımı girişe asıp mama kabını yere bırakırken içeri bakmayı sürdürdüm. Hareket yoktu, kedicik belli ki gelmeyecekti. Neredeyse günün üçte ikisinde yaptığı gibi bir yerlerde uyuyor olmalıydı. Odama doğru ayaklarımı sürüyerek gidip başucumdaki dezenfektanı avucuma sıktım. Sabah uyandığımda dağıttığım çarşaflara kendimi sırt üstü bırakırken aklımda teyzemle konuşurken gördüğüm belirli belirsiz gündüz düşleri vardı. Partiye dair tüm her şey silikti ve düşünmeye çalıştığımda beynime ağrılar giriyordu. Öte yandan… Aklım sokakta karşılaştığım yabancıya gittiğinde her şeyin netleştiğini fark ettim. Gözlerimin önünde yabancının yüzü belirince nedense kendimi daha huzurlu hissettim. Uyku, yorgun bedenimi kucaklayıp sarmalarken onu bir yerden tanıyıp tanımadığımı düşündüm. |
0% |