Yeni Üyelik
4.
Bölüm

Bölüm 4- Gerçeklik Algısı

@rgayeonel

PERDE 4

GERÇEKLİK ALGISI

Uyandığımda gecenin bir yarısıydı.

Bir an nerede olduğumu anlayamadım. Sonrasındaysa başucumdaki abajurun ışığına kaydı gözlerim. Evimdeydim. Başım ağrıyordu ama sebebini bilmiyordum. Kafam bulanıktı. Öyle yorgundum ki gözlerimi tekrar kapattım, uykuya dalarken simsiyah iki gözün beni izlediğini düşlüyordum. Sahiplerini bilmediğim iki gizemli simsiyah göz.

***

| Ertesi Gün |

Okulun yemekhanesindeydik.

Dün gece berbat rüyalar gördüğüm için uykumu alamamıştım. Bu yüzden dünya kaldığı yerden dönmeye devam ederken ben bir süredir tabıldotumdaki kırmızı elmayla bakışıyordum. Diğerleri ise önlerindeki yemeklere dokunmamışlardı bile. Benim zorumla üniversitenin merkezi yemekhanesine gelmiştik, herkes mutsuzdu. Eliz, et kokusundan hoşlanmadığıyla ilgili mırıldanırken daha fazla dayanamayıp gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum.

"Atmosferimiz değişsin diye geldik tamam hadi kalkalım benim de iştahım yok zaten," dedim pes ederek. Çantamı sandalyemin sırtından alıp ayağa kalktığımda Burak dibimde bitiverdi. "İstersen biz biraz gezelim," dedi fısıldayarak eğildiğinde. Başımla onaylarken beni dikkatli bir sincap gibi izleyen Eliz'e yakalandım.

"N'oldu satışta mıyız?"

Yanıt vermek için ağzımı açacakken şunlar oldu. Biri Burak'a fena çarptı. Öyle ki ben bile sarsıntıdan kalçamı masaya gümledim.

"Lan," dedi Burak kimliği belirsiz yabancıya dönerken. Eliz sandalyesinde arkaya kaykılıp kardeşine çarpan çocuğa baktı. Sonra elimi tutup kendisine çekti.

"Bu şu çocuk. Fakültenin önünde sigara içen." Çocuğa bakarken içimi sıcak bir his kapladı. Sanki... Sanki onu tanıyormuşum gibi ve ben daha dengemi sağlayıp onlara dönemeden Eliz ayağa kalktı.

"Kusura bakma seni görmedim," dedi yabancı. Burak çocuğa dik dik bakmaya devam ederken eliyle ceketinin eteklerindeki hayali tozları silkeledi.

"Çorbaya girdim sağ ol."

Çocuğun ifadesi sertleşir gibi oldu sanki. "Görmedim seni tekrar mı diyeyim?"

Burak'ın ceketinin üzerindeki parmakları durunca masanın karşısındaki Ata'yla göz göze geldik. "Tekrar desene bi. Anlamadım ben." Burak diklenerek çocuğa yürümeye başladığında Eliz neredeyse sekerek yanımdan geçip çocuğun karşısına dikildi.

"Kusura bakma kardeşim bugün solundan kalktı. Çatacak yer arıyor, seninle bir alakası yok." Burak, Eliz'e uzun sarı saçlarını bir eline geçirse yolacakmış gibi bakınca omzuna dokundum. "Kar, Burak'ı götürsene sen." Omzunun üzerinden bana baktığında gözleri parlıyordu. Anlaşılan yabancı çocukla yalnız kalmaya çalışıyordu. Eliz, Elizlik yapıyordu işte.

Burak'ı tutup neredeyse sürükleyerek merdivenlere götürmeye çalıştığımda Eliz'in arkamdan şöyle dediğini duyabilmiştim. "Ben Eliz bu arada," dedi arkadaşım takındığı en sevimli ses tonuyla.

İnsan selini geçip döner kapıdan çıktığımızda Burak kolunu silkeleyerek tutuşumdan sıyrıldı. "Eliz'in kıçını yıkamayı bırakman gerek Karaca. Elin herifi bana çarpıyor kız kardeşim gidip herifin ağzına düşüyor." Eliyle çenesindeki yeni tıraş ettiği sakalları kaşıdı.

"Babamdan oluyor ama. O şımartıyor."

Sonra sanki beni daha o an fark etmiş gibi yüzüme baktı. "Bir daha Eliz'in saçma salak işlerini yapma. Ya o ya ben durumu olursa beni seç sen."

Öfkeli görüntüsünün altındaki kırılmışlığı sezinleyince bir parça suçlu hissettim. Daha tam olarak bir adı yoktu ama ikimiz de flört benzeri bir şeyi paylaştığımızı biliyorduk. Yine de… Nedense kendimi tam anlamıyla ona çekilirken bulmuyordum.

"Burak hadi gel hava alalım."

Birlikte yemekhanenin tam karşısındaki banklara yürüdük. Çantamı çıkarıp bankın bir ucuna iterek bize yer açtım. Burak aramızda az da olsa mesafe olacak şekilde hemen yanıma oturdu. Dalgın dalgın önümüzdeki merdivene ve onlardan inen öğrencilere bakıyordu. "Hayatım hiç yolunda gitmiyor," dedi uzun bir sessizlikten sonra.

Onun yaptığı gibi öne eğilip elimi dizinin üzerine koydum. Burak hafifçe bacağını çekip benden uzaklaştı. "Ailem, okul... Boka sardı her şey."

"Okulu kafana takmıyorsun sanıyordum."

Başını hafifçe yan çevirip kısacık bir an için bana baktı. Ardından gözlerini tekrar basamaklara dikti.

"Orası öyle ama ailem... Kafayı yedirtirler insana. Babam bir haftadır delirmiş gibi davranıyor. Evde ağzıma sıçıyor. Ne bok yedim de bu kadar kızdırdım bilmiyorum. Boyuna okulla ilgili laflar ediyor. Sanki bugüne kadar okulda çok başarılıymışım gibi. Adam andropoza mı girdi nedir, acısını benden çıkarıyor sanki. Bunaldım artık. Arabamı bu sabah satmış başka bir araba verdi. Bana sormadan." Elleriyle başının iki yanını tutup sessizce küfretti. Şimdi çimlere bakıyordu ya da gözleri kapalıydı bilmiyordum.

"Senle de her şey boka sarmak üzere."

Şaşırarak, "O neden?" diye sordum. Soruma yanıt beklerken ellerimi kucağımda birleştirip duruşumu düzelttim.

"Ne diyorsun Burak?"

Burak, başını ellerinin arasından çekip bankta yan döndü. "Yalan mı? Hala benden kaçıyorsun. Amacın ne?"

Beynimin içi uğulduyor gibi gelmişti. Çevremde koşturup gülen insanların sesleri bir perde ardına gizlendi sanki.

"Ne amacı? Neyden bahsediyorsun?"

Mavi gözlerinin üzerindeki kumral kaşları çatılmıştı. Yüzünde hayli sıkıntılı bir ifadeyle, "Bu temiz kız ayaklarından ciddi sıkılmaya başladım. Bari bir ilişkim olsaydı da o düzenli devam etseydi diyorum," deyiverdi.

Temiz kız ayakları mı?

Burak, elimi bile tutmaya çalışmamıştı. Birbirimize hediye almamıştık, bizim Eliz'in ya da diğerlerinin dâhil olmadığı uzun anılarımız bile yoktu. Bir kafeye yalnız başımıza gitmemiş, ikimiz üzerine iki dakikadan uzun sürecek şekilde konuşmamıştık. Burak benim burcumu bile bilmiyordu!

Burak, arkamdan seslenirken adımlarımı hızlandırıp oradan toz olup uçmak istedim. Amaçsız yürüyüşlerle geçen dakikalar sonra mühendislerin merkezi derslik binasının üstü kapalı girişindeydim. Sırtımı kırmızı beyaz eski duvara yaslayıp gökyüzüne bakarken nefesimi düzene sokmaya çalıştım.

Temiz kız ayağı demişti. Benden beklentisi neydi ki? Beni hiç mi tanımamıştı? Beni ne zannediyordu?!

Öfkeden filizlenen gözyaşları gözlerime dolup görüşümü bulanıklaştırınca kirpiklerimi birkaç kez kırptım. Kendimi aşağılanmış hissediyordum. Bir erkek yüzünden gözyaşı döken kimseyi kınamamıştım ama işte buradaydım, benim de başıma geliyordu. Resmen ağzıma sıçılmıştı, belki de haberim yokken birini kınamıştım bilmiyordum.

Ceketimin cebinde telefonum titriyordu, bileğimi çevirip bakınca Eliz'in adını gördüm ama açmayacaktım. Kızılarslan ailesinin hiçbir ferdi ile şu an konuşmak istemiyordum.

Bu konuyu nasıl böyle açabilmişti? Kafayı mı yemişti?! Ben... Dışarıdan nasıl görünüyordum? Ne sanmıştı beni? Temizin zıddı neydi, kirli mi?

Başımı eğip mühendislik öğrencilerinin yanımdan geçip gittiği kaldırımlara oturdum. Taş buz gibiydi, popom değer değmez içim ürperdi ama sorun değildi. Şu an başımı da taşlara vurmak istiyordum zaten.

"Selam."

Omzumun üzerinden sesin geldiği yöne baktım. Önce fakültede, sonra evimin olduğu sokakta pijamalı halde kedi beslerken en son da yaklaşık kırk dakika önce yemekhanede gördüğüm çocuktu bu. Ona bakınca zihnime yine o sıcacık his doldu. Sanki onu başka bir yerde daha görmüştüm ama şimdi… Yüzüne dikkatle bakınca aklımdaki fantastik düşünceler buhar olup uçtu. Uydurmanın ya da kafayı yemenin sırası değildi.

"Selam," dedim yarım ağızla sonra önüme dönüp kendime acımaya devam ettim.

Yabancı çimlere basıp yanıma gelerek kaldırıma oturdu. Hemen yanıma kurulduğu için dikkatimi çekmiş olsa da hala kendime acımakla meşguldüm.

"Pijamalı daha sevimliydin. Böyle biraz... Suratsızsın."

Kaşlarımı çatarak yüzümü ona çevirdim.

"Teşekkür ederim." Çocuk gülümserken tekrar önüme döndüm.

"Bir sorun yok değil mi?" Tavanda tüneyen kumrulara bakıyordum.

"Sorun var ama çözümsüz bir şey değil. Yani belki de sorun bile sayılmaz." Gözlerim tavanda oynaşan kuşlardan yanımdaki çocuğa kaydı. Simsiyah saçları tıpkı geçenki gibi dağınıktı. Erkekler saçlarını bilerek böyle dağıtıp sonra da adına bakımlı olmak diyorlardı.

"İlla birine anlatmak istersem bu tanıdığım biri olur. Alınma lütfen."

Çocuk yerdeki otlardan bir parça kopardı. "Alınmadım." Yüzüme bakmıyordu ama ben onu inceliyordum. "Bugün kafeteryadaki olay hakkında... Burak kötü biri değildir sadece fevri işte. Kusuruna bakma. Eliz'le tanıştınız zaten. Onlar kardeş."

Çocuk başını sallarken yerden biraz daha çimen kopardı. "Evet. Eliz bahsetti. Gerçekten erkek arkadaşın mı?" Bu kez yerde dalgın dalgın gezinen gözlerini gözlerime çevirmişti.

Simsiyah iki iris. Tıpkı rüyalarımdaki gibi.

"Ya neyse beni ilgilendirmiyor," dedi birden. O tuhaf his hala buradaydı. Hem tanıdık hem yabancı geliyordu şimdi bana. "Hayır erkek arkadaşım değil," dedim robotik bir sesle. Ardından ayağa kalkıp kotumun arkasındaki tozları temizledim.

O da ayaklandı.

"Pek öyle tiplerle çıkacak bir kıza benzemiyorsun zaten."

Suratımın şekilden şekle girdiğine yemin edebilirdim çünkü çocuk hemen şöyle dedi. "Kusura bakma. Onu yermek için demedim. Her neyse derse gitmem gerekiyor." Ben hala anlamaz bir ifadeyle yüzüne bakarken ekledi. "Görüşürüz." Sonrasında yarım yamalak bir el sallayıp kaldırımın üzerindeki çimlere atladı. Hızlı adımlarla merkezi dersliğin yanındaki yola saparken gözden kayboldu.

Bu da neydi ki şimdi?

***

| Aynı Gün Öğleden Sonra |

Falcıdaydık.

Yani hayat esprili yönünü göstermekten hiç geri kalmıyordu.

Aniden sapıtan Burak'ın psikolojimi mahvettiği öğleden sonra Eliz'in telefonlarını nihayet açmıştım. Sonra yanıma gelmişti ve ben yavru bir hipopotam gibi hüngür sümük ağlayarak ona erkek kardeşini kınamıştım.

Eliz de bana iyi gelecek bir fikri olduğuna yemin etmişti. İşte gelmiştik. Bana iyi gelecek fikir, üniversitenin karşısındaki kahve falcısından başkası değildi tabii.

Eliz, sigara içtiği için dışarıda oturuyorduk. Kıçım soğuğun her derecesiyle donarken şikâyet etmemeye çalışarak kahvemi yudumluyordum. Ağladığım için durmak bilmeyen sümüğüm adeta yer çekimine meydan okur gibi burnumun ucunda duruyor, sildikçe gitmiyordu.

"Öyle üzgün duruyorsun ki seni öpesim geldi," dedi Eliz yüzüme bakarken alt dudağını bükerek. "Ah canım Kar! Erkekler diyarına hoş geldin. Kardeşim bile olsa hepsi dangalak. Hepsi korkunç." Sigarasını söndürüp bekletilmekten buz gibi olan kahvesini içti. Ardından yüzünü ekşitti. "Keşke şekerli alsaydım."

Ona bakıyordum ama aklım hala kardeşindeydi. O herif o sözle neyi kastetmişti?

"Falcının adı Okan. Makinede son sınıfmış. Kızların dediğine göre duru gözü mü iç gözü mü ne varmış. Bir şeyleri bilebiliyormuş." Başımı kaldırıp üzgün üzgün yüzüne baktım.

"İkisi farklı şeyler Eliz."

Eliz önemi yok dercesine eliyle havayı dövdü. "Fazladan bir göz işte. Her neyse." Kastedilen şeyin fazladan bir göz olmadığını biliyordum ama konuşup derdimi anlatacak mecalim olmadığı için çenemi kapattım.

Eliz kahvesini kafasına dikip tabağını boş bardağın üzerine koydu. Bilmediğim saçma sözleri art arda sıralarken de gözlerini kapatmıştı. Tekrar açtığında ise deniz mavisi irislerinde heyecanın binbir çeşidi halaya durmuş gibiydi. "Sen de yap," diye buyurdu gözleriyle önümdeki kahveyi işaret ederken. Dediğini yaptım.

Gözlerim masamızın hemen yanındaki siyah bir Passat'a takılınca içimden gelen ortalığa bağırma isteğini zar zor bastırdım. Bir süre o arabayı görmek istemiyordum.

"Ee, şimdi ne yapacağız?"

Eliz manikürlü işaret parmağıyla bardağın arkasına dokundu. "Soğuyacak falan. Asıl bombayı anlatmadım." Şimdi yüzüme beklentiyle bakıyordu. Hiç ilgimi çekmese de sordum. "Asıl bomba ne?"

"Heh işte!" Ellerini neşeli bir çocuk gibi çırpıp paketinden bir sigara daha aldı. "Bugünkü çocuk. Hani Burak'a çarpan. Onunla sohbet ettik."

"Yaa," demişim sadece. Çocukla ben de sohbet etmiştim ama ona bunu söylemedim.

"Adı neymiş?"

Eliz yüzüme öyle mutlu baktı ki az önce söylediğim cümleyi aklımdan yeniden geçirmem gerekti. "Sonunda dünyevi şeylerle ilgilenmen çok hoş." Sonra sigarasını yaktı. "Adını söylemedi. O kadar vaktimiz olmadı. Ben de ona geçen tıp fakültesinde onu gördüğümü söyledim. Sonra instagram hesabımı verdim. Bence bugün beni ekler ve adını öğreniriz."

"E cep numaranı versen daha kolay olmaz mıydı?"

Cıks diye bir ses çıkardı dumanı suratımın tam ortasına üflemeden önce. "Olmazdı çünkü adımı söylediğimde bana kendini tanıtmadı. Biraz yabani bir tip. Yabani tipleri severissss."

Yabani tipleri sevmezdim.

Kimseyi sevmezdim.

Tüm erkeklerden nefret ediyordum.

Eliz, garsona seslenirken gözlerimi önümdeki ters dönmüş fincandan ayırmadım. Garson yanında bir adamla masaya yanaştığında ise onlara baktım. "Masa 2'den sonra 3'e geçeceksiniz Okan Bey," dedi benim yaşlarımdaki çocuk. Ardından falcıyı masamızda bırakıp kasa tarafına doğru giderek gözden kayboldu.

"Hoş geldiniz," dedi falcı. Eliz, adamı okuldan buraya gelene kadar anlatıp durduğu için onu bayağı iyi tanıyor gibiydim. Yine de adam alışılagelmiş tiplerden değildi. İki kulağında da abartılı derecede parlayan taşlı küpelerine inanılmaz tezatlıkta resmi siyah bir takım elbise giymişti falcı Okan. Saçları ellili senelerdeki gibi permalı gibi kabartılmıştı. Dudaklarında ise hafif bir parlatıcı vardı.

"Hoş bulduk," dedi Eliz. Ben de benzer şeyler mırıldanırken adam yan masadan bir sandalye çekip Eliz'le tam aramıza oturdu. "Hanginizinkine bakayım?" Ben, Eliz kendi fincanını adamın gözüne sokar diye beklerken arkadaşım şöyle dedi. "Karaca'nınkine bakalım lütfen." Eliyle önümde duran ters dönmüş mavi nazar boncuklu fincanı işaret etti. Adam uzanıp fincanı alırken gözlerimi ayırıp Eliz'e baktım.

"Dileğini diledin mi?"

"Hayır, hemen diliyorum." Gözlerimi kapatıp hep dilediğim tek dileğimi sessizce söyledim. Tekrar açtığımda adam çoktan fincanı kaldırıp içine bakmaya başlamıştı.

"İçin kararmış," dedi kaşlarını çatarken. Ya hep öyle derlerdi zaten. İğneleyici bir şey söylemek için dudaklarımı aralayınca Eliz botunun sivri ucuyla bacağıma vurdu. Canım yanarken öldürücü gözlerle ona baktım.

"Ama çözüm basit görünüyor. Biraz uyusan sorunlarla daha kolay başa çıkarsın." Yani iç kararmasının çözümü bilimsel olarak dinlenmekti zaten. Ruh yeterince dinlenirse bünye güçlenirdi ama tabii ki fazla bilmiş çenemi kapalı tuttum.

"Biriyle tanışacaksın."

Fincan hala elindeyken falcı durup bana göz kırptı. Eliz ile göz göze geldik.

"Yani bilemedim şimdi. Hayatımda biri yok aslında. Biri var da yok gibi…" Adam, "Hımm," dedi sadece sonrasında fincanı biraz daha çevirip ekledi.

"Onunla yolun ayrılacak. Başka biri var. Yakışıklı ama yaralı biri bu. Hatta belki de çoktan tanıştın bilmiyorum." Eliz'in soran delici bakışlarını alnımda hissedebildiğimden başımı kaldırıp ona bakmadım.

"Başkası yok. Dediğim gibi şu anda da zaten biri yok, gitti o. Sapım ben."

Falcı bacak bacak üstüne attı. "O oğlanla yolun çok yakında kesilecek. Birbirinize uymuyorsunuz zaten." Sonrasında gelecekle ilgili birkaç saçma sapan daha şey ekledi. Çok ünlü olacakmışım, yirmi beşimde evlenecekmişim gibi ütopik şeyler. Sonrasında fal seansım nihayet bitti ve adam, sonraki on beş dakikayı Eliz'in fincanındaki birbirinden yakışıklı bir sürü oğlan hakkında konuşarak geçirdi.

Onlar eğlenirken ben öfkeyle karışık üzüntümün içinde boğuluyordum. Fal iyi falan gelmemişti. Hatta büsbütün tüm sinirlerimi zıplatmıştı. Bunlara inanan insanları da tekmelemek istiyordum.

Günün sonunda cebimizden kişi başı altı yüz liramız gitmiş halde kafeden çıktık. Eliz kafenin kapılarının önünde durup batmakta olan güneşe bakarken, "İyi geldi ha," dedi. Ardından gözlerini kapatıp derin bir nefes alarak huzurlu bir şekilde sırıttı. Onun aksine ben somurtarak, "Evet, baya iyi geldi," diye mırıldandım.

Bir saat önce kafamı kırmak istiyordum şu an ise kafamı kırmakla uğraşmayıp kendimi boğmayı hayal ediyordum. İlerleme vardı.

"Okiy beni baya aydınlattı. Tekin ile belki yeniden beraber oluruz. Onu tarif etti sanki."

"Okiy?"

"Okan işte." Ne ara falcıya Okiy demeye başladığını sormayacaktım. Birlikte yokuş aşağı yürümeye başladığımızda ona döndüm. "Uzun birini tarif etmemiş miydi?"

"Evet.

"E Eliz, Tekin taş çatlasa 1.70 boyunda."

Eliz yan yan bana baktı. "Uzak doğudaki tüm erkeklerden uzun işte," derken gülmeye başladı. Kolunu omzuma dolarken başını geriye attı. "Belki şu yeni çocuğu demiştir. Siyah atlı prens olanı. Saçları gözleri kara ama teni beyaz olan var ya." Kimden bahsettiğini biliyordum.

"Beni eve bırakır mısın? Teyzem endişeden doğuruyordur şimdi."

"Sorman hata." Caddenin aşağısına kadar yürüyüp berbat park ettiği arabasına vardık. "Seninle buluşacağız diye Burak arabayı bana verdi. Öküz möküz ama işe yaradığı da oluyor." Burak'ın adı geçince içimdeki üzüntü yeniden kontrolü ele aldı. Hala bana söylediği temiz kız ayağı lafını sindirilebilmiş değildim.

Eliz, kilidi açıp sürücü koltuğuna geçerken dolan gözlerimi görmesin diye kirpiklerimi art arda kırparak yaşları kovaladım. Sinirlendiğimde ağlamaktan nefret ediyordum.

"Başım ağrıyor müziği açmasan olur mu?"

Eliz'in neredeyse tuşa basacak olan parmağı havada durup direksiyona yöneldi. "Sen gözlerini kapatıp dinlen. Ben geldiğimizde haber veririm." Saçma sapan koca gün içerisinde tek rahat hissedebildiğim ana kavuşmuştum. Araba çalışmaya başladığında gözlerimi kapatıp başımı cama yasladım.

Uyandığımda ilk fark ettiğim şey alnımın buz gibi camda oluşuydu. Gözlerimi açıp koltukta gerinirken direksiyondaki Eliz'e döndüm. İki eli direksiyondaydı ve sanki transtaymış gibi doğrudan karşıya bakıyordu. Baktığı yeri takip edince nerede olduğumuzu anlayamadım. Araç duruyordu ama benim evimle alakası olmayan bir yerdeydik. Çevreyolundaydık. Bir tane bile ışık yoktu. Sadece arabamızın farı önümüzdeki birkaç metreyi aydınlatıyordu hepsi o.

"Eliz?"

Elimle donmuş gibi duran arkadaşımın omzuna dokundum. Yanıt gelmeyince bu kez biraz sertçe sarstım.

"Eliz? Sorun ne? Neden durduk?"

Bir dağ ile uçurumun hemen arasındaki çift şeritli bir yoldaydık. Yolun tam ortasında duruyor olmasak sıkıntı yoktu ama hava kararmıştı, arkadan birinin bize gelip vurması işten bile değildi.

"Eliz? Şaka vakti mi şimdi Allah aşkına! Biri gelip vuracak." Ama Eliz kıpırdamadı.

Uzanıp dikiz aynasının üstündeki ışığa bastım. Arkadaşım gözüne giren ışığa rağmen kirpiğini dahi kırpmadı. Parmaklarımı tam önünde şaklattığımda ise iç geçirdi.

"Tövbe estağfurullah."

Kemerimi çıkarıp bedenini bana bakmak için çevirmeye çalıştım ama faydasızdı. "Allah aşkına korkuyorum. Bir tepki ver kızım."

"Burasıydı," dedi Eliz. Aklı başındaki her Türk genci gibi korku filmlerinden ödüm kopardı. Şimdi burada Eliz dışarı bakıp burasıydı burasıydı diye tekrarlarken imdb 9.8 film izliyor gibiydim. İçimden Nas suresini okumaya başlarken cep telefonumu çıkardım.

Eliz beni ya da herhangi bir şeyi duymuyor gibiydi bu yüzden yapabileceğim en mantıklı şeyi yapmaya karar verdim. Burak'ı aramaktı bu.

Telefon çaldı, çaldı tam ben Felak suresine geçmiştim ki Burak telefonu açtı. Sevinçten neredeyse bağırarak, "Burak," dedim. "Allah'a şükür açtın!"

Öyle gürültülü bir yerdeydi ki beni duyup duymadığından bir an için emin olamadım. Müzik seslerini ayırt dahi edemiyordum. Neredeydi bu çocuk?

"Noldu Kar? Açmayacağım diye mi endişelendin?" Kelimeler ağzında yuvarlanıyordu. Olamaz sarhoştu!

"Hayır. Bak..."

"Çeneni hiç yorma Karaca. Ben bugün anladım. Seni de anladım bizi de anladım. Şimdi izin verirsen işlerim var."

Ağzım açık donakaldım. "Hayır, ben başka bir şe..." Telefon kapandı. Sinirimden telefonu havuzlu araba paspasına atıp üstünde tepinmek istedim. "Geri zekâlı! Geri zekâlı!"

"Onlar da buradaydı," dedi Eliz birden. Telefonu terleyen avuç içimde çevirip Eliz'in omzuna dokundum. "Evet canım evet onlar da buradaydı. Onlar kimse artık. İnşallah gelmezler." Önce Selin'i aradım sonra Ata'yı, ikisi de açmadı. "Ya ben ne yapacağım şimdi?" Koltuğumda yaslanıp arabanın tavanına baktım.

"Onlar da buradaydı."

Kim buradaydı bir anlayabilseydim keşke.

"Kar?"

"Hım?" Eliz şimdi bana dönmüştü. Direksiyondaki elleri yavaşça iki yana düştü. Yüzü öyle solgun görünüyordu ki sebebinin tam tepesinden vuran aynanın sarı ışığı mı yoksa kendi cildinin birden renginin atması mı olduğuna karar veremedim.

"Midem bulanıyor. O keki keşke yemeseydim."

Uzanıp yanaklarındaki sarı ipek gibi saçlarını geriye attım.

"Eliz ne keki? Sen bir şey yemedin ki." Böyle zamanlarda ambulans mı aranırdı? Bu acil bir durum sayılıyor muydu? "Eliz arabayı ben kullanayım. Ne dersin? Şu yoldan çıkıp bana gidelim. Olur mu canım?" Elimin içiyle yanaklarını tuttum. "Ben süreyim sen iyi değilsin."

"Keşke o keki yemeseydik."

"Evet evet haklısın hadi kalk."

Emniyet kemerini çözüp kendi tarafıma geçerek kapıyı açıp dışarı çıktım. Aracın önünden dolanırken Eliz'i bıraktığım halde artık orada olmayan bana bakıp konuşurken gördüm. "Tövbe tövbe." Sürücü kapısını açıp arkadaşımı çıkarmaya çalıştım. "Hadi canım hadi." Eliz ufacık bir çocuk gibi direnmeden arabadan çıktı. Koluna girerek arabanın etrafından dolaşıp onu yolcu tarafına getirdim. Kapıyı açtığım sırada kolumdan ayrılıp öğürmeye başladı.

Öğürdü, öğürdü en sonunda da kustu.

Bir eliyle kapıya tutunuyor diğeriyle saçını tutarak ağlaya ağlaya kusuyordu Eliz. "Tamam ben ambulansı arıyorum." Telefonu cebimden çıkarıp arkamı dönemeden elime yapıştı. "Sakın! Sakın arama."

Yanına eğildim. "Eliz neden?"

Yüzü gözü yaş içindeydi. Rimeli neredeyse çenesine kadar akmıştı. Berbat haldeydi. "İyi bir yanıtın yoksa eh arıyorum." Bir kez daha elime yapıştı. Tırnakları neredeyse tenimi delerken canım yandı.

"Bizi hapse atarlar Kar sakın arama."

Doğru duyup duymadığımdan emin olamadım.

"Bizi neden hapse atsınlar?"

Eliz tekrar ağlamaya başlayınca elim ayağım birbirine dolaştı. "Eliz araca bin de gidelim. N'olur bak. Kurda kuşa yem olacağız." Hava öyle soğuktu ki yel ceketimin yakasından içeri girip göğüslerimi donduruyordu. "Hadi gidelim!" Ama Eliz beni duymuyordu.

Ağlama krizine mola verip başını kaldırdığında gözleri arabanın farlarının aydınlattığı asfalttaydı. "Oradaydı," dedi elini ağır ağır kaldırıp karanlıkta bir yerleri işaret ederken. "Biz onu öldürdük."

"Ne?"

Başını salladı. Şimdi başını sağa sola sallarken burnundan akan ip şeklindeki sümüğü titriyordu. "Bir adam vardı. Ona çarptık. Sonra... Sonra onu uçurumdan attık. Korkunçtu. Bizi hapse atacaklar. Hapiste çürüyeceğim."

Başıma ansızın bir ağrı saplanınca dengemi yitirip kaputa tutundum. Eliz'in ne dediği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Ne zaman birine çarptıklarını da bana söyleyen olmamıştı. Çoğul konuşmuştu. Ooof! Başım kaynıyordu.

Bir anı hızla gözlerimin önüne doluştu.

Yoldaydık. Müzik son sesti. Araç hızla karanlık yolda ilerliyordu, ileride de bir... Biri vardı. Burak, hızlanıyordu. Ben… Bağırıyordum.

Gözlerimi sımsıkı kapatıp aptal düşten kurtulduğumda Eliz, "Bu işten sıyrılamayacağız," dedi. Kendi kendine hıçkırırken de konuşmaya devam etti. "Hapse atacaklar bizi." Şimdi tamamen delirmişti işte. Bir rüya görmüştü belki. İnsanlar aynı rüyayı görebilir miydi bilmiyordum ama belli ki Eliz gerçekten iyi değildi. Uğruna bir servet akıttığı manikürlü tırnaklarıyla asfaltı çiziyordu.

"Sen de hapse gireceksin. Hepimiz gibi."

Gözlerindeki acı konuşma yetimi yitirmeme sebep oldu. Eliz neyden bahsediyordu bilmiyordum ama söylediği şeylerin gerçekliğine inancı tamdı. Gerçekten de inanıyordu.

Orada yerde çömelmiş çılgınlar gibi ağlayan arkadaşıma bakarken gözüme yaklaşan bir aracın farı vurdu. Elimi kaldırıp gözlerime siper ederken araç yavaşlamaya başladı. Aramızda sadece birkaç metre kalınca ise hemen arkamızda durdu.

Siyah Chevrolet farlarını kapatırken kalbim neredeyse ağzımda atıyordu. Eğer gelen kötü niyetli biriyse polisin yolda olduğu yalanını yumurtlayacaktım. İyiden iyiye kendimi buna hazırlamaya başladım.

Ön kapı açılınca tutunduğum kaputtan uzaklaştım.

Gelen öyle saçma biriydi ki bir an için net göremediğimi düşündüm. Ardından çocuk elini kaldırdı.

"Selam. Aa ağlayan pijamalı kız."

Arabamızı geçip eğilerek ağlayan Eliz'e baktı.

"O Eliz değil mi?"

Bir tiyatro sahnesi izler gibi hareketlerini izledim. Bu kadar tesadüf saçmaydı. Gerçek hayatta böyle üst üste tesadüfler olmazdı. Yabancı, Eliz'e bakmak için kaputa yaklaşınca önüne dikildim.

"Senin burada ne işin var?"

"Sizin burada ne işiniz var?" Gözlerimi kıstım. "Eve gidiyorduk arkadaşım rahatsızlandı. Sıra sende?"

Don atlet sıkılgan bir tavırla ensesindeki saçları karıştırdı. Gözleri kendi arabasına dönerken, "Ben de eve gidiyordum. Şehir içi trafiği berbat o yüzden çevre yolundan gidiyorum," dedi.

Şimdi ikimiz de diğerini inceliyorduk.

Ona güvenmiyordum ama bu ıssız yerde yanımızda bir erkek olduğu için de memnundum. Kahrolsun ata erkil sistem!

"Biz onu öldürdük," dedi Eliz çömeldiği yerde yeni bir ağlama krizine girerken. Yabancının kaşları şaşkınlıkla kalkınca yanağımın içini ısırdım. "İyi değil. Saçmalıyor. Biraz içti de."

Şimdi yine susmuştuk. Hala onu inceliyordum. İçgüdülerim ona güvenip güvenmemek arasında gidip geliyordu ama düşününce birkaç tesadüf dışında zararlı bir hareketini de görmediğimi fark ettim.

"Bence arabanızı kilitleyelim. Anahtarı alın ben bir çekici çağırayım sonra da sizi eve bırakayım." Omzumun üzerinde yerde dövünen Eliz'e baktım. Tekrar yabancıya döndüğümde simsiyah gözleri üzerimdeydi. "Şöyle yapalım. Ben Eliz'le eve gideyim sen de... Sen de yoluna git işte."

Çocuğun gözleri Eliz'e kaydı. "Emin misin?"

"Yüzde yüz," dedim Eliz'e yaklaşıp yere eğilirken. "Canım hadi kalk. Arabaya binelim. Teyzem seninle ilgilenir." Eliz'e destek olup koltuğuna oturttum, üstünden uzanıp emniyet kemerini takıp kapısını kapattım. Kendi tarafıma geçerken oğlanın bakışlarını hala üzerimde hissedebiliyordum. Ben kapıyı açarken o da arkamızdaki arabasına yürümeye başladı. Tam içeri adımımı atacaktım ki ona döndüm.

"Adım ne demiştin?"

Oğlanın Chevrolet'in kapısını açan eli durdu.

"Adımı söylememiştim."

Gözlerimi devirip binmeye çalışıyordum ki seslenişiyle durdum. "Aram," diye bağırdı çocuk. "Adım Aram."

Zihnimin içine incecik belirsiz bir düşünce sızdı.

Daha önce seninle tanıştık mı... Aram?

Ardından saçma düşünceleri zihnimden kovalayıp arabaya bindim.

Loading...
0%