2. Bölüm

1. Bölüm

Rana
riiannass

 

 

 

 

 

 

 

 

Sürekli başlangıca dönse bile, başlangıçta ki kendisini bulamayanlara

 

 

 

"Bugün ki kan değerlerin her zamankinden daha üst seviye de 6." Sabaha hiç tanımadığım bir doktorun bidon kafasını görerek uyandığım için en heyecanlı sesimle beni bilgilendiren sesi cevapladım. "İlaçlarımın miligramını düşürürken bana danışıldığını hatırlamıyorum" Doktor 180 boylarında ak saçları yeni yeni çıkmış, 45 yaşından fazla olmadığını tahmin ediyorum. Hiç özenmeden dağınık saçları ve göz altı morlukları hala uykusu olduğunu bariz belli ediyordu. Gözlerimin iyiliği için biraz bakım yapsa çok güzel olurdu aslında, çünkü birazdan kanayacaklar. Gözleri hafif çekik, çatık kaşlı ve yaşlılığın getirdiği tok sesiyle kulaklarımı kanatacak türden konuştu. "Bu ne terbiyesizlik? Hiç dozajı yüksek leshopyh iğnesi yedin mi? Eğer çeneni hemen kapatmazsan bunu tadabilme şansın olur." Bu bahsettikleri iğne bu tesisteki sözde bütün "insanlara" acı çektirmek amaçlı yaptıkları bir çeşit iğne türüydü. Doktorların terbiye amaçlı yaptıkları iğne kanunen yasak olsa da yönetimin bir tarafına taktığını düşünmüyordum. İlacı hafife aldığımı söylemem gerekiyor ama 8.'den sonra pekala acısına alışıyordunuz.

 

Doktorun kapıdan girer girmez söylediği günaydın ile günümün aydınlanmasını yarıda kesen çığlık ile en üst katta olan odamın camından aşağıya büyük bir merakla baktım. 25. kattan görüntü çok net olamasa bile sanırsam bir kızdı. Yeni gelen bir kız 5 güvenlik görevlisi ile yorgunluktan bitap düşmüş bir şekilde tesisin ortasında kulakları ve burnu kanar bir şekilde yerde yatıyordu. Eh alışıla geldik bir durum olduğu için garipsemedim. Kızın bayılmasıyla -veya ölmüş de olabilir- 2 güvenlik ve 3 sağlık personeli kızı alıp alelacele tesise soktular. Zavallıcık, kim bilir nasıl yakalandı. Bu doktorun da ilgisini çekmiş olacak ki benden daha çok odaklanmış bir şekilde aşağı bakıyordu. Bu bakışlar yeni atandığına dair teorilerimi güçlendirirken başını sağa sola fark edilmeyecek kadar ufak ufak sallayıp bana doğru gelmişti. Ben yatağımın bir köşesinde doktorun unicorn'lu hayal aleminden çıkmasını beklerken kağıda bir şeyler yazıp bana döndü. "Olanlara alışık gibisin." Komiğime gitti. Sanırım burada 22 yıl kaldığımı bilmiyordu. "Sizin de alışmanızı tavsiye ederim."

 

Kapıdan girdiğiniz an solda tek kişilik bir yatak vardı. Yatağın karşısın da küçük bir çalışma masası, yatağın ayak ucunda ise bir banyo vardı. odanın hemen sonunda ise büyük boydan boya camla kaplı duvar vardı. Kaldığım odanın içi boğuk bir yer değildi, en azından tavanı hafif uzundu. Çalışma masamın üzerinde ilaçlarımı hangi sıklıkla saat kaçta almalıyım gibi şeylerin yazdığı bir program, ve haftalık derslerin yer aldığı bir çizelge duruyordu. Masamı onlarla meşgul etmek yerine daha çok sanat ile ilgilendiğim için kalemler ve defterler vardı. Düzenli olduğunu söylesem yalan olur, çünkü kalemlerin hepsi birbirine karışmış masaya dağılmış ve bazıları açık duran defterlerin üzerinde bağımsızlığını ilan etmiş gibiydi. Doktor elinde ki kalemi masaya koymaya yeltenecekken masamda ki muazzam düzene karşı suratını ekşitti ve kalemini önlüğünün cebine geri koydu. Düzen hastası olmamasını umdum.

 

"Düzen konusunda kendini biraz daha geliştirmen gerektiğine inanıyorum." dedi tek nefeste. Çok umurumda olan kelimelerini pür dikkat dinlerken koridordan tekrar ses geldi. Bu tesiste çığlıkların bitmemesine alışkın olduğumdan, oturduğum yerden doktora bakmaya devam ettim. Doktor ise sadece gözünü sabır dilercesine kapatmıştı. Burada çalıştığı süre boyunca lazım olacak gibiydi. Ne yalan söyleyeyim, ilk geldiğimde benim de tesise alışmam baya uzun sürmüştü. Sürekli çığlık atan insanlar, yapılan deneyler, ardı arkası kesilmeyen cezalar, mahremiyet özelini hiç umursamamaları gibi daha bir çok şeye alışmam uzun sürdü.

 

Bu tesiste 30'unu geçen herkesi bir yere alıp götürüyorlardı, ve onları bir daha göremiyorduk. Doktora bu kişilere ne olduğunu sorsam hiç bir şey demeyeceğini bildiğimden kılımı kıpırdatmadan konuşmasına devam etmesi için yatağım da oturarak ona bakmaya devam ettim. Bence masada ki kalemlerden birini alıp boğazına saplayalım kızım. Konuşmaması için neden vermiş oluruz adama. Doktor, en sonunda çok büyük zahmet edip konuşmaya başladı. "Burada senin gibi kaç kişi olduğunu biliyor musun?" diye sordu. Buraya her gelen doktor aynı şeyi sormasından, diğer 11 doktorların sesi geldi anlık olarak. Hepsi aynı şeyi neden sorduğunu merak etsem de hepsine aynı cevabı vermiştim. "Bilmiyorum." Aslında bir nevi doğruydu. Çünkü her 11 doktor da farklı bir rakam söylüyordu, her seferinde. 12 diyen de vardı 86 da. 45 diyen de 21 de. Bu kadar büyük bir tesiste bu kadar az kişinin olduğunu sanmasam da, hiç birine inanmamıştım zaten. Bakalım bu bize hangi numarayı söyleyecek. Tombalamın bitmesine az kaldı. Doktor derin bir nefes alıp "Altı kişi var." demişti. BİNGO! Bitti!

 

Çok umurumda olan bir bilgi öğrendiğim için doktora teşekkür edecekken dışarıdan adım sesleri benim odama doğru gelmeye başladı. Bu sesleri tanıyordum. Bu postalların sesleri... 2 asker geliyordu. Yine. Güvenlik görevlisi yetmediğinden tesise asker gelme durumu olmuştu. Eh bu "altı" kişi de pek güçsüz sayılmazdık.

 

Askerler gelip kapının önünde durdular, daha sonra sadece personellerde olan bir manyetik bir anahtar ile kapıyı kilitlediler. Bunu yaptıkları zaman genelde sorguya tutarlardı. Yine ezberlediğim sorulardan gelirse bu sefer sınavı geçerim gibi duruyor. Doktor ellerini arkada birleştirip çatık kaşlarıyla küçümseyici bir şekilde gülümseyerek -ki bu gülüşü hiç hayra alamet değildi- bana doğru bir adım attı. Oturduğum yerden gerildiğimi belli etmemek için bir milim kıpırdamadım. "Güçlerin hakkında çok şey duydum" dedi hafif kısık ama iddialı bir ses ile ardından çık beklemeden "Yeteneklerini bana şu an şimdi şu dakika şu saniye göstermeni istiyorum." dedi önce ki kısık sesine nazaran biraz daha iddialı ve gür çıkan sesi ile. Afallamıştım çünkü diğer gelen doktorlar gibi beni sorguya tutmamıştı, lakin afallamamı belli edecek değildim.

 

"Ne görmek istiyorsun?" dedim mesafeli bir ses tonu ile. Doktor çatık kaşlarını daha da mümkünmüş gibi çatarak "Ne yapabiliyorsan onu." İlk önce ne kadar ağır davranmam gerektiğini düşündüm. Yüz ifadesinden anladığım kadarıyla biraz zorlanmak istiyordu sanırım. Pekala doktorumuzu kırmayalım öyleyse.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Doktorun gözüyle

Gideceğim tesis -ve özellikle o denek- ile ilgili kabustan kan ter içinde sıçrayarak uyandım ve başımı kontrol ettim. Hala sapasağlam yerindeydi şükürler olsun. İş görüşmesinden sonra asistanlar deneğin hakkında konuştuktan sonra biraz ürpermiştim. Yatakta 20 dakika ayılmaya çabalarken bir telefon geldi. Sabahın 7:30'unda kim arayabilir diye düşünürken tesisten aradıklarını fark ettim. Aceleyle uykulu sesimden çıkıp resmi bir şekilde konuşmak için boğazımı temizledim. "Evet?" Karşıda ki kişinin nefes seslerinden bile sinirli olduğu barizdi. "Bu kaçırdığı kaçıncı doktor Amelya? Söyle bana! Burama kadar geldi resmen. Bu iş bugün hallolacak ve o doktor bu işi halledecek o kadar!" diyordu telefondan gelen uzakta ki bir ses. Daha sonra bir kadın konuşmaya başladı. "Merhaba bugün gideceğiniz denek hakkında bir bilgilendirme yapmak için aramıştım. Maalesef denek diğer görüştüğünüz denekler gibi değil biraz daha üst seviye bunu bilerek yanına gitmenizi ve..." Arkada ki sinirli ses birden araya girince anlık olarak şaşırdım "Gevezeliği bırak Amelya! Kaç saattir ne anlatıyorum lan ben burada? Direkt söyle de kapat telefonu!" Kadın derin bir nefes alıp konuştu. "Yapacağı ve gücünden dolayı korkmanız göz önünde bulundurulmadan işten kovulmanıza izin verilmeyecek. En azından bir süre. Saat 8:30'da tesiste olmanızı bekliyoruz. İyi günler."

 

Pekala, zaten normal olmayan bir denekle karşı karşıya olmadığımı gayet iyi farkındaydım. Lakin bu telefon konuşmasından sonra tedirgin olmadım desem yalan olurdu.

Apar topar saçlarımı hiç özenmeden acele bir şekilde evden çıktım ve hemen arabayı çalıştırıp tesise doğru ilerlemeye başladım. Bir süre ilerlememe rağmen benimle aynı yolu takip eden bir araba fark ettim. Tesise girerken arabanın farklı bir sokağa saptığını görüp tesise girdim. İşe girerken personellere verilen manyetik kartı kapıya okuttum ve gözlerimi kameraya göstererek beni tanımasını sağladıktan sonra odaya girip gerekli eşyaları aldım. İğneyi alıp ve almamak arasında kalmıştım lakin en sonunda dayanamayıp almıştım. Biraz rüyanın etkisi biraz da önlem için.

 

Beyaz önlüğümü giyerek deneğin odasına ilerledim. Kapıyı açtığım zaman şoke olmuştum. Bu nasıl mümkün olabilirdi? Ben mi aklımı kaçırıyordum? Rüyamda gördüğüm denekti. Onu daha önce hiç görmememe rağmen... İmkansız! "İmkansız düşünemediğin şeyler için geçerlidir doktor." Dedi tek düze bir sesle. Bu kadına daha tek kelam etmedim... Nasıl? "Siz istediniz neler yapabileceğimi görmeyi, bende gösterdim." İnanmayan gözler ile ona baktım. "Rüya değildi diyorsun yani..." dedim. Yüz mimiklerim ne kadar hiç bir şey olmamış diyorsa içim tam tersini haykırıyor adeta kaçmak istiyordu. Bunu o pis varlığa belli etmemek için soğuk soğuk terliyordum. Bir anda ayağa kalktı. Ayağa kalkmasıyla gözlerim ona döndü ve bir adım geriledim lakin mimiklerimde ki ifadesizliği bozmadım.

 

"Daha neler yapabileceğimi biliyor musun?" diye sordu soğuk bir ses ile. Ben hala olayın ş okunu atlatmaya çalışırken odaya elinde tepsi ile 20'li yaşlarda bir hemşire girdi. 06, gözlerini benden ayırmazken sanki hemşirenin odaya gireceğini bilir gibi gülümsedi. Hemşireye döndüm ve dönmemle eş zamanlı konuşmaya başladı. "Doktor Tuana, bugünün raporlarını çıkartmamı ve size-" daha cümlesini bitiremeden kafası aniden patladı. Beyin parçacıkları ve kan, odanın her tarafına sıçradı. Sanki yıllardır içeride hapsolmuş ve çıkmaya ant içmiş gibi tavana, perdeye, yatağa ve halıya sıçradı. Kan durmak bilmez bir şekilde boynundan şelale gibi akmaya devam ediyordu. Hemşireye büyük bir şok ile baktım. Bu... Akıl karı değildi... Bu çok fazlaydı. Daha şoku atlatamadan hemşire bana doğru atıldı ve üstüme sanki gözlerimi yerinden çıkartmak istiyormuş gibi bir hamle yaptı. Hamlesini yarım bırakan şey aynı beyni gibi kalbinin üzerime doğru patlaması ve patlayan yerinden kan fışkırmasıydı.

 

Ceset üstüme yığıldığı an onu üzerimden itip ayaklandım ve yüzümde ki kanı silmeye çalışım. Başarsam da gözlerim buğulu bir şekilde yerde ki cesedin hareket ettiğini gördüm. Bu sefer ayaklanacak gibi değil. Sanki... Derisinin altında binlerce yaratık çıkmak istiyordu. Yerde yatan kızın cesedi yavaşça yüzlerce akrep oldu ve odaya dağılıp sadece kızın kanlı kıyafetleri yerde kalana kadar sağa sola sağıldılar. Deneğin çok soğuk kanlı bir şekilde "Dilini yuttun her halde." dediğini duydum. Konuşmak için ağzımı araladığım zaman ağzımın içinde ki et parçasının olmadığını hissettim. Gözlerimde ki kan görüşümü çok fazla kısıtlarken siyah gözlerimi ele geçirmeye, ta ki hiç bir şey göremeyip sırtımda bir sertlik hissedene kadar.

 

Gözlerimi hızlı hızlı ovuşturarak gözlerimde ki kanı yok etmeye çalıştım ve ellerime baktım. Kan yoktu. Nerede olduğuma baktım. Yatağımdaydım ve uzanıyordum. Ve yine kan ter içinde kalmıştım. Kendime gelmemle alarmımı duymaya başlamam bir oldu. Lanet saat son 6 dakikadır çalıyordu ve ben yeni duyuyordum. "Hay böyle işin içine..." dememle eş zamanlı olarak telefonum çalındı. Dün ki numara ile aynıydı. Açtım. Aynı sinirli nefesler... Aynı ses... "Bu kaçırdığı kaçıncı doktor Amelya? Söyle bana! Burama kadar geldi resmen. Bu iş bugün hallolacak ve o doktor bu işi halledecek o kadar!" Hadi lan oradan... Tek nefeste "Merak etmeyin, hayır istifa etmeyeceğim. Evet biliyorum denek zor biri. 8:30'da işte olacağım." Telefonda bir süre sessizlik hakimiyet sürdü. Sonra dün konuştuğum kadın "Yine yapmış..." Dediğini duydum. Arkada ki sinirli ses "SİKTİR!" diye bağırdı ve kadın "Sizi tesiste bekliyoruz." diyerek telefonu kapattı.

 

Yine aynı şekilde evden çıkıp arabama atladım. Kırmızı ışıklarda vakit kaybetmeyerek tesise giderken yine aynı arabayı arkamda gördüm. Oda aynı benim yaptığım gibi kırmızı ışıkta geçiyor, çok da geniş olmayan caddelerde benim hızıma yetişmek için hız yapıyordu. Neden her şey böyleydi kafayı sıyırmak üzereydim. Yine dün ki beni takip etmeyi bıraktığı caddeye ilerledi ve aynı dün ki gibi gözden kayboldu. Hiç kimseye selam vermeden terler içinde beyaz önlüğümü odamdan aldım ve kapıyı tabiri caizse kırar gibi deneğin odasına daldım.

 

06 hiç şaşırmamış gibi öylece atakta uzanırken "Ne halt yaptığını zannediyorsun lan?" diye bir hışımla sordum. O ise benim aksime gayet sakin bir şekilde "Sen istedin. İlk başta geldiğinde 'ne yapabileceğini göster' diyen keyfim değildi en nihayetinde." dedi. Gerçeklik algım tamamen alt üst olmuş bir şekilde ellerime baktım. "Şu an her şey gerçek mi?" diye sordum şüphe ve öfke ile etrafıma bakarken. O ise tebessüm ederek "Yaşadıklarının hepsi gerçekti şu an gerçek ve gerçeklik hep devam edecek. Rüyaları gerçek olarak görmemek sizin aleyhinize. Onlar da gerçektir, lakin bizimkine ters olarak. Akrepler düzleminiz geriniz tersiniz olarak kalsın doktor." Dedi. Lafını bitirir bitirmez dün öldüğünü gördüğüm hemşire odaya daldı. "Dediğim gibi, ve gördüğün gibi doktor, hiç bir şey imkansız değildir." dedi ve daha fazla burada kalamayacağımı anlayıp odadan bir hışımla çıktım. Sadece hemşirenin "Tatlım, yine mi beni kullandın?" dediğini ve gülüştüklerini duydum. Merdivenlerden inerken sol kulağıma sert bir çınlama misafir oldu ve kendimi tesisten dışarı fırlattım. Merdivenleri ne ara indim, ne ara kocaman bahçeyi geçtiğimi hatırlamadan arkama bakmadan sadece arabama yürüyordum.

 

Muhtemelen kilitlemeyi unuttuğum arabanın içine girdiğim zaman arabamın içinin siyah olduğunu çok net bir şekilde hatırlasam da bu arabanın koltukları bejdi. Daha da ilginç kısmı bu arabanın içinde beş yerine 8 koltuk vardı. Arkada 3 tane ek koltuk ve benim arabamda kesinlikle olmayan üstü cam ile kaplıydı. Şok hali ile başkasının aracına bindiğimi zannederken diğer 5 kişi sanki bu anı bekliyorlarmış gibiydi. İçlerinden kadın olan birinin "Hoş geldin." dediğini duydum. "Ne diyorsun be bayan? Bu benim arabam değil. Nasıl geldim lan ben buraya?" dedim panikle. Kadın sanki küçük bir çocuk yanlış bir şey yapmış gibi "Cık cık cık, ne kadar yanlış bir üslup. Bu ne terbiyesizlik? Hiç dozajı yüksek leshopyh iğnesi yedin mi? Eğer çeneni hemen kapatmazsan bunu tadabilme şansın olur."

 

"Seni alçak fahişe! Benimle böyle konuşmaya nasıl cüret edersin? Karşındaki insanın kim olduğunu biliyor-" cümlemi yarıda kesen boynuma bir batma ve ardından gelen sanki kanıma lav enjekte edilmiş gibi yanan sıvıya karşı suskunluğumdan sonra sıvıyı hissetmeye başlayınca avazım çıktığı kadar bağırdım ve onu boynumdan sökmek istermiş gibi tırnaklarımı boynuma ve gerdanlığıma geçirdim. Lakin hiç bir faydası olmadı. Daha çok aleyhimeydi çünkü ben tırnaklarımı batırdıkça içimde ki zehir zıkkım canımı daha çok yakıyordu. Bana verdikleri zıkkımın ne bok olduğunu çözemezken artık tepinip bağıramadığımı, ve olduğum yerde sadece boynumda ki sıcaklığı hissettiğimi fark ettim. En son duyduğum, bana iğne batıran kadının "Bunu da hallettik" dediği olmuştu. Gerisi sadece simsiyah bir cehennem ve bana önümüzde ki 3 saat felç hissettirerek kanımı kaynatacak işkenceydi.

 

 

 

 

1 hafta önce

"Hayır sana söylüyorum beynin bir şeyi 50 sefer söyleyince mi alıyor yoksa gerçekten salak mısın Bal?" Dedikten sonra doğal olan kalçasına kadar uzanan sapsarı saçlarını tek eliyle sabır dilercesine başının arkasına doğru geriye atıp derin bir nefes aldı. İnci benden yalnızca bir kaç santim küçük olmasına rağmen benden 2 metre uzunmuş gibi ablalık taslıyordu. Gücümün sınırlarını öğrenmek için yapabileceğimden daha ileri düzey seviye güç kullanmak istiyordum fakat İnci, peşimde ve çevreme gizlice konulmuş olan -onun fikrince- '1 milyon' tane radyoaktif tespit edici sinyaller varken, gereğinden fazla güç kullanırsam sinyaller sayesinde yerim bulunur ve deneylerinde kullanırlarmış. Bu paranoyak beyin bir ben bir İnci. Başkasını tanımam. Daha 2 aydır hayatımda olan bu kıza karşı şüphem 1 kez olsun azalmamasına rağmen ısınmıştım biraz da olsa.

 

Kaç aydır ne kadar ısrar edersem edeyim bana, benim gücümün sınırlarını görmeme izin vermiyordu. Ne vardı neler yapabileceğimi öğrensem tenha bir yerde? Belki uzak bir arazide? Balım, aynısını bende sorayım sana, geri zekalı mısın? Geri mi dönmek istiyorsun o cehenneme? Pekala içimde ki ses biraz haklıydı, yakalanmam çok büyük bir ihtimaldi ama güçlerimin ne kadar güçlü olduğunu öğrendikten sonra o cehennemden çıkabilirdim. 28 yıldır yapamadığın bu şeyi bir günde mi yapmayı planlıyorsun? Ölmek istiyorum cümlesi ile eşdeğer saçmalıkta. Sadece kendimi biraz zorlamayı düşünüyorum o kadar bu bir. İkincisi, İstanbul bir günde fethedilmedi değil mi? Bende biraz dişimi sıkacağım. 53 gün boyunca dişini sıkarsan bir padişah olmadığın kalır herhalde. Güçlerin sana yetiyor. İçimde ki bu boş sese daha fazla tahammül edebileceğimi sanmıyorum.

 

"En sonunda yine de görev için gitmeyecek miyim? Bile isteye yakalanacağım illa ki, ne olur hem gücümü öğrenip hem amacıma ulaşsam?" Orada ki işim hala bitmemişti nasıl olsa. Görüşmem gereken kişiler, almam gereken bilgi ve kurtarmam gereken kişiler vardı. Peki, sadece bir kişiyi kurtaracağım, diğer kişiyi onun izni olmadan kurtaracağım. Kaçıracağım demiyorsun da... Ben yine susuyorum. Bir bakıma doğruydu ama hayır, kaçırmak yerine 'izni olmadan kurtarmak' kelimesini daha uygun görüyorum. En azından vicdanım rahatlıyor bu şekilde.

 

"Hadi ya, alsalar bile kurtulurum. Hem planı erkenden uygularız." İnci derin bir of çekti başını öne yatırdı ve "Başına bela almayı neden bu kadar sevdiğini anlamıyorum. Hazırlan araziye çıkıyoruz" Olduğum yerde sevinçten zıpladım. İşte budur! "Hemen." dediğim odama fırladım resmen ve gibi altıma kalın mavi bir eşofman, üstüme gelişi güzel dolabımdan elime gelen ilk kapşonluyu giydim. Aynadan kendime bakınca gördüm ki üstümde ki bembeyaz bir kapşonluydu. Kendi halime güldüm ve ayakkabılarımı giyerek inciyi kapıda bekledim. Beklerken İnci "Sen arabada bekle geliyorum" Dediği için asansörün önünde beklerken biriyle konuşmasına kulak misafiri oldum. "Evet her şey hazır. Bal'a arabada anlatacağım," Kiminle konuşuyordu? "Tabii ki üstü kapalı anlatacağım. Tesise girmeyi göze aldı öğrenmek için." Balım, bir bokluk seziyorum İnci'den. Hayır İnci'm yapmaz konuşma. "Hepsini öğrenmesine izin vermeyeceğim merak etmeyin. Bu akşam, anlaştığımız gibi. Bal, sizin olacak." Pekala, lafımı geri alıyorum. Aynı Mesude'nin durumuna düştüm şu an. Ben demiştim demeyi seviyorum ama ben demiştim. İçimde ki ego parçasına küfrettikten sonra merdivenlere yöneldim.

 

Hızlıca arabaya inmeye başladım. Merdivenleri 3'er 3'er iniyordum. Arabanın sürücü koltuğuna oturdum ve İnci'yi bekledim. Sürücü koltuğunun yanına oturdu. Bende arabayı çalıştırıp hiç bir şey olmamış gibi kemerimi taktım. arabayı çalıştırdım ve radyoyu açtım. İnci kemerini taktı. Ben arabayı park yerinden çıkartırken "Konum açta oraya süreyim." İlk başta hızla kafasını bana çevirdi ve sanki telefonunu koymak istemiyormuş gibi durdu. Eli cebine giderken almak için tereddüt etse de en sonunda cebinden çıkartıp hafifçe titreyen elleriyle klavyeye titreyen parmaklarıyla konumu girdi. Hiç bir şey demeden telefonunu açtı ve havalandırmanın üstünde ki mıknatısın üstüne koydu telefonunu. Arazi oceastra şehrin sınırlarındaydı neredeyse. Şehrimin sınırlarına giderken bir kez daha gördüm şehrimin güzelliklerini. Doğası ile meşhur bir şehir, ağaçları, hayvanları ve temizliği ile meşhur. Şehrimin gizemi ise sulardır. Oceastra şehrinde sadece gizli yerler de şelaleler ve göller vardır. Herkes ulaşamaz bu güzelliklere. Konuma tekrar bakınca yolumuzun 30 dakika olduğunu gördüm. Sınıra çok uzak yaşamıyorduk, şaşırmadım.

 

Bir kaç dakika sonra "Gergin gibisin?" diye sordum dayanamayarak. En azından beden bilini öğrenmeye yetecek kadar zamanım olmuştu. Tesiste çaldığım tek şey su veya doktorların kartı değildi. Kitapta çalmıştım. Yani çalmak değil de habersiz ödünç almak gibi. Aynen Bal, arılar da suda yüzebiliyormuş biliyor musun? İnci sürekli yutkunuyor, elleriyle oynuyor, içeriye bakmaktan kaçınıyor ve eli sürekli ensesinde, eliyle ensesini ovuşturuyordu. Beden dili öğrendiğimi İnci'ye anlatmamıştım. Bence bilmesine de gerek yoktu.

 

Yutkunarak, "Hayır, iyiyim." demişti. Neler döndüğünü biliyordum. Yine de üstünde çok durmadım.

 

Bomboş bir araziye geldiğimiz zaman kemerlerimizi çözüp arabadan indik. Bu şehirde arazi olduğunu görmem -özellikle bomboş bir arazi- biraz garibime gitmişti açıkçası. Arabanın kapısını kapattım ve sanki dövüşecekmişim gibi kollarımı ısıttım. İnci mala bakar gibi "Ne yapıyorsun?" demişti. Sorusuna cevap vermeden "Öğrenmem gereken her şeyi öğret bakalım," demiş ve susmuştum. Bir kaç saniye kendine ayırdı ve kendine gelmeye çalıştı. Avuç içleri terliyordu ve sağ bacağı biraz titriyordu. Bir bokluk olduğuna adım gibi emindim. "Neden gerginsin?"

"Gergin değilim"

"Gerginsin. Neler oluyor?" Sorumu yanıtsız bırakarak gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı ve konuşmaya başladı.

"İlk önce içinde bir duygu belirle. Bu, senin gücünün şiddetine göre değişir. Öfkeliysen farklı bir şiddet, hüzünlüysen başka, mutluysan başka. Bu duygular senin gücünün zayıflıklarıdır. Hiç duygu olmadan bu gücün şiddetini öğrenmen lazım. Bu da senin en büyük zayıflığın." Anlatmadığı bir şey olduğuna neredeyse emindim. "Bu duyguların önüne geçmeni öğreteceğim." Pekala. Balım, boğ bu kızı öğren gerçeği. Bak nefret duygusu büyümeye başladı bile. Kafasından kıvılcım çıkart kıvılcımla ateş yakıp o ateşte yak onu. İçimde ki ses hiç normal olmasa da bende bunu yapmak istiyordum şu an.

 

Her zaman yaptığım gibi derin bir nefes alıp sadece bir sese odaklandım. Rüzgar sesine. İnsanlara yaşatmak istediğim görmeleini şstediğim şeyleri gösteriyor, bunu kısır döngü haline getirebiliyordum. Fakat öfkem ve kinim ne kadar büyük olursa gördükleri şey o kadar vahşi oluyordu. Sanırım duygularımı bu yüzden görmezden gelmem gerekiyordu. Rüzgar sesi duyabileceğim tek şey olana kadar sesi dinledim. Dinledim. Dinledim. İçimden bir ses aç gözünü diyordu. Aç gözünü İnci'den kaç kurtar kendini diyordu. Neden iç sesim bu kadar paranoyaktı anlamıyordum. Yaşadığın şeyler normal değil. Sen normal değilsin. Çevrendekiler normal değil. Hayatın normal değil. Senin bu cümlen birini 20. kattan aşağı atıp neden öldün demek gibi bir şey. Gerçi ben sende neden mantık aramaya çalışıyorsam... Benim hatam. Ve beni dinle. İç sesini bir kez olsun dinle. Siktir et şu rüzgarı. Kaç diyorum sana.

 

Tesiste yaşadıklarım, çocukken yaşadıklarım ve daha yaşayacak olan her şey beni paranoyak biri haline getirmişti. Benim için imkazsız diye bir şey yoktu. Tesiste duymamam gereken şeyler, görmemem gereken olaylara şahit olmuştum. Bir kızın infazı, ilaçların içine neler koydukları ve ilaçların içinde ki büyüyü öğrenmiştim. Tabii bu ilaçları kendim değil eczacılık alanında bilgili bir dostumdan öğrenmiştim. Hiç haberdar bile olmadığım doğaüstü güçler öğrenmiştim. Bunlar uçmak gibi basit güçler değildi -tabii ki uçabilen kişiler vardı tesiste fakat bu uçma yeteneği çok basit kalıyordu diğerlerinin yanında- Telekineziden tut evrenler arası seyahat edebilme özelliğine sahi, her tür güçten tesiste vardı. Fizik kanunlarının insanlar üstünde işe yaramayan bir oda bile olduğu söyleniliyordu. Tabii bazıları söylenti olabilirdi. En azından benim için. Doğruluğunu hiç bir zaman kanıtlayamamış ve öğrenememiştim.

 

Gözlerimi açtım ve sanırsam yerden 3 metre yukarıya çıkmıştım gözlerim kapalıyken, ve aniden açınca aşağı düştüm. Etrafım bir çeşit manyetizma gücü ile çevrelenmiş kürenin içinde duruyordum. Yer yer mavi yer yer çoğunlukla beyaz olan bir kürenin içindeydim. Ve karşımda İnci vardı. Biliyordum. Sakince ayağa kalkıp "Onları bekleyemedin değil mi?" dedim. Tesiste ki doktorlardan biriyle konuşmuş olmalıydı evde. Çok da şaşırmadım fakat bu kadar erken olmasını beklemiyordum.

 

İnci, şaşırmadığımı görünce yüz ifadesi değişti, "Nasıl bilebilirsin?" dedi. Bu kız beni gerçekten salak sanıyormuş, şu dakika öğrendim. "Cidden arabaya indiğimi mi sandın?" dedim ve sanki komik bir şey söylemiş gibi tek nefeste güldüm. "Lütfen... Beni bu kadar hafife alma. O tesisten çıktığım zaman her şeyi ödeteceğimi bilmene rağmen bunu yapmış olan cesaretine hayranım. Yani cidden mi?" tam bir şey diyecekken lafımı bölüp "Güçlerimi kullanmayı benden iyi biliyorsun." dediğim zaman olduğu yerde buz kesti. "Evet biliyorsun. Ve bana öğretmemenin sebebini çok merak etsem de, sorduğum zaman cevap vermeyeceğin için, sormayacağım," kıza sanırım inme inmişti. Seçebildiğim kadarıyla soğuk soğu terliyordu ve taş gibi hareket edemiyordu. "Ama, bu demek değil ki bunun hesabını sormayacağım. Hayatında sadece 2 aydır varın ve cidden her şeyi bildiğini mi sanıyorsun?" dediğim zaman hemen arkasına "Seni senden iyi tanıyorum. Ve bunu asla anlamadın." dedi sesi titreyerek.

 

Arkamdan bir korna sesi duydum ve simsiyah büyük tanıdık bir araba olduğunu görür görmez gideceğim yeri tahmin ettim. Yine yakıcı kimyasallar, çığlıklar, doğaüstü olaylar, deneyler ve kurtaracağım insanlar. Onlar gelmeseydi zaten ben kendim gidecektim tesise. Gidip teslim olsam daha çok göze batardım bu bir yandan iyi olmuştu aslında.

 

İçinde bulunduğum küreye doğru adım atan 2 asker -sandığım kadarıyla tesisin askerleri değildi- ve askerlerin yanında 1 tane kadın doktor vardı. Küre açılınca askerler hemen kollarımdan tuttu ve tam kendimi onların arasından savuracakken doktor -her zaman mahkumları tesise böyle götürürlerdi konum ifşası olmamak adına- boynuma bir şırınga ile bir kimyasal enjekte etti. İlk tesise giderken de bu iğneden yapmışlardı ve acısını unuttuğumu anladım. Hatırlattıkları bu acı bir anlık olarak tesiste yaşadığım acıları gözlerimin önüne getirdi. Acımasızca kanıma veriler kimyasallar, bedeni içten içe öldüren haplar, ardı arkası kesilmeyen psikolojik şiddetler, hücrede günlerce aç bırakmaları ve fallen down şarkısını aralıksız günlerce dinletmeleri. Bunları göze alarak gittiğim bu yolda ölümle burun buruna gelecek bile olsam amacımı unutmadan planı uygulayacaktım. Bunu yapacaktım.

 

İnci'nin cebime bir şey sıkıştırdığını daha doğrusu bir kutu ve bir mektup sıkıştırdığını hissettim yarı baygın yarı ayık bir şekilde. Hiç direnmemiştim askerler gelip yakaladıkları zaman. Zaten dirensem ne fark edecekti ki? İlla ki yakalayacaklardı. İlk yakalanışım da çok direnmiş, çok karşı çıkmıştım. En sonunda benim yorulmamı bekleyip sımsıkı tutan askerler, bana zorla bir video izletmişlerdi ve bir anlık olarak o videoyu izledikten sonra hiç kımıldayamamış, şoke olmuş ve donakalmıştım. Bunu fırsat bilip iğneyi yapmışlar ve kimyasal hızla kanıma karışıp beni karanlığın esiri yapmıştı. İlk seferi kadar acıtmıştı bu kimyasal. Son duyduğum şey ise "akşam olunca numaranla aynı zamanda" Bu ne demek? Neler olduğunu soramadan siyah beni içine mahkum etmişti.

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 15.02.2025 13:33 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Rana / Hayatın keşkeleri / 1. Bölüm
Rana
Hayatın keşkeleri

14 Okunma

8 Oy

0 Takip
2
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...