Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3.Bölüm: Piyanist

@rmtayga

İyi okumalar...

 

 

27 Mayıs 1969

 

Tanıdık anılar vardır herkesin zihninde. Tanıdık sevgiler, tanıdık saygılar. Birden fazla güzel ya da kötü olan ancak sizin hatırlamadığınız anılar. Belki çocukluğunuzdur, belki ruhunuz. Unutmak, hatırlamamak bir lütuf mudur insan için yoksa bir ceza mı? Ve tüm bunlar sorgulamaya iter insanı "Kimim ben?"

"Firuze!"

Ben Firuze'yim.

"Firuze," Annem odamın kapısını açıp girdiğinde elimdeki kalemi defterimin yanına bırakıp ona baktım. "Yemek olacak şimdi hazırlan sende akşam pazarına çıkarız, daha uygun oluyor sebzeler."

"Anne," Masamın sandalyesinde kıpırdandım. "Sen evde kal, ben çıkayım pazara." Annem biraz afalladı hafifçe kaşları çatıldı. "Ayakkabımın altı biraz açıldı onun için yapıştırıcı bakacağım sen çok yoruldun ben evin ihtiyaçlarını da alır gelirim." Annem eteğiyle elini silerken hafifçe gülümseyip başını salladı.

"Peki tamam, bende biraz oturayım." Gülümseyip oturduğum sandalyeden ayaklandım ve annemin yanağına minik bir buse kondurdum. "Ben de hazırlanayım." Annem odamdan çıktığında onun arkasından ilerleyip odamın kapısını kapattım ve içimde dizginlemeye çalıştığım öfkemle çalışma masamın çekmecesini açıp dün oraya sakladığım mektubu çıkardım ve tekrar okudum.

Sevgili Firuze,

Öncelikle hayırlı günler diliyor, iyi olduğunu umut ederek başlıyorum satırlarıma. Bana cevap olarak bir mektup gönderdiğinde kalbim yerinden çıkacakmış gibi heyecanlıydım. İçinde yazanlar duygularımı ve gururumu incitse de sonunda senden bir yanıt almış olabilmek benim için büyük bir lütuf Firuze'm. Korkak ve kendine güveni olmayan bir adam olduğumu düşünebilirsin ancak ben her gün seninle konuşmak için uyanıyorum, seninle konuşmak için hazırlanıyor ve güne başlıyorum ancak seni gördüğümde elim ayağıma dolaşıyor ve söyleyeceğim şeylerin her bir siliniyor şu heyecanına yenilen fani zihnimden ve her gün seni izliyorum öylece Firuze'm. Giydiğin o güzel elbiseleri, her gün farklı bir şekilde ördüğün o güzel saçlarını aceleci adımlarını izliyorum. Sana seni izlediğimi söylediğim mektubumdan sonraki etrafa attığın bakışlarını izliyorum, mektubu okumayıp yırtacağından endişeliydim ancak etrafa dikkatle attığın bakışlar benim için bir cevap oldu. Aklında ki kötü izlenimi silmek için her şeyi yaparım Firuze'm ve yapacağım. Korkak gördüğün adam bugün pazar yolunda seni bekliyor olacak, sen yine meraklı bakışlarınla etrafı incelerken tam arkanda duruyor olacağım ve yanına geleceğim.

Saygılarımla, Tahir.

 

Sinirle elimdeki mektubu buruşturup yırtarak parçalara ayırdım. Yaklaşık bir aydır her hafta tanımadığım ismini bile bu satırlarda öğrendiğim bir adamın tekinden rahatsız edici mektuplar alıyordum. İlk başlarda endişelendim ve korktum zira tanımadığım bir beyefendiden aşk mektupları almak hoş karşılanmazdı ve adım kötüye çıkabilirdi her ne kadar bir cevap yazmıyor olsam da bu durumda kötü etkilenen ben olurdum ve kasabada tam anlamıyla adım çıkabilirdi. Mektuplarını önemsemedim ancak gelmeye devam etti ve sonunda bana ismini söylediğinde zihnimi yoklayarak kim olduğunu bilmeye çalıştım ancak nafileydi böyle birini ne görmüş ne de işitmiştim.

Bu beyefendinin kim olduğunu anneme de soramazdım, evlilik çağına gelmiş bir hanımefendinin annesine bir beyefendinin kim olduğunu sorması doğru olmazdı ve amacım yanlış anlaşılırdı, ona Tahir diye birinden mektup aldığımı söylemek ise daha büyük bir tehlikeye yol açabilirdi bu yüzden son mektubunda ona sert bir cevap yazarak korkak, kendine güveni olmayan bir adam olduğunu, bana yazdığı mektupların rahatsız edici olduğunu ve ona karşı hiçbir hislerimin olmadığını bana bir daha kesinlikle yazmaması gerektiğini kesin ve sert bir dille yazmıştım ancak görünen o ki beni dinlememişti. Bu yüzden işimi kendim halledecektim, eğer olur da yine bırakmazsa bu seferde babama bu kişi tarafından rahatsız edildiğimi artık söyleyecektim ancak bu kadar mektubun ardından şimdi konuşmam hem sorgulanabilir hem de kan çıkabilirdi ve bunu hiç istemezdim.

Mektubu parçalara ayırıp masanın üzerine koydum ve hızlıca üzerimi değiştirdim. Altıma beyaz bir etek üstüme belime kadar gelen bebek mavisi, uzun kollu bir gömlek giydikten sonra saçlarımı balıksırtı örüp perçemlerimi düzelttim ve orta boy çantamı elime alıp yırttığım mektup parçalarını ve kütüphanemde bulunan sert ciltli en kalın kitabı çantamın içerisine koydum.

Her birini geçtiğim bir çöpe atıyordum, bulunmalarını istememiştim. Eğer sonunda tüm bunlar ortaya çıkarsa durumu yalanlayıp bunun o kişinin yalnızca namusuma karşı yaptığı bir saldırı olduğunu öne sürebilirdim ancak bana inananlar yalnızca ailem olurdu. Bir kez adım ortaya atılırsa tamamen aklanmam kolay olmazdı ortada mektup olmasa bile. Bunları düşünmek içimdeki öfkeyi daha da alevlendirirken sert adımlarla mutfağa gittim ve mermer tezgahı silen anneme baktım.

"Annecim parayı verir misin?" Annem işini tamamen bitirdikten sonra ellerini kuruladı ve mutfaktan çıkıp yatak odasına doğru ilerlerdi. "Gel benimle." Yatak odasına geçtiğimizde yastığını kaldırdı ve yastık yüzünün içine elini sokup on milyon TL çıkardı ve küçük bir kağıda yazdığı alınacaklar listesiyle birlikte bana verdi. "Kalan

parayla da ayakkabın için yapıştırıcı alırsın e mi?" Başımı usulca salladım ve annemi tekrar yanağından öpüp evden ayrıldım.

Sokaklarda hızlı ve sinirli adımlarla ilerlerken her bir adımımda sinirim daha da artıyordu. Gördüğüm her çöp kutusuna mektup parçalarından birini attım ve yürümeye devam ettim. Beni izlediğini söylüyordu ancak çöpe attığım mektuplarından bihaberdi veya bu detayın üzerinde durmak istemiyordu.

Sonunda pazar yoluna çıktığımda adımlarım yavaşladı. Küçük bir kasabada yaşadığımız için karşıma birkaç tane tanıdık çıkma olasılığı oldukça yüksekti bu yüzden caddeden uzaklaşıp henüz beton dökülmemiş toprak yolda ilerlemeye başladım ve gördüğüm büyük bir ağacın arkasına geçip cadde yoluna göre kör noktada olduğumdan emin oldum. Hissettiğim öfkenin yanına endişe ve korku da eklenince tırnaklarımla oynamaya ve burnu açılmış ayakkabımı hızla yere vurmaya başladım neyse ki ciddi bir durumu yoktu ve açıldığı çok belli olmuyordu.

"Uff." Derin bir nefes verdim, midem yanmaya başlamıştı ya biri beni görürse? Ya tanıdık biri beni onunla görürse ve dedikodu yayılırsa bu özellikle de evlenme çağına gelmiş bir kadın için kötü olurdu. Kimse yanında refakatçı biri olmadan bir erkekle evlilik görüşmesi yapmazdı ve beni burada evlilik görüşmesi için durduğum bahanesi bile kurtaramazdı. Gerginliğim artmaya devam ederken tırnağımın ucuyla parmak ucumun derisini soydum ve o kişiye daha da sinirlendim. O kadar bencildi ki, o kadar

bencildi ki!

"Erkek işte!" diye mırıldandım sinirle. "Adi herif."

Toprak yolda sırtımı caddeye vermiş karşıya bakarken arkamda hissettiğim adım sesleriyle nefesimi bile yuttum.

"Bakar mısınız?" İçimde dizginlediğim öfke bir yanardağ gibi patladığında agresifçe nefesimi verip ona döndüm ve boyu benden uzun olan kişiye kafamı kaldırıp baktığımda elimle kitabımı kavrayıp çantamdan çıkardım. "Acaba-" Sertçe kitabımı onun yüzüne oturttuğumda sinirle soludum. "Adi herif!" bir kere daha koluna vurdum. "Pislik herif, beni nasıl bir belaya soktuğundan haberin var mı senin? Düşüncesiz!"

"Ne?" Afalladığında tekrar ona vurmak için yeltendim ancak kolumu tuttu ve bunu engelledi.

"Ne diyorsunuz hanımefendi?" bir eliyle burnunu tutarken hafifçe güldüm, tahmin ettiğim gibi kendine güveni azdı bir kadın tarafından pataklandığında hemen geri dönüş yapıyordu ve muhtemelen birazdan defolup gidecekti.

"Yazdıklarımda korkak derken yanılmamışım." Alayla gülerken kaşları çatıldı.

"Hanımefendi, ne mektubundan bahsettiğinizi bilmiyorum amacım yalnızca yol sormaktı." Elindeki küçük beyaz kağıdı bana uzattığında anlık afalladım ancak tamamen inanmadım.

"Bahsettiğiniz kişinin kim olduğu hakkında bir fikrim yok." Karşımdaki beyefendinin dediğiyle onu inceledim.

Mektupta bana hiç dış görünüşünün nasıl olduğundan bahsetmemişti.

"Kimsiniz siz?"

"İsmim Agah."

"Agah?" Hemen arkasından gelen erkek sesiyle ikimizde ona döndük. "Ne oldu sana?" Orhun görüş açıma girdiğinde karşımdaki kişiyi tekrar inceledim, o Tahir değildi.

İçimdeki endişe öfkeyi bastırdığında mahcup bir şekilde karşımdaki beyefendiye baktım. "Ben..." Bana döndüğünde mavi gözleriyle buluştu gözlerim. "Beni bağışlayın, gerçekten çok üzgünüm." Bir şey demeden elini sonunda burnundan çektiğinde avucuna kadar akmış kanı gördüğümde daha da kötü hissettim.

"Lütfen özürlerimi kabul edin." Orhun yanımıza geldiğinde Agah'ın kanlı elini görünce gözleri hafif açıldı ve kaşları çatıldı.

"Ne oldu sana?" dedi endişeyle. Agah'ın mavi gözleri beni bulduğunda bir şey diyemeden ona baktım. Orhun benden beş yaş büyüktü ve çocukluğunda babamın yanında çıraklık yapmışlığı vardı, şu an yaşadığımız durumu öğrenirse benim için iyi olmayabilirdi ancak Agah bir şey demedi. "Önemli bir şey değil." Çantamdan çıkardığım beyaz bez mendili hemen ona uzattım.

"Onu rahatsız edeceğimi düşündü, benim hatam bir hanımefendiye arkasından sessizce yaklaşmamalıydım." Orhun'un bakışları yumuşarken kahverengi gözleri beni buldu ve hafifçe güldü. "Bunu sen mi yaptın?" Zoraki bir gülüş atıp elimdeki kitabı hafifçe kaldırıp ona gösterdim.


"Bende sana eşlik etmek için indim çarşıya, kaybolacağını düşündüm." Dedi ve ardından gözlerini ikimizin üzerinde gezdirdi. "Sanırım doğru düşünmüşüm."

"Siz nereden tanışıyordunuz?" Diye sordum merakla. Tahir denen adamı hiçbir şekilde tanımıyordum dolayısıyla karşımda tamamen bir yabancı görmeyi bekliyordum ancak görünen o ki o yabancı bu yabancı değildi.

"Arkadaşım." Orhun dediği şeyle kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. Fazla büyük olmayan bir kasabada yaşıyorduk ve Orhun kasabamızın öğretmeniydi bu yüzden arkadaşının onu ziyarete geldiğini düşündüm ancak Orhun'un Müzeyyen Teyze ile olan yakınlığı ve birkaç gün önce annemin evde "Müzeyyen Hanım'ın torunu gelmiş." Cümleleri kafamın içinde yanıp sönmeye başlayınca büyük bir farkındalıkla nefesimi dışarıya verdim. "Müzeyyen Teyze..." Agah başını usulca sallarken Orhun gülümsedi, "Torunu."

"Memnun oldum." Dedim hafif bir gerginlikle. Müzeyyen Teyze burada tanınan ve çok sevilen bir görenin arkasından tam bir İstanbul hanımefendisi dediği kişiydi. Annemle de çok iyi anlaşırlardı dolayısıyla sık sık oturmaya giderdik, beni ve kardeşlerimi de çok severdi bu yüzden onun torununa yaptığım bu kaba davranış beni biraz daha utandırdı.

"Ben tekrar özür diliyorum, lütfen bağışlayın."

"Önemli değil." Dedi hafifçe gülümserken ve gözlerini birkaç saniye üzerimden çekmedi. Gülüşü içten ve samimiydi. Gülüşü, onun için gerçekten önemli olmadığını söylüyordu ve bu beni biraz rahatlatmıştı.

"Kanaması hala durmadı mı?" Diye sordu Orhun. Agah verdiğim beyaz köşelerinde mavi çiçekler nakışlanmış olan mendili burnundan çekti ve mendile baktı. "Hala biraz kanıyor."

"Gel şuradaki banka otur." dedi eliyle ilerideki bankı işaret ederken. "Bende bir su ve peçete alıp geleyim.

"İzin verin bende geleyim. Gerçekten çok üzgünüm ve bir sorun olmadığını görmek isterim." Agah'ın bakışları beni bulduğunda başını salladı ve birlikte birkaç metre ötemizdeki banka doğru ilerlemeye başladık.

"Sen otur ben su ve peçete getireyim." Orhun yanımızdan ayrıldığında Agahla tek kaldık elindeki kanlı mendili burnuna tutmaya devam ederken anlık sinir haliyle ne kadar sert vurduğumu düşündüm. Kitabın kalın olmasından da kaynaklanıyordu biraz. Burnu kırılmış olabilir miydi? Ya burnu kırıldıysa? İçimi yiyen şüpheyle endişe ile kaşlarımı çatıp sıkıntıyla nefes verdim.

"Endişe etmeyin, kötü bir şey yok." Bakışlarım Agah'ı bulduğunda sağ ayağımı hızla yere vurmaya devam ederken sağ elimin işaret parmağı ile de elimdeki kitabın sert cildine parmağımı tık tıklıyordum. Gözlerim kalın cilti kitabı ve daha sonrasında tekrar Agahı bulduğunda çatık kaşlarım hala düz değildi.

"İsteyerek olmadı, yani isteyerek oldu ama sizi temin ederim bunu yapmayı istediğim kişi siz değildiniz." Dediğimde başını usulca salladı. "Dediğim gibi, bir sorun yok."

"Acınız çok fazla mı?" Birkaç saniye beni izledi ve kaşları anlık birbirine yaklaştı ve gözleri hafifçe kısılırken dudağının kenarı hafifçe kıvrıldı. "Yani acımı göz ardı edemem elbette." Dediğinde daha da endişelendim ve işaret parmağımın tırnağıyla kitaba daha sert vurmaya başladım.

"Kırılmış olmasın?" Bakışlarımı ondan kaçırırken kendi kendime konuştum. "Ya kırılmışsa?" Endişe ile tekrar ona döndüğümde dudağındaki silik gülümseme hala yerindeydi. "Olabilir," Bakışları elimdeki kalın kitaba düştü. "Bu çok sert ve kalın bir kitap ve sizde oldukça sert vurdunuz." Dediğinde sıkıntıyla sesli bir nefes daha verdim.

"Uff!" Hissettiğim endişe ve korku ile Agah'ın yanına oturdum caddeye fazla yakın değildik ancak yakın olsak bile adamın burnundan kan akıyordu elinde kanla kaplı bir mendil vardı ve ortada yanlış anlaşılabilecek hiçbir şey yoktu.

"Ne olacak şimdi?" Diye sordum endişeyle bakışlarım önümdeydi ve elimdeki kitabı kucağıma koyup eteğimin dizlerine stresten terleyen ellerimi sildim.

"Ameliyat derler." Dedi.

"Ne!?" Korkuyla ona baktığımda mavi gözlerinde gizlemekten çekinmediği eğlenen ifade ile dudaklarına daha fazla yayılmış gülüşü ile durakladım.

"Beyefendi bu hiç hoş bir şey değil!" Sinirle konuştuğumda tekrar ayağa kalktım. "Çok endişelendim." Agah bey mendili burnundan çektiğinde gülmeye devam etti.

"Özrümü kabul edin, yalnızca endişenizin yersiz olduğunu söylemek istiyorum." İkimizde sustuğumuzda caddeye dönüp Orhun'un gelip gelmediğine baktım.

"Rahatsız edildiğinizden birilerinin haberi var mı?" Diye sorduğunda bakışlarım caddeden ona döndü ve hiçbir şey diyemedim. Belki de olmalıydı belki de ilk mektubu aldığımda anneme gösterip şikayet etmeliydim ancak biz kadınların üzerine dayatılan bu korkunç baskı beni bu duruma getirmişti. Sükutumla Agah bey cevabını aldığında hafifçe yutkundu ve beni inceledi. "Lütfen kendinizi kötü hissetmeyin, size arkanızdan sessizce yaklaşıp sizi korkuttuğum için beni bağışlayın."

"Sorun değil." Dedim neredeyse fısıldayarak, bu kibarlığı ve anlayışlığı karşısında başka bir erkek tarafından çaresiz bırakıldığım yüzüme bir tokat yemişim gibi çarptığında boğazıma oturan yumruyla zorla yutkundum.

"Benim bir kız kardeşim var." Dedi, nasıl bu kadar iyi empati kurabildiğinin sebebini açıklıyor gibiydi. Bir cevap niteliğinde hafifçe güldüm ve bakışlarım yere indi ayakkabılarıma odaklandım, toprak yoldan çıkıştık. Taş yolda tek tek dizilen taşlara odaklandım oldukça zahmetli işçilik gerektiren bir düzene benziyordu.

"Kanaman durmuşa benziyor." Orhun geldiğinde elinde tuttuğu iki şişe sudan birini bankın üstüne koydu ve elindeki şişeyi açıp Agah'a doğru uzattı.

"Öne eğil akıtalım suyla yüzündeki kanı." Agah öne eğildiğinde Orhun'un elindeki suyu aldı ve burnundaki kanları temizlemeye başladı. Orhun'da ona yardım ederken sol bileğimi göz hizama getirerek saate baktım. Çoktan bir saat olmuştu ve eve geç kalamazdım.

"Ben gideyim, geç oluyor. Sanırım daha iyisiniz." Dedim az önce benimle geçtiği dalgasına ufak bir ima yaparak. Orhun gülerek başını salladı. "Selam söyle herkese." Onu başımla onayladım.

"Mendilinizi temizleyip en yakın zamanda size teslim etmek isterim." Dedi Agah bey bakışlarım onu bulduğunda elimi uzatıp onu reddederek iki yana salladım. "Siz de kalabilir."

"Teşekkür ederim." Gülümseyerek oradan ayrıldığımda hızla pazarın yolunu tuttum. Pazara vardığımda tüm pazarı dolaşıp ucuz olan sebze ve meyvelerden aldıktan sonra çarşının içine gidip bir Japon yapıştırıcısı aldım ve iki saatin sonunda evin yolunu tuttum. Eve geldiğimde saat

akşam yediye geliyordu, akşamüstü hava kararmaya devam ediyordu.

Elimdeki poşetleri mutfağa koyduktan sonra gözlerim annemi aradı. "Anne?"

"Annem yok!" Oturma odasından yükselen kız kardeşimin sesiyle oraya gittim. "Nerede?"

"Havva teyzeye çay içmeye gitti." Başımı usulca sallarken dış kapıya doğru ilerledim ve girişteki konsolun üstüne koyduğum Japon yapıştırıcısını da alıp koltuğa oturdum.

"Acaba Japon yapıştırıcısı elimi de yapıştırır mı?" Dik bakışlarımı tam karşımdaki koltukta oturup elimdeki yapıştırıcıya dikkatle bakan on bir yaşına yeni girmiş Cemile'ye doğrulttum.

"Bana öyle bakma, derimi falan kopartır mı?"

"Kopartır." Dedim sadece. "Neden elini korumak için bir şey takmıyorsun o halde?" Cemile meraklı ve isyankar bakışlarını üzerime diktiğinde elimdeki babeti ters bir şekilde dizlerimin üzerine koydum ve tamamen ona odaklandım.

"Benim ellerim büyülü."

"Yalancı."

"Gücümü kendim kontrol ediyorum yapışmasını istemediğim için yapışmıyor."

"Yalancı."

"Senin yaşındayken bir arkadaşım vardı," Dikkatini bana verdi. "Birlikte camiye gidiyorduk ve bir gün camiye giderken tuvaleti geldi ve abdesti bozulmasın diye abdestini bana verdi."

"Abdestini sana mı verdi?" Başımı usulca salladım. "Geri döndüğünde ona abdestini tekrar verdim ancak ellerim büyülü kaldı kaldı." Gözleri hafifçe açıldı.

"Bir dakika bunu nasıl yapıyordunuz?"

"Sus bir."

"Tamam." Kollarını birleştirip arkasına yaslandı.

"Abdestinin geri kalanını ona veremedim ve ellerim hep büyülü kaldı."

"Yalancı."

"Sıcak tencerelerin kulpunu nasıl tutabildiğimi zannediyorsun?" Gözleri aydınlanmaya açılırken ağzı da ona eşlik ediyordu.

"Ama annem?"

"Anneme de ben verdim ama kötü tarafı da var Cemile."

"Kötü olan şey ne?" Dedi heyecanla elime bakarken. "Geceleri yanıma cinler geliyor ve sinirlendiğimde beni ele geçirmek istiyorlar..." Dondu. Bakışları durgunlaştı çenesi kasıldı. "Ama annem?" Gözleri pencereye odaklandı ve kararmaya devam eden gökyüzüne baktıktan sonra tekrar bana döndü.

"Anneme gitmiyorlar."

"Neden?"

"O anne." Yerinde kıpırdamadan durmaya devam ederken dudağımın kenarı sinsice kıvrıldı. "Şimdi," ona baktım. "Bana su getirir misin?" Başını aşağı yukarı sallarken oturduğu yerden kalktı ve hızla mutfağa koştu. Suyu getirdiğinde içtim ve bardağı tekrar ona verdiğimde mutfağa götürdü. Arkasından bakarken içim burkuldu çok korkmuştu üstelik aynı oda da yatıyorduk benimle yatmayı da severdi vicdanım sızlamaya başladığında Cemile geldi ve koltuğa oturup bakışlarını bana değdirmeden kitabını alıp okumaya başladı.

"Cemile." Yutkundu, "Efendim ablacım?"

"Yalancıyım." Bakışları ilk başta şaşkınlıkla beni bulsada kahverengi gözlerine sinir hızla nüfus etti yanındaki yastığı alıp bana fırlattı. "Yalancı, çok korktum senden."

Sessiz kahkahalarla gülerken birkaç saniye sonra Cemile'nin yanağından süzülen yaş içime oturdu. "Tamam özür dilerim gel sarılayım." Gelmesini beklemeden onu sertçe kucakladığımda öfkeyle çırpınmaya devam ediyordu bana tekrar bir yastık fırlattı bende ona fırlattım siniri yatıştı ve eğlenemeye başladı ikimizde gülüştük ve dakikalarca birlikte oynadık. Sonunda tamamen gece çökmüş annem eve gelmiş ve annem geldikten bir saat sonra da babam gelmişti. Babamla birlikte yemek yitip çay içtikten sonra bir iki saat sohbet ettik ve ardından uyku bastırınca odama çıktım.

Yatağımda kollarımı iki yana atmış sırtüstü yatarken odanın kapısı usulca açıldığında Cemile'nin geldiğini biliyordum ancak bana seslenmedi. Ses çıkarmamaya özen göstererek minik adımlarla yürüdü ve usulca başını bana doğru uzattı. Karanlık odada ona doğrulttuğum gözlerimi fark edince sıçrayarak geri çekildi. "Abla! Korktum."

"Bana öyle yaklaşan sensin." Sustu ve yerinde biraz kıpırdadı. "Ben sadece..."

Akşam söylediğim şey için hala korktuğunu fark edince derin bir nefes vererek adını zikrettim. "Cemile, sadece şakaydı!" Başını usulca sallarken yana kaydım ve elimle pat patlayarak yanıma gelmesini söyledim.

"Bu gece birlikte uyuyalım." Dedim mırıldanırken. "Emin değilim." Dediği şeyle hafifçe güldüm.

"Abla?"

"Hm?"

"Yarın denize yüzmeye gidelim mi?" Başını kaldırıp bana baktığında gözlerim hala kapalıydı. "Mayıs ayındayız Cemile, su hala soğuktur."

"O zaman biz de ayaklarımızı sokarız." Heyecanla konuştuğunda gözlerimi açıp ona baktım ve gülümsedim.

"Tamam, o zaman bizde ayaklarımızı sokarız."

"Sahilde yürüyüp deniz kabuğu da toplarız."

"Tamam." Dedim ancak annem topladığımız deniz kabuklarını hep atardı. "Sahilde yürüyüp deniz kabuğu da

toplarız.

Ne zaman uyuduğumu anlamadan kapattım gözlerimi ancak sanki uyku zihnimi ele geçirmek için gözlerimi kapatmamı bekliyormuş gibi ele geçirdi tüm bedenimi.

Sabah erken saatte uyandığımda Cemile kendi yatağında yatıyordu gece fazla sıcak olduğu için kendi yatağına gitmiş olmalıydı. Yatağımdan kalkıp lavaboya gittim yüzümü yıkayıp dişlerimi fırçaladım ve üstümü değiştirip yatağımı topladıktan sonra odamdan çıktım. Mutfaktan gelen çatal bıçak sesleriyle annemin çoktan uyandığını anladım ve ona yardıma gittim ve birlikte sohbet ederek kahvaltı masasını kurduk.

"Bugün arka bahçede yiyelim mi Firuze?" Birkaç saniye düşünüp annemi onayladım. "Olur." Müstakil bir evde oturuyorduk burada çoğu ev müstakildi ve yaz geldiğinde çoğunlukla herkes bahçede vakit geçirmeyi severdi. Annemle hazırladığımız kahvaltılık tepsilerini mutfak balkonundan çıkıp arka bahçeye taşıdık.

"Bugün Cemile'yle sahile gitmek istedik."

"Kaçta gideceksiniz?" Dedi annem elindekileri tahta beyaz masaya koyarken. "Kahvaltıdan sonra çıkarız."

"İyi ama girmeyin e mi kızım?"

"Deniz oldukça soğuktur zaten." Dedim onunla birlikte mutfağa dönerken.

"Bende bugün Müzeyyen hanıma gideceğim." Müzeyyen teyzeyle birlikte aklıma Agah bey düşünce gerildim. Ona karşı hala mahcup hissediyor ve utanç duyuyordum.

"Öyle mi? Selam söylersin."

"Torununu da merak ediyorum, onunla da tanışmaya gideceğim Müzeyyen'le de kahve içeriz." Annemin Agah beyi merak ettiği bilgisi beni anlamadığım ve hoşlanmadığım bir şekilde rahatsız etmişti. Mutfaktan bardak tepsisini alıp giderken düşünceli bir şekilde onu takip ettim. Burnu eğer morardıysa bu Müzeyyen Teyzeyi çok endişelendirmiştir.

"Seni de görmek ister bir dahaki sefere seninle gideriz."

"Kim beni görmek ister?!" Şaşkınlıkla yüksek sesli bir şekilde anneme sorduğumda bardakları masaya bırakıp bana döndü.

"Kim görmek istiyormuş benim kızımı?" Babam kalın sesiyle bahçeye çıktı. Bayılacağım.

"Müzeyyen ayol." Rahatça nefes verdiğimde bu aptal düşüncem için kendime kızarken annem gözlerini üzerime dikti. "Sen niye elin boş geldin." Ellerime baktım refleksle.

"Seni dinliyordum anne." Gülümsediğimde annem sabır çekip mutfağa ilerlerken babam gelip masadaki kendi yerine oturdu.

"Günaydın kızım."

"Günaydın baba." Annem çayı getirdiğinde bende Cemile'yi uyandırmaya gittim. Normal bir sabah kahvaltısının ardından Cemile ila hazırlanıp sahilin yolunu tuttuk. Sahil evimize çok uzak değildi bir sokak ilerisinde deniz görünmeye başlardı, yürüme mesafesinde on dakikamızı alırdı bu yüzden Cemile'yle yazları sürekli kumsala gelir birlikte vakit geçirirdik. Koluma aldığım orta boy bir çantanın içinde biraz çerez ve su vardı. Kumsal henüz yaz tam gelmediği içi neredeyse boştu ancak gelen insanlarda vardı. Cemile'yle denize yakın olan yere oturduğumuzda çantayı yanıma koydum ve birkaç saniye konuşmadan hafif dalgalı denizi izledik.

"Harika görünüyor."

"Evet."

"Yüzmek istiyorum."

"Ben de." Cemile'nin bakışları usulca beni buldu. "Hayır."

"Ayaklarımızı sokacağız dedik ama!"

"Ayaklarımızı sokacağız dedik Cemile yüzeceğiz demedik. Eve ıslak gidersek annem bizi öldürür."

"Pekala ayaklarımızı sokalım o zaman." Dedi somurtarak.

"Mayıs ayından denize gelen tek insan biz değiliz." Etraftaki birkaç insana baktığımda Cemile arkamı döndüğüm sahil girişini işaret etti. "Bak."

Arkamı dönüp baktığımda kahvelerimi esir alan koyu mavilerle karşılaştığımda hissettiğim şaşkınlıkla

afalladım. "O kim? Daha önce görmedim."

"Müzeyyen teyzenin torunu." Dedim mırıldanırken. "Onunla tanıştın mı?" Diye sorduğunda Agah beyden bakışlarımı alıp ona döndüm. "Bir nevi."

Cemile oturduğumuz yerden ayaklandığında onun peşinden bende ayaklanırken üstümdeki kumları silkeledim. Heyecanla denize doğru ilerleyip usul usul ayaklarıyla duya dokundu.

"Önce biraz deniz kabuğu toplamak istemez misin?"

"Hayır."

"Peki." Bakışlarım istemsizce tekrar arkama döndüğünde Agah ve Nihal bize biraz daha yaklaşmışlardı Nihal elini sallayarak bana selam verdiğinde ona güldüm ve bende selamına karşılık verdim. Birkaç adım atıp buluştuğumuzda Nihal neşeyle sordu. "Nasılsın?"

"İyiyim, sen?"

"Bende Agah beye kasabamızı tanıması için yardımcı oluyordum."

"Ne güzel," Dedim tebessüm ederken Agah beye baktığımda onun mavileri zaten üzerimdeydi. Bakışlarım burnunu bulduğunda çok hafif bir morluk vardı ancak yakından bakınca belli oluyordu.

"Tanıştırayım Agah, Müzeyyen hanımın torunu."

"Biliyorum, biz dün karşılaşmıştık."

"Öyle mi?" Diye sordu Nihal şaşkınlıkla. "Çok sevindim tanışmanıza." Nihal samimi bir şekilde gülümsemeye devam ederken Cemile Nihal'i fark ettiğinde bağırarak ona seslendi.

"Nihal abla!" Onu çok severdi.

"Cemile!" Nihal’de ona aynı şekilde karşılık verip onun yanına giderken Agah beyle yalnız kaldık. İkimizde hemen önümüzde birbirlerine su sıçratan Cemile ve Nihal'i izlerken bakışlarım ona döndü.

"Burnunuz nasıl oldu, Acıyor mu?"

"Acıyor." Dedi Agah bey nefesini verirken, bakışları bana döndü. "Tanıştığımızı sanmıyorum." Kaşlarım sorgularca çatıldı. "Anlamadım?"

"Nihal hanıma tanıştığımızı söylediniz ancak ben tanıştığımızı sanmıyorum." Bedenini bana çevirdi. "Bana isminizi bahşeder misiniz?"

Ne demek istediğini anladığımda gülümsedim, ona ismimi bile söylememiştim. "Firuze." Usulca güldü, "Memnun oldum Firuze Hanım." İkimizde tebessüm ederken tekrar birbiriyle şakalaşmaya devam eden Nihal ve Cemile'ye döndük. Denizin kıyısından deniz kabuğu toplamaya çalışıyorlardı.

"Kasabaya temelli olarak mı taşındınız?" Diye sordum bakışlarım hala karşıdayken.

"Hayır, yalnızca işim için biraz kafamı dinlemeye ihtiyacım vardı sanırım."

"Tatil için yani." Dedim başımı usulca sallarken.

"Biraz uzun bir tatil sanırım."

"Ne iş yapıyorsunuz?" Diye sordum merakla.

"Piyanistim." Bakışlarım şaşkınlıkla Agah beyi bulduğunda onun mavilerini tekrar üzerimde yakaladım.

"Vay canına."

"İlginizi mi çekiyor?"

"Bilmem, daha önce hiç piyano görmemiştim merak ettim sanırım."

"O zaman bir gün size çalmaktan mutluluk duyarım." Dediği şey bulunduğumuz şartlar altında pek olası değildi ancak irdelemedim. "Teşekkür ederim."

"Tamam, yeter bu kadar." Nihal ellerini deniz suyunda temizleyip bize doğru yürüdü. "Gidiyor musunuz?" Diye sordu Cemile biraz üzülerek.

"Agah beye kasabayı tanıması için yardımcı olmam lazım Cemile." Cemile'nin bakışları sonunda ona daha yakın duran Agah’ta durduğunda birkaç saniye ona baktı.

"Merhaba." Dedi kibarca.

"Merhaba hanımefendi." Agah gülümserken başıyla selam verdiğinde bakışlarım yanağında beliren gamzesini buldu.

"Firuze'nin kardeşi Cemile." Dedi Nihal tanıtırken.

"Memnun oldum." Dedi Agah, Cemile gülümseyerek onu karşıladı ve ardından Nihal'e vedalaştıktan sonra sahilin çıkışına doğru yol aldılar.

"Tam bir beyefendi gibi görünüyor." Cemil'e hayranlıkla konuştuğunda kolumla onu dürttüm.

"Hadi gel," Cemile sahilin ıslak kumlarına döndü denize birkaç adım atıp eline suyu alıp bana fırlattı.

"Cemile!" Ona kızdığımda bana su fırlatmaya devam ediyordu. "Annem kızacak o zaman seni korumam."

"Annem eve gitmeden biz evde oluruz." Bana su atmaya devam ederken hızla onun yanına gittim su ayak bileklerime kadar geldiğinde bende su alıp ona fırlattım ancak Cemile durmadı ve ayağıyla sıçratarak beni daha da ıslattı. Denizde biraz daha açılırken ben de onun peşine gidiyordum soğuk baldırlarıma kadar geldiğinde titredim.

"Hasta olacağız." Ancak ağzımdan çıkanlara zıt bir şekilde Cemile'ye su fırlatmaya devam ettim. Cemile fazla ilerlemeyi bıraktı ve durup bana baktı. "Ne oldu?" Beline kadar gelen suyun içerisinde bana bir adım attı. "Hayır Cemile!" Kahkaha atarak kaçmaya çalıştım ancak hızla arkamdan gelip sırtıma zıpladı ve ikimizi de suya gömdü.

Buz gibi su tüm vücuduma hücum ederken gözlerimi kapattım, su soğuktu ama suyu severdim. Anlık hissettiğim bu küçük çaplı soğuk su şokundan sonra suyu bütün her yerimde hissederken refleksle nefesimi verdiğimde baloncuklar çıktı ve ağzıma su girdi, su her yerimi titretti üşüdüm çok üşüdüm ama sevdim. Boğazımda hissettiğim suyla birlikte öğürme hissiyatıyla ayağa kalkmaya çalıştım ancak dengemi bulamadım ve su tekrar kucakladı beni, tekrar hissetim her bir yerimde ve tekrar titretti her bir zerremi.

Loading...
0%