Yeni Üyelik
2.
Bölüm

Bölüm 1 - ÖLÜ EVLİLİK

@rmys7793

9 Mayıs 2014, Cuma

Aslında her şey, istediğin gibi gitmezdi bu hayatta. Hayallerin, düşlerin, bütün hayatını kaplayacak o meslek ve hatta evlilik… Zaten gitmesini isteyen kimdi? Bu dünya geçiciydi. Sorunlar çıkacaktı, belki çözmek o kadar da kolay olmayacaktı. Öyle şeyler yaşayacaktık ki ne yapamayacağımızı bilemeyerek öylece boş gözlerle dolanacaktık. Ama çözüme kavuşacaktı, düğüm illaki çözülecekti er ya da geç. Güneş zifiri karanlıktan sonra etrafı ap aydınlık yapacaktı yine. Belki bazı kayıplarımız olacaktı, belki de yeni yapımlar baş gösterecekti. Bu dünya böyleydi, kuralları basitti. Biz yarına uyanırken dünleri kaybederdik. Ve zaman böylece akar giderdi… Göz yaşlarıyla bazen. Bazen gülücüklerle.

Bazılarımız yarınlara doğarken, öbürümüz dünlere karışır biterdi… Ama bazen ağlasan mı, gülsen mi? Bilemezdin…

Fakat benim düğümüm biraz- tamam fazla karışık ve büyük bir düğümdü. Çözmek; ne günü, ne haftası? Aylarımı belki de yıllarımı alabilirdi… Aslında tam olarak ne kadar zamanımı aldı hatırlamıyorum. Bana soracak olsanız bir ömür benden alınmış gibi diyebilirim. İnsanın duyguları zaman algısını değiştiriyor en neticesinde. En iyisi ben anlatayım, buna siz karar verin…

Günlerden Cuma vakitlerden de Cuma vaktiydi. Kur’an okuyordum ve ardından ezanla namazımı kılıp bu vakti duamla noktalama vakti gelmişti:

“Allah’ım sen içindekini de dışımdakini de bilensin. Ne kadar ibadetlerimdeki düzene riayet etsem de içimdeki sıkıntının ne derece tepelerde gezdiğini senden ala kim bile bilir? Ve bu sıkıntıyı senden ala kim yerini huzura bırakabilir? Her gün bıkıp usanmadan bu duayı ettiğimi bilirsin. Neden diye sormaktan çekiniyorum. Çünkü vermiyorsan bir bildiğin vardır, belki de bir imtihandır.” Gözlerimin dolduğunu hissettim. “Allah’ım artık dayanmakta güçlük çektiğimi ne kadar yıprandığımı görüyorsun. Ne olur Allah’ım! Ne olur yardım et bana!” Damlalar gözlerimden tane tane dökülmeye başladı. “Dayanamıyorum! Bir evde iki yabancıymışız gibi dolaşıyoruz... İnsanlar görse evli olduğumuzu bile anlamazlar. Biliyorum Allah’ım severek evlenmedim ama dedim ki Rabbim kalbime o sevgiyi yerleştirir. Her şey güzelleşmeye başlarken içimde bir muhabbet filizlenmeye baş görmüşken... Nasıl böyle birden bana soğur aklım almıyor Allah’ım?! Kaç hafta geçti belki de ay... Tükendim Allah’ım yardım et bu kulun kanadı kolu kırık ve ancak senin gücün yeter. Ne olur kolumu kanadımı bana hayırlısıyla geri ver! Ne olur Allah’ım ne olur yardım et bu aciz kuluna ne olur ne olur... AMİN!..” İçten bir şekilde birkaç kez daha amin deyip gözlerindeki yaşı silerek ayağa kalkıp doğruldum. Ölmüş bir evliliği canlandırmak bir insanın yapabileceği bir işi değildi. Bunu ancak ölüleri canlandıran Allah’ın gücü yeterdi. Tabi canlanması benim için hayır olacaksa…

Yeni yeni mescide çevirmiş olduğum odadan sakin adımlarla ayrıldım. Duygusal karmaşalarım çözülmedikçe namazın getirdiği o huzur yerini mütemadiyen koruyamayacaktı. Çünkü aklım hep bu meseleyle alakadar olacaktı ve o içimdeki huzur zamanla yerini hüzne bırakacaktı. Namazın üstümdeki eski esaretini öyle özlüyordum. İçim buruk olmuştu yine göz yaşları bir düşman gibi kapıya dayanmıştı. Bir iki damla yanaklarımdan aşağı süzülürken kendimi tutmaya çalıştım. Ağlamamalıydım artık. Sadece duayla olup bitecek iş değildi bu çabalamalıydım artık. Kendimce bir şeyler yapmalıydım. Rabbim her an yanımda değil miydi bana yardım ederdi. Belki de çabamı görmek istiyordur. Belki bu yolda ilerleyip bana bir şeyler öğretmek istiyordur. Umudum artmıştı. Evet, evet öyle olmalıydı.

Düşünerek yürürken salona geldiğimi fark ettim. İkili koltuğa yanaşıp oturdum ve neler yapabileceğime dair kafamı yokladım. Birkaç saniye sonra kulağıma ulaşan telefon sesiyle kendime geldiğimde telefonumu nereye koyduğumu hatırlamaya çalıştım. Sesin geldiği yönü takip ettiğimde mutfakta masada olduğu kanısına varıp dümdüz ilerleyip sola dönerken sesin daha net geldğini fark ettim. Mutfağın masasında olduğunu gördüğüm an hızla elime alıp çağrı sonlanmadan açtım.

“Selamün Aleyküm?” diye sordum ‘Kimsiniz?’ dercesine.

“Aleyküm Selam Yeşim. Şimdi beni iyi dinle hemen televizyonunu açıp 14’ü tuşla. Gördüklerine inanamayacaksın.” Bu benim küçüklüğümden beri en yakınlarımdan biri olan Feride’ydi. Telaşına anlam veremezken önemli bir şeylerin ortada döndüğünü çakmıştım. Ama sebebi neydi? İşte onun cevabı şu an televizyonda 14. kanaldaydı.

“Tamam, sakiln ol. Açacağım şimdi. İnşallah meraktan çatlamam.”

“Hadi hadi, sonra laf edersin ayaklarını çalıştır şimdi.” Tekrar salona vardığımda koltuktan kumandayı kaptığım gibi televizyonu açtım, ardından 14 sayısını tuşladım. Ama bu kanal haber kanalı değil miydi ya?

“…-telde yaşananların ardı arkası kesilmiyor. Bursa da birkaç yıl önce işlenmeye başlanan bu cinayetlere bir yenisi daha eklendi. Sahil kenarında güzel bir tatil köyü olan bu otel artık amacı dışında iş görüyor. Katil kış yerine otelin revaçta olduğu yaz zamanını tercih ettiğini biliyoruz. Fakat artık katledilen kişilerin 10’u bulduğu zamandayız. Arkadaşlarımız bu yeri görüntülemek için şuan oradalar. Alper seni dinliyoruz:”

“Böyle güzel ve kaliteli otelin bu derece kan dondorucu bir mevzuya ev sahipliği yapması üzüyor gerçekten. Umarım yetkililer ve kıymetli polislerimiz bu durumun altından kalkabilirl-…“

“İzledin mi?” İçim burkularak izlediğim haberi Feride keserken kendime geldim.

“Evet.” Bu haber bir-iki yıldır revaçtaydı. Katil o kadar profesyoneldi ki bir türlü onu bulamıyorlardı.

“Görüyorsun değil mi? Kaç can aldı o pislik. Sen olsaydın ord-“

“Başlama yine Feride. Bitti o masal.”

“Bu senin oraya gidip olayı çözmene engel değil ki.”

“Lütfen, lütfen Feride.” Sinirli nefesi kulağıma doldu ve yüzüme kapattı telefonu. Tekrar televizyona evrildiğinde gözlerim tanıdık bir yüzle karşılaşmıştı: Hikmet… Şaşırırken ister istemez dinlemeye başladım:

“… Yürüttüğümüz bu dava hakkında üzgünüm ki daha fazla bir şey söyleyemeyiz. Lütfen şimdi müsaade edin.” İç çektim. 2 yıl önce yaşananlar hatrıma düşerken yine gözlerim dolmuştu. Kumandaya uzanıp televizyonu kapattım ve dibimdeki koltuğa uzandım. Derken kapının zili kulağıma dolmuştu. Şaşkınlıkla kaşlarım havalanırken sağ bileğimi göz önüne getirip saate baktım: 14.14’tü. Bu saatte kimdi ki bu?

Doğrulup kapıya yöneldim merakla. Cihan desem o olamazdı, daha dün gelmişti eve. Feride miydi acaba? Bu sefer pes etmek istemiyor muydu yoksa? Cevapla aramda birkaç adım kaldığında uzanıp kapıyı araladım. Cevapla yüzyüze geldiğimde suratımı ekşittim. Bunun burda ne işi vardı Allah aşkına.

“Niye bana öyle bakıyorsun?”

“Dün geldiğin için bugün beklemiyordum da ondan.” İçeri girmek için hareket ettiğinde önünü kapattım. Ne olduğunu anlamayarak o güzel yeşil ama mavi gözlerini bana dikti.

“Niye kapatıyorsun önümü?” Sinirle gözlerimi ondan alıp yere verdim.

“Sen sor diye?.. Allah Allah neden acaba hiç düşündün mü?”

“Müsaade edersen evime gireceğim Yeşimcim.” O bana Yeşimcim mi demişti? A, yok yok öyle hemen etkilenmek yoktu.

“Ha, güliyim bari. Sen ayda yılda bir geldiğin yere ‘evim’ mi diyorsun?”

“Bağırma Yeşim bağırma, komşular duyacak. Gel içeride konuşalım.” Başımı şiddetle iki yana salladım.

“Duyarlarsa duysunlar, içeri falan da girmiyorsun!” Kaşlarını tehditkar bir şekilde havaya kaldırdı.

“Öyle mi?” Bende aynı şekilde onu taklit ettim.

“Öyle!” Bir anda belimde bir sıcaklık hissederken ne olduğunu anlayamadım. Bir baktım ki beni içeri sokmuştu, kendisiyle birlikte!

“Ne yaptığını sanıyorsun, çek ellerini üstümden!” diyerek kolunu belimden savuşturdum.

“Karımsın ya canım, sana dokunabilirim ya hani.” Bir kahkaha attım ortaya.

“Sen mi benim kocamsın? Güldürme beni, haftadan haftaya eve gelip yüzüme bile bakmayana koca mı denir, bu ev senin mi denir?!”

“Atma istersen, iki günde bir geliyorum eve.”

“A, çok sağ ol ya! Herkesin eşi de eve iki günde bir geliyordu zaten. İşin gücün ne senin eve gelmiyorsun onu söyle bana! Nerelerde geziyorsun haberim yok.”

“Şuan işim var sonra konuşalım Yeşim.” Bu sözler öfkemi alevlendirirken kendime hakim olamayarak bağırdım.

“Nerelerde, kimlerle geziyorsun dedim!” Derin bir nefes alıp bedenini tamamen bana çevirdi.

“Tamam haklısın, iki günde bir gelmemeliyim eve. Bir yerde de gezdiğim yok. İşim var onu yapıyorum.” Sinirle dilimi dişlerimde gezindirdim. Son raddeydi bu patladım patlayacaktım.

“Bende senden bu itirafı bekliyordum ya sağ ol. Haklı olduğumu zaten biliyorum. İcraat bekliyorum icraat!” Boş gözlerle bakındı bana. Belkide altları doluydu bilemiyorum. Bir şey söyleyecekti de sankiii…

“Sonra konuşalım işim var Yeşimcim.” Dili bir türlü varmıyor, yalan söylemekten başka seçenek bulamıyordu.

“Ne işi?” dedim sakin kalmaya çalışarak. Sanki alevlerimiz birden yok olmuştu.

“İş seyahati denebilir. Bir yere gideceğim.”

Dudaklarımı ıslatıp sakince konuştum:

“Gidemezsin.” Sakince konuşmam onu afallattı.

“Ne demek gidemem? Sana sormadım ki.” Kaşlarım küllenen alevlerin ısısıyla havalandı.

“Az önce ne dedin sen? Karınsam madem ki, karışırım. Gİ-DE-MEZ-SİN!” dedim gözlerimi belerte belerte.

“GİDERİM!”

“Gidemezsin!”

“Giderim dedim!”

“Bende gidemezsin dedim, kocacım!”

“Bal gibide giderim!”

“Öyle miiii?”

“Öyle!”

“Madem öyle bende giderim!”

“Nereye?”

“Sanane.” Gözlerimi keyifle devirdim.

“Nereye gideceksin?”

“Nereye istersem oraya giderim, kocacım.”

“Beş parasız nereye gideceksin?”

“Sen benim beş parasız olduğumu mu sanıyorsun?” Bir kahkaha patlattım. “Ah, garibim bir şeyden de haberi yok. Neden acaba? Eve gelmediğinden olabilir mi?”

“Parayı nerden buldun?”

“Gökten yağdı. İstersen sana da bir gün toplayayım.” Yine bir kıkırtı sardı odayı.

“Dalga geçme benimle.”

“Niye geçeyim canım, dalga denizde olur.”

“Ha ha ha, çok komik.”

“Evet komik, ben güldüm.” Diyerek yine kıkırdamaya başladım. “Neyse beni tutma hazırlanmam lazım.”

“Yeşim buraya gel konuşalım.” Pardon ben bu lafları söylerken senin aklın neredeydi?

“Sen kendi kendine konuş ben sonra katılırım sana. E, nede olsa bavul kendi kendini hazırlamayacak dimi kocacım?” Telefonumu elime alıp hızla odama kaçtım ve Feride’yi aradım.

“Selamün Aleyküm Feride, hazırlan yarın yola çıkıyoruz. E, onca ceset katilini kendi bulamaz ya.”

 

 

 

Loading...
0%