@rnuzun
|
“Bazen bir ışığa ihtiyacımız olur ama o ışığı hiç kendimizde aramayı denemeyiz.” “Öf be…” Okula yetişmek için son şansım olan otobüsü de son saniye kaçırmıştım. Kendi kendime söylenerek taksi durağına koşmaya başladım. Nefes nefese kalarak taksi durağındaki abiye: “Abi beni Yeni Doğan Koleji’ne atar mısın?” diye sordum. Abi taksiyi işaret etti. Arka koltuğa geçip çantamı yanıma koydum ve yola çıktık. Büyük ihtimalle okula geç kalacaktım. Gıcık coğrafyacının derslerini hiç sevmiyordum üstelik bugün de dersine geç kalmıştım. O da beni pek sevmezdi. Böyle kara kara düşünürken dersin ilk 10 dakikası geçmişti bile. Abiye dönüp: “Abi biraz daha hızlı süremez misin?” diye sordum. Adam dikiz aynasından ters ters bakarak: “ Trafiği görmüyor musun yeğenim, bu trafikte anca bu kadar.” dedi. Adam bir yandan haklıydı. İzmir’in trafiği de en az İstanbul kadar fazlaydı. Adamın üstünden bakışlarımı çekip yola bakmaya devam ettim. 20 dakika sonra okulun önündeydim ve o an gördüğüm şeyle utancımdan yerin dibine girmek istedim. Çünkü cüzdanımı anneme para koyması için vermiş ve geri almayı unutmuştum. Taksici bana soran gözlerle bakarken konuya nasıl gireceğimi hesaplıyordum. “Abi şey, ben cüzdanımı evde unutmuşum da ben sana numaramı versem, parayı da bu akşamüzeri getirsem olur mu?” diye sordum. Adam dik dik bakarak kafasını salladı. Küçük bir not kağıdı çıkarıp hemen adımı, soyadımı ve numaramı yazıp abiye verdim. Taksiden indikten sonra dörtnala koşuyormuş gibi okula koşmaya başladım. Bahçeden geçip hemen okula girdim. Merdivenlerden çıkıp üst kattaki 12-C sınıfına girmek için hazırlanırken karşıdaki rehberlik hocasının beni çağırdığını gördüm. Bir an görmezden gelmek istedim ama o çoktan benim onu gördüğümü fark etmişti. Adımlarımı sınıfın olduğu taraftan rehberlik hocasının olduğu tarafa yönlendirdim. Yanına geldiğimde konuşmaya başladık: “Merhaba Denizcim. Yine mi geç kaldın bugün?” “Hocam aslında yetişecektim ama otobüsü son anda kaçırdım. Sonra taksiyle falan trafik derken ilk dersi kaçırdım.” Hoca kafasını sallayarak ve aynı zamanda fısıltılı bir sesle: “Anlıyorum canım. Peki, psikoloğunla görüşüyor musun?” diyerek beni gördüğü zaman sorduğu sık sorulardan birini sordu. “Evet hocam. Hatta bu hafta sonu randevum var. Annemle ona gideceğiz.” Fısıltılı konuşmamızın sebebi bu çeşit konuları kimseyle paylaşmak istemememdi. Etrafta kimse yoktu ama ben yine de yerin kulağı vardır diye düşünüp ona göre hareket ediyordum. Rehberlik hocası geç kalma sebebimi yaşadığım bazı sorunlardan ötürü kullandığım ağır ilaçlara bağlıyordu. Bence pek alakası yoktu ama bunun sayesinde bazı günler devamsızlıktan kaytarabiliyordum ve bu da benim işime geliyordu. Rehberlik hocası: “İyi iyi. Sakın aksatma randevularını. Aynı zamanda ilaçlarını da düzenli kullan. Bir gün gel sana randevu vereyim benimle de bir görüş olur mu canım?” dedi ilgili bir ses tonuyla. Gülümseyerek: “Olur hocam…” deyip hocayla vedalaştıktan sonra adımlarımı tekrar 12-C’nin olduğu tarafa yönlendirdim. Teneffüsün bitmesine 5 dakika vardı. Sınıftan içeriye girdiğim gibi kafama gelen silgiyle tökezlemem bir oldu. Şaşkınlıkla silginin kimden geldiğine bakarken Murat’ın pis gülme sesini duyarak o tarafa döndüm. Murat, başına kravatını bağlamış, çömelmiş oturuşuyla, elinde tespih, önüne gelene silgi atıyordu. Sinirle bana attığı silgiyi geri ona atarak iade ettim. O da havada tek eliyle yakaladı. Murat’ı boş verip ortadan ikinci sıradaki yerime geçip Selin’in yanına oturdum. Selin benim okuldaki en yakın arkadaşımdı. Beraber gezer, beraber dolaşır, öğle yemeğini beraber yerdik. Ayrıca mavi gözleri ve açık kumral saçlarıyla oldukça çekici bir kızdı. Benim geldiğimi görünce yüzünde tatlı gülümsemesiyle bana dönüp “Hoş geldin!” dedi. “Hoş buldum.” “Geç kaldınız?” “Evet ya, son dakika otobüsü kaçırdım.” “Üzücü olmuş. Coğrafyacı bir sürü ödev ve performans verdi. Akşam atarım sana.” “Çok iyi olur valla.” “Tamamdır. Şimdi onu bunu bırak da okuldaki haberlere gel sen. Neler oldu neler…” dedi elini sallayarak. Bazenleri de bu Selin’e hiç anlam veremiyordum. Bazı konuları abartmakta üstüne yoktu çünkü. Gözlerimi devirerek: “En fazla ne olabilir ki bu okulda?” dedim. Tam ağzını açıp söyleyeceklerini sıralayacağı anda zil çaldı. Öğrenciler sınıfa doluşmaya başlayınca ben de odağımı Selin’den ayırıp çantamdan defterimi ve kalem kutumu çıkardım. Aradan birkaç dakika geçtikten sonra öğretmen geldi ve ders işlemeye başladık. Ders matematikti. Matematiği severdim ama öyle de bayılan birisi değildim. Notlarım ise normal bir öğrencinin nasılsa, benim de o düzeydeydi. Ders normal bir şekilde işlerken sınıfın kapısı tıklandı. Öğretmenin “Gel!” komutuyla sınıfa Müdür Bey girdi. Hepimiz ayağa kalktık ve Müdür Bey’i selamladık. Müdür Bey’in yanında bir de bizim yaşlarımızda bir çocuk vardı. Erkekti, 1.80 boylarında, açık yeşil gözlü, kumral saçlı, orta yapılıydı. Sessiz bir tipe benziyordu. Müdür Bey, matematik hocamızın halini hatırını sorduktan sonra bize döndü: “Merhaba çocuklar.” “Merhaba hocam.” Çoğu öğrenci müdürüyle pek de iyi anlaşamazdı ama bu benim için öyle değildi. Müdürü severdim. Bana çoğu konuda destek olur, sıkıntılarımda elinden geldiğince yardımcı olmaya çalışırdı. Yanındaki çocuğu işaret ederek: “Ateş sınıfınıza yeni geldi. Bir aksilik çıkmazsa lise bitene kadar bu okulda, bu sınıfta beraber okuyacaksınız.” dedi. Müdür Bey’in bu kısa konuşmasından sonra sınıfta fısıldaşmalar başladı. Herkes muhtemelen bu Ateş denen çocuğu konuşuyor olmalıydı. Müdür Bey, matematik hocamızın “Gerisi artık ben de.” bakışları altında sınıftan çıktı ve ardından kapıyı kapattı. Bizde Müdür Bey’in çıkışından sonra gözlerimizi Ateş’e çevirdik ve her sınıfa yeni gelen öğrencinin yaptığı gibi kendini tanıtmasını bekledik. Matematik hocamızda böyle düşünüyor olmalı ki Ateş’e dönerek elini uzattı: “Merhaba Ateşçim. Ben senin bu seneki matematik öğretmenin Filiz Akdoğan. Tanıştığımıza memnun oldum.” Ateş hocamızın uzattığı eli ucundan sıktı. Bu bana biraz kibirli bir tavır gibi gelse de önyargılı olmamak için hemen bu düşünceyi kafamdan attım. Matematik hocamız devam etti: “Adını öğrendik Ateşçim. Peki, hangi okuldan geliyorsun?” “Kahraman Koleji.” Sesini duyduğum zaman ilk başta biraz tanıdık gelse de içten içe buna güldüm. Hayatımda ilk defa gördüğüm birisinin sesini nerden tanıyacaktım ki? “Anladım canım. İyi bir okuldan geliyorsun. Peki, matematikle aran nasıl?” “İdare eder.” “Anladım canım. O zaman sen de şöyle en arkada Hakan’ın yanına oturabilirsin. Geç bakalım.” Ateş verdiği kısa cevaplardan sonra en arkadaki Hakan’ın yanına oturdu. Matematik hocasının derse başlamasıyla hep birlikte derse döndük. Ders bittikten hemen sonraki teneffüs herkes Ateş’in etrafına toplanmıştı. Erkekten çok kızlar vardı yanında. Tamam, yalan yoktu, çocuk biraz yakışıklı olabilirdi ama o kadar da abartılacak düzeyde değildi bence. Herkes Ateş’e merak ettiği soruları soruyordu ama Ateş onların sorularını cevaplamak yerine sadece önündeki kitabı okuyordu. Ateş’ten umudunu kesenler tek tek yanından ayrılmaya başladılar ve böylece Ateş yalnız kaldı. Ben de bakışlarımı tam oradan ayıracağım sırada Ateş kafasını kaldırdı ve göz göze geldik. Biraz garip hissetmiştim kendimi o an. Çünkü bana baktığı zaman o açık yeşil gözleri çok tanıdık gelmişti. Bir an bu düşüncemden rahatsız olup hemen başımı önüme çevirdim ve sıraya bakıp dersin başlamasını bekledim. Dersler böylece sürüp gitti. Arada bir sorulara cevap verdim, notlarımı aldım ve çıkışta çantamı toparlayıp sınıfın kapısına doğru yürüdüm. Tam sınıftan çıkacakken dolabımda yarın sözlüsü olacak sınavın kitabını unuttuğumu fark edip hemen adımlarımı dolabıma doğru yönlendirdim. Anahtarımı çıkarıp dolabımı açtım ve kitabımı aldım. Kilitleyip sınıftan çıkacağım sırada bir ses: “Burada boş bir dolap var mı acaba bana göre?” dedi. Sesin sahibine baktığım zaman o açık yeşil gözlerle göz göze geldik. Sakince: “Sana uygun mu bilemem ama bu dolap boş.” dedim yanımdaki boş dolabı işaret ederek. Ateş teşekkür bile etmeden hemen elindeki eşyaları dolaba yerleştirmeye başladı. Bu tavrına sinir olsam da sesimi çıkartmadım. Dolabımı kilitleyip hemen sınıftan çıktım. Bahçedeki görevli amcaya iyi günler diledikten sonra okulun önündeki otobüs durağında otobüs beklemeye başladım. Ben otobüs durağında beklerken Ateş de dışarı çıkmış, büyük bir siyah arabaya doğru yürüyordu. Tam bakışlarımı o taraftan ayırıp düşüncelere dalacağım sırada gözlerim, o büyük siyah arabanın yan aynasındaki yüze takıldı. Bir an tökezledim o yüze bakarken. Ben bu yüzü neden sanki uzun süredir aradığım o yüze benzetmiştim ki? |
0% |