@rnuzun
|
"Belki de aradığımız çok uzaktadır, belki de çok yakınımızda, belki de yanımızda, belki de bir nefes kadar, ölüm kadar hemen yanı başımızda..."
Sanırım artık saçmalıyordum. Benim yaşadığım olayla daha bugün okula yeni gelmiş çocuğun ne ilgisi olabilirdi ki?
Hemen bu saçma sapan düşüncelerimi kafamdan atıp otobüse bindim ve eve döndüm. Eve girdiğim gibi kendimi duşa atıp neredeyse 1 saat duşta kaldım. Duştan çıktıktan sonra kendimi yatağa bıraktım. Tam uyuyacağım sırada telefonumdan gelen bildirim dikkatimi dağıttı. Mesaj Selin'den gelmişti. Bugünkü geç kaldığım dersin performans ödevlerini atmıştı. Öfleyerek telefonu kapattım. Coğrafyadan gerçekten nefret ediyordum. Sınavlar da yaklaşıyordu ve bu benim stresimi daha fazla arttırıyordu. Stresim artınca da kullanmam gereken ilaçların dozu yükseliyordu.
İlaçlar aklıma gelince bu hafta sonu (2 gün sonra Cumartesi günü) olan psikiyatr randevumu hatırladım. Yine aynı şeyleri konuşarak yaşamak beni oldukça tedirgin ediyordu.
Ertesi gün cüzdanımı da özellikle kontrol ederek evden çıktım. Taksici abiyi bulup parayı hemen ödeyip oradan ayrıldım. Otobüse binip okula vardığımda eskiden bana takıntılı olan çocuğun pis pis sırıttığını gördüm. Ters bakışlarımı ona göndererek sınıfımın olduğu kata çıktım. Hemen çantamı bırakıp yerime oturduktan sonra dersin başlamasını bekledim. İlk ders rehberlikti.
Derste tahmin ettiğim gibi Ateş'e dün matematik hocamızın sorduğu sorular yeniden soruldu. Asıl şok olduğum zaman ise:
"Ateşçim sanırım okulu yeteri kadar tanımıyorsun. Bu yüzden sana bir arkadaşının yardım etmesini isteyeceğim." dedikten sonra gözleri sınıfta dolaştı, ardından beni buldu. Şanssızlığın son sınırıydı bu durum.
"Evet Denizcim. Ateş'e okulu senin tanıtmanı istiyorum. Ayrıca beni kırmayacağını da biliyorum. Lütfen her yeri detaylıca anlat Ateş'e..." diyerek daha benim cevabımı bile beklemeden başka konulara girişti. Ders devam ederken Selin:
"Seninki çıldıracak." dedi.
"Benimki kim oluyormuş?"
"Egeee..." Gözlerimi devirip:
"Öfffff... Saçmalama Selin. O herkese sarkan pisliğin tekiydi. Beni çoktan unutmuştur." dedim "Geç onları sen." dercesine elimi sallayarak;
"Seni mi unutacakmış o? Asıl sen saçmalama Deniz."
Derse odaklanmaya çalışarak:
"Tabi ki unutacak. Ayrıca niye çıldıracakmış? Arkadaşıma ARKADAŞÇA okulu tanıtacağım. Hepsi bu." deyip konuyu kapatmak istedim.
"Sen bilmiyorsun değil mi? Ben sana anlatmayı unuttum."
"Neyi?"
"Instagram'ı aç, itiraf sayfasına bak. O zaman anlarsın." Meraklanarak:
"Gizemli gizemli konuşuyorsun. Ne yazmış olabilirler ki?" dedikten sonra Selin'in cevabını beklemeden konuyu kapattım.
Teneffüste Ateş'e okulu tanıtacaktım. Onun benim yanıma geleceğini düşünmüyordum. Ben de onun yanına gitmek istemiyordum ama rehber hocası rica etmişti, onu kıramazdım. Bu yüzden Ateş'in yanına gittim. Beni fark edecek kadar yanına yaklaştığımda:
"Sana okulu tanıtmak için sadece bu teneffüs müsaitim. İstersen gel sana okulu hemencecik tanıtayım. Zaten okul çok kü..." Daha sözümü tamamlamama izin vermeden Ateş:
"Okulu tanımaya ihtiyacım yok. Ayrıca senin müsait olduğun zamana da uymak zorunda değilim." diyerek sözümü kesti. Bu sert ve gereksiz tavrı aynı dünkü kibirli ve kendini beğenmiş tavırlarına eklenince ben de patlama konumuna gelerek:
"Madem okulu tanımaya ihtiyacın yok, o zaman bunu rehber hocasına kendin söyleyebilirdin! Ayrıca senin saçma sapan tavırlarını ve kaprislerini de çekmek zorunda değilim. İlk önce karşındaki kişiyle doğru konuşmayı öğren seni gereksiz, zibidi, pis bulanık." diye ağzıma geleni söyleyerek bağırdım.
Tüm sınıf bizi dinliyordu. Bu okulda 4. senemdi ve kimseye bu denli sinir olmamıştım. Ayrıca kimseye de böyle bağırmamıştım.
Zil çaldı ve herkes benim üstümdeki şaşkın bakışlarını çekip normal bir şekilde yerlerine geçtiler. Ben de o sinirle yerime geçtim ve titremekte olan ellerimi ve dizlerimi kontrol altına almaya çalıştım.
Dersler böylece sürüp gitti ve öğle teneffüsü geldi. Selin'le birlikte öğle yemeği için yemekhaneye inerek sırada beklemeye başladık. Sıra bize gelince yemeğimizi alıp bir masaya geçip oturduk. Selin de bugün Ateş'e bağırdığımı duymuş ama üzerime gelmemişti. Selin'in bu huyunu çok seviyordum. Ne olursa olsun rahatsız olduğum konularda üstüme gelmiyordu.
Beraber yemek yerken karşıdan gelen üçlü kız grubu dikkatimi çekmişti. Kızların başındaki kişi Cemre'ydi. Bir zamanlar Ege'den hoşlanırdı ama Ege de benden hoşlandığı için Ege'yi sevdiğini ona söyleyemezdi. Bunun sebebi olarak da beni gördüğü için benden nefret ederdi.
Onlara bakmamaya çalışarak yemeğimi yemeye koyuldum ama Cemre'nin çoktan dikkatini çekmiştim. Bana doğru yürümeye başladı ve yanıma gelip tam karşımda durdu:
"Ne kadar da rahat bir şekilde burada oturup yemek yiyebiliyorsun Deniz." İğneleyici sözlerini görmezden gelmeye çalışarak:
"Ne istiyorsan çabuk söyle ve defol Cemre." diye kısa kestim.
"İtiraf sayfasında yazılanlardan sonra okula bile gelmezsin diye umuyordum ama maşallah sende de utanma duygusuna dair hiçbir iz yok be Deniz." dedi yüzündeki pis sırıtışıyla. Anlamamıştım. Sorumu tekrar yineledim:
"Ne istiyorsun Cemre?" Cemre yüzümü bir süre inceledi. Ardından elindeki cep telefonunda bir yerlere tıkladıktan sonra yüzüme doğru tutarak:
"Al kendin bak." dedi. Geri çekilip itiraf sayfasında yazılanları okumaya başladım. O an başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Birisi itiraf sayfasına "Cemre ile Ege sevgili. Ama maşallah Ege ile Deniz'in bakışmadıkları gün yok. Acaba Ege Cemre'yi Deniz'le aldatıyor olabilir mi?" diye bir soru sorulmuştu. Beni asıl delirten konu buna cevap yazan kişi:
"Bence de aldatıyor hatta ben de Ege ile Deniz'in arka bahçede kırıştırdıklarına bile şahit oldum. Hatta bunun tek ben değil çoğu kişi farkındadır." diye yazmış ve buna tam 10 tane destekleyici yorum atılmıştı.
Tamamen yalan söylüyorlardı. Evet, Ege benden hoşlanıyordu, doğru, göz göze de geliyorduk ama geldiğimizde ya dik dik bakıyor ya da hemen kafamı çeviriyordum. Zaten kırıştırma konusu en büyük yalandı. Ben asla Ege'ye yüz vermemiştim. Bunları yazan büyük ihtimalle ya Ege'nin ya da Cemre'nin arkadaşlarıydı. Cemre'ye bir hışımla dönüp:
"Yalan söylüyorlar, anlamıyor musun? Hem bunların senin arkadaşların olup olmadığını nereden bileceğim?" diye sordum. Cemre'nin iğrenç bir şekilde:
"Birazcık daha akıllı olmanı beklerdim Denizcim. Sence ben niye aldatılan bir kadın olma durumuna düşmek isteyeyim ki? Ama sen çoktan insanların sevgililerine sarkıntılık yaparak metres konumuna düşmüşsün! Ayrıca..."
Devam etmesine izin vermeden yüzüne okkalı bir tokat indirdim.
Tokadın sesiyle yemekhanedeki çatal, bıçak sesleri kesildi ve fırtına öncesi sessizlik denebilecek kadar uzun bir sessizlik oldu. Kimse bana yapmadığım bir şey için terbiyesiz bir şekilde ağzına geleni söyleyemezdi.
Cemre'nin üstüne tekrar hamle yapacağım sırada Selin kolumdan tuttu. Tam Selin'den kurtulup tekrar Cemre'nin üzerine atak yapacağım sırada nöbetçi öğretmenin "Ne oluyor orada?" sesiyle kendime geldim.
Bir an ne yaptığımı sorguladım. Ben, o sakin kız gitmiş; yerine önüne gelene bağıran, insanlarla arasındaki problemi şiddete başvurarak çözen kötü bir kız gelmişti.
Cemre avazı çıktığı kadar bağırıp ağlıyordu. Kabul ediyorum, biraz sert vurmuştum ama onun bana önyargılı yaklaşıp ettiği laflar da kabul edilemezdi. Nöbetçi öğretmen yanımıza geldiği zaman Cemre'nin kanayan dudağına bakıp ardından sinirli bir şekilde bana dönerek:
"İkiniz de müdürün odasına... Çabuk!" diye bağırdı. Nöbetçi öğretmenin komutuyla müdürün odasına doğru çıkmaya başladık. Selin de beni yalnız bırakmak istemediği için birlikte gelmişti. Müdürün kapısını tıklatıp içeriye girdim ve ne ceza alacağımı kara kara düşünmeye başladım.
...
"Söyle bakalım Deniz, niye vurdun Cemre'ye? Senden beklenmeyecek bir davranıştı kızım." dedi müdür bana anlayışlı bir ses tonuyla.
Müdürün odasına girdikten sonra nöbetçi öğretmen gelmiş, gördüklerini anlattıktan sonra bizi yalnız bırakmıştı. Benim yanımda Selin olduğu gibi, Cemre'nin yanında da önceden olduğu gibi Yeliz ve Meltem vardı. Müdürün sorusuna cevap olarak:
"Hocam haklısınız... Ben de kendimden beklemezdim ama yapmadığım bir şey üstüne bana ağza alınmayacak kelimeler söyleyince ben de kendimi tutamadım." dedim başımı önüme eğerek. Cemre haşince:
"Yalan söyleme, yaptın tabii. Madem yapmadın o zaman neden vurdun bana? Demek ki yaptığın şeyi hazmedemedin!" dedi bağırarak.
"Sana yapmadım diyorum Cemre, neden anlamıyorsun? Bana ne sizin ilişkinizden? Ayrıca bana o lafları etmek senin haddine düşmedi."
"YETER!!!" Müdürün sesiyle ikimiz de sustuk. Müdür devam etti:
"Elinde kanıt olan bir arkadaşınız var. Şimdi onu çağıracağım, ikiniz de ceza alacaksınız ama hanginizin cezası daha ağır olacak ona kanıtlar karar verecek." Müdür, kızgın sesinin ardından eline telefonunu alıp bahsettiği öğrenciyi göndermesi için sınıf öğretmenini aradı. Aradan birkaç dakika geçtikten sonra müdürün odasının kapısı tıklatıldı.
Müdürün odasının kapısı tıklatıldıktan sonra kapı açıldı ve içeriye Ateş girdi. İşte şimdi karşımda iki seçenek vardı:
1) Ya Ateş bu sabahki olaydan dolayı yalan kanıtlarla benden intikam alacaktı!
2) Ya da gerçekten doğruları konuşup cezamı hafifletecekti.
Peki, Ateş ne yapacaktı? |
0% |