Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@robertdys

Korku nedir bilir misiniz? Korku, bir ya da birçok belirsizlik karşısında çeşitli tehdit algıları ile tetiklenen, rahatsız edici ve olumsuz bir histir. Ve ben şu an o hissi iliklerime kadar hissederken kapının aniden hızlı bir şekilde içeriden açılması ve hızla kapının başıma çarpmasıyla acı içinde inledim.

Kahretsin! Sanırım hafızamı yitirdim.

"Ah, başım!" Diye inlerken elimi başıma bastırıp kapıyı açan kişiye baktım. Buz kesildim. Yaklaşık 1.80 veya 1.90 boylarında, sarı saçlı bir adam karşımda endişeli gözlerle beni süzüyordu. Sanırım yirmili yaşlarının ortalarında olmalıydı yirmi üç ya da yirmi beş yaşlarında gibiydi. Yüzü o kadar etkileyiciydi ki bir anda onun büyüsüne kapılarak başımın ağrısı unutup onu incelemeye başladım. Yüzündeki belirgin hatlar, okyanus mavisi gözleri nefes kesiciydi.

Ve yine kahretsin ki bu adam çok etkileyiciydi!

"Sen o kapının dibinde beni mi dinliyordun?" Gözündeki endişe yerine sorgulayıcı bakışlar aldığında elimi alnımdan çekerek sinirle bir adım geriye çekildim. Bu adam az önce kapıyı kafama geçirirken bir özür dilemek yerine beni mi azarlıyordu? "Pardon da az önce sizin yüzünüzden hafızamı kaybedebilirdim. Ve siz özür dilemek yerine burada gelmiş beni mi azarlıyorsunuz? Ne hakla?" Diye sinirle çıkıştığımda okyanus mavisi gözleriyle sanki bana birşey gösterir gibi başını vücuduna indirip kemerinin önünde durdu. Kahretsin! Kemerinde polis simgesi taşıyan bir arma vardı. Bu onun polis olduğunu belli ediyordu. Şimdi gerçekten mahvoldum.

Acaba onu azarladığım için beni hapse atmaz değil mi?

"Damla ne oldu?"

"Birşey mi buldun Damla?"

"Nerede bu kız, sesi bu tarafan geliyordu. Heh işte ord.."

Esin, Barış ve Kenan tam arkamda durduklarında Esin karşımdaki kişinin polis olduğunu anladığı an sözünü yarıda kesmişti.

Sanırım gerçekten mahvolduk.

⚛ ⚛ ⚛

"Evet, bir açıklama bekliyorum." Karşımızdaki komiser tıpkı bizi bir çocuk gibi azarlarkem dördümüz de okulun çıkış merdivenlerinin üstüne oturmuş, başımızda bizden cevap bekleyen polise bakıyorduk. Nasıl bir yalan uyduracağımızı düşünürken aklıma gelen saçma bir bahaneyle konuştum. "Şey benim çantam okulda kalmıştı da almaya gelmiştik."

Yalan atma konusunda aşırı beceriksiz olduğumu söylemiştim miydim?

Karşımdaki sarışın polis benim söylediklerimle bana tıpkı salağa bakar gibi bakıyordu. Birkaç adım bana doğru yaklaşınca kaskatı kesildim. Bence inandı değil mi? Yüzünü şimdiki halinden daha da ciddi bir ifade takınıp yüzünü bana doğru eğdi. Yüzünü tam benim yüzümün hizasında durdurup bana uzun uzun baktı. Gözlerimi ondan kaçırmak istiyordum ama sanki okyanus mavisi gözleriyle gözlerimi hipnoz altına almış gibiydi. "Bu basit yalanı bir salaktan başka birinin söyleyebileceğini düşünmüyorum, küçük hanım."

O az önce bana salak mı dedi?

Sinirle gözlerimi devirip bir çırpıda oturduğum yerden ayağa kalkıp buz gibi suratı olan bu adama sinirle çıkıştım. "Bana bak, bana bu yaşıma kadar annem babam salak dememiş sen kimsin bana salak diyorsun? Haddini bil yoksa bildirtirim. Ayrıca ben küçük değilim yirmi yaşındayım sarı civciv." Sonda ki kelime kesinlikle dudaklarımın arasından bilinçli olarak dökülmemişti. Sadece sinirlenince insanlara lakap takıyordum. Esin'in hoşuna gitmiş olmalı ki kahkahayı basınca kimse durumun ciddiyetinde değil gibi gülmeye başlamıştı. Sadece ben ve bu sarı kafalı komiser hariç. Üzerime doğru yürümeye başladığında geriye doğru adımlar attım. Geriye doğru çekildiğimi görünce durdu ve sert bakışlarıyla kemerinde asılı olan kelepçeyi çıkardı.

Onu bileklerime takmayı düşünmüyor değil mi?

Ben korkudan kendimi yerine dibine sokmak isterken Barış'ın sesiyle irkildim. "Hazal için buradayız." Bu onu durdurmasına yetmişti. Hazal'ın ismini duyar duymaz bakışlarını benden çekip kelepçeyi tekrardan kemerine astığında derin bir nefes verdim. "Hazal Ergin'i tanıyor musunuz?" Sesi sanki bu konu onun için çok önemli gibi çıkıyordu. Barış başını sallayarak onu onayladı. "Evet, bizim yakın arkadaşımızdı. Bu sabah okulda Ferhat hocanın yangının faili olduğu ortaya çıkınca odasında belki elde eder birşeyler bulabiliriz diye düşündük. Çünkü Hazal'ı birisi kasıtlı olarak öldürdü ve ortada kesinlikle bir katil olduğuna inanıyoruz." Tek bir solukta söylediği şeylerle komiser rahat bir nefes vermişti. Sanırım bizi başka bir sebepten burada olduğumuzu sanıyordu. Yüzünde rahatlamış gibi bir ifade oluştuğunda elini ilk Kenan'a uzatarak, "Ben Emniyet Büro Amiri Sarp Güneş, az önce yaşananlar yüzünden kusura bakmayın. Sizi araştırmıştım, Hazal Ergin dosyası aylar önce kapanmıştı fakat bu sabah yaşananlardan sonra mahkeme tekrardan dosyayı açma kararı aldı ve bu görevi bana ve ekibime verdiler. Size bu davada ihtiyacım olacak." Kenan'ın elini sıktıktan sonra Barış ve Esin'e geçti. Benim karşımda durduğunda elini uzattı, az önce yaşananları unutmuş gibi benimle tokalaşmak için elini mi uzatmıştı?

Bana salak demişti!

"Hiç tokalaşmaya gerek yok. Çünkü bir daha sizi görmeyeceğim." Diyip arkama dönüp okulun arka kapısından hızla çıktım. Kenan'ın arabasına binip arka kapıyı sertçe çektim. Evet, bunu gerçekten yapmıştım. Arabanın camından dışarıya baktığımda üçüsünün geldiğini gördüğümde bakışlarımı camdan çektim. Barış ön koltuğa, Esin ise arka koltuğa yanıma geçip Kenan da şoför koltuğuna geçerek arabayı çalıştırdı. "Kızım sen salak mısın?"

Bu salak kelimesini kim çıkardıysa benden çekeceği var!

Esin'e sinirle dönüp gözlerimle yakıcı bakışlarımın altında kalmıştı. Ağzını açıp birşeyler daha diyecekti ki bakışlarım onu susturmaya yetmişti. Bana salak diyen birinin elini sıkmadığım için bana kızmaya hakları yoktu. "Sarp Komiser bizimle yarın bizzat görüşmek istiyor. Hazal hakkında birkaç bilgi için bizi zaten çağıracakmış burada karşılaştığımız iyi oldu aslında." Benim ağzımı bıçak açmazken bunlar illa beni konuşturacak birşeyler söylüyordu. Kenan'ın dediklerine sadece somurtarak yetinmiştim ki dikiz aynasında ki kömür gözleri beni bulunca sinirle ona aynadan bakarak göz devirdim. "Sen de geleceksin değil mi Damla?" Geleceğimi hiç sanmıyordum. O huysuz adamla bir kez daha karşılaşmak istemiyordum. Tam dudaklarımı aralayıp gelmeyeceğimi söyleyecektim ki Barış'ın söyledikleri geri adım atmama yetmişti. "Hazal için..." Bu söz geri adım atmama yetmişti. Hazal'ın katilini bulmadan içim rahat etmeyecekti ve uzaktan izlemek yerine katili bulmaya yardım edecektim.

"Peki, tamam." Kabullenişimle üçüsünün de yüzünde gülücükler saçılmıştı. Hazal için sadece, yoksa o huysuz adamı görmeye bir dakika bile katlanmak istemiyordum.

⚛ ⚛ ⚛

Gözlerimi dün gecenin yorgunluğuyla komodinin üzerine duran ve susmak bilmeyen çalar saatim yüzünden açmıştım. Düğmesine sertçe basınca kapandığında kollarımı açarak esnedim. Dün gece Esin'in ısrarlarına rağmen Kenan'a evime bırakmasını istedim. Dün geceden sonra Esin'in beş saat süren durum kritiğini dinlemekten bu sayede kaçmıştım. Yatağımdan doğrulup gardrobumu açtım. İlkbahara girmemize az kalmıştı. İlkbahar benim en sevdiğim mevsimdi ve ben bu sabah aklımda dün gece yaşananlar olmadan bahar alışverişi yapmak aklıma gelmişti ama telefonumda arayan kişiyi görünce bu masum hayallerimden çıktım. Kenan'ın aramasıyla nereye gideceğimiz aklıma gelmişti. Dün gece Kenan arabadan inmeden önce bana o huysuz adamın çalıştığı polis bürosuna gidip ifade vereceğimizi söylemişti. Dördümüzden teker teker ifademizi alacaktı. Hazal'ın dosyası tekrardan mahkeme tarafından açıldığı için ifade vermemiz zorunluydu.

Beni almaya gelince hazır olmamı söylemişti ama aradığına göre çoktan gelmişti. Telefona cevap vermeden gardırobumdan yırtmaçlı ispanyol paça siyah bir pantolon ve beyaz omuzları açık sırt dekolteli göbeği açık tışörtü hızla üzerime geçirip aynanın karşında geçtim. Hafif bir makyaj yaparak saçlarıma geçtim. Açık kahve saçlarımı üstten atkuyruğu yapıp çantamı da alarak hızlıca merdivenlere yöneldim. Merdivenlerden inip kapının önüne gelmiştim ki Kenan'ın açık kapıya sırtını yaslaması ve bana çatık kaşlarla bakması yutkunmama sebep oldu. "Ne?" Dedim tıpkı masum bir çocuk gibi. Kaşlarını daha da çatarak, "Lütfen bana saatin kaç olduğunun farkında olduğu söyle!" Dediğinde sesi sert çıkmıştı. Kolumdaki akıllı saatten saati kontrol edip ona doğru döndüm. "12.42. Ne oldu?" Birşey anlamamışım gibi yüzünü buruşturduğu esnada sırtını yaşadığı kapının kenarından geçerek onu arkamda bırakıp arabaya doğru yürüdüm. "Hadi Kenan geç kalıyoruz." Dediğimde çıldırır gibi bir ses çıkardı. "Sanki kalmadık!" Ön koltukta Barış'a selam verip arka koltukta oturan Esin'in yanına oturdum. Rujunu tazelemekle meşgul olduğu olduğu için benim geldiğimi bile farketmemişti. Kenan da hemen ardımdan şoför koltuğuna geçip arabayı sürünce Barış önündeki dizlerinin üzerine koyduğu bilgisayardan başını kaldırmadan konuştu.

"Sarp Komiser'in bürosuna gidiyoruz. Orası ajan ekibiyle vakalarla ilgilendiği küçük bir büro. İşinde gerçekten de iyi. Bu zamana kadar aldığı hiçbir vakası başarısızla sonuçlanmamış. Yani katili bulabilecek bir potansiyelde olduğunu söyleyebiliriz. Bu arada..." Dedi Barış ama canını sıkan birşey olmuştu ki sıkıntılı bir nefes verip devam etti. "Okul kapanmamış. Herkes o olaydan sonra mühürlenmesini beklenen okulun önümüzdeki hafta yeni bir müdürle tekrardan açılacağı haberi bütün resmi gazete sitelerinde yayınlandı." Dedikten sonra Kenan bir küfür savurdu. "Kahretsin bu saçmalık!" Evet gerçekten de saçmalıktı. O okula adımımı dahi atmazdım bundan sonra. Arkadaşımızın katili o okuldan birisi de olabilirdi. Bu bile içimdeki korkuyu çıkarmaya yetiyordu. O okula asla gitmeyecektim. Arabada derin düşüncelere ve Esin'in yine boş boğaz konuşmalarına katlanarak geçirdiğim yirmi dakikanın ardından araba büyük bir büronun önünde durdu. Burası şu suratsız adamın bürosu olmalıydı. Arabadan sırasıyla indiğimizde dördümüz de dışarıdan incelemeye başladık. Aslında o kadar da büyük değildi sadece arabada öyle gözüküyordu. Dış cephesi gri ve beyaz tonlarında, büyük çatısının altında büyük bir tabelayla "Büro" yazıyordu. Ve koca siyah kapının önünde iki polis vardı. Kenan büyük kapıdan içeri girince biz de arkasından ilerledik. İçeriye girince içerisi oldukça genişti, sanırım iki katı vardı buranın ve biz birinci katındaydık içeriyi daha fazla izlememe fırsat vermeyen Esin koluyla beni dürterek ona doğru dönmemi sağladı. "Burası bana ürkütücü geldi." Diyince sinirden kıkırdadım. Evet ürkütücü bir havası olduğu doğruydu. Kenan görevli olan bir kadınla konuştuktan sonra bize doğru döndü. Gözleriyle gelin işareti yapınca arkasından onu takip ettik. Koridorun sonunda olan bir odanın önüne durduğumuzda kapının yanına kocaman harflerle yazan Komiser Sarp Güneş yazısını okuyunca yüzümü buruşturdum.

Sarı civcive bak sen, demekki soyadı güneşmiş.

Kenan kapıyı tıklayıp içeriden sert bir şekilde 'Gel!' sesiyle içeri girince biz de arkasından girecektik ki huysuz adamın söyledikleri bizi durdurdu. "İlk seninle konuşacağım sonra sırasıyla diğerleriyle." Diyince Kenan kapıyı yüzümüze kapatarak içeri girdi koltuklara oturunca Kenan'ın içeriden bir an önce çıkmasını diledim. Bu saçma sorgu muhabbetine ben de girmek zorunda kalacaktım hem de tek başıma! Kenan yüzü beş karış çıktıktan sonra Barış içeri girdi. Barış da yüzü beş karış çıkıp yerine oturduğunda Esin girince onlara baktım. Boş gözlerle yerdeki zemine bakıyorlardı.

Neden her giren yüzü beş karış çıkıyordu?

En sonunda Esin'in de yüzü asık çıkınca sıranın bana gelmesinden korktum. Bu adam gerçekten tehlikeli birisi olabilirdi. "Damla, hadi." Barış'ın beni kendime getirmesiyle oturduğun koltuktan ayağa kalkıp yavaşça kapının koluna uzandım. Bir dakika, yine o benden önce kapıyı açarsa? O geceden sonra bunu düşünüp hızlı bir şekilde kapı kolunu eğdim ve kapıyı öyle hızlı açtım ki açışımla beraber bir inleme sesi duydum. "Ah!" Kapı onun alınına çarpmıştı. Bu kapının önünde ne yapıyordu ki?

Sanırım ödemiş olduk.

"Kapının önünde ne yapıyorsunuz acaba?" dediğimde sinirli bir şekilde alnını ovuşturarak bana baktı. Okyanus mavisi gözleri ateş saçıyordu. Üzerine resmi olarak polis kıyafeti giymesini bekliyordum ki adam oldukça rahat giyinmişti. Siyah kot bir pantolon, üzerine kaslarını belli edecek bir beyaz tişört ve deri ceketiyle bu adam tıpkı Hollywood filmlerinden çıkmış gibiydi. "Geç otur." Dedi ve ardımdan kapıyı kapatarak masasının başına geçti. Masası evraklarla doluydu, her bir yerde kitaplık dolusu dosyalar gözümden kaçmamıştı. Odası oldukça düzenliydi. Sıkıntılı bir nefes vererek tam karşısına oturdum. Hâlâ alnını ovuşturuyordu. Sanırım kapıyı ondan daha sert ve hızlı açmıştım. "Damla Korkmaz." Alnını ovuşturmayı bırakıp eline bir dosya aldı. Dosyayı biraz inceledikten sonra okyanus mavisi gözlerini bana çevirdi. "Hazal'ın o gece bir tehdit altında olduğunu biliyor muydun?" Bu sorusuna karşılık ne diyeceğimi bilemedim. Hazal o gece ölmeden önce tehdit mi edilmişti, ama neden? "Hayır bilmiyordum." dedim soğuk bir sesle. Bir kaşını yukarı kaldırdı. "Garip, en yakın arkadaşı olduğun halde arkadaşının o gece hiç mi tehdit altında olduğunu hissetmedim? Üstelik bir katil tarafından." Son cümlesi kanımı dondurmuştu. Katil mi? Hazal'ın gerçekten bir katil tarafından tehdit edildiğini mi söylüyor bana? "Ka... Katil mi?" Yutkunarak söylediğimde başını evet anlamında salladı. "Doğru duydun, ve o tehdit ettiği katil Hazal'ın katilinin ta kendisi." Hazal'ı gerçekten birisi mi öldürmüştü? Ferhat hocanın telefonuna o mesajı atan kişi zaten bunu bize açıklamıştı değil mi? Para için okulda yangın çıkarıp katile yardım etmişti! "İyi misin?" sesiyle kendime geldiğimde başımı salladım.

İyi falan değildim.

"Aslında değilim, bu konularda pek hassasımdır. O yüzden daha fazla şeyler varsa lütfen anlatmayın." Dediğimde gözleriyle beni usulca süzdü. "Tamam, zaten anlatacağım başka birşey kalmadı." Derin bir nefes alarak başımı salladım. Bunu bize toplu bir şekilde de söyleyebilirdi. Ama çok iyi düşünmüş olmalı ki dördümüzü de haberi idrak etmesi için teker teker çağırmıştı. Kapıyı açarak odasından çıkıp kapattım. Herkes gibi benimde yüzüm beş karış çıkınca benim çıksımla ayağı kalktılar. Başım ağrımaya başlamıştı, sanki şu an da herşey dönüyor gibiydi. Hazal'ın yüzünü her tarafta görüyordum.

"Katilimi bul Damla."

"Hazal?"

Sesini duydum! Ona seslendim ama o yok! Mavi gözlerini görüyordum. İyice bana doğru yaklaşıyordu. Yüzü tam karşımda durduğunda az önceki cümlesini fısıldayarak tekrar söyledi.

"Katilimi bul, Damla..."

Yüzü yavaş yavaş gözümün önünden kaybolurken çığlık attım. Hayır gitmemeliydi!

⚛ ⚛ ⚛

"Damla kendine gel!"

Benim için endişelenen sesleri duyunca Hazal'ın yüzü hemen gözümün önünden kaybodu. "Damla!" Gözlerimi ürkerek açtığımda Barış, Kenan, Esin ve Sarp Komiser başımda durmuş endişeli gözlerle bana bakıyorlardı. Neredeydim ben? Kendime yeni gelmiş gibi başımı iki yana sallayıp nerede olduğuma baktım. Beyaz çarşafların üzerinde kolumda bir serumla sedyede uzandığımı gördüğümde hastanede olduğumu anladım. "İyi misin?" Başımı salladım, evet duyduklarımdan sonra bayılmıştım. Sanırım anlık bir şok geçirdiğim için duyduklarımı kaldırabilmiş değildim. "Doktoruna haber vereyim uyandığını." Diyerek çıktı Kenan. Barış ise oturduğu koltuktan kalkıp hastanenin kantininden birşeyler alacağını söyleyip çıkınca Esin de makyajını tazelemek için lavaboya gitti. Allah'ım beni bu adamla baş başa bırakmak için fırsat mı kolluyorlar? Okyanus mavisi gözleri bana endişeli bir şekilde bakan bu adam yani başımda olan koltuğa oturup beni izlemeye başladı. "Böyle şeylere fazla hassassın." Dediğinde başımı sallamakla yetindim. Tek kaşını yukarı kaldırıp ayağa kalktı. "Merak etme, ben de senden haz etmiyorum."

Bu adam az önce benden haz etmediğini mi söyledi? İyi en azından duygularımız karşılıklı.

"Duygularımızın karşılıklı olmasına sevindim sarı civciv." Şu karşımdaki aptal adama sinirlenince sarı civciv diyesim geliyordu ki kahretsin yine demiştim. Sinirden boyundaki damarlar belirginleşmiş ve okyanus mavisi gözleri kapıdan çıkıp gitmeden önce duyduğu sözlerimle bana öfkeyle bakıyordu. Sanırım ona sarı civciv lakabını takmamdan da pek haz etmemişti. Kapıdan uzaklaşıp hızlı adımlarla yanıma geldiğinde nefesimi tuttum. Hayır ondan korkuyordum, sadece... Of tamam korkuyorum! Gözlerini bile kırpmadan yanıma gelip yüzünü eğip benim hizamda durdurduğunda, "Bir daha bana lakap takmaya kalkarsan inan hiç görmek istemeyeceğin bir tarafımla karşılaşırsın huysuz kadın." Dedi boğuk ve ürkütücü bir sesle. Korkudan sertçe yutkundum, bu adamın diğer tarafıyla karşılaşmak istemediğim için hızlıca başımı tamam anlamında salladım. Yüzü gevşeyip yerine sahte bir gülümseme kondurdu. "Güzel." Dedi ve hızla kapıyı açıp sertçe çarparak gitti.

Bu adam kesinlikle normal değildi. Psikopat!

Sert gidişinden iki dakika sonra Kenan ve diğerleri gelmişti. "Damla, yüzün neden bembeyaz?" Esin'in seslenmesiyle az önceki yaşadığım küçük çaplı bir korkudan çıkarak kendime geldim. Kahrolası adam korkudan küçük dilimi yutturacaktı! Onunla bir daha karşılaşmak istemiyordum ama sanırım istemesem de karşılaşacaktım. Hazal'ın davasında hep bizi gözetimi altında tutacağına emindim. "Evet iyiyim." En azından şimdilik iyidim. "Doktor serumun bitince çıkabileceğimizi söyledi." Kenan endişeli gözlerle bana bakınca başımı salladım. Sanırım benim için en çok endişelenen oydu. Bu gözlerinden belli oluyordu. Siyah gözleri fazlasıyla derin ve kederli bakıyordu. Kumral saçları polis bürosundaki gibi düzenli değildi. Saçları dağınık bir şekilde tutamları öne doğru sarkmıştı. Kenan'la çocukluk arkadaşıydık, diğerlerine göre dostluğumuz daha da eskiye dayalıydı. Her zaman birbirimize destek çıkmıştık ne koşulda olursak olalım hep birbirimizi korumasını bilirdik. Serumum bitince hastaneden çıkıp kendi evime geçtim. Bugün yaşadıklarımdan sonra sakin bir kafayla düşünmek istiyordum. Elimdeki kahve fincanıyla bakışıp odamın balkonunda yıldızları seyre dalmıştım. Bir çıkmazın içinde gibiydim sanki, ne gidebilirim ne de kalabilirim. En önemlisi ise sonunun ne olacağını bilmeden ilerlemek. İnsanların en saf yanı da bu işte, sonunu bilmediğin yolu tamamlamak için çırpınırsın fakat yolun sonunda senin için beklenen bir felaket olduğunu bilemezsin. Hazal'ın katili olduğunu ve o katilin hâlâ elleri kollarını sallayarak dışarıda dolaştığı düşüncesi midemi bulandırıyordu. Hazal ona ne yapmış olabilirdi? Hazal bir karıncayı incitemeyecek kadar narin birisiydi. Kim neden ona bunu yaşatmıştı? Haketmedi, Hazal ölmeyi asla haketmedi. Onun hayalleri vardı, gazeteci olacaktı. Kendi haberlerini çıkarıp altına imzalarını atacak, Türkiye çapında ünlü bir gazeteci olacaktı. Bu hayali asla gerçekleşmeyecek çünkü daha hayalini gerçekleştiremeden bu dünyadan gitti. Gözümden akan bir yaş damlasını elimin tersiyle sildim. Kahvemden son yudumumu alıp masaya koyarak içeri girdim. Pijamalarımı giyerek kendimi hızla yatağa attım. Keşke şu yatakta uyuyup bir daha hiç kalkmasam diyorum bazen...

⚛ ⚛ ⚛

Gözüme çarpan güneş ışınlarıyla gözlerimi rahatsızca açtım.

Her gece şu güneşliği çekmeyi unutuyorum bir dahakine her sabah bu yaşanmasın diye çekeceğim.

Her tarafım karıncalanmış gibi yataktan kalkarak dolabıma yürüdüm. Bu sabah havanın ılık esintisi ilkbaharın habercisi gibiydi. Üzerime beyaz uzun askılı elbise giydim. Saçımı dağınık topuz yapıp makyaj yapmadan aşağıya indim. Mutfağa geçip hızlıca birşeyler atıştırıp evden çıktım. Bugün benim için kötü ama güzel bir gündü. Babamın doğum günüydü. Biliyorum hayatta değil ama her doğum gününde mezarına en çok sevdiği çiçeklerden bir buket almak için çiçekçi Nermin ablaya gidiyordum.

Evimizin hemen arkasındaydı, küçük bir dükkanı vardı ama yıllarca geçimini oradan sağladığı için hiçbir zaman kapatmak aklından geçmiyordu. Sürgülü kapıdan içeri girince etrafıma göz gezdirdim. Papatyalar, sümbüller, yaseminler, ve begonyalar... Babamın en sevdiği çiçeğin önünde durduğumda eğilip büyük saksıların içinde olan begonyaların kokusunu içime çektim. Anavatanı: Güney Amerika ve Brezilyadır. Genellikle çok yıllık otsu, bazen çalı şeklinde bitkilerdir. Rizomlu, yumru, saçak köklü türleri vardır. Salkım şeklinde veya katmerlidir. Beyaz , pembe, kırmızı, sarı ve bunların değişik tonlarındadır renkleri. Babam en çok beyaz renkli begonyaları severdi.

"Bakıyorum da yine unutmamışsın güzelim." Nermin ablanın sesini duyduğumda başımı kaldırıp ona bakarak tebessüm edip yanına gittim. Bana sıkıca sarılıp saçlarıma dudaklarını bastırdı. "Ah kızım, doğum günü kutlu olsun babanın." Kendime engel olamadım, bugün ağlamayacağım diye kendime söz vermiştim ama sanırım bu sözü tutamayacağım. Gözlerimden akan yaşları elimin tersiyle silerek ondan ayrıldım. Yüzümü ellerimin arasına alarak alnımdan öptü. "Hazırlıyorum çiçeklerini." dediğinde başımı salladım. İki dakika sonra elinde içi dolu beyaz begonyalı buketle gelince tebessüm ederek elinden aldım. "Teşekkür ederim Nermin abla." Dedim ve çantamdan cüzdanımı çıkaracağım sırada beni durdurdu. "Sakın Damla, biliyorsun babanın benim için yeri çok ayrı. Şimdi koy o cüzdanını içine." Başımı salladım ve tekrar ona sıkıca sarılıp dükkandan ayrıldım. Karşı yoldan gelen taksiyi görünce elimle durdurdum be yola çıktım.

⚛ ⚛ ⚛

Beyaz mermerlerin dolu olduğu yerde büyük harflerle yazan Çağrı Korkmaz, yazan babamın mermerinin önünde durdum. Elimde sıkıca tuttuğum begonyaları mermerinin yanına bıraktım ve diğer elimdeki sişe suyla mezarının her tadını suladım. Mezarın uzun mermerinin bir köşesine oturup ismi yazan yeri hüzünlü gözlerle izledim. "Baba, ben geldim." Gözümden akan bir damla yaşı umursamadan devam ettim. "Bugün hayatta olamadan kutladığım üçüncü doğum günün. Belki hayatta olsaydın yine doğum gününü yine umursamaz davranır ama bizim unuttuğumuzu sandığın için gün boyunca bize surat asardın. Ve her zaman olduğu gibi biz senin doğum gününü hiçbir zaman unutmaz ve geceye doğru güzel bir organizasyon yapardık." Aklıma gelince istemeden güldüm. "Seni çok özledim baba." Mermerin üzerinden kalkıp toprağını okşadım. "Doğum günün kutlu olsun, iyi ki benim babamsın." Gözyaşlarımı silerek çantamı alıp mezarın başından uzaklaştığım sırada beni karşı taraftan ağaçlarının önünde izleyen dörtlüyü görünce afalladım.

Esin, Kenan, Esin ve Sarp Komiser tam karşıdaki çam ağaçlarına basında beni izliyorlardı. Hızlı adımlarla onların tam karşısında durdum. "Ne yapıyorsunuz burada?" Sorgulayıcı bakışlarımı onlara diktiğimde Esin dudaklarını araladı. "Şey... Biz seni evden almaya geliyorduk fakat sen bir çiçekçinin önünde durup elinde çiçeklerle hemen taksiye binince Sarp Komiser'in ısrarıyla seni takip ettik." Bir dakika bir dakika, şaka olmalı sanırım. Bu adam neden beni takip etmek için ısrar etmiş ki? Ona doğru döndüğümde okyanus mavisi gözleri bana acır gibi bakıyordu. Üzerineki siyah ceket ve içine giydiği beyaz gömlek kaslarını tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyordu. Ceketiyle uyumlu siyah pantolonu ve kravatı tıpkı bir iş adamı imajı veriyordu. "Neden beni takip etmek için ısrar ettiğinizi sorabilir miyim?" Diyince ellerini cebine koyup bir kaşını yukarı kaldırdı. "Sadece merak ettim ve zaten seni almaya geliyorduk." Bu adamın rahat tavırları sinirimi bozuyordu. Ayrıca neden beni almaya geliyorlardı ki? "Damla, işler biraz karışık. Sarp Komiser'in bize anlatacağı şeyler var. Burada anlatılacak konu değil. Hadi arabalara geçin de büroya geçelim." Barış'ın söylediklerine karşılık sarı civciv başını evet anlamında sallayınca oflayarak onları takip ettim. Mezarlığın çıkışında iki arabayla geldiklerini görünce rahat bir nefes verdim.

Bu adamın arabasına binmeyeceğim için şanslıyım.

Kenan'ın arabasına doğru ilerliyordum ki Kenan kolumdan tutarak beni durdurdu. "Sarp Komiser'in arabasına bin. Sana yolda herşeyi anlatacak, biz sizi arkanızdan takip edeceğiz." Ya sanırım ben bu dünyaya acı çekmeye gelmişim. O adamla beş dakika bile aynı havayı soluyamazken bunlar beni o adamla aynı arabaya mı bindirecek? Saçmalık! Tam itiraz edecektim ki Kenan arabasının şoför koltuğuna geçip gaza basınca arkasından bakakaldım.

Sanırım arkadaşlarımı gözden geçirmeliyim.

"Ne bekliyorsun" Şoför koltuğunun camından bana bıkkın bakışlar atan adama aynı şekilde bakıp, "Siz gidin, ben taksiyle gelirim." Diyip omuz silktim. Bana sanki bir kamera şakasıymışım gibi bakıp yüzüne hafif bir alaycı ifade takınıp, "Sence buradan bir taksi geçebilir mi?" Bu sözüne de omuz silkerek yanıt verdim. "O zaman bu kadar yolu yürüyerek geri dönerim ama sizin arabanıza asla binmem!" Diye çıkışınca arabayı çalıştırıp gaza basacaktı ki o aptal gururum beni yine terketti. "Tamam durun!" Yürümek uzun sürer diye biniyordum. Yoksa şu adamın suratını görmeye tahammülüm yoktu. Yan koltuğa oturmak yerine arka koltuğa geçip kapıyı sertçe kapattım. Ellerimi göğsümde birleştirip dikiz aynasından bana bakan adama yine omuz silktim. "Sen omuz silkmekten başka birşey bilmez misin?"

Şeytan diyor şu sarı saçlarından tut bir güzel yol!

"Ben hakedene hakettiği hareketi yaparım sarı civ... Sayın komiserim." Dikiz aynasından bana bakmayı kesip önüne dönerek arabayı çalıştırdı. Arabanın içi onun gibi portakal ve tarçın karışımı birşey kokuyordu. Sanırım sıkça kullandığı parfümü olmalıydı. "Hazal'ın katilini bulmamız için maalesef seninle de çalışmak zorundayım."

Biri şu adama kendini çok beğenmiş olduğunu söylesin yoksa komiser falan dinlemem ağzıma geleni bir bir söylerim.

Direksiyonu sağa kırıp sözüne devam etti. "Eğer arkadaşının katilini bulmak istiyorsanız benimle bir süre ajancılık oynayacaksınız diyebilirim. Her şeyi detaylı anlatacağım. Sadece siz plana odaklanacasınız. Ve şimdi şu verdiğim evrakları imzala." Diğer eliyle direksiyonu çevirip diğer eliyle dosyanın içinde olduğu evrakları bana mavi bir kalemle uzattı. Hâlâ almadığımı görünce, "Şu dosyayı alacak mısın artık?"

"Pardon da imzalayacağımı nereden biliyorsun? Daha dosyada ne yazdığını bile söylemedin!"

"İzin belgesi bu ajanlık işi için. Oldu mu şimdi?"

"Pek ikna olmadım."

Dediğimde arabayı ani bir frenle durdurup dikiz aynasından bana öyle bir bakışı oldu ki tüylerim diken diken oldu. "Bana bak huysuz kadın senin ikna olup olmadığın umrumda değil. Birşeyi de sana uzun uzun anlatıp açılımını yapmam." Diyip dikiz aynasında ki bakışlarını çekerek başını bana doğru çevirdi. "Ama salak olduğunu kabul edersen salaklığın için anlatırım."

İşte şimdi bittin sen.

Kendimden çıkarak arka koltuktan kalkıp üzerine atladım. Saçlarından tuttuğum gibi direksiyona kafasını geçirdim. "Ne yaptığını sanıyorsun sen lanet kadın, gel buraya!" Sinirle tıslayıp beni üzerinden atıp saçlarını ellerimden kurtarınca bu sefer üzerime atlayan o oldu. O esnada ise arkamızdan bizi takip eden Kenan'ın arabası durdu. "Neler oluyor?" diyerek arabadan çıkış sesleri geldi. Ve bu adam arabada ben yan koltukta sıkışırken üzerimde bana öldürücü bakışlarıyla bir elini yumruk yapıp havaya kaldırdı fakat daha sonra aklına birşey gelmiş olmalı ki yumruk yaptığı elini çekti. "Dua et bir kadına vurabilecek kadar düşmedim." Diyip tam üzerimden kalkınca Esin'in sesiyle ikimiz de olduğumuz yerde donakaldık. "Ay pardon siz çığlık atınca biz de kötü birşey oldu sandık."

İmalı çıkan sesiyle hızla bu adamın göğsünden itip koltukta oturur pozisyonuna geçtim. Şoför koltuğunun camından bizi izleyen meraklı gözleri görünce hızla arabanın arkasına düşen evraklar ve kalemi alarak evrakları imzaladım. "Saçmalamayın düşündüğünüz gibi birşey yok. Sadece araba ani fren yapınca üst üste düştük. Buyrun Sarp Komiser'im." Yüzüme sahte bir gülümseme kondurarak imzaladığım evrakları ona uzattım. Sinirle elimdeki evrakları sertçe çekerek aldı. Şoför koltuğuna oturarak evrakları arabanın ön camına koydu ve hepimizi gözden geçirip duruşunu dikleştirerek, "Şimdi hepiniz kısa bir süreliğine ajan sayılırsınız. Hazal Ergin vakasındaki ilk plan için hazır mısınız?"

Ben hiç hazır değildim.

​​​​​​​​​​​​'2. Bölüm Sonu'

~Devam Edecek~

Selam! Bölümü nasıl buldunuz hemen yorumlaraa😍🤍

Sizce Sarp Komiser'in nasıl bir planı var?

Hazal'ın katili kim?

​​​​​​Yeni Bölümde Görüşmek Üzere💐🤍

İg: @kusursuzokul 🪄

Loading...
0%